İçeriğe geç

Değirmen Kitap Alıntıları – Sabahattin Ali

Sabahattin Ali kitaplarından Değirmen Kitap Alıntıları sizlerle.

Değirmen Kitap Alıntıları

Hiç ayrılmayalım, olmaz mı?"
Şu dünyayı adamakıllı anlamadan buradan gidecek olduktan sonra ne diye buraya geldik sanki? Yaşadığımızın farkına varmayacak olduktan sonra ne diye yaşıyoruz?
Orman bizim herşeyimizdir delikanlı;
anamız, babamız, evimiz…"
…bende artık kuvvet yok,akıl yok,düşünce yok,yalnız aşk var. Mavzer kurşunu gibi çarptığını yere seren bir aşk.
Ah, hayat, hayat, lanet sana!..
“Büyüdükçe ormanın, bizim için daha başka şeyler olduğunu anladık: Sırtımızı o giydiriyor, karnımızı o doyuruyor, evimizin kerestesini o veriyordu. Ormansız yaşamak…! Bunu aklımıza getirmiyorduk bile…”
Orman bizim her şeyimizdir delikanlı, anamız, babamız, evimiz…"
Şu dünyayı adamakıllı görmeden, dünyanın ne olduğunu adamakıllı anlamadan buradan gidecek olduktan sonra ne diye buraya geldik sanki?
Yaşadığımızın farkına varmayacak olduktan sonra ne diye yaşıyoruz?..
Hayat, yüzyıllardan beri devam ettiği gibi, katı topraktan bir lokma bir şey sökmek için sessiz bir dövüş halinde ilerlemeye başladı.
Dostluklar, hovardalıklar, kabadayılıklar, yalnız ekmek düşünenlerde yavaş yavaş yok olmaya başlayan bu hisler ve hareketler, bir hatıra bile olamayacak kadar kafalarda sislendi.
Yarın öldüğümüz zaman birisi bize sorsa:’Dünyada neler gördünüz?’ dese herhalde verecek cevap bulamayız. Koşmaktan görmeye vaktimiz olmuyor ki… "
Ve ben , bilmiyorum neden , hiçbir kadından aşk iltifatı görmüş değilimdir. Kadınlar benden hoşlanıyorlar fakat beni sevmiyorlar. Ben onlarda herhalde ya pek çocuk , ya pek ukala bir tesir yapıyorum.."
Yokluktan çıkıp var olmanın muhteşem tecrübesinin ardından, ikinci kez varlığa etme imkanına sahip olan tek varlık insandır. Ona verilmiş yetenek ve duyguların açığa çıkmasıyla insan ikinci kez doğabilecektir. Bu ikinci doğumunu herkes kendi gayretiyle gerçekleştirmek zorundadır.
Yarın öldüğümüz zaman birisi bize sorsa, ‘Dünyada neler gördünüz?’ dese herhalde verecek cevap bulamayız. Koşmaktan görmeye vaktimiz olmuyor ki…"
Bir kadını öpmek, onu istemek sevmek midir?.."
Fakat biliyor musun, o kuvvet ki, hiçbir şeyi eksik olmayan yağ kandillerinin alevini gelip alarak onları birdenbire karartır."
…bu iskelet bize o kadar yakındır ki, ondan korkmak için ancak bir insan kadar kör ve düşüncesiz olmalıdır."
Hiç ayrılmayalım, olmaz mı?
Odamda beni kitaplarım bekler. Bu yegâne tesellidir.
“Gözlerinde, sahibi için, yaşadığı ormanı bırakan bir ceylanın garip mahzunluğı vardı..”
“Senden sonra yaşamak gibi bir ceza bana mukadderse, kahverengi gözlerinin üstüne yemin ederim ki, başucunda en yüksek sanatkâra, en güzel besteyi çaldıracağım.”

Viyolonsel
“Sonbahar Şarkısı”

“Bir sanatkâr…” dedi, “ümidi kırılmış bir sanatkâr… Hakiki sanatın takdir edilmediğini görerek insanlardan kaçan bir talihsiz.”
Hiç ayrılmayalım, olmaz mı?"
Ondan sonra güneş bu bir karış yeşilliği kurutmak için işini gücünü bırakıp bozkırların bu köşeciğine dökülmeye başladı. İnce yapraklar güneşin altında, sıcaktan soluyan bir köpeğin dili gibi titreşiyorlardı."
‘Fakat sevgili bir vücutta bulunmayan bir şeyi kendisinde taşımaya tahammül etmeyerek onu koparıp atabilmek, işte adaşım, yalnız bu sevmektir.’
-Aşk ne kadar hodbindir!-
… bizim en büyük maharetimiz nefsimizden beraat kararı almaktır."
Şu dünyayı adamakıllı görmeden, dünyanın ne olduğunu adamakıllı anlamadan buradan gidecek olduktan sonra ne diye buraya geldik sanki? Yaşadığımızın farkına varmayacak olduktan sonra ne diye yaşıyoruz?"
asıl iyiliğe yalnız ahlak münaka şalarında veya akıllı nasihatlarda rastlanabildiğini, namuslu olabilmek için başkalarının namusuna dil uzatmanın, kirlen meden yükselebilmek için temiz alınlara basarak çıkmanın yeter olduğunu ve daha buna benzer birçok şeyleri gördükçe şaşkınlığı büsbütün artıyordu.
Aptalların tahakkümüne, günahsızların cezalanmasma: faziletin susmasına ve ihtirasların gürültüsüne, hikmet ehlinin tahrik edildiğine ve nadanların alkışlandığına şahit oldu. (Nadan cahil kaba kimseye denir)
Kucağında taşıdığı aç çocuğu yaşatmak için sarhoşların arkasından koşan kadınları ve karnında taşıdığı günahsız çocuğu öldürmek için hekimlerin cebine beyaz alevli inci salkımları koyan kadınları gördü.
bu kızın gözleri baktığı şeyleri görüyordu ve sinirlerinde hissetmek, kafasında düşünmek kabiliyeti vardı…
Hiç ayrılmayalım, olmaz mı?
Hiçbir şey istemiyor, yalnız onu görebilmek, onun sesini işitebilmek arzusunu duyuyordum. Bir zamanlar bana yabancı gelen bu arzuları gülünç bulmaktan da vazgeçmiştim.
Odamda beni kitaplarım bekler. Bu yegâne tesellidir.
Hiç ayrılmayalım olmaz mı..?
Hiç ayrılmayalım, olmaz mı?"
Siz sevemezsiniz. Sevmeyi yalnız bizler biliriz…
Tahmin etmiyorum ki senin bulunduğun yerler buradan daha aydınlık olsun.
Ayrı, her şeyden, herkesten ayrı ve uzak kalmak, yalnız kendisini dinlemek, yalnız kendi düşünebileceği gibi düşünmek istiyordu.
Bende artık kuvvet yok, akıl yok, düşünce yok, yalnız aşk var. Mavzer kurşunu gibi çarptığını yere seren bir aşk…
Siz sevemezsiniz. Sevmeyi yalnız bizler biliriz…
Vicdan azabı dedikleri şey, ancak bir hafta sürer. Ondan sonra en aşağılık katil bile yaptığı iş için kâfi mazeretler tedarik etmiştir.
Yanmak isteyen kandilleri sebepsiz yere ve birdenbire söndüren kuvvetin, bu alevi saklayacak kadar güzel yerleri var mıydı acaba?
Yarın öldüğümüz zaman birisi bize sorsa:Dünyada neler gördünüz?"dese herhalde verecek cevap bulamayız. Koşmaktan görmeye vaktimiz olmuyor ki.
Odamda beni kitaplarım bekler. Bu yegane tesellidir. Her eşyasını ayrı ayrı ve gayet iyi tanıdığım bu odada yalnız onlar her zaman için yeni bir koku taşırlar. Her zaman söyleyecek bir çok lafları vardır.
Bana tanımadığım şeylerden, saklı güzelliklerden ve hakikatlerden bahsedebilir misin?
Orman bizim her şeyimizdir delikanlı, anamız, babamız,evimiz…"
Koşmaktan görmeye vaktimiz olmuyor ki…
Sen sevgiline ne verebilirsin sanki? Kalbini mi? Pekâlâ, ikincisine? Gene mi o? Üçüncü ve dördüncüye de mi o?.. Atma be adaşım, kaç tane kalbin var senin?
Geceleri ağladın mı?
Hükümet yok muydu?.. Başlarında kendilerinin hür, namuslarının emniyette olduğunu söyleyen bir hükümet yok muydu?..
Biliyordu ki, yaşadıkları yaşamak değildir…
Amma berbat memleket ha!.."
Yaşadığımızın farkına varmayacak olduktan sonra ne diye yaşıyoruz ?
Bizim en büyük maharetimiz nefsimizden beraat kararı almaktır. Vicdan azabı denen şey ancak bir hafta sürer. Ondan sonra en aşağılık katil bile yaptığı iş için kâfi mazeretler tedarik etmiştir.
İnsanın yaşamın ne olduğunu kavrayan bir varlık olduğunu söyleyenler yanılıyor. Anlama yetisi pek bir işe yaramaz; konuşuyor olması aptallığını yok etmez. Ancak insan kardeşinin acısını sezip duyumsayamaya gelince, aptallığı hayvanlarınkini geçer.
Derler ki zaman her şeyi iyi edermiş, Zamanla her şey unutulur gidermiş, Bir de bana sor, o gözyaşları ve kahkahalar, Bugün hala canımı yakar, yüreğimi dağlar…!
Bizim en büyük maharetimiz nefsimizden beraat kararı almaktır. Vicdan azabı dedikleri şey ancak bir hafta sürer. Ondan sonra en aşağılık katil bile yaptığı iş için kafi mazeretler tedarik etmiştir.
Bizim en büyük maharetimiz nefsimizden beraat kararı almaktır. Vicdan azabı dedikleri şey ancak bir hafta sürer. Ondan sonra en aşağılık katil bile yaptığı iş için kafi mazeretler tedarik etmiştir.
Artık hayatının sahifelerinden yeisi, bedbinliği, kederi sil, çünkü kuvvetli bir kafanın sevince çeviremeyeceği ıstırap yoktur…
Göreceksin ki hayatın zevki değişikliktedir…. Ama öyle elbise değiştirir kadar basit olanlarında değil, hayatına yeni bir istikamet verecek kadar büyük tenevvülerde…
Birden değiştiğimi hissettim… O kadar süratle değişmiştim ki, eski benliğimle yeni benliğim arasındaki ayırıcı çizgiyi elimle tutabileceğimi zannediyordum…
Düşünüyordum: Gidersem istikbalimi kaybedecektim, fakat durursam aklımı…
Müthiş surette yalnız kaldığımı hissettim. Ah!.. Bilhassa bu kadar kalabalığın içinde yalnızlık ne acı oluyor yarabbi!..
Ah, reis bey, sevmek, hele benim gibi sevmek berbat bir şeydir. Hayatımda yalnız o vardı. Gözümü kapadığım zaman onu, açtığım zaman onu, uyuduğum zaman onu, uyandığım zaman onu görüyordum.
Sorumluluk sadece bir kelime, ak pak insan etini kara toprak haline sokan bir kimya formülü değildir ki! Biz, insanları boş bir kelime uğruna ölüme bırakamayız ki! Sorumluluğu da bir yere teslim etmek gerekir. Ölüler cevap vermez. Tanrı cevap vermez. Gelgelelim, yaşayanlar, yaşayanlar soruyorlar.
…kokusu beynime kadar işleyen bir karanlık vardı.
Halbuki en çok okuduğum bir kitabın, en çok okuduğum bir satırı bile bana bazen başka şeyler söyleyebilir…”
Fakat sevgili bir vücutta bulunmayan bir şeyi kendisinde taşımaya tahammül etmeyerek onu koparıp atabilmek, işte adaşım, yalnız bu sevmektir.
Halbuki en çok okuduğum bir kitabın, en çok okuduğum bir satırı bile bana bazen başka şeyler söyleyebilir…"
“Delikanlı, bizim elimizden ormanımızı aldılar, bizi ormansız bıraktılar… Bizi bir tek ağaçsız bıraktılar!..” diye bağırdı
Ne yapacağımı, bu halin beni nereye götüreceğini sorma, bende artık kuvvet yok, akıl yok, düşünce yok, yalnız aşk var . Mavzer kurşunu gibi çarptığını yere seren bir aşk…
Size hayatın karanlık olduğu da söylendi ve siz de bezginlik içinde bezginler tarafından söylenenleri tekrarlıyorsunuz. Ben de diyorum ki bir dürtü olmadıkça hayat karanlıktır gerçekten ve bilgi olmadıkça tüm dürtüler kördür. İş olmadıkça tüm bilgiler boşunadır ve aşk olmadıkça tüm işler boştur…
Bir şehrin adamlarını öldürmek cesareti sende var mı? Bir minareye çıkarak bütün dünyaya işittirecek kadar kuvvetle bağırabilir misin? Aşk sana bunları yaptırabilir mi? İşte o zaman sana seviyorsun derim…
Benim yüreğim yanmaya başlayalı çok zaman oldu: Gerçi yüreğim evvelce aldanarak yandı ama bu sayede insan yüreğimin gerçek ateşiyle, aldatıcı ateşini ayırt etmeyi öğrendim."
Ne yapacağımı, bu halin beni nereye götüreceğini sorma, bende artık kuvvet yok, akıl yok, düşünce yok, yalnız aşk var… Mavzer kurşunu gibi çarptığını yere seren bir aşk…
Sen sevgiline ne verebilirsin sanki? Kalbini mi? Pekala ikincisine? Gene mi o? Üçüncü ve dördüncüye de mi o?.. Atma be adaşım, kaç tane kalbin var senin?.. Hem biliyor musun bu aptalca bir laftır:Kalbin olduğu yerde duruyor ve sen onu falana filana veriyorsun… Göğsünü yararak o eti ordan çıkarır ve sevgilinin önüne atarsan o zaman kalbini vermiş olursun.
Lakin, ey sevgilim,görüyorum ki bu, kıvılcımlarını senin kalbine sıçratmıyacak kadar fersizmiş.fakat bunu yanar dağ yapacak kudret bile bende var. Sana söylediklerini aratmıyacak eserler getireceğim, sevgilim ve o zaman kalbini bana vereceksin… Ve o zaman kalbimi sen alacaksın…"
Ne yapacağımı, bu halin beni nereye götüreceğini sorma, bende artık kuvvet yok, akıl yok, düşünce yok, yalnız aşk var. Mavzer kurşunu gibi çarptığını yere seren bir aşk…"
Acaba birisini sevdiği için mi, yoksa hiç kimseyi sevemediği için mi, bu kadar yanık, bu kadar derinden çalıyordu?"
İnsan evvela kendinden utanır gibi olur ama, bilir misin, bizim en büyük maharetimiz nefsimizden beraat kararı almaktır. Vicdan azabı dedikleri şey ancak bir hafta sürer. Ondan sonra en aşağılık katil bile yaptığı iş için kafi mazeretler tedarik etmiştir.
sevmek, hele benim gibi sevmek

Gözümü kapadığım zaman onu, açtığım zaman onu, uyuduğum zaman onu, uyandığım zaman onu görüyordum.
Odamda beni kitaplarım bekler. Bu yegâne tesellidir.
Siz sevemezsiniz adaşım, siz şehirde yaşayanlar..
Bilir misin,bizim en büyük maharetimiz nefsimizden beraat kararı almaktır.
Yaşadığımızın farkına varmayacak olduktan sonra ne diye yaşıyoruz?
…bizim en büyük maharetimiz nefsimizden beraat kararı almaktır. Vicdan azabı dedikleri şey, ancak bir hafta sürer. Ondan sonra en aşağılık katil bile yaptığı iş için kâfi mazeretler tedarik etmiştir.
Sen aşkın ne demek olduğunu bilir misin adaşım, sen hiç sevdin mi?
Fakat sevgili bir vücutta bulunmayan bir şeyi kendisine taşımaya tahammül etmeyerek onu koparıp atabilmek, işte adaşım, yalnız bu sevmektir."
-Sevgilim dedi, Mısralarım ki Hint’in ipeklileri kadar ince dokunmuş ve İran’ın kıymetli halıları gibi hünerli renklerle süslenmiştir, niçin senin kalbini heyecana getiremiyorlar? Geceyi terennüm eden şarkılarım sana kendi gözlerini; gün doğuşunu anlatan şarkılarım sana dudaklarının rengini hatırlatmıyor mu? Dalgalara ait şiirlerimde dağınık saçlarının tellerine rast gelmiyor musun?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir