İçeriğe geç

Zamanımızın Köleliği Kitap Alıntıları – Lev Tolstoy

Lev Tolstoy kitaplarından Zamanımızın Köleliği kitap alıntıları sizlerle…

Zamanımızın Köleliği Kitap Alıntıları

Mülkiyet, örneğin bir takım sahtekarlıklarla ve işçileri sömürerek elde edilmiş bir fabrika, emeğin sonucu ve kutsal olarak
görülür fakat işçilerin emekleri ve o fabrikada çalışırken mahvo­lan hayatları kendi mülkiyetleri olarak görülmez.
Günümüzün insanları işçinin
pozisyonunu doğal, kaçınılmaz bir ekonomik koşul olarak
görüyorlar ve onu kölelik olarak adlandırmıyorlar.
Eğer zamanı mızın köle sahibinin kölesi yoksa, köle sahibi
beş şilinge lağımda çalışmak için gönderebileceği John’a, onu
paraya ihtiyacı olan yüzlerce John arasından seçip lağıma inmeye
tercih hakkı verdiği için hayırseverlik yapıyor olsa gerek
Bazı insanların diğerlerinin sahibi olmasının Tanrı’nın iradesi
olduğu teorisi uzun bir süre insanları tatmin etti. Fakat
bu teori, zulümü haklı göstererek çok fazla acıya neden oldu ve
direnişi tetikledi ve en sonunda teorinin doğruluğu hakkında
şüphelere yol açtı.
Toplumda işçilerin emeklerinin meyvelerini çalan birçok
hırsızın ortaya çıktığı, fakat bunun hırsızların kötü niyetli olmalarından
dolayı değil, kaçınılmaz ekonomik kanunlardan dolayı
olduğu ve bu kanunların sadece bilimin belirttiği yavaş bir evrim
süreciyle değişebileceği tartışılmaz bir gerçek olarak kabul
edilmektedir.
İnsanlar arasındaki ilişkiler insanların
doğru ya da yanlış davranışlar olarak düşündüklerine
göre değil, avantajlı pozisyonda olanların çıkarlarına göre düzenlenmiştir
En son açıklama ise, kölelerin kurtuluşundan
sonra, zenginliğin Tanrı tarafından bazı insanlara dağıtıldığı
ve bu insanların zenginliklerinin bir kısmını iyilik yapmak
için kullanacakları, yani bazılarının zengin bazılarının fakir
olmasında bir sakınca olmadığıydı.
Tanrı’nın değişik sınıflarda insanlar yaratnğı söylenmiştir:
Köleler ve efendiler, her iki tarafta kendi durumundan
tatmin olmalıdır. Daha sonra, kölelerin ölümden sonra daha
iyi bir durumda olacağı söylenmiştir;
Tanrı’nın anlaşılamaz ve değiştirilemez bir iradesi vardır ve bazı
insanları mütevazı bir pozisyonda ve ağır işlerde çalışmak üzere,
bazılarını ise yüksek bir pozisyon ve hayattaki güzel şeylerden zevk
almak için yaratmıştır.
Ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin. Sağ yanağınıza
bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin. (Matta V.39)
Insanlar qarshisinda boyuk gorunme isteyi Tanri qarshisinda iyrenc gorunmeye getirib chixarir
İnsanın istənilən fəaliyyəti,üç təhrikedici səbəbdən baş verir,bunlar:duyğu,şüur və təlqindir.
Fakat cinayet bir kötülüktür. Bunu bütün usavurumlardan daha emin şekilde biliyorum. Benden orduya girmemi veya asker kiralamak veya donatmak için veya top satın almak ve zırhlı yapmak için para vermemi isteyerek beni cinayete suç ortağı yapmak istiyorsunuz ve ben onu yapamam ve yapmayacağım. Ne aç insanlardan ölüm tehditleri ile topladığınız paralardan faydalanmak istiyorum ve de faydalanamam, ne de sizin tarafınızdan korunan topraktan veya kapitalden faydalanmak istiyorum çünkü biliyorum ki sizin korumanız cinayete dayanmaktadır.
Peki, kim ağızlık takıp beyaz kurşun yapacaktır? Kimler madenci, fırın ateşçisi, lağım temizleyicisi olacaktır? Bu soruların karşısında ya sessiz kalırlar ya da ileride bütün bunların çok gelişeceğini ve lağımlarda ve yeraltında bile çalışmanın hoş olacağını öngörürler.
Kanun nedir? Ve insanlara yasa yapma gücünü ne verir?
”Kanun nedir? Ve insanlara yasa yapma gücünü ne verir?
Ekonomi bilimi, köylüleri, köylerinden süren sebepleri göz ardı etme eğiliminde olarak, bu sebepleri ortadan kaldırmayla ilgilenmez ama bütün dikkatini var olan fabrikalarda çalışan işçilerin koşullarını iyileştirmeye odaklar.
İnsanların size nasıl davranmasını istiyorsanız siz de onlara öyle davranın. (Luka VI. 31)
Dünya yok olsa da adalet yerini bulsun.
En üstün ve sorgulanamaz tek hakim;
Vicdanın sesi.
İnsanlarının devlet şiddetine ortak olmadan kenarda durabilmesinin zor olduğu oldukça doğrudur. Ama herkesin devlet şiddetine bir derece katkıda bulunmadan yaşayamayacağı gerçeği, bir insanın ondan kendini gitgide uzaklaştırabilceğinin mümkün olmadığını göstermez.
Devletlere saygı duymak ve onlardan tiksinmemek imkansızdır.
İnsan­ların gördüğümüz mutluluğu sadece görüntüdedir, kurgudur.
İnsanları kurallara uymak zorunda bırakacak sadece bir kuvvet vardır, o da şiddettir!
Dünya yok olsada adalet yerini bulur!
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
Elektrik lambaları, telefonlar ve sergiler mükemmel olabilir, tıpkı süs bahçeleri, konserler, performanslar, purolar, kibrit kutuları, pantolon askısı, motorlu arabalar, basma kumaşlar, de­miryolları gibi ama eğer onların üretilmesi için insanlığın yüzde doksan dokuzunun kölelik yapması gerekiyor ve fabrikalarda perişan olmaları gerekiyorsa hepsinin cehenneme kadar yolu var!
Emekçilerinin mutsuzluğu, uzun mesai saatleri veya düşük maaşlardan dolayı değil de, hayatın doğal koşullarından uzak kalmaları, doğayla temas halinde olamamaları, özgürlükten mahrum olmaları ve başka insanların iradesinde zorunlu ve monoton işlerde çalışmaya mecbur olmaları yüzündendir.
Yasalar devletler tarafından yaratılırlar ve fiziksel şiddet kullanılarak uygulanırlar. Bizlere, bazı insanların diğerleri için yasalar yaratmalarının iyi olduğu uzun zamandır öğretildi, tıpkı asil insanların toptan satışı destekleyip, perakendeciliğe burun kıvırmaları gibi. Yani insanlar genelde, hırsızlık ve cinayeti küçük ölçüde yapıldıklarında onaylamazken, organize bir şekilde yapıldıklarında ve kırk milyonun yaşaması gereken araziyi birkaç bin kişiye paylaştırdıklarında ve periyodik olarak binlerce insanı ölmeye ve öldürmeye gönderdiklerinde, onlara hayranlık duyarlar. Aynı şekilde, sorumluluğun Kraliçe, cellat, yargıç, jüri ve memurlar tarafından bölüşüldüğü münferit cinayetlerden de
dehşete kapılmazlar.
İnsanlığın büyük çoğunluğu, neden olduğunu bilmeden,
hoşlarına gitmeyen uzun mesailere ve genellikle sağlıksız koşullarda yaşamaya zorlanıyorlar. Bu, insanlığın doğa üzerinde çok az güce sahip olmasından dolayı hayatta kalabilmek için bu koşullarda ·çalışması gerektiğinden değil; insanlar toprak, vergiler
ve mülkiyet hakkında yasalar yarattıkları için olmaktadır. Bu yasalar, insanların büyük çoğunluğunu bu şekilde çalışmaya ya da düşkünler evine gitmeye ya da açlıktan ölmeye mecbur ediyorlar. İnsan doğasının çok kötü olduğu savıyla, bu yasalar olmasaydı çok daha kötü bir durumda yaşayacağımızı, yarattığımız ve takip ettiğimiz kuralların, içe doğru ruhsal bir utancın -kötülüğün gerçek kökeni olan insanın açgözlülüğü- açık ve görülür dış belirtileri olduğunu ileri sürenler olabilir. Fakat bunun bir anlamda doğru olabileceğini kabul etsek bile, bu demek değildir ki, insan doğası değişmezdir ve hiçbir şekilde gelişme mümkün değildir. Ayrıca gelişimi, kendi kendine işleyen, etkilerini sadece bir yolcunun geminin motorlarını izlediği gibi izleyebildiğimiz bir evrimin ellerine bırakmayı görev haline getirmemiz anlamına da gelmez. Yarattığımız kanunların etkilerini düşünebiliriz, onların lehinde ya da aleyhinde olabiliriz, ilerlemenin mümkün olduğu doğrultuyu algılayabiliriz ve bu ilerlemeye destek ya da köstek olabiliriz
Sadece bir hayatım var ve bu kısa hayatımda neden vicdanımın sesinin tersine davranışlarda bulunayım ve sizin tiksindirici eylemlerinize ortak olayım? Bunu yapamam ve yapmayacağım
İnsanlar arasındaki ilişkiler insanların doğru ya da yanlış davranışlar olarak düşündüklerine göre değil, avantajlı pozisyonda olanların çıkarlarına göre düzenlenmiştir
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Asıl gereken ve Tolstoy ‘un da hedeflediği, insanoğlunun mükemmelliğe doğru istikrarlı bir şekilde ilerlemesidir. Ve hiç bir hareket, dünyanın her yerindeki bütün insanların bir sonraki adımı olamaz
”Düşünmek ve harekete geçmek tehlikeli olabilir ama yerinde saymak ölmektir. ”
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
Beləliklə də, insanları kölələşdirən, hansısa dəmir kimi möhkəm və dəyişilməz olan sosial qanunlar deyil, yaranmış şəraitin qanuniləşdirilməsidir
İnsanın varlığında ilahi ruh yaşayır və insan öz ömür yolunda bu ruhun ona aşıladığı belə bir başlıca qaydaya əməl eləməlidir: başqalarının özünə qarşı necə davranmasını istəyirsənsə, özün də başqaları ilə elə davranmalısan.
İşçilerin berbat durumlarının sebebi köleliktir. Köleliğin sebebi kanundur. Kanun ise organize şiddetle var olue.
İnsanların koşullarında bir iyileştirme sadece organize şiddetin ortadan kaldırılmasıyla mümkündür.
Sadece bir hayatım var ve bu kısa hayatımda neden vicdanımın sesinin tersine davranışlarda bulunayım ve sizin tiksindirici eylemlerinize ortak olayım ? Bunu yapamam ve yapmayacağım.
İnsanlar dövülebilir, zincirlenebilir, işkenceye uğrayabilir, çiftlik hayvanları gibi boyunduruk takılabilir, sinekler gibi katliama uğrayabilirler fakat yine de bir hisse ve en iyi hisse; özgürlük hissine bağlı kalırlar. Fakat ruhlarını boğarak, zekalarının filizlenen dallarını budayarak, etlerini ve derilerini makineleri çalıştırmak için deri kayışlara dönüştürmek tam anlamıyla köleliktir.
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
Dünyanın bütün ülkelerinin kullandıkları sistem büyük bir aldatmaya, büyük bir cahilliğe ya da ikisinin bir karışımına dayalıdır.
Size, sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı çevirmeyi öğretiyorum; yani şiddet görseniz bile siz onu kullanmayın.
Sadece iki seçenek var: İnsanlar ya mantıklı ya da mantık sahibi olmayan varlıklardır.
” başkalarının isteklerini kendi iradenize rağmen yapmak zorunda olmak köleliktir. ”
Dünya yok olsa da adelet yerini bulsun.
İnsanlar arasındaki ilişkiler insanların doğru ya da yanlış davranışlar olarak düşündüklerine göre değil, avantajlı pozisyonda olanların çıkarlarına göre düzenlenmiştir.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Üst sınıfların ortalama ömürlerinin 55 yıl ve sağlıksız işlerde çalışanların ortalama ömürlerinin 29 yıl olduğuna dair İngiliz istatistikleri var.
Kılıcı kullananların sonu, kılıç tarafından olacaktır.
Bu kitabın ve makalenin temel düşüncesi; şiddettin reddidir.
son zamanlarda, uygarlığın en büyük icadı olan iş bölümünün üzerine bolca düşündük ve onu mükemmelleştirdik, fakat ona yanlış isim verdik. Açık konuşmak gerekirse, bölünen iş değildir, sadece insanlar ufacık hayat kırıntılarına ve parçalara bölünüyor – ve daha çok insan sınıfına – ve insanlardan kalan ufak zeka parçaları iğne veya çivi yapmaya bile yeterli olamıyor. Aksine iğne veya çivi yaparken kendini tüketiyor.
Hırsız, genellikle zenginleri yağmalardı, devletler ise genelde fakirleri yağmalar ve suçlarında ona yardımcı olan zenginleri korur.
Binbir gece masallarında ıssız bir adaya düşmüş bir gezgin, bir derenin kenarında oturan bacakları çürümüş küçük bir yaşlı adam bulur. Yaşlı adam, gezginden, onu omzunun üstüne alıp dereyi geçirmesini ister. Gezgin kabul eder; fakat yaşlı adamı omuzlarına alır almaz, yaşlı adam bacaklarını onun boynuna dolar ve bir daha omzundan kalkmaz. Gezgini kontrolü altına alan yaşlı adam onu istediği gibi sürer, ağaçlardan meyve koparıp taşıyıcısına vermez, kendi yer ve ona her türlü zulmü yapar.

Gezginin omuzlarına oturan kötü yaşlı adam devletlerin davrandığı gibi davranmıştır. Gezginle dalga geçti ve ona hakaret etti; çünkü onun boynunda oturduğu sürece onun üzerinde güç sahibi olduğunu biliyordu.

Fakat hiç kimse, ne kadar ahlâksızlaşmış olursa olsun (zengin biri ya da bir devlet görevlisi dışında) kendi emeğiyle geçinen bir köylünün hasatını veya çocukları için süt sağdığı ve beslediği ineğini veya kullandığı ve ürettiği sokhalarını (sapanını), tırpanını ve belini elinden almaz. Bir insan, başkasının ürettiği veya ihtiyaç duyduğu maddeleri onun elinden alsa bile, ona karşı çevresinde benzer koşullarda yaşayanlar tarafından öylesine bir nefret açığa çıkar ki, bu hareketi ona hiçbir şekilde kazançlı gelmez.
Uzun süredir var olan kölelik tarafından öylesine ahlaksızlaştırılmışızdır ki, şiddet olmayan bir yönetim biçimini düşleyemiyoruz bile.
Bütün topraklar, çalışmayan zengin bankacılık şirketlerinin kontrolüne geçti veya geçiyor ve bu sırada biz, yani halkın ezici çoğunluğu, topraktan mahrum ediliyoruz ve çalışmayanların gücüne boyun eğmek zorunda kalıyoruz. Toprak mülkiyeti kanunlarınızla sizler toprak mülkiyetini korumuyorsunuz, tersine toprağı işleyenlerin ellerinden alıyorsunuz. Herkesin kendi emeğinin ürününü kullanabilmesini garanti altına aldığınızı söylüyorsunuz ama tam tersini yapıyorsunuz; değerli ürünleri üreten bütün herkes sizin sahte korumanız sayesinde öyle bir konuma sokuluyor ki, emeklerinin karşılıklarını hiçbir zaman alamadıkları gibi, bütün hayatlarını da çalışmayanların gücüne itaat ederek geçiriyorlar.
Yasama nedir? sorusuna açık bir cevap alamayız. Bilime göre; yasama, bütün insanların iradelerinin ifadesidir, ama yasalara karşı çıkanlar ve karşı çıkmak isteyip de cezalandırılmaktan korkanlar her zaman kanunlara uygun yaşamak isteyenlerden sayıca fazladırlar, bu yüzden de yasamanın bütün insanların iradelerinin ifadesi olarak tanımlanması açıkça yanlıştır.
Köleliğin temel sebebi kanundur ve kanun yapmaya gücü olan insanların olmasıdır. Kanun nedir? Ve insanlara yasa yapma gücünü ne verir?
Öyle ya da böyle, köleliğin bir biçimine sebep olan belirli kanunların pratik veya teorik olarak kaldırılması her zaman onların, köleliğin yeni ve değişik bir yöntemine yol açan yeni kanunlarla değiştirilmesi olmuştur ve olmaya devam ediyor. Olup biten, bir gardiyanın bir mahkumun boynundan kollarına kadar olan zincirleri, kollarından bacaklarına kaydırması gibi ya da zincirleri çıkarıp, cıvatalar ve çubuklarla değiştirmesi gibi bir şey. Bugüne kadar işçilerin konumunda var olan gelişmeler hep buna benzer olmuştur.
Mülkiyet, örneğin bir takım sahtekarlıklarla ve işçileri sömürerek elde edilmiş bir fabrika, emeğin sonucu ve kutsal olarak görülür; fakat işçilerin emekleri ve o fabrikada çalışırken mahvolan hayatları kendi mülkiyetleri olarak görülmez. Aksine onları yasal olarak addedilen bir yöntemle kendine bağlı tutan fabrika sahibinin mülkiyeti olarak görülür.
Tarih, vergilerin hiçbir şekilde ortak rızayla konulmadığını ve aksine fetih yoluyla ya da başka yollarla gücü elde eden bazı insanlar tarafından umumi ihtiyaçları karşılamak için değil de, kendileri için haraç olarak çıkarıldığını gösterir. Aynı durum bugün de devam ediyor. Vergiler onları tahsil etmeye gücü olanlar tarafından tahsil edilmeye devam ediyor. Bu haraçların bir kısmı umumi amaçlar için kullanılsa dahi çoğu insana çoğunlukla faydalı değil de, zararlı olan umumi amaçlar için kullanılıyorlar. Örneğin, Rusya’da köylülerden gelirlerinin üçte biri tahsil ediliyor; fakat vergi gelirlerinin sadece ellide biri onların en büyük ihtiyaçları olan eğitimleri için kullanılıyor, bu miktar dahi onları aptallaştırarak faydadan çok zarar getiren bir eğitim çeşidi için harcanıyor. Geride kalan ellide kırk dokuzluk bölüm ise gereksiz, insanlara zararlı şeylere harcanıyor. Orduyu donatmak, stratejik demiryolları, kaleler ve hapishaneler inşa etmek, kiliseyi veya mahkemeyi desteklemek, askeri ve sivil memurların yani bu parayı insanlardan tahsil etmeyi mümkün kılan insanların maaşlarını ödemek gibi şeyler.
Avrupa’da insanları tutsak eden vergiler sadece insanlar topraklarını kaybettikten, tarımsal aktivitelere yabancılaştıktan, şehir hayatının zevklerine alışıp kapitalistlere oldukça bağımlı hale geldikten sonra kaldırıldılar. Ancak bu şartlar sağlandıktan sonra İngiltere’de mısırın vergisi kaldırıldı. Ve şimdi de Almanya’da ve diğer ülkelerde işçilere düşen vergiler yavaşça kaldırılmaya ve zenginlerin üzerine yüklenmeye başladı; çünkü insanların çoğunluğu zaten kapitalistlere muhtaç hale geldiler. Köleliğin yeni bir biçimi eskisinin yerini alana kadar eskisi kaldırılamaz.
O zamanın insanları, efendilerin sözünün dinlenip, onların topraklarının sürülmesi gerekliliğinin hayatın doğal, değiştirilemez ve ekonomik bir koşulu olduğunu düşünüyorlardı ve bunu kölelik olarak adlandırmıyorlardı.
Hoşlanmadığı işlerde çalışanlar da kölelerdir.
Dünya yok olsa da, Adalet yerini bulsun.
Şiddet kullanımının, krallara ait tanrısal bir hak olarak görüldüğü inanışa dönemeyiz, ne de bunun, çoğunluğun tanrısal bir hakkı olarak görüldüğü güncel inanışı koruyabiliriz. Razı olmadığımız bir kurala güç kullanımıyla tabi olmak kölelikten başka bir şey degildir ve toplumumuz şiddeti temel aldığı sürece, hepimiz ya köleleriz ya da köle sahipleri.
Bazı insanların diğerlerinin sahibi olmasının Tanrı’nın iradesi olduğu teorisi uzun bir süre insanları tatmin etti.
Herkes tarafından kabul edilen tek temel gerçek şudur: İnsanlar arasındaki ilişkiler, insanların doğru ya da yanlış davranışlar olarak düşündüklerine göre değil, avantajlı pozisyonda olanların çıkarlarına göre düzenlenmiştir.
Fakat ürettikleri malları, kendi zevklerimiz ve rahatımız için tükettiğimiz, etrafımızda yavaşça ve genelde acı dolu bir şekilde harcanan bu milyonlarca işçiyi ilgilendiren bir soruyla karşılaşınca nasıl da mükemmel bir şekilde körleşiyoruz!
Etrafımızda haberimizin olmadığı ya da olsa bile kaçınılmaz olduğunu düşünerek zorlukla fark edebildiğimiz kaç tane mahvolmuş hayat var!
Eksi 20 derece soğukta, paltosuz, sırtlarında 100 kilo yük taşıyan, acıktıkları zaman değil de amirleri izin verdiği zaman yemek yiyebilen, yük arabası atlarından daha kötü koşullarda yaşayan bu işçilerin sadece ısındıkları odanın yeterince büyük olmamasından şikayet etmeleri bana oldukça garip geldi. Her ne kadar başta garip gözükse de, bu insanları yakından görüp, kendimi onların yerine koyunca; uykusuz, yarı donmuş bu insanların dinlenip ısınmaları gereken zamanda havasız bir ortamda, pis zeminin üzerinde sürünerek rafların altlarına girmek zorunda kalıp daha da küçük bir duruma düştüklerini fark edince, çektikleri işkenceyi anladım.

Belki de, acı bir şekilde dinlenmeye çalıştıkları o bir saatlik zamanda, hayatlarını mahveden 37 saatlik mesainin korkunçluğunu kavrıyorlar ve bu yüzden de yaşadıklarına kıyasla önemsiz sayılabilecek bir detay olan odalarının kalabalıklığından bu kadar rahatsız oluyorlardı.

Kapıdan uzun, sıska ve yırtık montlu bir işçi gözüktü.
– Ne zaman çalışmaya başladın?
– Ne zaman mı? Dün sabah.
– Dün gece neredeydin?
– Yük boşaltıyordum tabii ki.
– Gece boyunca çalıştın mı? diye sordum.
– ”Tabii ki çalıştık.
– Peki, bugün ne zaman çalışmaya başladınız?
– Sabah başladık.
– Peki, ne zaman mesainiz bitecek?
– Bizi ne zaman bırakırlarsa o zaman biter!
Grubundaki diğer dört işçi bize doğru geldiler. Hepsinin yırtık montları vardı ve paltoları yoktu, hava ise eksi 13 dereceydi. Onlara iş koşullarıyla ilgili sorular sormaya başladım ve hepsi de onlara göre gayet doğal olan 37 saatlik mesaileriyle bu kadar ilgilenmeme şaşırdılar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir