İçeriğe geç

Yöntem Üzerine Konuşma Kitap Alıntıları – René Descartes

René Descartes kitaplarından Yöntem Üzerine Konuşma kitap alıntıları sizlerle…

Yöntem Üzerine Konuşma Kitap Alıntıları

En yüce ruhlar en büyük erdemlere olduğu kadar en büyük kötülüklere de yeteneklidir, ancak çok yavaş yürüyenler eğer her zaman doğru yolu izlerlerse, koştukları halde bu yoldan uzaklaşanlara göre çok daha ileriye gidebilirler.
Önemli bir konu hakkında yanlış bir kanı edinmek bir savaş kaybetmek demektir.
Düşünüyorum, öyleyse varım.
Zira başka yüzyıllardan yazarlarla sohbet etmek seyahat etmekle hemen hemen aynı şeydir.
Zira öyle çok kuşku ve yanılgıyla kuşatılmış bulunuyordum ki kendimi yetiştirmeye çalışırken elde ettiğim tek kazanç gitgide cahilliğimi görmeye başlamış olmam gibi geliyordu bana.
Zira iyi bir zihne sahip olmak yeterli değildir, esas olan onu iyi kullanmaktır.
Asıl iş önyargılarla eğitimin tıkadığı yolu açmaktır.
Tanrı’nın onu olması gerektiği gibi yaratmış olması çok daha gerçeğe yakındır.
Bizi inandıran şey, herhangi bir kesin bilgiden çok alışkı ve örnektir.
Öğrenmeye çabalamaktan kazancım ancak giderek bilgisizliğimi ortaya çıkarıyor olmamdı.
En büyük ruhlar, en yüce iyilikler kadar, en büyük kötülükleri de
işleyebilirler; ve pek yavaş yürüyenler de, eğer daima
doğru yolu izliyorlarsa, koşup da doğru yoldan uzaklaşanlardan
daha çok ilerleyebilirler.
Bize çok garip ve gülünç gelen birçok şeyin genellikle öbür büyük halklarca benimsenmekten ve onaylanmaktan geri kalmadıklarını görerek, ancak örneklemeyle ve alışkıyla inandırılmış olduğum hiçbir şeye tam tamına inanmamayı öğreniyordum ve böylece doğal ışığımızı karartabilen ve bizi doğruyu anlamaya daha az yatkın kılabilen pek çok yanlıştan kendimi yavaş yavaş kurtarıyordum.
İnsanlardaki sağduyu dünyada paylaşılmış en güzel şeydir.
Güçlü bir zihne sahip olmak yeterli değildir; asıl olan onu kullanabilmektir. En büyük zihinler, en yüksek mükemmelliğe sahip olduklarından, aynı şekilde en büyük sapmalara da açıktır; ve çok yavaş gidenler, her zaman doğru yolda ilerledikleri takdirde, koşarken o yolu terk edenlerden çok daha fazla ilerleme kaydedebilirler.
Eskiden doğru saydığı tüm görüşlerden kopma kararı herkesin benimseyebileceği bir örnek değildir; zaten dünyada hemen hemen bu işe hiç yatkın olmayan iki çeşit insan vardır. Birinciler kendilerini olduklarından daha usta sanarak acele yargılar ortaya koymaktan çekinmeyen, tüm düşüncelerini bir düzen içinde sürdürme konusunda yeterince sabır göstermeyen kimselerdir: bu yüzden edindikleri ilkelerden bir kere kuşkulanmaya ve herkesin tuttuğu yoldan ayrılmaya yöneldiler mi bir daha doğru yola çıkaran patikayı bulamazlar ve tüm yaşamlarında yoldan ayrılmış kalırlar. İkincilere gelince, onlar doğruyu yanlıştan ayırt etme konusunda kendilerini yetiştirenlerden daha az becerikli oldukları yargısına varacak kadar akıllı ya da alçakgönüllü olduklarından daha iyisini kendileri aramaktansa başkalarının görüşlerini izlemekle yetinirler.
Birincisi, doğruluğunu apaçık bilmediğim bir şeyi doğru diye almamak, yani acelecilikten ve önyargıdan özenle kaçınmak, yargılarımda zihnime açık ve seçik bir biçimde gelen ve hiçbir biçimde kuşkuya koyamadığım şeylerin dışında herhangi bir şeyi tanımamak.

İkincisi, inceleyeceğim güçlüklerden her birini olabildiğince küçük parçalara ayırmak ve onları en iyi çözümlenebilecek duruma getirmek.

Üçüncüsü, düşüncelerimi en basit ve tanınması en kolay olan nesnelerden başlayarak ve yavaş yavaş, derece derece ilerleyerek en karmaşık bilgilere kadar götürmek ve doğal olarak birbiri ardından gelmeyen şeyler arasında da bir düzen varsaymak.

Dördüncüsü, her yerde bütünsel saymalar ve en genel gözden geçirmeler yaparak hiçbir şeyi dışta bırakmadığımdan emin olmak.

doğrunun bilgisine ulaşmamızı engelleyen tüm güçlüklerin ve yanlışların üstesinden gelmeye çalışmak gerçekten savaş vermektir, biraz genel ve önemli bir konuyla ilgili bazı yanlış görüşler edinmek bir savaş kaybetmektir; sonra, önceki duruma yeniden dönmek için güvenilir ilkelere sahip olunduğunda, büyük ilerlemeler yapmak adına, gerekenden daha çok ustalık gerekir.
Yasaların çokluğu çok zaman kötülüklere özürler sağlar, oysa az sayıda olan ama insanların sıkı sıkıya uyduğu yasalara sahip olan bir devlet daha iyi örgütlenmiştir.
Atardamarlar kanı kalpten organlara götürürken, toplardamarlar organları beslemiş olan kanı kalbe geri getirir.
(…) insan seyahat etmeye çok fazla zaman ayırırsa en sonunda kendi ülkesine yabancı hale gelir ve eğer geçmiş yüzyıllarda olanlara fazlaca merak salarsa kendi ülkesinde olup bitenler hakkında genellikle hayli cahil kalır.
(…) masalların inceliği zihni açar, tarihin unutulmaz eylemleri onu coşturur ve yüceltir ve bunlar ihtiyatla okunduklarında muhakeme oluşturmaya yardım eder, tüm iyi kitapların okunması geçmiş yüzyıllarda bunları yazmış olan en saygın ve ilginç kişilerle bir sohbet, hatta bunların bize yalnızca en kusursuz düşüncelerini açtıkları iyi hazırlanmış bir sohbet gibidir, …
(…) kendimi yetiştirmeye çalışırken elde ettiğim tek kazanç gitgide cahilliğimi görmeye başlamış olmam gibi geliyordu bana.
(…) iyi bir zihne sahip olmak yeterli değildir, esas olan onu iyi kullanmaktır.
İyi kitaplar okumak,geçmiş yüzyılların en ünlü beyinleriyle sohbet etmeye,hatta bu yazarların en iyi düşüncelerini bize açtıkları bir sohbete benzer.
René Descartes
Bilgimi arttırmaya çalışarak öyle tatlı geçiriyorum ki zamanımı.
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Bence, bir kimse başkasından hiçbir şey beklemeden ,kendi kendisine mutlu olabilir .
Kararsızlık, rahatsızlıkların en büyüğüdür.
Sağlam zihinli olmak yetmez , asıl olan onu iyi kullanmaktır.
Çünkü, zihinde olduğu gibi devlette de düzensizlik onun nefret ettiği şeydir.
Ister uyanık, ister uykuda olalım, bizi ikna edecek olan şey yalnızca aklımızın apaçıklığı olmalıdır.
Başkalarının uğraştıkları işler hakkında bir şey söylemek istemem fakat kendime gelince yaptığım işi sürdürmekten yani bütün hayatımı aklımı işletmekte ve kabul ettiğim metodu izleyerek gücümün yettiği kadar hakikatin bilgisinde ilerlemekte kullanmaya devam etmekten daha iyi bir şey yapamıyacağıma inandım.
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
Yasaların çok sayıda oluşu, çoğu zaman ahlâk bozukluklarına özür teşkil eder: oysa sayıca pek az, ama sıkı sıkıya uygulanan yasalara sahip bir devletin yapısı daha düzenlidir.
( ) tüm iyi kitapların okunması geçmiş yüzyıllarda bunları yazmış olan en saygın ve ilginç kişilerle bir sohbet, hatta bunların bize yalnızca en kusursuz düşün­celerini açtıkları iyi hazırlanılmış bir sohbet gibidir.
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
( ) iyi bir zihne sahip olmak yeterli değildir, esas olan onu iyi kullanmaktır.
Zira ahlâkî eylem söz konusu olduğunda herkes kendi davranışının doğruluğu konusunda öylesine emindir ki
Zira hakikatin bilgisine ulaşmamıza engel olan güçlüklerin ve hataların üstesinden gelmeye çalışmak hakikaten de savaşlar vermeye benzer. Biraz genel ve önemli bir konu hakkında yanlış bir kanı edinmek bir savaş kaybetmek demektir.
Güzel kitapları okumanın geçmiş yüzyıllardaki erdemli insanlarla sohbet etmek gibi olduğunu biliyordum.
Çünkü iyi bir zihne sahip olmak yetmez, önemli olan onu iyi kullanmaktır. En büyük ruhlar en büyük erdemlere olduğu kadar en büyük kötülüklere yatkındırlar.
Zor şeylerin daha güzel olduğuna inanmak ölümlülerin ortak yanlışıdır
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
Descartesçı yöntemin temel kuralı apaçık olmayan hiçbir şeyi doğru diye almamaktadır.
Kişinin düşünce yolunda verimli sonuçlar alamamasının tek nedeni usunu iyi kullanamıyor olmaktan başka bir şey olamazdı.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Doğru yargılama ve doğruyu yanlıştan ayırma gücü, sağduyu ya da us diye adlandırılan güç, doğal olarak bütün insanlarda eşittir.
Müziğin konusu sestir, amacı hoşa gitmek ve bizde çeşitli tutkular uyandırmaktır
Sonra da giyisilerimizin biçimine kadar 10 yıl önce beğendiğimiz ve belki de 10 yıl sonra beğeneceğimiz şeyin bu gün bize ne kadar garip ve gülünç geldiğini gördüm Ardından şu sonuca vardım Bizi inandıran şey herhangi bir kesin bilgiden çok alışkı ve örenektir. Bununla birlilte görüşlerin çocukluğu ortaya çıkarıması biraz güç doğrular için hiç de değerli bir kanıt değildir. Çünkü bir toplumdan çok , tek bir adamın onları çıkarması çok daha olasıdır . Böylece görüşleri başkalarının görüşlerinden üstün tutulabilecek tek bir kimse göremiyorum.
Bizim adetlerimize çok tuhaf ve gülünç gelen birçok şeyin, ne olursa olsun başka halklarca ortak olarak benimsenmiş olduğunu gözlemlemem ve bunun sonucunda sadece örneklerle, alışkanlıklarla bana belletilen şeylere körü körüne inanmamayı ögrenmem oldu.
Ama şu da bir gerçek ki, bir insan ömrünü seyahatlere harcadı mı, sonunda kendi memleketinde bir misafire, bir yabancıya dönüşüverir.
Hiçbir engelle karşılaşmaksızın boş vakte sahip olmamı sağlayanlara bana yeryüzündeki en şerefli mevkileri sunacak kişilere olduğundan her zaman daha çok minnet borçlu olacağım.
Tam tersine sonuçlar tarafından ispatlananlar nedenlerdir.
Aslında şimdiye kadar öğrenmiş olduklarımın bilmediğim ama öğrenebilmekten de ümidimi kesmediğim şeylere nazaran neredeyse bir hiç olduğunu kabul ediyorum.
Ama ben hayattayken bunların yayınlanmalarına kesinlikle rıza göstermeyecektim, çünkü yol açabilecekleri itirazlar ve tartışmalar ya da bana sağlayabilecekleri şöhret kendimi yetiştirmek için kullanmak niyetinde olduğum vakti kaybetmeme neden olmamalıydı. Zira her insanın elinden geldiğince başkalarının iyiliğine katkıda bulunma yükümlülüğü taşıdığı ve kimseye faydası dokunmamanın tam anlamıyla hiçbir değer taşımamak olduğu doğruysa da meşguliyetlerimizin şimdiki zamandan daha ileriye uzanması ve torunlarımıza daha fazla yararı dokunacak şeyleri yapmak söz konusu olduğunda şu an yaşayanlara bir parça faydası olacak şeyleri bir kenara bırakmak gerektiği de bir o kadar doğrudur.
Zira böylece arkadan gelenler öncekilerin bıraktığı yerden başlayıp pek çok insanın yaşamlarını ve çalışmalarını birleştirdiğinden, hep birlikte herkesin tek başına yapabileceğinden çok daha fazla yol katetmiş oluruz.
Öyle ki bu felsefe sayesinde ateşin, suyun, havanın, yıldızların, göklerin ve bizi çevreleyen diğer tüm cisimlerin gücünü ve davranışlarını zanaatkârlarımızın çeşitli mesleklerini tanıdığımızı kadar seçiklikle bilerek onları kendilerine özgü tüm uygulamalarda aynı biçimde kullanalabilir ve böylece kendimizi doğanın efendileri ve sahipleri kılabilirdik.
Sonra insan ruhunu yok edecek başka nedenler göremediğimizden, doğal olarak onun ölümsüz olduğu yargısında bulunmaya itiliriz.
Zira son olarak, ister uyanık ister uykuda olalım, bizi ikna edecek tek şey yalnızca aklımızın apaçıklığıdır.
Zira uyurken bile son derece seçik bir fikre sahip olunuyorsa, örneğin bir geometrici yeni bir kanıtlama buluyorsa, uyuyor olması bunun doğru olmasını engelleyemeyecektir. Düşlerimizin bile çeşitli nesneleri dışsal duyularımızın sebep olduğuyla aynı biçimde sunmalarından ibaret olan en sıradan yanılgıya gelince, bunun böyle fikirlerin doğruluğundan kuşku duymamıza yol açmasının önemi yoktur, çünkü bu fikirler uyuyor olmasak bile biz yine hayli sıklıkla aldatabilirler, tıpkı sarılık hastalığı olanların tüm renkleri sarı gördükleri, oldukça uzaktaki yıldızların ya da başka cisimlerin bize olduklarından çok daha küçük göründükleri zaman olduğu gibi.
Hâlbuki eğer anlama gücümüz araya girmese ne hayal gücümüz ne de duygularımız herhangi bir şey konusunda bize asla güvence veremeyecektir.
Üçüncü düsturum her zaman tarihten çok kendimi yenmeye, dünyanın düzeninden ziyade kendi arzularımı değiştirmeye çalışmak ve genellikle kendi düşüncelerimizden başka tümüyle iktidarımız dâhilinde olan hiçbir şeyin var olmadığına, böylece dışımızdaki şeylere ilişkin elimizden gelenin en iyisini yaptıktan sonra bizi başarıdan yoksun bırakan her şeyin bizim için mutlak surette olanaksız olduğuna inanmaya kendimi alıştırmaktı.
Özellikle de kişinin özgürlüğünden bir şeyler koparan tüm vaatleri aşırılıklar arasına koyuyordum.
Kendisine ulaşamayacağımız kadar uzak ya da ortaya çıkaramayacağımız kadar gizli hiçbir şeyin kalmayacağını hayal etme vesilesi vermişti.
Öyle ki bizi inandıran şeyin kesin bilgiden çok alışkanlık ve örnek olduğunu ve bununla birlikte keşfedilmesi bir parça güç doğrular için oy çokluğunun hiçbir kanıt oluşturmadığını, zira bunları tüm bir topluluktan ziyade tek bir kişinin bulmasının gerçeğe daha yakın olduğunu göz önünde tutarak, görüşleri bana diğerlerininkinden daha iyiymiş gibi görünen hiç kimseyi seçemedim ve kendimi yönlendirme işine kendi başıma girişmek zorunda kaldım.

Ama yalnız başına ve karanlıkta yürüyen bir insan gibi öyle yavaş gitmeye ve her şeyde öylesine ihtiyatlı ve düşünceli olmaya karar verdim ki pek az ilerlesem dahi en azından düşmekten kendimi koruyacaktım.

Kişinin önceden kabul ettiği tüm görüşlerden sıyrılmak yönünde verdiği karar herkesin izlemek zorunda olduğu bir örnek değildir ve dünya aşağı yukarı bunu hiçbir şekilde uygun olmayan iki çeşit kafa yapısından oluşmuştur. Yani kendilerini olduklarından daha becerikli sanarak yargılarında aceleci olmaktan kendilerini alamayan ve tüm düşüncelerini bir düzen veya sıra içinde öğretmek için yeterli sabra sahip olmayanlar; bundan dolayı bir kez kabul ettikleri ilkelerden kuşku duyma ve genellikle izlenen yoldan sapma özgürlüğünü seçtiler mi, asla dosdoğru gitmek için tutulması gereken yolu izlemeyecekler ve tüm yaşamları boyunca yollarını şaşırmış olarak kalacaklardır. Diğerleri ise doğruyu yanlıştan ayırt etme konusunda kendilerini eğitebilecek başka kişilerden daha az yetenekli oldukları yargısına varacak kadar akıl ya da alçak gönüllülüğe sahip olduklarından, kendi başlarına en iyilerini aramaktansa, başkalarının görüşlerini izlemekle yetineceklerdir.
Ve nihayet kusurlar değiştirilmelerine nazaran neredeyse her zaman daha katlanılabilirdir, aynen dağlar arasından dolanıp giden engebeli yolların kullanıla kullanıla giderek düzgün ve rahat yürünür hâle gelmeleri gibi; öyle ki onları izlemek kayaların üzerine tırmanarak ve uçurumların dibine inerek kestirme yoldan gitmeye çalışmaktan çok daha iyidir.
düşündüm ki hepimiz yetişkin yaşa varmadan önce çocuk olduğumuz ve uzun süre çoğu kez birbirleriyle çelişen ve belki de hiçbiri bize hep en iyiyi öğütlemeyen arzularımız ve öğretmenlerimiz tarafından yönlendirildiğimiz için yargılarımızın doğumumuzdan itibaren aklımızı tam olarak kullanmamız ve yalnızca onun tarafından yöneltilmemiz durumunda olacağı kadar arı ve sağlam olması imkansızdır.
Efsaneye göre Sparta kenti yasalarının hepsi Lykurgos tarafından istikrarı ve özellikle askeri gücü temin etmek amacıyla oluşturulmuştu. Descartes’ın iyi adetlere aykırı kurallardan söz etmesi bundandır. Spartalılar sakat ve çok zayıf çocukları ortadan kaldırıyor; yakalanmadan hırsızlık yapmayı başaranları kutluyorlardı.
Törelerimiz hakkında sağlıklı hüküm verebilmek için ve hiçbir şey görmemiş kişilerin yapmayı âdet edindiği üzere bizim tutumlarımıza aykırı düşen her şeyin gülünç ve akla aykırı olduğunu düşünmeyelim diye, muhtelif halkların töreleri hakkında bir şeyler bilmek iyidir.
En nihayet, yüzyılımız da bana, önceki asırların herhangi biri kadar verimli ve de iyi zekâlar doğurmaya gebe gibi geliyordu.
…özgürlük sadece bir erdem ya da ideal değil, her şeyden önce üretici faal bir neden ya da güçtür.
En yüce ruhlar en büyük erdemlere
olduğu kadar en büyük kötülüklere de yeteneklidir.
Zira düşte gelen düşünceler çoğunlukla uyanıkken gelenlerden daha az canlı ve daha az berrak değillerken bunların değil de diğerlerinin yanlış olduklarını nereden bilebiliriz?
Bana öyle geliyor ki bunları kavrayabilmek için hayal güçlerini kullanmak isteyenler sanki sesleri işitmek ya da kokuları koklamak için gözlerini kullanmayı isteyenler gibi davranırlar. Yalnız şöyle bir fark vardır: Görme duyusu nesnelerin doğruluğu konusunda bize koklama ya da işitme duyularından daha az güvence vermez, halbuki eğer anlama gücümüz araya girmese ne hayal gücümüz ne de duyularımız herhangi bir şey konusunda bize asla güvence vermeyecektir.
Zira Tanrı her birimize doğruyu yanlıştan ayırt etmek için bir ışık vermiş olduğundan, zamanı geldiğinde başkalarının kanılarını incelemek için kendi muhakememi kullanmaya karar vermemiş olsaydım, bunlarla yetinmem gerektiğine bir an bile inanmazdım ve bunları izlerken daha iyilerini bulmak üzere var olduğu takdirde hiçbir fırsatı kaçırmamayı umut etmeseydim, kendimi vesveseden bağışık kılamazdım.
Hangilerinin onların gerçek görüşleri olduğunu bilmek için söylediklerinden ziyade yaptıklarına dikkat etmeliydim; yalnızca ahlaki yaşam yozlaştığında inandıklarının hepsini söylemeyi isteyen pek az insan bulunduğu için değil, aynı zamanda bunların çoğunun bu yozlaşmadan haberi bile olmaması nedeniyle, zira kişinin bir şeye inanmasını sağlayan düşünce edimiyle bir şeye inandığını bilmesini sağlayan edim birbirinden farklı olduğundan çoğunlukla bunların biri diğeri olmaksızın vardır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir