İçeriğe geç

Diğer Evrendeki Kadın Kitap Alıntıları – Şeyda Aydın

Şeyda Aydın kitaplarından Diğer Evrendeki Kadın kitap alıntıları sizlerle…

Diğer Evrendeki Kadın Kitap Alıntıları

Küllerinden yeniden doğan her yalnız kadının yapabileceği gibi yıkılmaz, güçlü ve en önde ol.
hayat sadece aşkla güzelmiş gibi; senin gibi davranamam!
Düşünceler başka birini hüzünle düşlüyorken acıyla sızlayarak mekanikleşmiş yalnız bir bedenin kiminle ne yapıyor olduğu fark eder miydi?
Zaten insan insanı değişime sürükleyen karanlık bir dünyada, kötülüğün içinde nefes alarak yaşarken nasıl saf kalabilirdi, nasıl yumruğunu sıkmazdı, nasıl küfretmezdi, nasıl kalbini karartıp sertleştirmezdi?
şu dünyanın haline bir bak, bütün o zenginler, silah satıcıları, katillere silah satıp, ailelerin ölümüne sebep oluyorlar, sonra arkada kalan yetim çocuklar için üç kuruşluk yardım kampanyaları düzenleyip günah çıkartıyorlar
Ben seni yine bulur, yazdıklarına aşık olurdum.
ilk sayfayı çevirip okumaya başladı; tabii okuyacağı şeyin ona neler hissettireceğinden henüz haberi yoktu.
İnan bana yeryüzünde ona zarar verecek en son insan benim
Biyolojik ve diğer silahlar ile birbirine korku salan insanlık her gün birbiriyle kavga eder olmuştu.
İmkanlar ona gümüş tepside sunulmamış, fakirlikten gelmiş, karda açan bir çiçek gibi yeniden doğmuştu.
Bana kendimi çaresiz hissettirmeyi bırak artık. Bu hayatta kendimi fazlasıyla çaresiz hissettim ve buna tek doz dahi tahammülüm yok!
Veera, gözlerinin önünde kapıdan geçerken, cıva denizi, onu yutan bir bataklığa dönüşerek her yerini kaplıyor, onu içine çekiyordu.
İnsanlık kazansın, ben değil.
Git ve aşkın için mücadele et
dünyada, insanın kendi olarak özgürce yaşama hakkına saygı kalmamış; aşkın anlamı çoktan unutulmuş, ilişkiler mekanikleşmişti. Her yerini kin, nefret, intikam, şiddet, bulaşıcı hastalıklar sarmış, biyolojik ve diğer silahlar ile birbirine korku salan insanlık her gün birbiriyle kavga eder olmuştu.
“Hayır, maalesef doğru klonlama yolunu bulmadık ki zaten bu bizim işimiz değil, ama işe yarar başka bir şey bulduk; biz başka bir evrene, yani paralel evrene açılan bir kapı bulduk Veera… Aslında teknik olarak kapıyı açan makineyi yaptık.
İnsanlık bu kadar ileri gitmek zorunda mıydı? Ama yukarı doğru ilerlemek değil; aşağı doğru ileri gitmekti bu, baş aşağı yere çakılır gibi
“Yapılan araştırma sonuçlarına göre; Afrika Kıta Bütünlüğü devleti, sosyal, kültürel, ekonomik açıdan gelişim ve hastalıkların tedavilerini bulan dahi doktorları ile Netta devletini ikinci sıraya itip ilk sıraya yerleşti Sayın Dinleyiciler, kendilerini dünyaya verdikleri her şey için kutluyoruz. Diğer haberimize gelince, dünyadaki son silah fabrikasının kapanması neredeyse bir yıl olacak…”
Geri zekâlı uyuzlar, 100 yaşına kadar yan yana olmalıydılar.
Aşk, dünyayı fedakarlığınla kurtarırken kendi dünyanı başına yıkmanmış.
Parfüm kokusundan kalan yokluğu, yalnız başına çöl ortasında bir sandal ağacı gibiydi
İşe yarar başka bir şey bulduk; biz başka bir evrene, yani paralel evrene açılan bir kapı bulduk Veera…
Olamaz diye bir şey yoktu.
Sence, başka bir evrende şansları var mıdır? Onlar için bu iyiliği yapabilir miyiz? diye sordu.
Onu sadece güzel ve çekici olduğu için sevmiyordum. O, bundan çok daha fazlasıdır.
“Biri benim algılarımla oynuyor galiba, nasıl bir kafadaysa, kafasına edeyim,” dedi.
Kadın kuralları altüst ettiğinin, dünyanın en dehşet verici buluşunu yaptığının farkındaydı.
Geç kalan, ertelenen, tereddüt edilen bir aramanın; iki insanın ve çevrelerindeki insanların hayatlarını sonsuza kadar değiştireceğini kim bilebilirdi?
Çünkü o bu dünyada asla var olmadı! diye bir çırpıda cevap verdi.
“Haydi kendine gel velet, şimdi sızlanma zamanı değil, bol bol su iç, belli ki bizimle beraber daha çok koşacaksın. Bu akşam hep birlikte bir opera binası basıp oradan malum hatunu almamız lazım.
Sadece erilliği ve bencilliği ile hareket eden bu dünya, yok etmek, savaşmak, sevmeyi bile yasaklamak için her şeyi bahane edebilirdi.
Bu dünya çoktan yere çakılmış, yerle bir olmuştu.
İnsanlık bu kadar ileri gitmek zorunda mıydı? Ama yukarı doğru ilerlemek değil; aşağı doğru ileri gitmekti bu, baş aşağı yere çakılır gibi
Evrenin her yerini kin, nefret, intikam, şiddet, bulaşıcı hastalıklar sarmış, biyolojik ve diğer silahlar ile birbirine korku salan insanlık her gün birbiriyle kavga eder olmuştu.
Geleceği meçhul ailelerin geleceği meçhul çocukları, dünyanın karanlığı ile gelecekte onları bekleyen zorluklardan habersiz sevinçle oyun oynadığından, sabahtan akşama kadar çocuk sesi hiç eksik olmazdı.
Aşk bedenin içinde kimsenin duymadığı çığlıktı
Aşk karanlıktaki çaresizlikti
Aşk en lanetli kabustu
Aşk en derin mutsuzluktu
Aşk dünyaya gözünü kapatmaktı
Aşk her gün verilen bir kiloydu
Aşk acı çekmeye alışmaktı
Aşk kaybedişleriyle depresyondu
… çünkü aşk acıları gerçektir.
Aşk, çılgınca bir tutkuyla severken de uzak durmayı bilmekti
çünkü sana sadece aşık değilim, aşkın da ötesindeyim.
Aşkın milyon tanımından biri, zamanında bırakıp gitmeyi bilmektir.
hissettiğim aşkın derinliği kadar fark atar, sana herkesten farklı davranırdım işte…
Seviştiler; dudakları tenlerinin her milimini hissederek
Seni seviyorum, her şeyini, her parçanı, her zerreni.
Bilinçaltında yaşananlar, umutlar, beklentiler, hayaller, keşkeler…
kaybından çektiği tarifi kelimelerle mümkün olmayan acıyı dindirecek, uzay kadar bir boşluğu dolduracak, telafi edecek hiçbir şey yoktu.
Birbirimiz için biz, sadece yüzüklerden ibaret değiliz
sanatı, edebiyatı, bilimi, aşkı ve tüm kitapları en değerli mücevherden bile paha biçilemez gören modern çağın insanlarıydı.
Netta’da kadın ve erkek için bay veya bayan ibareleri kullanılmazdı; – herkes birbirine “Sayın” veya “Sevgili” diye hitap eder, kadın, erkek ve diğer her insanı aynı şartlarda görürlerdi.
Yetişkin insanlara ait aşkın tüm renkleri değerlidir
Çünkü aşk acıları gerçektir, insanı ölmekten beter edip büyütür.
Gururun fazlası en keskin sirkeden beterdir, insanı içten içe çürüterek zarar verir, hayatını mahveder.
seni seviyorum evrenler boyu uzanan dünyalar içinde yazılmış olan tüm kitaplarda geçen aşk cümlelerini gölgede ve ifadesiz bırakarak…
Yine de körü körüne kendini ona kaptırırsa, yiyeceği ayvanın tamamen boğazını tıkayacağını, sonu olacağını aklından geçirip durdu.
Birbirimiz için biz, sadece yüzüklerden ibaret değiliz; yıllarız, bu eviz, bu şehiriz, bu dünyayız, bu evren ve ötesiyiz. Biz sonsuzluğuz ve birbirimizden başka bir kanıta ihtiyacımız yok.
Korkuyorsun değil mi? Rutinleşmekten, tutkumuzun kaybolmasından, evlenerek birinin karısı olarak anılmaktan korkuyorsun
… çünkü aşk acıları gerçektir, insanı ölmekten beter edip büyütür; daha dayanıklı kılar, sonunda evren kadar büyüyen zırhlı bir kalple yaşamaya alışırsın.
Yakılıp dağlanmış bir kalp başka birinde atıyorken, düşünceler başka birini hüzünle düşlüyorken, ağlamaklı gözler başka birini görüyorken, acıyla sızlayarak mekanikleşmiş yalnız bir bedenin kiminle ne yapıyor olduğu fark eder miydi?
Aşk, çılgınca bir tutkuyla severken de uzak durmayı bilmekti; fiziksel olarak birlikte olmaktan, dokunmaktan ziyade ötesiydi, uzak durarak sevmeyi öğrenip hayata devam etmekti. evet, aşk fedakarlıktı
Aşk, dünyayı fedakarlığınla kurtarırken kendi dünyanı başına yıkmanmış.
Seni seviyorum, dünyadaki en eşsiz şarapların ağızda bıraktığı tat gibi, seni seviyorum evrenler boyu uzanan dünyalar içinde yazılmış olan tüm kitaplarda geçen aşk cümlelerini gölgede ve ifadesiz bırakarak…
Veera da bakışlarını, onun ipeksi sarı saçlarından, yüzünün her yerine, boynundaki ben’e kadar gezdirip ona bakarak yutkundu, gözünden birkaç damla yaş süzülüp yanağından düşerken derin bir nefes aldı. Sanki ilk kez söylüyormuş gibi, “Seni seviyorum, her şeyini, her parçanı, her zerreni. Emin ol ki, her şeyini çok özledim… Senin için dünyanın sonuna da, yerin dibine de, galaksinin ötesine de giderim biliyorsun, tıpkı söz verdiğimiz gibi.” dedi.
… bu bir hatırlama değildi; bilincin ve ona bağlı olan kalbin tümüyle nakledilerek başka bir bedende uyanmasıydı.
… Eeva’nın onun aşkına karşılık verip vermemesi artık önceliklerinden çıkmıştı; sadece onun iyi, sağlıklı ve mutlu olmasını önceliğine almıştı. Bu durum, safça aşık bir ruhun, egolarını bırakarak kendini göz göre göre feda etmesiydi.
İnsanlık, “İnsanlık” yerine “İnsanoğlu” tabirini kendine bağnazca yakıştırdığında, eril zihniyetle yolunda yürüdüğünde nefret dolu bir toplum olması, sonunda da yok olması kaçınılmazdı.
Sevdiği herkes oradaydı ve gidiyordu Veera, yine gidiyordu. Bu sefer karanlıklara doğru, aydınlık yüzlü bir kadın için insan görüntüsünde tehlikeli canavarlarla karşılaşacağı, dolambaçlı dipsiz bir mağaraya, elinde ışık ve onu koruyacak bir kalkanı olmadan iniyormuş gibi gidiyordu. Sığındığı tek şey, aşkının gücü ve ona inanan insanlardı.
… Antero adında kötü niyetli liderlerle yönetilen, sömürgeci bir ülke vardı. Netta’nın var olduğu dünyanın aksine, parçalara ayrılmış, katledilmiş yeryüzü, savaşlar yüzünden kanla sulanmış bereketsiz, çöl olmuş topraklardan, ağaçsız dağlardan, karanlık kirli beton şehirlerden, işkence gören hayvan, kadın ve çocukların yaşam savaşı verdiği lanetli bir yerden başka bir şey değildi. Açlık ile tehdit edilen insanlık korku ile yönetiliyor ve ülkelere göre ırksal sınıflandırmalar yapılıyordu. ( ) Antero’nun olduğu dünyada, insanın kendi olarak özgürce yaşama hakkına saygı kalmamış., aşkın anlamı çoktan unutulmuş, ilişkiler mekanikleşmişti.Her yerini kin, nefret, intikam, şiddet, bulaşıcı hastalıklar sarmış, biyolojik ve diğer silahlar ile birbirine korku salan insanlık her gün birbiriyle kavga eder olmuştu.
Kimsenin görmesine izin vermediği gerçek Veera, özünde bunları yaşıyordu. Ona bir kadını anlatan aniden çalıveren şarkıları, dokunmaya kıyamadığı ayakkabılıktaki ayakkabılar, banyo dolabını her açtığında karşısına çıkan bir parfüm şişesi, yarım bırakılmak zorunda kalınmış bir kitap, gardıropta asılı duran kıyafetleri, çekmecedeki el yazısıyla listelenmiş henüz izlenmemiş film isimlerinin üzerinde yazılı olduğu bir kağıt… Üzerinde binlerce kez sevişilmiş bir yatak, bir kanepe, içinde kahkaha dolu yolculukların edildiği eski model lacivert bir araba, çocuklardan farksız sevilen hayvanlar… Tüm yaşananları içine alan bir ev, evi içine alan bir bahçe, bahçeyi içine alan bir şehir, şehri içine alan bir ülke, ülkeyi içine alan bir kıta, kıtaları içine alan kocaman bir dünya; hatta dünyayı tüm gizemiyle içine alan sınırsız bir uzay… Veera için hepsinin anlamı tek bir kadın ediyordu ve kaybından çektiği tarifi kelimelerle mümkün olmayan acıyı dindirecek, uzay kadar bir boşluğu dolduracak, telafi edecek hiçbir şey yoktu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir