İçeriğe geç

Açlık Sanatçısı Kitap Alıntıları – Franz Kafka

Franz Kafka kitaplarından Açlık Sanatçısı kitap alıntıları sizlerle…

Açlık Sanatçısı Kitap Alıntıları

&“&”

&‘ &‘ (…)Fakat bizim halkımızın sadece çocuksu bir yanı yoktur; aynı zamanda erken olgunlaşmış bireyleriz biz. Bizde çocukluk ve yaşlılık dönemleri diğerlerinde olduğundan daha farklı ortaya çıkar. Gençlik diye bir şey yoktur, tam o dönemde yetişkin oluyor ve uzun zaman öyle kalıyoruz. Bu yüzden, bir bütün hâlinde dirençli ve iyimser olan halkımızın özüne belli bir bitkinlik ve umutsuzluk çöker… &‘ &‘
&‘ &‘ Yok edilemez, elde kalmış bir çocuksuluk halkımızın içine işlenmiş; en iyi özelliklerimiz ve yanılmaz pratik zekâmızla tam bir çelişki içinde, bazı zamanlar tıpkı çocukların yaptığı gibi son derece aptalca davranışlar gösteriyoruz; amaçsız, savurgan, bağışlayıcı, dikkatsiz; dahası tüm bu davranışları çoğu zaman sırf eğlence olsun diye sergiliyoruz. &‘ &‘
&‘ &‘ Gerçekte daima gülmeye eğilimliyizdir. Yaşamımızın getirdiği bütün acılara rağmen, yuvalarımızda belli bir dereceye kadar kahkaha eylemi barındırırız(…) &‘ &‘
&‘ &‘ (…)Hepimizin aşina olduğu ıslık çalma işi, halkımızın tek becerisidir ya da sadece bir beceri değil hayatın tipik bir ifadesidir. &‘ &‘
.. kadınlar sık sık kendilerini zayıf hissederler, bir dünya insanın, ortaya çıkan her sorunla tek tek ilgilenebilecek kadar vakti yoktur. Peki bu kadar yıl boyunca neler olupbitti? Bazen güçlü, bazen zayıf bir biçimde kendilerini tekrarlayan, böylece sadece sayılarını artıran olaylar dışında hiçbir şey. Etrafta, eğer fırsat bulurlarsa müdahale etmeye meraklı insanlar da var. Fakat asla buna fırsat bulamayacaklar.
En sevdiğimiz müzik huzurdur; zor bir yaşantımız var, hatta diğer zamanlar gündelik sorumluluklarımızdan silkinmek istediğimizde, müzik gibi hayatlarımızdan uzak olan şeylerle rahatlamaya çalışmayız.
Ve hepimizin aşina olduğu ıslık çalma işi, halkımızın tek becerisidir, ya da sadece bir beceri değil hayatın tipik bir ifadesidir. Hepimiz ıslık çalarız, fakat elbette hiç kimse bunu sanat olarak sunmayı düşünmez, yaptığımız şeyin ne olduğunu düşünmeden, daha doğrusu farkında olmadan ıslık çalarız ve hatta aramızdan pek çoğu, ıslık çalmanın özelliklerimizden biri olduğunu bile bilmiyordur.
Fındık kırmak gerçekten bir sanat değildir ve bu yüzden hiç kimse bir seyirci topluluğunu bir araya getirip, önlerinde fındık kırarak onları eğlendirmeye kalkışmaz. Bunu bir şekilde gerçekleştirip amacında başarılı olursa, o artık kesinlikle tek başına bir fındık kırma eylemi değildir. Veya bu bir fındık kırma eylemidir de, iyi bildiğimiz bir iş olduğu için bu sanatı pek önemsememişizdir ve bu yeni fındık kırıcı bize fındık kırma işinin özünü gösterir, ki bu şartlar altında fındık kırma işinde onun çoğumuzdan daha beceriksiz olması olayın etkisi açısından yararlı olabilir.
Eğer ufak tefek şeyler onun işine bu kadar yarıyorsa, daha büyükleri kim bilir ne kadar faydalı olurdu. Bizim hayatımız kıpır kıpırdır, her gün karşımıza öyle sürprizler, kaygılar, umutlar ve korkular çıkar ki gece gündüz bize destek olan kader arkadaşlarımız olmadan tüm bunlara tahammül etmek mümkün değildir.
Halkımız arasında gençlik, hatta kısa bir çocukluk dönemi bile yaşanmaz. Dönem dönem, çocuklara özel bir bağımsızlık, özel bir muafiyet sağlanmasına dair istekler olur; bir nebze olsun sorunlardan uzak yaşamaya ve amaçsızca oynayıp eğlenmeye onların da hakkı var. Bu hak onlara tanınır ve yerine getirilmesi için yardım edilir. Evet, böyle istekler olur ve hemen hemen herkes bu istekleri onaylar, onaylanmayı bunlardan daha çok hak eden hiçbir şey yoktur, fakat gerçek yaşam şartlarımız düşünüldüğünde bunların dışında bir şeylerin onay alması pek muhtemel değildir. İstekler onaylanır, bu uğurda emek harcanır fakat kısa bir süre içinde her şey eski haline döner.
Yok edilemez, elde kalmış bir çocuksuluk halkımızın içine işlenmiş; en iyi özelliklerimiz ve yanılmaz pratik zekamızla tam bir çelişki içinde, bazı zamanlar tıpkı çocukların yaptığı gibi son derece aptalca davranışlar gösteriyoruz; amaçsız, savurgan, bağışlayıcı, dikkatsiz; dahası tüm bu davranışları çoğu zaman sırf eğlence olsun diye sergiliyoruz.
Fakat bizim halkımızın sadece çocuksu bir yanı yoktur; aynı zamanda erken olgunlaşmış bireyleriz biz. Bizde çocukluk ve yaşlılık dönemleri diğerlerinde olduğundan daha farklı ortaya çıkar. Gençlik diye bir şey yoktur, tam o dönemde yetişkin oluyor ve uzun zaman öyle kalıyoruz. Bu yüzden, bir bütün halinde dirençli ve iyimser olan halkımızın özüne belli bir bitkinlik ve umutsuzluk çöker.
&‘ &‘ En sevdiğimiz müzik huzurdur; zor bir yaşantımız var, hattâ diğer zamanlar gündelik sorumluluklarımızdan silkinmek istediğimizde, müzik gibi hayatlarımızdan uzak olan şeylerle rahatlamaya çalışmayız. &‘ &‘
Var olduğuna inandığım meseleye gelince, bu konu hakkında gittikçe daha da sakinleşiyorum, çünkü bazen yakında bir karar verilecekmiş gibi görünse de, aslında bunun herhangi bir karara bağlanmayacağının farkındayım; insan kararlarla birlikte ortaya çıkan tempoyu fazlasıyla abartmaya eğilimlidir, özellikle gençken.
.. aslında insanlar bana ne inanırlar ne inanmazlardı; inancın tartışıldığı bir noktaya asla gelemezlerdi;
Sürekli çoğalmak zorunda mıydılar? Bu, var oluşu tehdit eden bir şey değil miydi?
.. biz, işçilerden oluşan bir halkız.
Müziğe olan ilgimiz muhtemelen buna bağlı; müzik için çok yaşlıyız, onun uyarıcı ve heyecan veren gücü ciddiyetimize uymuyor, yorgun bir halde onu kovuyoruz.
&‘ &‘ Aç kalma sanatını kendinize açıklamaya çalışın! Yaşamayan asla anlamaz. &‘ &‘
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
Bizler için en iyi müzik huzurdur.
&‘ &‘ Hayattan ve okuldan edindikleri deneyim yetersiz kaldığı için pek bir şey anlamayan çocukların, sorgulayan gözlerindeki ışık, daha merhametli zamanların yakında geleceğini ele verirdi. &‘ &‘
&‘ &‘ (…)Hayatımı diğerleri tarafından rahatsız edilmeden şimdiye kadar olduğu gibi özgürce sürdüreceğim. &‘ &‘
&‘ &‘ (…)Köşede bekleyen insanlar hep vardır. Havayı solumaktan başka hiçbir şey yapmayan bu insanlar yakınlıklarını hep akıllıca bir nedenle, tercihen akraba oluşlarıyla açıkladılar. Her zaman izliyorlar ve burunları her zaman bu sezginin kokusunu alırdı, fakat tüm bunların sonunda hâlâ orada öylece duruyorlar. &‘ &‘
&‘ &‘ Aramızda, benim yüzümden acı çekmesine neden olabilecek herhangi bir ilişki yoktu. Keşke benim tamamen bir yabancı olduğuma hükmetseydi ki zaten her şeye rağmen öyleyim ve böyle bir karar karşısında yapabilecek hiçbir şeyim yok – keşke varlığımı unutsaydı, ki buna onu ne zorladım ne de zorlardım – böylece tüm acıları açıkça yok olurdu. &‘ &‘
Bizler için en iyi müzik huzurdur."
..Derinlemesine düşünüldüğünde hemen farkına varılacağı gibi, sorunun zaman içinde geçirdiği değişimler konunun kendisinden kaynaklanmıyor, bunlar benim konuya bakışımın değişmesinden kaynaklanıyor."
Belki de onu bıktıran şey kendisinden duyduğu memnuniyetsizlikti.
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
Keşke varlığımı unutsaydı…
En sevdiğimiz müzik huzurdur…
Yaşamımız oldukça huzursuz, her yeni gün beraberinde beklenmedik şeyler, telaş, umut, öfke ve dehşet getiriyor. Bütün bunlar bir kişinin dayanabileceğinden çok daha fazlası.
“En sevdiğimiz müzik huzurdur.”
&‘ &‘ Ellerinin bende bıraktığı izlenimi sadece,
parmaklarının birbirlerinden böylesine kesin çizgilerle yarıldığı bir eli hayatımda hiç görmediğimi söyleyerek anlatabilirim. &‘ &‘ *
&‘ &‘ (…)Düşünceler ona acı çektirmeye başladıktan sonra, tamamen duracakları bir zaman hiç gelmeyecek miydi? Sürekli çoğalmak zorunda mıydılar? Bu, var oluşu tehdit eden bir şey değil miydi? &‘ &‘
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Islıkta, kısa süren zavallı çocukluğumuza ,bir daha asla geri gelmeyecek olan kayıp mutluluğa dair bir şeyler var ,fakat aynı zamanda bugünün çalışma hayatına ve onun küçük,akıl ermez ama katlanılabilir ve asla söndürelemez neşesine dair bir şeylerde var .
Kuşkusuz, insanlarla olan ilişkileri sınırlıydı."
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Çocukların çocuk olmaya zamanı bile yok."
Hayatımız kolay değil, her gün sürprizler, endişeler, umutlar ve korkular getiriyor.
Bir cevizi kırmak beceri değildir, bu yüzden hiç kimse ceviz kırarak insanları eğlendirmek adına seyirciyi toplamaya cesaret edemez. Ama birisi bunu yapar ve halkı eğlendirmeyi başarırsa, o zaman bu sadece ceviz kırma meselesi olmaktan çıkar.
Sık sık kendime soruyorum; değişmeye isteksizim, o halde kendimden memnun muyum ve kendimi değiştirmeye çalışır mıyım?
Bir anlayış eksikliğine karşı savaşmak, anlayışsızlardan oluşan bu dünyaya karşı durmak imkansızdı.
Dünya ona hak ettiğini vermiyor,onu aldatıyordu.
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
…koca bir anlayışsızlar ordusuna karşı savaşmak mümkün değildi.
Niçin terk ederiz topraklarımızı, akarsuyumuzu ve köprülerimizi, anne babalarımızı, ağlayan eşimizi, büyüttüğümüz çocuklarımızı, gideriz çok uzaklardaki kentlere, aklımız hep kuzeydeki büyük sette? Niçin? Sor bizi yönetenlere. Onlar bizi tanır.
Bütün gücünle yönetenlerin talimatlarını belli bir yere kadar kavramaya çalış, fakat bir süre sonra üzerinde artık daha fazla kafa yormaya son ver! Akıllıca bir ilke.
Havada uçuşan tozu andıran, özünde biraz uçarı olan insanoğlunun yaradılışı elinin kolunun bağlanmasını istemez. Kendi kendini bağladığında kısa süre sonra çılgına döner, zincirleri, duvarları sarsar, vücudunu dört bir yana savurur.
Şimdi insanlar, küçük bir çocuğun söylediklerini önemsemeden dinleyen ana baba gibi onun da açıklamalarını, son kararlarını ve bu kararlarda yaptığı değişiklikleri iyi niyetle, ancak pek kendini vermeden dinliyor.
Zor geçmiş, kısa sürmüş, yitirilmiş olan, mutluluğu bir daha hiç dönmeyecek çocukluktan bir şeyler var onda, ancak bugünkü yaşamın, az ve her zaman anlaşılmaz olsa da var olan, yok edilemeyecek canlılığı da…
…bize her yerde tehlikeli olacak düşmanlarımız da çok sayıda – çocukları varoluş savaşının dışında tutmalıyız; eğer bunu başaramazsak sonları çabuk gelir.
Üzerimizdeki tehlikeler bizleri suskunlaştırır, alçakgönüllü yapar, Josefine’nin emirlerine boyun eğdirir.
Kafasından geçirdikleri sımsıkı kapalı ağzından, çakmak çakmak çakan gözlerinden okunuyor.
Kimseye zararı dokunmayan kurnazlıkları olan, çocukça fısıldaşan, dudaklarını biraz oynatıp dedikodular yapan insanlar birisine koşulsuz bağımlı olamaz.
O şarkılarını hep kulağı duymayanların karşısında söylediğine inanıyor.
Çünkü sevdiğim bir yiyecek bulamadım. Bulsaydım, inanın bana, hiç yaygara koparmadan siz veya başkaları gibi tıka basa yerdim onu."
Almış oldukları soylu terbiyesini çoktan unutmuş, saltanata düşkün, hırsları ve beklentileri sonsuz, yiyip içmekten iyi besili, arkalarında yastıklar öylece oturan saray kadınlarının da kafasında yurttaşlarına kötülük yapmaktan başka bir düşünce yok.
Memur bey bizimle alay ediyor. Bizse onu incitmemek için fark etmiyormuş gibi davranalım.
Bizim yaşamımız bir çocuk yaşamını andırıyor. Yürümeye başladıktan az sonra çevremizdeki dünyayı tanıyoruz, bir yetişkin gibi yaşamda ilk adımları atıyoruz. Ekonomik nedenlerden ötürü üzerinde dağınık yaşamak zorunda olduğumuz topraklar çok büyük, bize her yerde tehlikeli olacak düşmanlarımız çok sayıda, çocukları varoluş savaşının dışında tutmalıyız; eğer bunu başaramazsak sonları çabuk gelir.
Bu hüzünlü nedenlerin dışında sevindirici bir şey de vardır: İnsanlığın doğurganlığı. Bir nesil ötekini takip eder. Çocuklar çocukluklarının tadını çıkarmaya zaman bulamaz. Başka toplumlarda çocuklara özen gösterilir , onlara okullar açılır, bu okullara her gün çocuklar akın eder, toplumun geleceğini her zaman oradan çıkan çocuklar belirler.
Bizimse okullarımız yok fakat halkımız en kısa aralıklarla sürüyle çocuk yaratıyor…
Olup bitenlere nasıl bakarsam bakayım -buna çok eminim- şu gerçeği görüyorum: Küçük sorunun üzerini elimle biraz örttüğümde kadının bütün öfkesine karşın şimdiye kadarki yaşamımı kimse tarafından rahatsız edilmeden uzun bir zaman sürdürebileceğim.
Gençlik iyi giyiniyor, güzel olmayan baxı ayrıntılar ise gençliğin sonsuz yaşam gücünde kayboluyor.
Bana karşı olan hoşnutsuzluğunun nedenleri derinlerde yatıyor; hiçbir şey onları yok edemez, ben yok olsam bile..
Verdiği kararlarda ve engelleri yenmede çok güçlü oluşu nedeniyle küçük kadına hayran olabilirdim, tabii onun bu erdemleri beni sürekli cezalandırmasaydı…
Benimle ilgilenmesinin tek nedeni, içindeki bir türlü kurtulamadığı tiksinti duygusu.
İnsan yaşamı çok küçük parçalara ayırabilseydi ve bu küçük parçalar teker teker incelenip değerlendirilebilseydi benim yaşamımın parçaları onu mutlaka çok öfkelendirirdi.
Kafasındaki bazı düşünceler ona acı çektirmeye başladıktan sonra bir an gelip tamamen durmayacaklar mıydı?
Eğer, yaşamı en küçük parçalara bölmek mümkün olsaydı ve her bir parçayı değerlendirebilseydik, o zaman yaşamımın her bir parçası onu ayrı ayrı kızdıracağından eminim.
..Derinlemesine düşünüldüğünde hemen farkına varılacağı gibi, sorunun zaman içinde geçirdiği değişimler konunun kendisinden kaynaklanmıyor, bunlar benim konuya bakışımın değişmesinden kaynaklanıyor."
..yaşamı en küçük parçacıklarına dek bölmek ve bu parçacıkları tek başlarına incelemek mümkün olabilse, yaşamımın bu her parçacığının onu ayrı ayrı kızdırabileceğine kuşku yok."
En sevdiğimiz müzik huzurdur.
Çocukların çocuk olmaya zamanı bile yok.
Hayattan ve okuldan edindikleri deneyim yetersiz kaldığı için pek bir şey anlamayan çocukların sorgulayan gözlerindeki ışık,daha merhametli zamanların yakında geleceğini ele verdi.
Ölümlü nesnelerin kendince amaçları,bir tür etkinliği olur.Bu etkinliğin içinde oraya buraya sürtünerek ufalanıp giderler.
Kendi kendimize, Bu işin sonu nedir?Bu taşınması güç eziyete daha ne kadar katlanacağız?" diye soruyoruz.İmparatorun sarayının çekim gücü, bu göçebeleri buraya getirdi fakat onları geri yollamayı beceremiyor.Sarayın kapısı hiç açılmıyor;gün boyunca bir içeri bir dışarı gezip şişinen nöbetçi, şimdi demir kafeslerin ardından burnunu bile göstermiyor.Ülkemizin savunulması zanaatkarlar ve biz esnafa kaldı fakat biz, bu zor görevi başaramayız, bunu yapabileceğimizi söyleyerek övündüğümüzü işiten olmamıştır. Ortada bir yanlış anlaşılma olduğu kesin;bu yüzden mahvolacağız sonunda.
Böyle bir anlamama haline,koca bir anlayışsızlar ordusuna karşı savaşmak mümkün değildi.
Kanun kapısının herkese,hem de günün her saatinde açık olması gerektiğine inanmaktadır.
Hayvanlar kendi ecelleriyle ölme hakkına sahip olabilmeli.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir