İçeriğe geç

Ölüm Son Değil Kitap Alıntıları – Ahmet Deniz

Ahmet Deniz kitaplarından Ölüm Son Değil kitap alıntıları sizlerle…

Ölüm Son Değil Kitap Alıntıları

&“&”

“Söyleyin, bizim üzerimize de ölümü yazmadılar mı ?
Söyleyin götürülen bu cenazeler hemen dönecek olan misafir midirler ?
Onları toprağa gömeriz, miraslarını yeriz, bir gün kendimizin de onlar gibi olacağını aklımıza bile getirmeyiz.”
Ben…
Duyan, gören, bilen bir “ben”im.
Aklım, iradem,duygularım, eylemlerim var.
Bir birey olarak, bana ait benliğimle tek ve yalnızım.
Bilmeden, istemeden, evrendeki bu döngünün içinde buldum kendimi !

Peki, bir “ben” olarak bu döngüdeki yerim ne ?¿

Bu gökle yer arasında, bulunduğum tam bu yerde işim ne ?¿

Hangi ihtiyaç beni gerektirdi de, o yüzden varım ?¿

Nedeni olmayan bir sonuçsam eğer, bu ne kadar anlamlı ?¿

Anlamlı değilse, nedir hayat fırsatının bedeli ?¿

Kim zorladı beni hayata gelmeye ?¿

Kim ikna etti beni, ölümün sözleşmesini hayata gelirken yapmaya ?¿

Bu gök, bu yer…
Nedir göğün üstüme çökmesini engelleyen ?¿

Yer niye savurmaz üstündeki beni ?¿

Kandil gibi asılı duran yıldızları kim asar oraya her gece ?¿

Hava, su, ateş, toprak kime borçlu varlığını ?¿
Düzen denge nereden alır ölçüsünü ?¿

İyilik, kötülük….
İyilik kötülük mutlak mı ?¿
Değilse, nereden çıkardık her kötülüğün kötü olduğunu ?¿
Mutlaksa, kim ayırdı iyilikle kötülüğün, doğruyla yanlışın arasını ?¿

İyilik iyiyse, yeryüzünde entrika, zulüm, fesat, işkence, kan, gözyaşı niye var ?¿

Bu durumda, her geçen gün çoğalan bu fâni kalabalığın faydası ne ?¿

İnsan fâni; iyilik kötülük de mi fâni ?¿
Mazlumun âhı ne olacak ?¿
Hesabı tutulmuyorsa, neye yarar adalet, tevazu, fedakârlık, vefa, merhamet ?¿

İyilik ya da kötülükte sınır yok; öyleyse beni ben yapan bu özgürlüğün bedeli ne ?¿

Hayat niye var ?

Hayat bir eğlence mi yoksa bir imtahan mı ?¿

Ölüm niye var ?

Ölümün ötesinde insan nelerle yüzyüze gelir ?¿

Tutkularına sınır koyabilen insanlar daha sorunsuz yaşıyorlar hayatı. Çünkü ölçülü olmak, iç ve dış alemlerine dinginliği, dolayısıyla dengeyi getiriyor. Onların da aşktan, servetten, güçten yana tutkuları var ve nasiplerince nasipleniyorlar; ama tozu dumana katmadan.
Hedefine ulaşamadığında ise hırsın pençesine yakalanıyor. Hırs da genellikle kin, haset, nefret gibi, iyilikten uzak duygulardan alıyor enerjisini. Bu nedenle, hırsın arı duru kalması çoğunlukla mümkün olmuyor ve hedefe yürürken öyküsünü kirletiyor insan.
İnsanla tutkuları arasıdaki ilişki, olumlu ya da olumsuz her sonuçtan beslenen ve sürekli gelişip büyüyen bir ilişki.

Sonuç olumlu ise alınan haz, olumsuz ise duyulan hırs, insan-tutku ilişkisindeki sürekliliği sağlıyor. Ancak bu süreklilik, bazı insanlarda iradi direncin zayıflamasına ve tutkulara karşı bir zaaf hali doğmasına sebep oluyor.

Bunu küçük görmemek lazım. Çünkü tutkular, iradi direnci zayıf buldukları zaman, hayatı haz ile hırs arasına sıkıştıracak kadar ciddi bir doyumsuzluğa dönüşebiliyorlar.

Tutkuların kutsallaşmasına giden süreç, önce masum bir mutluluk arayışı olarak başlıyor. Bu süreçte çoğu insan, tutkularının işaret ettiği yerde sanıyor mutluluğu. Ancak vardığı kapıda karşılaştığı mutluluk onu tatmin etmeye yeterli olmayınca, bir sonraki hedefe kilitleniyor.

Derken insanla hedefleri arasındaki bu döngü giderek hız kazanıyor ve mutluluk arayışı olarak başlayan süreç, hayatla inatlaşırcasına bir kovalamacaya dönüşüyor.

Hiçliğe davet değil dediklerimiz.

Diğer her şey kadar başarı ve benzeri tutkuların da yeri var hayatta.

Ancak, hiçbir tutku gözünü karartmamalı insanın.

Ölçülü yaşanmalı her ne varsa.

Hepsinden biraz gibi…

Çünkü ölçüsünü yitirene, nimet değil külfettir özgürlük.
Allah dilediği kimseye rızkı genişletir ve daraltır da. Onlar dünya hayatıyla mutlu oldular. Oysa ahiretin yanında dünya hayatı, geçici bir faydadan başka bir şey değildir.
(Ra’ d Suresi, ayet 26)
Dünya hayatı; aldatıcı bir geçimlik, bir oyun, bir eğlence…
Eğer bir gün gelir, geldiğimiz noktada hayatın anlamsızlığından yakınmaya başlarsak, hiç şüphesiz bunun suçu hayatta değil, bizim hayatı algılama biçimimizdendir.
Onlara, dünya hayatı misalinin tıpkı şöyle olduğunu anlat: O gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki onunla yeryüzünde yetişen bitkiler büyüyüp birbirine karışır, ama sonunda rüzgarın savuracağı çerçöpe döner. Allah her şeyin üstünde bir kudrete sahip olandır.
(Keyf Suresi, ayet 45)
İnsan ölümü unutsa da, ölüm insanı unutmuyor.
Dünyalığımızı çoğalttıkça, zamanımız azalıyor.
Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, eğlence olsun diye yaratmadık.
(Duhan Suresi, ayet 38)
Bütün mesele, benliğimizi, nefsin ve inadın koyu karanlığından sıyıracak adımı atmaktır.
Din, dünya içindir. Yaşarken kulluk edersiniz, öldükten sonra değil…
Ne zor insan fıtratına uygun yaşamak!
Zaman.
Kör, sağır, dilsizdir zaman.
Neler gizlenmiştir onun o koskoca mazisine.
Ne günahlar, ne vaballer sinmiştir onun o koyu karanlığına.
Ne duygular, ne tutkular eriyip gitmiştir onda.
Yaşadığımız her şey, ya bir öncesinin sonucu ya da bir sonrasının sebebidir.
İnsan kendi kendinin şahididir.
(Kıyamet Suresi, ayet 14)
Haddini bilen, kendini tanıyor demektir.
Allah, eceli geldiğinde hiç kimseyi ertelemez. Allah, yaptıklarımızdan haberdardır.
(Munafikun Suresi, ayet 11)
Kim dünya nimetini isterse ona ondan veririz. Ve kim ahiret nimetini isterse ona da ondan veririz. Şükredenlerin mükafatını vereceğiz.
(Al’ i İmran Suresi, ayet 145)
Biz Allah’ a aitiz ve şüphesiz O’ na döneceğiz.
(Bakara Suresi, ayet 156)
Gülün adeti solmak, insanın adeti ölmek değil mi?
Beden muhteşem bir makine, ancak ölüme ayarlanmış. Hiç garantisi yok… Saat gibi işleyeni bile ansızın duruveriyor.
Nerede olursanız olun, velev ki sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size ulaşır.
(Nisâ Suresi, ayet 78)
Şüphesiz her can ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ve şer ile deneriz. Sonunda bize döndürülürsünüz.
(Enbiyâ Suresi, ayet 35)
Riyâsız olmalı merhamet… İçinde riyâ olan merhametin sabrı da, vefası da tez tükenir.
Doğumla başlayıp ölümle biten bir çizgi üzerindeyiz.
Yazık ki insanlık zulmü merhametten daha çok sevmiş.
Diğer hikayelere benzemez insanın hikayesi; çünkü önce oynanır, sonra yazılır. Öte taraftan, silip de yeniden yazmak yoktur bu hikayede, başkasını oynamak da…
Bir konma göçmedir insanın hikayesi. Bu iki menzil arasında yazılır mutluluğun, hüznün, sevginin, nefretin, merhametin en hakikisi.
Tutacağın yolu iyi seç…
Ne fayda ki zamanımızda insan
Kendine mezar hazırlar da
Kendini mezara hazırlamaz..
Hayata hakettiğinden fazla güvenmemeli insan. Ölümün kol gezdiği bir dünyada, hayata güven olur mu?
Doğumla başlayıp ölümle çizen bir çizgi üzerindeyiz . Bilerek ya da bilmeyerek bu çizgi üzerinde kendi tarihimizi yazıyoruz.
Hayat iki nokta arasında bir çizgi.
Silip de baştan çizemediğimiz, titrek, kesiksiz, kısacık bir çizgi.
Dünyada olmanın akla uygun bir izahı, ancak dini öğretinin sağlayacağı tatminkâr bir açılımla mümkündür.
İş bu söze Hak tanıktır./Bu can gövdeye konuktur./ Bir gün ola çıka gide, / Kafesten kuş uçmuş gibi… (Yunus Emre )
Hayatı anlamayanlar, ölümü hatırlamayı arzu etmezler. ( Tolstoy)
Zaman ilişkiseldi… Dolayısıyla göreceliydi (İzafiydi).
Platon’a göre ruh yokken zaman vardı, yani zaman Ruhtan önceydi.
İnsan kendi kendini şahididir."
Kıyamet Suresi.
Derken, yeniler gelir biz gideriz ve eksikliğimiz de hiç hissedilmez.
Müthiş bir şey, ölüme uyuyup da kıyamete uyanmak.
Kim ölürse kıyameti kopmuş demektir."
Ölüm müminler için bir rahmet kapısıdır."
Bediüzzaman Said Nursi.
Ölümün gizemli kalması gerekir ki yaşam tılsımını kaybetmesin.
Yoksa bir gizli mekanizma mı var ki onlara bu halde olmaktan başka çare bırakmıyor."
Kişi aradığı mutluluğu, hep ulaşamadığı arzuların ardında gizli sanıyor. Bu doyumsuzluk sebebine, her soluklanmanın ardından aşktan, güçten, servetten yana yeni mutluluk arayışlarına sürükleniyor. Bu öyle bir hal ki, yok yere kendini hasta edip sonra şifa aramak gibi."
Çoğunlukla ölçüyü kaybediyor ve tutkularını kutsallaştırıyor insan. Çünkü insan ihtiyaçları sınırsız, yükselme mertebeleri sonsuz.
Hem sonra aynı zirveye iki kez tırmanmanın hazzı da aynı değil.
Ölmeden evvel ölünüz. Hesaba çekilmeden önce, kendinizi hesaba çekiniz. Ölümü çok hatırlamak, insanı günah işlemekten alıkor ve ahirette zararlı olan şeylerden sakındırır."
Bedelsiz nimetin kıymeti bilinmez derler." Hakikaten öyle. Bir tuhaf yaşıyor, bir tuhaf harcıyoruz ömrümüzü.
Mirasyediler gibi, nereden geldi, nasıl geldi sormadan.
Güneşle doğuyoruz, geceyle batıyoruz. Kurutmuyoruz terini hayatın. Eğil diyorlar, yıkılıyoruz biraz menfaat için.
Neleri göze alıyoruz, neleri tepeleyip geçiyoruz güç uğruna.
Gül açarken de solarken de mühlet ister.
Gün de öyle, güneş de.
Zaman mühlettir aslında, yeniden doğmayı, doğrulup kalkmayı murat edene.
Bir kere ve sadece kendi yerine yaşar insan.
Bir kere ölür; yine sadece kendi yerine. Ne hayatta ne ölümde vekalet yoktur. Herkes kendi yerine yaşar, kendi yerine ölür.
Ölüm, ölenin olur, hayat bize kalır. Bu yüzden, güç de olsa, yüzümüzü tekrar döneriz hayata.
Meçhul nöbet tutar önünde, akıbet ise ardına gizlenir. Yine biliriz; ölüm, ayrılıklardan bir ayrılık değildir. Dur demesi, peşinden gitmesi, bir daha kavuşması yoktur.
Hayata hakettiğinden fazla güvenmemeli insan.
Ölümün kol gezdiği bir dünyada hayata güven olur mu?
Gülün ădeti solmak, insanın ădeti ölmek değil mi?
İyi ki var ölüm!
Mazlumlar sevinmeli ölüm var diye.
Çünkü şu gök kubbe altında zalimlerle eşitlendikleri tek zemin o.
Riyasız olmalı merhamet. İçinde riya olan merhametin sabrı da vefası da tez tükenir.
… lanet iskemlesine insandan daha yakışan kim vardır?
Kimi taht beşiğine doğar kimi toprak üstüne. Kimi tantanalı merasimlerle uğurlanır son yolculuğuna kiminin sırtını verecek bir kabri bile olmaz.
Bereketli topraklarda başlayıp kurak iklimlerde son bulacak bir yolculuğa çıkmışız.
Her kürekte, dönüp alması olmayan bir şeyler bırakmışız kendimizden geriye.
Faniliğin hem kendimizden hem de yapıp ettiklerimizden bir adım önde olduğunu görmek, dünya ile aramızdaki tılsımlı bağın çözülmesine sebep olur. Bağ çözülünce gözlerimizi tutan perde kalkar ve önemsediğimiz dünyevi nimetlerin, faniliğin kesif sisi ardında sanki birer hayalmişcesine ağır ağır kayboluşunu ibretle izleriz.
Paylaştığımızı sandığımız aşkta bile sinsi bir yalnızlık gizlidir; o bizimle kendi aşkını yaşarken, biz de onunla kendi aşkımızı yaşarız.
İyi ki var ölüm!
Mazlumlar sevinmeli ölüm var diye…
Çünkü şu gök kubbe altında zalimlerle eşitlendikleri tek zemin o.
Hayata gelirken fikri sorulmamıştır ve giderken de sorulmayacaktır. Dünya kendisi olmadan da dönecek ve diğerleri onun eksikliğine rağmen yaşayacaklardır.
Bu nasıl iştir, yaşayıp da bir zaman sonra sanki hiç yaşamamış gibi olmak?
Diğer hikayelere benzemez insanın hikayesi; çünkü önce oynanır, sonra yazılır. Öte taraftan, silip de yeniden yazmak yoktur bu hikayede, başkasını oynamak da…
Kim ikna etti beni, ölümün sözleşmesini hayata gelirken yapmaya?"
Hangi ihtiyaç beni gerektirdi de, o yüzden varım?
Nedeni olmayan bir sonuçsam eğer, bu ne kadar anlamlı?
Evet…
An gelip çattığında, göğün gürlemesini yüreğinde hisseder kişi. Ve dehşetle farkeder, hep dağların ardına düşen yıldırımın bu sefer oraya düşmediğini.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir