İçeriğe geç

Üç Kelimelik Dünya Kitap Alıntıları – Osman Palabıyık

Osman Palabıyık kitaplarından Üç Kelimelik Dünya kitap alıntıları sizlerle…

Üç Kelimelik Dünya Kitap Alıntıları

&“&”

Aynı şeyi söylemekten vazgeçmeli; bir şeyler yapmalıyız, birlikte yapmalıyız, severek yapmalıyız, kırmadan dökmeden yapmalıyız. Sevmeliyiz birbirimizi. “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek,” deyip duruyoruz, bunu söylemek yerine başarmalıyız artık. "
İ̇nsanlar meydanlarda istediklerini söyleyebilselerdi sosyal medya çılgınlığı bu kadar yaşanmazdı. İnsanlar gördükleri şeyi olduğu gibi paylaşıyorlar. Çünkü paylaşabilecekleri, haberleşebilecekleri, haberdar olabilecekleri başka bir yer yok. Bu yüzden de politikleşiyorlar. "
Yalnızlık hikâyesi kendini gerçekleştiren kehanet gibi."
Korktuğun şeyle ya savaşırsın ya kaçarsın ya da ona karşı hissizleşirsin. O yüzden yeni olan, bizden farklı olan şeyden korkmak yerine orayı anlamaya çalıştığımız zaman, gerçekten birbirimizi anlayabildiğimiz, farklı farklı fikirlerle aynı masada oturabildiğimiz bir dünya mümkün olacak. "
Bence biz sevmeyi bilmiyoruz. Sevmeyi sahip olmak zannediyoruz, 2017’de üç yüz altmış beş günde dört yüz kadın öldürüldü. O yüzden bugün hâlâ kadın cinayetleriyle ilgili her haber o günümü kötü geçirmeme sebep olur. “Ya benimsin ya kara toprağın” kafası var hâlâ. Ne kadar iğrenç bir durumdur bu. Sevmekle alakası olmayan bir şey… Sevmek zannettikleri, bir şeye sahip olmak."
Nasıl yönetiliyorsanız ona bürünüyorsunuz bir noktadan sonra. Ona bürünmemek için okumanız gerekiyor. Kendi fikrinizin olması gerekiyor. "
İnsan, kendini ifade etme ihtiyacında olan bir varlık. Baskı altındaki toplumların daha üretken olması bundan kaynaklanıyor olabilir. Açığa çıkmak isteyen bir enerji mutlaka sızacak çatlak bulur kendine."
Her zaman ateş daha çok, düştüğü yeri yakar. İnsan egoist bir varlıktır. Felaket hep başkalarının başına gelecek sanır ve kendi başına gelmediği sürece o acıya bakmak istemez. Acılar hep vardı aslında ama şimdi daha fazlasına şahit oluyoruz."
Acı, insana yaşadığını hissettirir. Bu bedenle işimiz bitince acı da bitecek. Ancak acı, içinde derin bir bilgelik saklar."
En güçlü motivasyonum, her türlü ayrımcılığa karşı müziğin gücünü kullanıyor olmam. Müzik, insanın kalbini yumuşatır. "
Büyüdükçe sadece hayal kurmak yeterli gelmiyor; bu duruma, harekete geçip o hayaller için emek vermek de eklendiğinden hayal dünyamızın küçüldüğünü düşünüyoruz sanki."
Benim için mahalle, sokaktaki her kapının ve her evin senin olması demekti. "
İnsanlara ulaşmayı bir noktada bıraktım. Çünkü kimin neyi sevdiğini, neyden hoşlandığını bilemiyorsun.
Geçmişe çok takılı kalmamak gerek yoksa anı yaşayamıyorsun. Sadece şöyle tatlı bir bakış atıp orada nelerin mutlu ettiğini hatırlamak ve bulunduğun ana onu uygulamaya çalışmak gerek.
Bir duygunun eksikliğini hissedersen eski güzel günleri anarsın…
Mutsuzluktan korkmamalı insan, yalnızlıktan korkmamalı."
Kaybolursun, arafta kalırsın. Hiçbir şeyi olduğu gibi yaşayamazsın. Hayattan aldığın zevk yarıya düşer. Duygusal belirsizlik seni her zaman muhtaç eder. Yetinemezsin, bir şeyler yetmez. Çünkü bir şeyler tamamlanmıyordur. Bir dağın taşını alırsın o dağa taşırsın, diğerininkini oraya… Ama iki dağ da taşla dolmaz. Arafta bırakır insanı. Oralarda olmamak lazım…
Gördüğün, dokunduğun, kokladığın şeyi nasıl unutursun ki?
Bu dijitalleşen dünya bizi gittikçe hızlandırarak tüketmeye götürüyor ve bu tüketme durumu da —yine aynı yere geleceğiz— bizi andan uzaklaştırıyor. Ne kadar hızlıysak andan o kadar uzağız. Bence hızlanan şey mutluluğumuz, pozitifliğimiz olmalı.
Onların karşısında her zaman güçlü bir kadın olarak durabildiğim için ben “bu’’ olabildim.
İnsanlara ulaşmayı bir noktada bıraktım. Çünkü kimin neyi sevdiğini, neyden hoşlandığını bilemiyorsun.
Melek Mosso
Temalar: Afallama, Kırılganlık, Nostalji
Müzik yolculuğunuza baktığınızda insanlara ulaşmak çok yorucu oldu mu sizin için?
İnsanlara ulaşmayı bir noktada bıraktım. Çünkü kimin neyi sevdiğini, neyden hoşlandığını bilemiyorsun. Çok göreceli bir durum bu. Bu konuda beni en çok yoran ailemden gelen baskı olmuştu. Çünkü annem şarkıcı olmak istemiş, abilerinden korktuğu için bunu söyleyememiş. Ben de inat ettim. Tabii ki her ailede olduğu gibi annem de babam da sigortalı bir işim olmasını, öğretmenlik yapmamı istedi. Ben çevremizdeki bütün eş dost akraba tarafından kötü kız, kötü evlat olarak yaftalandım. Zaten Türkiye’deki bütün kadınların başına gelen şey bu. Müzisyen isen, “Ne yapıyor, ne işler çeviriyor, ne yaptığı belli değil, geceleri çalışıyor,’’ diye yaftalanıyorsun. Ben bu yaftalanmanın karşısında durabilmek için ömrümün on-on beş yılını harcadım. On beş yaşımdan beri bilinçli olarak müzik yapmaya çalışıyorsam bu dertle de on beş yıldır uğraşıyordum. Ta ki öne çıkana kadar… Eskiden arkamdan konuşan, aileme baskı yapan veya beni yaftalayan insanlar şimdilerde benimle övünüyorlar. Bu çok kötü bir durum. Beni değil ama ailemi çok yordular. Onların karşısında her zaman güçlü bir kadın olarak durabildiğim için ben “bu’’ olabildim.
Sanırım bu konuda size en büyük desteği veren şey sosyal medya oldu…
İnsanlara ulaşmak aslında son iki yıldır kolay. Sosyal medya bu kadar yaygın değilken daha zordu. Gerçekten müzik piyasasında kan emici insanlar vardı, onlardan birkaç tanesine denk geldim ama ben de zehir gibi bir tiptim. Kendi ayaklarım üzerinde durmayı tercih ettim her zaman. Kimsenin beni pohpohlamasına izin vermedim. Torpilden uzak durdum.
Şu an o kadar kolay ki kendini duyurmak… Bir video çekip kendini duyurabiliyor insanlar. Zaten benim insanlara açılabilmem de utangaçlığımı yendiğim an oldu. Çünkü video çekip koymak benim için gerçekten çok fazla bir şeydi. Şu an ne kadar rahat görünsem de yaptığım bir işi paylaşırken öyle değilim, tartılıyorsun çünkü. Beğenilme isteği var ama, “Ya beğenmezlerse ya kötü şeyler söylerlerse…” diye de düşünüyorsun.
O zaman şunu sorayım: Hayatlarımızın hızlanıp dijitalleşmesi sizin ruhunuzu nasıl etkiliyor?
Ben, Mosso’ya rağmen yavaş bir tipim. Hızlanan benim neşem ve pozitifliğim aslında. Bir insanı karanlıktan hızlıca ışığa çıkarabilirim. Çevremden biri karanlıktaysa, mutsuzsa kendi derdimi, hüznümü, her şeyimi bir kenara bırakırım ve arkadaşımı oradan hızlıca çıkarmanın peşine düşerim. Bu dijitalleşen dünya bizi gittikçe hızlandırarak tüketmeye götürüyor ve bu tüketme durumu da —yine aynı yere geleceğiz— bizi andan uzaklaştırıyor. Ne kadar hızlıysak andan o kadar uzağız. Bence hızlanan şey mutluluğumuz, pozitifliğimiz olmalı.
Aslında ben Piumosso’ydum. Piu, neşeli demek. Mosso, hızlanarak. Gittikçe neşelenip hızlanarak yani… Ama Piu’yu insanların söyleyemeyeceğini düşündüm çünkü neşeden o kadar uzağız ki… Elimizden geldiği kadar hüzne tapıyoruz. Hüzün sevicileriz biz. Nerede bir gözyaşı varsa onun peşine düşüyoruz. Dijitalleşen dünya da bizi göz göre göre buna itiyor. Biz çocukluğunu 90’larda yaşamış insanlar olarak yeni nesil kadar kölesi olmuyoruz ama yeni nesil kölesi olmuş durumda. Bu durum büyük depresyonlar yaratacak çocuklarda. Ben bir öğretmen olarak öncelikle bunu görüyorum. Bu hız ağır yıkımlara sebep olur ve bu dijitallik, maneviyattan uzaklaşma bence bütün toplumu etkileyecek. Şu an bunun farkında değiliz ama gelecekte bunun için ağlayacağız.
Organik bağ kalmayacak.
Anne gibi konuşmak istemiyorum ama çocukların ellerinde tablet, telefon… Biraz yaşayarak öğrenmeleri gerekiyor. Çocuğu bahçeye çıkarıp ona taşı anlattığında taşı anlar. Ama taşı tahtaya çizdiğinde anlamaz. Dokunması, hissetmesi, koklaması, görmesi gerekir. Gördüğün, dokunduğun, kokladığın şeyi nasıl unutursun ki? Geçenlerde Heybeliada’ya gittik, orada kaldık birkaç gün. Orada gözlemlediğim şey şuydu: Sokakta çocuklar oynuyor. O kadar güzeldi ki… Şehirde sapıktan, manyaktan, bilgisayardan bıktık.
Bir şeyler yolunda gitmediğinde kendinizi nasıl motive edersiniz?
Bir şeyler yolunda gitmediğinde kendimi ilk olarak yalnız bırakıyorum çünkü sağa sola çok sataşabiliyorum. İnsanlardan uzak kalıp düşünüyorum, kendimi sakinleştiriyorum. Boş bir zihinle karar vermem gerektiğini düşünüyorum. Risk altına girmemek için elimden geleni yapıyorum. Buluttan nem kapan tipleriz aslında ama bunun da bana özel bir şey olmadığını düşünüyorum. Çok hızlı etki altına girebiliyorum, o yüzden biraz uzak kalıp, içe dönüp, orada yaşayıp karar vermek benim için daha mantıklı oluyor.
Yavaş yavaş duygulara geçecek olursam… Sizi büyüleyip afallatan şeyler oluyor mu hayatta?
Öncelikle müzik var. Çok iyi bir müzisyen, çok yetenekli bir şarkıcı, hiç ummadığım bir yerden çıkan bir melodi beni çok etkiliyor. Bir de annelerin gücü beni oldukça afallatır. Ne yaparsan yap ne olursan ol ne yaşarsan yaşa karşındaki bitmek bilmeyen o sevgi var ya, alışık olmama rağmen beni her seferinde mahvediyor. Herkes annesini çok sever ama ben annemle çok özel bir bağım olduğunu düşünüyorum, belki bu yüzdendir. Güçlü olmayı ondan öğrendiğimi söyleyebilirim çünkü o hep çok güçlüydü. Ve her şeye rağmen pes etmeyen insanlar… O da güç yine. İnsanların ne olursa olsun pes etmeyişleri beni her zaman bir şaşkınlığa uğratır, afallatır ve heyecanlandırır tekrar.
Afallayınca sakin kalmaya mı çalışırsınız yoksa daha da heyecanlanır mısınız?
Ben heyecanlanıyorum ve bundan feyz alıp kendime bir şeyler çıkarmaya çalışıyorum. Ne olduğu da önemli değil aslında; onu hayatımın hangi anına, hangi bölgesine olumlama yöntemiyle empoze edebilirim, bunu hayatıma nasıl ekleyebilirim kısmını çalıştırıyor bende afallamak. Onu alıp bir şekilde yanlış yaptığım ya da bocaladığım yere yediriyorum.
Duygusal bir belirsizlik, ortada kalma durumu yaşamınızı, eylemlerinizi nasıl etkiliyor?
Kaybolursun, arafta kalırsın. Hiçbir şeyi olduğu gibi yaşayamazsın. Hayattan aldığın zevk yarıya düşer. Duygusal belirsizlik seni her zaman muhtaç eder. Yetinemezsin, bir şeyler yetmez. Çünkü bir şeyler tamamlanmıyordur. Bir dağın taşını alırsın o dağa taşırsın, diğerininkini oraya… Ama iki dağ da taşla dolmaz. Arafta bırakır insanı. Oralarda olmamak lazım…
O yüzden net olmak, hayatımızdaki en önemli şey. Hepimiz başaramıyoruz bunu, arafta kalıyoruz, duygusal boşluklara maruz kalıyoruz, kendimizi buna maruz bırakıyoruz. Önemli olan ayağın dibe değdiğinde basıp tekrar yukarı çıkmak ve, “Evet,” ya da, “Hayır,” diyebilmek. Çünkü bazen başkasına söylediğin bir “evet” kendine söylediğin bir “hayır” olur. O yüzden kendine de, “Evet,” diyebilmen için bazen, “Hayır,” diyebilmen gerekir ve araftan seni ancak o çıkarır. Mutsuzluktan korkmamalı insan, yalnızlıktan korkmamalı. Bunlar hep bizi arafta bırakan şeylerdir.
Bilgi bombardımanının altında ezildiğinizi hissediyor musunuz?
Evet… Bazen neyin doğru neyin yanlış, neyin gerçek neyin hayal ürünü olduğunu karıştırıyorum. Çünkü evdesin, bir şey okuyorsun, hayret ediyorsun, seni cezbediyor ve inanıyorsun onun gerçek olduğuna. Sonra bir bakıyorsun aslında kandırılmışsın. Bunun tamamen bilgi kirliliği olduğunu söyleyebilirim.
Çabuk kırılan bir insan mısınızdır?
Her zaman değil ama belli başlı konularda kırılırım. Genelde hemen öyle alınganlık yapmam ama karşımdaki değer verdiğim, sevdiğim bir insansa bu beni kırabilir. Ama yine de çok kırılgan bir tip değilim. Artık daha tecrübeliyim. İnsanların anı anını tutmuyor ki. Ben de öyleyim. Olaylara daha çok, “Ben olsam ne yapardım?” diye bakıyorum ya da bazı insanlar duygularını doğru ifade edemiyor, onları da anlamaya çalışıyorum. Olduğu gibi bir hayat benim için hiçbir zaman olumlu olmadı. Hiç kimse için de öyle olmaz. Çok çabuk üzülür, çok çabuk kırılırsın. İnsanlara göre bakıp anlamaya çalışmak lazım.
Kalbinden geçeni söylemek eskiden erdem olarak görülürmüş, siz rahatça söyleyebilir misiniz?
Herkese direkt söylemem ama yakın olduğum insanlara söylerim. Zaten arkadaşlarımın çoğu fikirlerime güvenir ve benden bir fikir, akıl almaya gelir. Bir şey gördüğümde iyisiyle kötüsüyle söylerim. Bence dost acı söyler. Lütfen benim dostlarım da bunu bana söylesin, ben bunu bekliyor ve istiyorum. Bu işin içindeyken özellikle de yakın arkadaşlarıma, menajerime söylüyorum, “Kendimi bozarsam eğer bunu gördüğünüzde enseme bir tane patlatın,” diye. Çünkü ben de öyleyim. “Müthişsin, harikasın,” dediğimde o yol nasıl gider ki?
Güvencesiz yaşıyor, gelecek kaygısı taşıyoruz. Bu bizi biraz daha kırılgan yapıyor mudur?
Korku dolu yapıyordur ama kırılgan yapmıyordur. Çünkü sürekli endişeliyiz, geleceğimiz garanti altında değil. Sigortalı bir iş gibi bu birazcık. Bu ülkede gözünü açtığın an borçlusun, borçlu doğuyorsun. Onun endişesi var. Sonra bir yerde iş korkusu giriyor devreye. Bu senin üretim alanını ve kişiliğini müthiş derecede etkiliyor. İşte ondan sonrası kendini ne kadar kurtarabildiğin ve ne kadar kurtaramadığınla alakalı. O korkuya kapılıp, uzun süre arafta kalıp kendini bulamadığın bir dönem geçiriyorsun ve bu dönem hiç de kısa olmuyor. Kayıp bir dönem… O korku bizi inanılmaz karanlık yollara çıkarıyor.
Kırılınca genelde eskileri düşünürüz. Bu durum sizde de öyle mi?
Bir duygunun eksikliğini hissedersen eski güzel günleri anarsın… O duygunun hasretliğini çektiğim oluyor genelde. Hayatımın bazı dönemleri o kadar güzeldi ki onların hasretini çekebiliyorum. Gelip gidiyor arada ama çok değil çünkü kendimi kaptırırsam daha çok üzülürüm. Geçmişe çok takılı kalmamak gerek yoksa anı yaşayamıyorsun. Sadece şöyle tatlı bir bakış atıp orada nelerin mutlu ettiğini hatırlamak ve bulunduğun ana onu uygulamaya çalışmak gerek. Zaman öyle çabuk geçiyor ki üzüldüğüm anlar yerine mutlu olduğum anlara bakmaya çalışıyorum ben de. O kadar çok şeye üzüldüm ki onları tekrar hatırlamak istediğim an bittiğim an olur.
Toprak bize ait değil bir toprağa aitiz. Toprağa tohum attığınızda ırkınızı , inancınızı sormuyor; ona sevgi ve emek verirseniz tohumunuzu yeşertiyor. Toprak kadar alçak gönüllü olmalı insan.
Hayat bir şeyleri ıskalatırken başka şeyleri de önümüze koyuyor tekrar. Bu paralel evrenlerden bahsetmek gibi biraz. Oralara çok takıldığın zaman gerçekten tam olarak pişmanlıklar içinde yaşamaya başlayabilirsin. Iskalamamamız gereken şeyi hayat bir şekilde getirip önümüze koyuyor.
Acı, insana yaşadığını hissettirir. Bu bedenle işimiz bitince acı da bitecek. Ancak acı, içinde derin bir bilgelik saklar.
Ortalıkta büyük bir gürültü var, bu yüzden herkes daha çok bağırıyor. Oysa sessizce şahitlik etme ve daha çok anlayıp idrak etme zamanı bence.
Melek Mosso
-Müzik insanın şifası ve bu sen desen de demesen de, istesen de istemesen de böyle olmaya devam edecek. Çünkü hiç kimse bir melodinin sınırlarını çizemez ve bir melodinin sana getirdiği hüznü veya umudu değiştiremez. Bu yüzden müzik gereklidir, sen istesen de istemesen de sana bunu yapacaktır. Seni ters köşeye yatırır, mutlu eder ya da yerden yere vurur. İstersen duymamaya çalış, o seni daima dinler.
Melek Mosso
-Kimse neyi sevdiğinden bahsetmiyor, herkes neyi sevmediğinden bahsediyor. Duymak istemiyorum. Ve sadece içimi umutla dolduran birilerinin sevdiği, takdir ettiği şeyleri söylemesi dışındaki hiçbir şey beni umutlandırmıyor.
Melek Mosso
-Acımasızlık, bence bu dönemin en kötü hastalığı. Çünkü insanlar kendilerini özel hissetmek istiyorlar ve özel hissetmek için çok rahat bir şekilde kötü olabiliyorlar.
Ümit Kavak
-Her dönem kendi değerlerini, duygularını kendisiyle getirmeye başladı, üstelik bu dönüşümler artık daha keskin yaşanmaya başladı. Kimbilir belki de bugün şikâyet ettiğimiz şey, ilerleyen zamanlarda özlediğimiz bir şey olabilir. Umarım öyle olmaz.
Ümit Kavak
-Sevgiyi hisseden çocuğun, başka bir canlıya zarar vermeyeceğine, empati yeteneğinin hep olacağına inanıyorum ben. Sevgi çok büyük bir ihtiyaç. Çocukluğunda alma-almama durumu ilerleyen zamanlarda insanın hayatının nasıl şekilleneceğini de belirliyor bir ölçüde.
Dilan Bozyel
-İnsan sevgisi aynı şekilde devam ediyor, ifade biçimleri değişiyor. Şiddeti bazen değişiyor ama hepimiz yine dönüp dolaşıp yalnız kalmamak adına, yol arkadaşı bulmak adına o arayışın içinde olduğumuzu fark edip kendimizi eğitiyoruz. Aslında aşk bizi eğitiyor.
Dilan Bozyel
-Uzak diyarlara gitmeyi hep arzulayabilirim, uzak diyarlara gittiğimde ise geride bırakarak uzaklaştığım diyarlara dönmeyi hep arzulayabilirim. Uzakların bilinmez bir çağrısı var hep yüreğimde.
Dilan Bozyel
-En yakın arkadaşım Bülent Ortaçgil’in Yüzünü Dökme Küçük Kız ve Teoman’ın Yağmur şarkılarını gitarıyla çalıp söylerdi bana. Biliyordu büyüdüğüm şehrin kalesini aşıp dünyayla buluşmak istediğimi. Hayallerim de bu rotadaydı çünkü.
Barış İnce
-Dinlemiyoruz, sadece konuşuyoruz. İnsanlar kendilerini anlatıp sahneden çekiliyor. Şöyle bir bakın etrafınıza. Sohbetlere kulak misafiri olun. Her söze, “Ben şöyleyimdir,” diye başlanıyor artık. İnsanların kendilerini anlatmasını dinlemek, benim gibi “iyi dinleyiciler” için bile zor hale geldi. Sohbet bitti. Gevezeleri dinleyip evlerimize çekiliyoruz.
Zeki Kayahan Coşkun
-Radyo programcılığı koşarak yapılması gereken bir iş olsaydı ben bu işi koşarak yapardım ya da plazanın yirmi yedinci katından sarkarak yapılan bir iş olsaydı o şekilde yapardım. Cesaret isteyen bir iş değil, benim sevdiğim bir iş. İnsan bir işi seviyorsa, içselleştirmişse, benimsemişse artık orada cesaretin, korkunun, endişenin anlamı kalmıyor. En azından benim için öyle.
Niyazi Koyuncu
-Kimse abisi olamaz, kimse Cem Karaca olamaz, kimse Barış Manço olamaz. Herkes kendidir. Sen ne var edersen onunla var olursun. Sesimiz benzeyebilir, yüzümüz benzeyebilir ama o çok başkaydı. Kıyaslamak ona haksızlık, bana değil. Benim için onur ve gurur verici. Düşün, Kazım Koyuncu gibi bir adama benzemek müthiş bir şey ama böyle bir karşılaştırma yaparak onu kırarız. O çok başkaydı, o devrim yaptı her açıdan. Hopa’da devrim yaptı, müzikte devrim yaptı, sokakta devrim yaptı.
Niyazi Koyuncu
-Derdimi anlatmak istiyordum çünkü bence müzik böyle bir araç zaten. Sahneye çıkarsın, karşında on kişi olur ama onu hiç düşünmezsin, o andan keyif almaya çalışırsın. Dünya yıkılsa umursamazsın sahnedeyken. Müzisyenlik böyle bir şey.
Ezo Sunal
-Babam ölümsüzlüğü buldu bence. Yirmi yıl oldu vefat edeli ama hâlâ iki-üç yaşlarında hayranları var ve bizimle çok güzel iletişime geçiyorlar. Hissediyorum ki gerçekten bizi aileleri gibi görüyor ve sahipleniyorlar
Ezo Sunal
-Şuna inanmak lazım: Ben neredeysem orası güzeldir. Böyle düşünüp çevremizi sevmeye çalışmamız gerekiyor.
Ezo Sunal
-Kendimizi sevmemiz için önce dilimize biraz sahip çıkmamız gerektiğini düşünüyorum ve bu da çocukluktan gelen, verilen bir şey. Sonradan edinilmesi çok zor bir şey.
Selçuk Erdem
-Zamanla şunu öğreniyorsun: Yaptıklarını bazı insanlar sevecek bazıları da sevmeyecek. O sebeple bundan kaçış yok. Yani herkes sevecek diye bir şey yok.
Selçuk Erdem
-Çok fazla oyuncağımız yoktu, o sebeple her şey oyundu bizim için. Aslında bugünkünden farkı, sıkılmak için çok vaktimizin olmasıydı belki de. Günümüzde çocuklar ve yetişkinler ellerinde telefonlar olduğundan sıkılmak için yeterli vakti bulamıyor. Sıkılmak da şu: Kendinle baş başa kalıp uğraşacak bir şeyler bulmak.
Aslı İnandık
-Bir ceza ve ödül sistemi var hayatımızda. Sanırım büyüdükçe sevgimizi de bonkörce göstermemeyi öğretiyoruz kendimize. Aslında bunu da zamanla göre göre, bilinçsizce yapıyoruz.
Her zaman umudum var. Umudumu en çok besleyen şeylerden biri depresyonda olmanın güzel tarafından başlıyor. Dipteyseniz o andan sonra attığınız her adım yukarı olur. Umudun kendisi budur."
Meraklı değilsen, yeni bir şey öğrenmek istemiyorsan, beyni zorlamıyorsan hayat kolay. Ama bana sorarsan öylesi de çok sıkıcı olur."
Özünde aynı sınıfsal konumda olan insanların, siyasetçilerin kışkırtmasıyla birbirine yönelip öfke patlaması yaşaması ve saldırganlaşması beni tedirgin ediyor."
İnsanlar bakmayı seviyor. Sadece mutluluğa değil, mutsuzluğa da bakmak istiyorlar otobandaki kazaya bakmak gibi… Oysa seyir sırasında belki bir ambulansın önüne geçişini geciktiriyor belki de birinin yaşamasının önüne geçiyor."
Günün sonunda her şey yönetime çıkar. Nasıl yönetiliyorsanız ona bürünüyorsunuz bir noktadan sonra. Ona bürünmemek için okumanız gerekiyor. Kendi fikrinizin olması gerekiyor. Fanatiklerin kendi fikri azdır, çoğunluk ne diyorsa onun arkasında dururlar."
Aslı İnandık
-İnsanlar bakmayı seviyor. Sadece mutluluğa değil, mutsuzluğa da bakmak istiyorlar, otobandaki kazaya bakmak gibi…
Şevket Çoruh
-İnsanlar meydanlarda istediklerini söyleyebilselerdi sosyal medya çılgınlığı bu kadar yaşanmazdı. İnsanlar gördükleri şeyi olduğu gibi paylaşıyorlar. Çünkü paylaşabilecekleri, haberleşebilecekleri, haberdar olabilecekleri başka bir yer yok. Bu yüzden de politikleşiyorlar.
Az olanı da çok olanı da saklayarak büyüdük biz. Ama şimdi Instagram biraz daha göstermek üzerine. İşinden, evliliğinden, hayatından mutlu profiller oluşturmaya çalışıyor insanlar. Kaçının gerçekten mutlu olduğunu bilmiyorum."
Damla Sönmez
-Hayat bir şeyleri ıskalatırken başka şeyleri de önümüze koyuyor tekrar.
Damla Sönmez
-Yalnızlık hikâyesi kendini gerçekleştiren kehanet gibi.
Damla Sönmez
-Korktuğun şeyle ya savaşırsın ya kaçarsın ya da ona karşı hissizleşirsin. O yüzden yeni olan, bizden farklı olan şeyden korkmak yerine orayı anlamaya çalıştığımız zaman, gerçekten birbirimizi anlayabildiğimiz, farklı farklı fikirlerle aynı masada oturabildiğimiz bir dünya mümkün olacak.
Sarp Akkaya
– Hayallerimi gerçekleştirdim ama çok zor oldu. Şimdi daha büyük hayallerim var ve bu sefer onları gerçekleştirmek için yaşıyorum.
Şevval Sam
-Acı, insana yaşadığını hissettirir. Bu bedenle işimiz bitince acı da bitecek. Ancak acı, içinde derin bir bilgelik saklar.
Şevval Sam
-En güçlü motivasyonum, her türlü ayrımcılığa karşı müziğin gücünü kullanıyor olmam. Müzik, insanın kalbini yumuşatır.
Gülmek bence zamansız bir ihtiyaçtır ama birlikte gülme ihtiyacı en çok toplumsal ayrışmanın baş gösterdiği vakitlerde görülür."
Sosyal medyayı ilk günden beri mahalle kahvesi olarak kullanıyorum; gündemi, insanların neye güldüğünü, neye üzüldüğünü, nelerden bahsettiğini takip ediyorum. Yani havadis toplayıp hayatıma devam ediyorum. Kahvede de yancıydım, olan biteni kenardan izlerdim, bu bende huy galiba. "
Toprağa tohum attığınızda ırkınızı, inancınızı sormuyor; ona sevgi ve emek verirseniz tohumunuzu yeşertiyor. Toprak kadar alçakgönüllü olmalı insan."
Ortalıkta büyük bir gürültü var, bu yüzden herkes daha çok bağırıyor."
Gülmek bence zamansız bir ihtiyaçtır ama birlikte gülme ihtiyacı en çok toplumsal ayrışmanın baş gösterdiği vakitlerde görülür."

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir