İçeriğe geç

Dünyanın Istırabı Üzerine Kitap Alıntıları – Arthur Schopenhauer

Arthur Schopenhauer kitaplarından Dünyanın Istırabı Üzerine kitap alıntıları sizlerle…

Dünyanın Istırabı Üzerine Kitap Alıntıları

Hiç bir insan mutlu değildir. Sadece bütün hayatı boyunca, varsayılan ama nadiren ulaşılan bir mutluluğun peşinden koşar. Ulaşsa bile, insan bu mutluluktan ötürü yalnızca hayal kırıklığı yaşar.
Hayatımızın birincil ve doğrudan amacı ıstırap çekmek değilse, o zaman varoluşumuz dünyada amacından en çok sapmış olan varoluşur.
dünyanın sonsuz bilge, sonsuz iyi ve aynı zamanda sonsuz güçlü bir varlığın başarılı bir eseri olduğu yönündeki şu ya da bu görüşe, iki şey haykırarak karşı çıkar: dünyayı dolduran sefalet ve dünyanın en gelişmiş fenomeni sayılan (oysa aslında grotesk bir karikatür olan) insanın aşikâr kusurluluğu.
Neden yaşayan şeylerin geçiciliği için yas tutarsın? Eğer benden önce gelen kendi türümden olanlar ölmeseydi ben nasıl var olabilirdim?
istencimize karşı çıkan, onu engelleyen ve ona direnç gösteren her şeyi, yani nahoş ve acı veren her şeyi doğrudan, hemen ve çok belirgin bir biçimde duyumsarız. Tıpkı vücudumuzun bütünlüğünün sağlık durumunu değil de ayakkabının vurduğu o küçücük yeri hissedişimiz gibi. Aynı şekilde, tamamen yolunda giden işlerimizi değil de sinirimizi bozan önemsiz ve küçük şeyleri takarız aklımıza.
Acı kısadır, neşeyse sonsuz.
İyi kitaplar okumanın ön şartı kötü olanları okumamaktır: Çünkü hayat kısadır.
Onur ve para aynı keseye ait değildir.
“Kadınlar olmasa hayatımızın başlangıcı güvenlikten, ortası hazdan, sonu teselliden mahrum kalırdı.”
“Doğumundan önce ne idiysen ölümünden sonra da o olacaksın.”
Bir anda var olmayı kesen, bir rüya gibi tamamen yok olup giden bir şey, asla ciddi bir çabaya değmez.
Hayatımızın her anı, içinde bulunduğumuz şimdiye sadece bir an için aittir, daha sonra sonsuza dek geçmişe ait olacaktır.
Dünya cehennemin ta kendisidir ve insanlar da bir yandan zulüm gören ruhlar, öte yandan cehennemdeki şeytanlardır.
les grandes pensées viennent du coeur*
Büyük düşünceler kalpten gelir.
Düşünülmeden papağan gibi tekrarlanılır.
Kadınlar olmasa hayatımızın başlangıcı güvenlikten, ortası hazdan, sonu teselliden mahrum kalırdı.
Fakat varoluştan ne kazanacağım ben? Dolu olduğunda sefalet oluyor sadece, boş olduğunda da sıkılma hali.
İnsan her yerde bir düşman bulur, daimi bir çatışma içinde yaşar ve elinde silahıyla ölür.
Oysa hayat ne kadar çok şey söz verip ne kadar azını gerçekleştirdi.
Ahmaklar için yazanlar, karşılarında her zaman geniş bir kitle bulurlar.
Hayata ölümden alınmış bir borç gözüyle bakabiliriz.
Bir şey ne kadar asil ve mükemmelse, o kadar geç ve yavaş olgunlaşır.
Erkekler doğaları gereği, birbirlerine karşı kayıtsızdır; kadınlar ise doğaları gereği birbirlerinin düşmanlarıdır.
Evvelce var olmuş olan artık yoktur. Daha önce hiç var olmamış olan kadar azdır varlığı. Ancak şu anda var olan her şey, bir sonraki anda olup bitmiş olur. Bu nedenle, en önemsiz şimdiki anın, en önemli geçmiş üzerinde gerçeklik avantajı vardır
Akıl kurtuluşun ilkesidir, istenç ise esaretin.
Hizmetten muaf akıl fazlalığı ise ancak ve ancak bir anormallik nedeniyle aklın aşırıya kaçmasıyla ortaya çıkar: Bu fazlalık oldukça fazla olduğu zaman da buna deha denir.
Dünya cehennemin ta kendisidir ve insanlar da bir yandan zulüm gören ruhlar, öte yandan cehennemdeki şeytanlardır.
Varoluşumuzu bir veba misali saran eziyetlerden en hafifi olmasa da biri, zamanın daimi baskısıdır. Bu zaman baskısı soluk almamıza izin vermez, gaddar bir öğretmen gibi elinde kamçıyla kovalar herkesi. Bir tek, can sıkıntısına teslim olmuş olanlara zulmetmez.
Hayatımızın birincil ve doğrudan amacı ıstırap çekmek değilse, o zaman varoluşumuz dünyada amacından en çok sapmış olan varoluştur.
Tarih bize milletlerin hayatını gösterir ve savaşlarla kargaşalardan başka bir şey bulamaz.
Ağır zırh, çocukluğun hafif elbisesine döner, Acı kısadır, neşeyse sonsuz.
Kitap okumanın ön şartı kötü olanları okumamaktır. Çünkü hayat kısadır.
Yalnızca yazdıklarını doğrudan doğruya kendi kafasından alanlar okunmaya değerdir.
Üçüncüsü ise yazmaya başlamadan önce düşünmüş olanlardır. Sırf önceden düşünmüş oldukları için yazarlar. Oldukça nadirdirler.
Sadece söylemek istedikleri uğruna yazan biri yazmaya değer şeyler ortaya koyabilir. Sanki paranın üzerinde bir lanet vardır: Her yazar kazanç için yazmaya başlar başlamaz kötü yazar.
En ufak bir düşünüşü gerektiren her şeyden nefret ederler.
Akıl bir genişlilik boyutu değil, yoğunluk boyutudur. Bu açıdan bakınca, bir insan rahatlıkla on bin kişiye bedel olabilirken, bin ahmağın bir akıllı adam etmemesinin nedeni budur.
Felsefe yapmak öğrenilebilir, ama felsefe öğrenilemez.
Büyük düşünceler kalpten gelir.
Gerçekten kendi kafasıyla düşünen kişi, bir hükümdar gibidir. Kendinden üstün kimseyi tanımaz.
Kadınlar bir bütün olarak ele alındıklarında, kusursuz ve iflah olmaz birer cahil, birer zevksizdir ve de öyle kalacaklardır.
Erkekler doğaları gereği, birbirlerine karşı kayıtsızdır; kadınlar ise doğaları gereği birbirlerinin düşmanıdırlar. Bunun sebebi hiç şüphesiz odium figulinumdur.
Kadın, hayatın suçluluğunun kefaretini, eylemlerle değil, çektiği ıstırap ile öder.
Thrasymachus: Toparlayacak olursak, ölümden sonra ne olacağım? Açık ve net ol!
Filaletes: Her şey ve hiçbir şey.
Neden yaşayan şeylerin geçiciliği için yas tutarsın?
hayata ölümden alınmış bir borç gözüyle bakabiliriz.
Ölümle birlikte geri döndüğümüz halimiz ise, bizim asli halimizdir. Varlığın hakiki ve öz durumudur.
Ama neşeniz bozulmasın!
Şeylerin kendi hallerinde, bizim algımızdan bağımsız olarak nasıl olduklarını bilmeyiz.
İnsan: Gerçekten bu benim kavrayışımı aşar.
Dünya Ruhu: Aştığını biliyorum. Hayatın değerinin tam da burada yattığını ve bu ıstırabın ona hayatı istememesini öğrettiğini ona söylemeli miyim? Bu yüce kavrayışa hayatın kendisi hazırlamalı onu.
Fakat varoluştan ne kazanacağım ben? Dolu olduğunda sefalet oluyor sadece, boş olduğunda da sıkılma hali.
Çocuk babadan istenç ve karakterini alır, annesinden ise aklını. Akıl kurtuluşun ilkesidir, istenç ise esaretin.
Üreme eylemi evrenin düğüm noktasıdır; şöyle der: Yaşama istenci bir kere daha olumlandı. Gebe kalmak ve hamilelik ise şunu söyler: İstence bir kere daha bilginin ışığı katıldı.
Cevap vermemesinin nedeni yanlış soruyu sormamızdan.
Hedefe ulaşıldığı an haz kesiliyor.
İlk vazife bir şeyi kazanmak; ikinci vazife ise kazanmış olduğumuz şeyi hissedilmez hale getirmektir. Yoksa bir yüke dönüşür.
Her akşam bir gün daha fakirleşiriz.
Evvelce var olmuş olan artık yoktur. Daha önce hiç var olmamış olan kadar azdır varlığı.
İnsanın insana hitap etme şeklinin Mösyö, sör vs. yerine acı yoldaşı veya sefalet ortağı olması gerektiği düşünülebilir aslında.
Çok çeşitli ve büyük dünyevi ıstırapların nedeni iğrenç dünyevi günahlardır.
Dünya cehennemin ta kendisidir ve insanlar da bir yandan zulüm gören ruhlar, öte yandan cehennemdeki şeytanlardır.
Oysa hayat ne kadar çok şey söz verip ne kadar azını gerçekleştirdi.
Hayvanların kaderi, insanın kaderinden daha katlanılır görünmektedir.
Bu zaman baskısı soluk almamıza izin vermez, gaddar bir öğretmen gibi elinde kamçıyla kovalar herkesi. Bir tek, can sıkıntısına teslim olmuş olanlara zulmetmez.
Her felaket bir istisna gibi görünür, oysa felaket kaidedir.
– Toparlayacak olursak, ölümden sonra ne olacağım? Açık ve net ol!
+ Her şey ve hiçbir şey.
– Tam da beklediğim gibi! Bir çelişki. Bu numara hiç eskimiyor.
+ Sen bir birey olarak, ölümle kendi sonuna varacaksın. Ama senin bireyselliğin; senin özün ve nihai varlığın değildir. Bireyselliğin, nihai varlığının sadece bir ifadesidir. Senin bireyselliğin bir kendinde şey değildir, sadece onun zaman boyutunda ortaya çıkan fenomenal biçimidir. Sonuç olarak bir başlangıcı ve sonu vardır. Senin kendinde varlığın ise, ne zamanı tanır, ne başlangıcı, ne sonu, ne de kendisine verilmiş bir bireyselliğin sınırlarını. Bu yüzden hiçbir bireysellik kendinde varlığı dışlayamaz. Herkeste ve her yerde vardır o. Dolayısıyla ilk halde, öldüğünde bir hiç olacaksın, son halde ise her şey. Bu yüzden, ölümden sonra hem her şey olacaksın hem de hiçbir şey olmayacaksın.
Doğumundan önce ne idiysen ölümünden sonra da o olacaksın.
Hayatlarımızı içinde sürdürdüğümüz karanlıktan şikayet ediyoruz: Genel olarak varoluşun doğasını anlamıyoruz; özellikle de kendimizle varoluşun geri kalanı arasındaki ilişkiyi bilmiyoruz. Hayatımız kısa olmakla kalmıyor, bilgimiz de tamamen bu hayatla sınırlanmış durumda, zira ne doğumumuzdan öncesini ne de ölümümüzden sonrasını görebiliyoruz, bu yüzden de bilincimiz geceyi bir an için aydınlatan bir şimşeğin parlak ışığı gibi adeta: Gerçekten de bir şeytan daha öteye dair bütün bilgilerin yolunu tüm kötücüllüğüyle ile kapatmış da, huzursuzluğumuzun keyfini çıkarıyor sanki.
Başlangıcımızla akıbetimiz arasında nasıl da bir mesafe vardır! Bedensel arzuların deliliği ve şehvetin karşı tarafa nakledilişiyle hayata başlar, bütün uzuvlarımızın ayrışıp bozulması ve küflü, leş kokulu cesetlere dönüşmesiyle sonumuza ulaşırız. Üstelik birinden diğerine giden yol, esenliğimize ve hayattan aldığımız zevke bakılacak olursa sürekli olarak yokuş aşağıdır: mutlu rüyalar görülen çocukluk dönemi, sevinçten uçulan gençlik dönemi, yetişkin olmanın yorucu geçen yılları, halsiz, hasta ve genellikle zavallıca geçirilen yaşlılık dönemi, derken son hastalığın eziyeti ve sonunda ölüm sancıları. Varoluş, sonuçları gittikçe daha görünür hale gelen bir hataya benzemiyor mu?
Her felaket bir istisna gibi görünür, oysa felaket kaidedir.
Hiç bildikleri hiçtir bilmek istedikleri hiç Bak da gör şu cahilleri kurulmuşlar tepesine dünyanın
Onlardan değilsen şayet kafir derler adama
Boş ver onları Hayyam sen bak kendi yoluna
Dünya sahnesindeki oyunlar veya maskeler ne kadar değişirse değişsin, sahneye çıkanlar hep aynı oyunculardır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir