İçeriğe geç

Zeno’nun Bilinci Kitap Alıntıları – Italo Svevo

Italo Svevo kitaplarından Zeno’nun Bilinci kitap alıntıları sizlerle…

Zeno’nun Bilinci Kitap Alıntıları

Dürüstlük demek her şeyden önce içtenlik demektir, benim açımdan en dürüstü zavallı kıza şan derslerini bir yana bırakıp metresim olmasını önermekti.
bir kez daha öğrendim ki, kadın güzelliği insana kendisiyle ilintisi olmayan duygular esinler. Tıpkı üzerine bir savaş tablosu yapılan bir tuvalin hiçbir yiğitlik duygusu taşımadığı gibi.
Augusta’nın gereksindiği din, inanılmak için ya da izlenmek için zaman gerektirmiyordu. Şöyle bir diz çöküyor, sonra hemen yaşantısına geri dönüyordu! İşte oldu bitti. Benim için din bambaşka bir şeydi. Eğer bu dünyada gerçek inancı bulabilseydim, başka hiçbir şeye el atmazdım.
Sağlık kendi kendisini çözümlemeye kalkmaz, aynaya bile bakmaz. Yalnız biz hastalar kendimizi biliriz.
“İyilik dediğimiz şey, biz insanların karanlık ruhunu zaman zaman gelip geçici bir süreyle aydınlatan bir ışıktan ibaretti. Bu ışık, ufak bir alevden yayılıyordu ve düşünen varlıklar olan biz insanlar, o ışık sayesinde karanlıkta kendimize bir yol çiziyorduk. O halde her fırsatta iyi, çok iyi olduğumuzu göstermemiz mümkündü ve işte bu, gerçekten de çok önemliydi. İçimdeki alev yeniden parlamaya başladığında beni hiç şaşırtmayacak, ışığıyla gözlerimi de kamaştırmayacaktı. Artık kendisine ihtiyaç duymadığıma göre, öncelikle üfleyip söndürecektim onu. Nasıl olsa aldığım kararlara bağlı kalacak, yani yolumdan şaşmayacaktım.”
-Neler neler görüyordur o kadın! Ne yazık ki kadın olduğundan, gördüklerini doğru dürüst aklında tutamaz.
Pinti yaşamın kırk yılda bir bağışladığı ender anlardan biriydi: insanın kendi kendisini kurban saymaktan vazgeçtiği o gerçek, o büyük nesnellik anlarından biri.
Ben iyi bir tüccar olacağımdan pek umutlu değildim, Olivi’den öğrenerek ilerlemektense Guido’ya öğreterek ilerlemek daha kolay geliyordu.Yeryüzünde nice insan vardır, yalnız kendi kendisine kulak vererek öğrenir yada yada diyelim ki, başkalarına kulak kabartmakla birşey öğrenemez.
Ölüm yaşama asıl düzenini veren şeydir.
Biz erkeklerin sevgilimizde hem tapınıp hem küçümsediğimiz özellikleri eşimizde aramadığımız bilinen şeydir.
Ada’nın gülümsemesi, hafif bir esintinin üzerinden adeta okşayarak geçmesiyle kıvrım kıvrım titreşen dupduru bir su gibiydi.
Bütün sevilmeyen kadınlar gibi büyük kırgınlıklardan da, küçüklerinden de aynı öfkeyle yakınıyordu.
Tam bir hastalık ya da büyük bir iyi yüreklilik belirtisi bu, zaten ikisi de birbirine sıkı sıkıya bağlı niteliklerdir.
Sağlıklı bir aşk, yalnızca bir kadını bütünüyle, her yönüyle sarıp sarmalayandır, kişiliği ve zekası da dahil olmak üzere.
“ Bedenin dağılıp gitmesi yaşamın ödülü olmalı!”
Pek hoşumuza gitmeyen bir şeyler de yapmak pahasına, istediğimizi yapabilmek gerçek özgürlüktür aslında. Tutsaklık ise sevilen şeylerden el çekmektir. Hercules değil, Tantalos’un durumudur.
Sanırım hepimizin bilincinde de, bedenlerimizde olduğu gibi, düşünmekten pek hoşlanmadığımız nazik, örtülü yerler vardır. Ne olduklarını bilmeyiz bile, ama var olduklarını biliriz.
Dünyanın en basit kızlarından biri ile karşı karşıyaydım, ama düşleye düşleye cilveli bir yosma gibi görmeye başlamıştım onu. Beni hiç umursamadığını kanıtlamayı başardığında ona öylesine bir hınç duymakta haksızdım. Ama ben gerçekle düşleri öylesine arapsaçına çevirmiştim ki, onun beni bir kez bile öpmediğine inanamıyordum bir türlü.
Eve koşarken toplumsal düzeni suçlamanın yolunu da buldum, sanki karıştırdığım haltların sorumlusu oymuş gibi.
insan başkalarından kopuk yaşadığı sürece her ufak çabanın eş ağırlıkta bir ilerleme sağladığını sanır..
Hasta numarası yaptım, şu suçlu durumuna düşmeden her işime geleni yapma olanağını verecek hastalık hani.
Sonradan gelme akıl gibi, önceden gelen akıl da gülünç şey, çünkü hiçbir işe yaramıyor.
Seçtiğimiz hayat arkadaşı soyumuzu iyileştirerek ya da kötüleştirerek çocuklarımızda sürdürecektir, ama asıl amacı bu olan ve bizi doğrudan doğruya yöneltemeyen Tabiat Ana- çünkü o sırada çocuk falan düşündüğümüz yoktur- eşimizin bizi yenileyeceği masalını yutturur bize ki bu da hiçbir kitabın yazmadığı bir garip aldanmadır.
En yoğun yaşam en ilkel sestir, denizin dalgalarının sesi, dalga oluştuğu andan ölüp gidene değin her an değişir!
Gözyaşını döktüren, acının kendisi değil, tarihçesidir.
Gecenin içinde söz bir ışın gibidir. Gerçeğin öyle bir noktasını aydınlatır ki, düş gücünün kurduğu yapılar ona kıyasla pek sönük kalır.
Pek hoşumuza gitmeyen bir şeyler de yapmak pahasına,istesiğimizi yapabilmek gerçek özgürlüktür aslında.Tutsaklık ise sevilen şeylerden el çekmektir.
Kadınlar ne istediklerini her zaman bilirler.
Öyle ya, zavallı Augusta’yı benim ihanetimden olsa olsa Carla kurtarabilirdi, kadın olarak direnmek onun kutsal göreviydi.
Hastalıklardan konuştuk, bir hasta için en büyük eğlence budur, durup dinleyen sağlamlar için de pek üzücü sayılmaz.
Kimsenin bilmediği, iz bırakmamış şeyler, gerçekte yok sayılır.
Artık hiçbir şeyi çözmem gerekmiyordu, çünkü her şey çözülmüş, bitmişti. Gerçek açıklık buydu işte.
Hukuk öğreniminden kimya öğrenimine geçiyorum.
…bir deney tüpüne sıkışmış da olsa, yaşamın ta kendisi olan bilime koşuyordum.
Kadınları yanlış anlamak tam bir erkeklik eksikliği belirtisidir.
Başkalarını yeni baştan eğitmektense kendini değiştirmek daha kolaydır.
Kuşkusuz, insan bir fakülteye kapandı mı, bilinmesi gereken şeylerin çoğunu öğrenmekten vazgeçiyor.
En yoğun yaşam en ilkel sestir, denizin dalgalarının sesi, dalga oluştuğu andan ölüp gidene değin her an değişir!
Bana aktarmak için onca zaman aradığı sözü sonsuza dek elden kaçırmıştı.
Gözyaşı insanın kendi suçunu gölgeler, rahat rahat talihi suçlamaya olanak verir.
“Bedenin dağılıp gitmesi yaşamın ödülü olmalı!”
Günümüzde yaşam kökünden yozlaşmış, insanoğlu ağaçların, hayvanların yerini almış, havayı kirletmiş, özgür boşluğa sınırlar koymuş. Yarın daha da beteri olabilir.
“Bir daha asla” diye hava basması pek güzeldir.
Yoksa ben sigaraya kendi yeteneksizliğimin ayıbını yükleyebilmek için mi öylesine tutkundum?
Yaşam düpedüz bir hastalık mıdır ya da hastalık sanılan şey yaşamın kendisi midir?
Şimdi burada kendi kendimi çözümlüyorum, bir kuşku düşüyor içime: yoksa ben sigaraya kendi yeteneksizliğimin ayıbını yükleyebilmek için mi öylesine tutkundum? Acaba sigara alışkanlığımdan vazgeçsem o umduğum güçlü, üstün adam olur muydum? Belki beni tiryakiliğime zincirleyen de o kuşku olmuştur, çünkü insanın kendisini gizli kalmış bir büyük adam sanması rahat bir yaşam biçimidir.
Gerçi yaşam biraz hastalığa benziyor benzemesine, nöbetleri, ayılmaları, kendine göre bir seyri var, bir günlük iyileşmeleri, kötüleşmeleri var. Öteki hastalıklardan ayrı olarak, her zaman ölümcül.
Ortaya bir av çıktı mı, her yandan asalaklar koşar gelir, yoksalar alelacele doğarlar. Av çok geçmeden kıtlaşır, derken yenmez olur, çünkü doğada hesap yoktur, deneyim vardır. Av yetmez olunca asalakların azalması gerekir, bu yüzden de ölürler, ama ölmeden önce acı da çekerler. Böylelikle denge, bir süre için, yeniden sağlanır. Bunda yakınacak ne var? Gel gelelim herkes de yakınır. Avdan pay almamış olanlar bu haksızlıktır diye bağıra çağıra giderler, bir parça koparabilenler ise paylarına daha büyük bir parça düşmesi gerektiğini düşünürler. Neden ölürken de, yaşarken de çenelerini tutmazlar ki? Avdan göze gelir bir parça koparabilmenin neşesi hoş şeydir, varsın bunu başarabilen gün ışığına çıkıp alkış toplasın.
Gözyaşını döktüren, acının kendisi değil, tarihçesidir. İnsan bir haksızlık karşısında bağırmak istediğinde ağlar.
Ne tuhaf, söylenmiş sözleri, dile getirilmemiş duygulardan daha iyi anımsıyor insan.
..sonra bir yana attığımız ıvır zıvır düşünceleri gün ışığına serpiverir; silgi izlerini bir yana bırakır da , yüreğimizde hâlâ okunabilen ne varsa okur.

*Italo Svevo

Hayatı tedavi etmek, vücudumuzdaki delikleri yara zannedip de kapatmaya çalışmaya benzer: Tedavi başarıyla sonlandığı anda, boğularak ölmemiz kaçınılmazdır.
Doğa kanunları mutluluğun bir hak olmadığına, aksine hayatlarımızın çaresizlik ve acı ile şekillendiklerine işaret ederler.
İyilik dediğimiz şey, biz insanların karanlık ruhunu zaman zaman gelip geçici bir süreyle aydınlatan bir ışıktan ibaretti.
Ahmak dilimize gelince, o ise kendi başına buyruktur ve vücudumuzun, yenilmişliğini ortada uğruna çaba gösterecek bir şey kalmadığı halde kendi kendine mücadele ederek örtbas etmeye çalışan ufacık bir parçasını tatmin etmek için harekete geçer yalnızca. Ya yaralamak ister, ya da okşamak. Daima devasa mecazlar arasında kazar yolunu.
Bir varış noktası her zaman durgundur, çünkü zamanın dışındadır.
Çürümemiz, hayatın bize verdiği ilk ödül olmalı!
— Yalnız yaşayanlara derttir bunlar!
Gerçekte, özgürken bile kendime en uyan insanları seçememişimdir, çünkü genellikle, karımın yaptığı gibi, onlar beni seçer.
— Bu dünyada kimse yazgısından memnun değildir.
Ne tuhaf, söylenmiş sözleri, dile getirilmemiş duygulardan daha iyi anımsıyor insan.
Dün kendimi alabildiğine koyvermeyi denedim.
buyurgan bugünüm yeniden canlanıp geçmişi gölgeliyor.
zihnimden her türlü çabayı sildim. Düşüncem benden kopukmuş gibi gözüküyor gözüme.
Doktor dedi ki ille de o denli uzaklara bakmakta ısrar etmemeliymişim. Geçmişim için yakın olaylar da değerliymiş,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir