İçeriğe geç

Yolda Kitap Alıntıları – Jack London

Jack London kitaplarından Yolda kitap alıntıları sizlerle…

Yolda Kitap Alıntıları

Cehennemde krallık ,cennette hizmeçilikten iyidir.
Zengin olduğu biliniyordu,kendine ait hücresinde görkemli bir yalnizlik içinde yaşıyordu.
Hukuk ve haklarım hakkında bir şeyler biliyordum ve onların adaleti nasıl kötü uyguladıklarını ifşa edecektim.
Suçluyum ya da suçsuzum deme hakkım da elimden alınmıştı ve böylesi uyduruk bir mahkeme ile hapis cezasına çarptırılmıştım.
Adalet makinesi ağır ağır öğütüyordu
Yarın yeni bir gün olacaktı ve ben gençtim.
Hayat kitabı sayfa sayfa devam eder
Gamsız çocuklar gibi gülüyorduk.
Çocuk işçiliği raporlarını okuyun, bilin ki hepimiz kâr tüccarlarıyız.
Bazen insanla diğer hayvanlar arasındaki farkın ne olduğunu düşünürüm ve bana göre insan, kendi türünün dişisine kötü davranan tek hayvandır.
Serseriliğin en çekici yanı büyük ihtimalle monotonluktan uzak olmasıdır.
Dilencinin başarısı onun iyi hikaye anlatabilme yeteneğine bağlıdır.
Çöpe atılan bir kemik hayırseverlik değildir. Hayırseverlik kendin de köpek kadar aç olduğunda o kemiği köpekle birlikte paylaşabilmektir.
Sizi hayırseverlik tüccarları! Gidin de hayırseverlik neymiş yoksullardan öğrenin. Ellerinde fazla olanı ne verirler ne de kendilerine saklarlar çünkü ellerinde fazla bir şey yoktur zaten.
Çok yoksullar, bir evsizin yemek için son başvurdukları yerdir. Çok yoksullara her zaman güvenebilirsiniz, onlar açları asla geri çevirmezler.
İnsanın, kendi türünden dişilere eziyet eden tek hayvan olduğu tezini ileri sürmüşümdür.
Serserilik hayatının, en büyük cazibesi tekdüze olmayışıdır.
Kurtların, en alçak Amerikan kurtlarının, hatta evcilleştirilmekle dejenere edilen köpeklerin kötülüğü asla onları suçlu kılmaz, dişisine kötü davranan tek hayvan insanoğludur.
Nerede, nasıl öldüğümüz ne farkeder,
Ölüme yürüyecek kadar güçlü olduktan sonra?
Serseriler Kralının Şarkısı
Köpeğe atılan bir kemik hayırseverlik değildir. Hayırseverlik siz de en az köpek kadar açken onunla paylaştığınız kemiktir.
Bir köpeğe kemik vermek hayırseverlik değildir. Hayırseverlik, kendinizde o köpek kadar açken onunla kemiğinizi paylaşabilmektir.
Artık karnımı doyurabilmek için en yoksullara gitmekten başka seçeneğim kalmamıştı. Bu açlıktan midesi karnına yapışmış bir serserinin başvuracağı son çareydi. Yoksullara her zaman güvenillirdi, açları asla geri çevirmezlerdi.
Ancak asıl mesele yiyecek bulmaktı. Bir düzine evden elim boş dönmüştüm. Kimi zaman aşağılayıcı sözler işittim. Layık olduğum yerin parmaklıkların ardı olduğunu söylüyorlardı. En kötüsüyse bu iddiaların ziyadesiyle doğru olmasıydı.
Daha da karşımda göremediğim çabaya, atılmayan adımlara verilmeyen ilgiye koşacak değilim, yol sizin olsun
Ey yardımseverlik için vaaz veren sizler! Yoksullardan örnek alınız, çünkü yalnız onlar bu erdemi kullanmasını bilirler. Onlar kendilerine gereksiz olanını vermezler çünkü fazlası ellerinde yoktur.Hatta bazen kendilerine ayırdıklarını bile seve seve verirler. Köpeğe atılan bir kemik yardımseverlik örneği değildir. Yardımseverlik, en az köpek kadar aç olunduğu zaman kemiği onunla paylaşmaktır.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Seninle uzun yola çıkmak vardı, ama sen yarı yolda bırakmayı seversin..!
İnsan hayatlarının tozpembe geçmediğinden emin olun.
Gökyüzüne çıkan insan yine aşağı inmek zorundaydı.
O gözlerde, bana baktıklarında, denizin açık güneşini gördüm.
Bir gün diğerine benzemiyor, her biri kendi filmini göz önüne seriyor.
Köpeğe atılan bir kemik hayırseverlik değildir. Hayitrseverlik siz de en az köpek kadar açken onunla paylaştığınız kemiktir.
Asıl yardımseverlik, en az köpek kadar aç olduğun bir zamanda o kemiği onunla paylaşmaktır.
Hayır, bunu aşamayacağım. Bu elimde değil. Bir aynasız yaklaşırsa koşacağım. Zaten hapse girme konusunda çok yetenekliyim. Serseri olmayı bıraktıktan sonra, serseri olduğum zamanlardan daha çok hapse girmiştim.
Düzen böyle Serseriler topluma kafa tutuyor, toplumun bekçi köpekleri de ekmeklerini serserilerin üzerinden kazanıyorlardı.
İnsan acısının en son ölçüsü bu kadının yüzünde okunuyordu ve buna ek olarak, yüzünde daha fazla acı çekmeye tahammülü olmadığına dair trajik bir ifade vardı. Yüz ifadesi, hiçbir şeyin artık onu incitemeyeceğini resmediyordu.
“Nerede ya da nasıl öldüğümüz ne fark eder, Ölüme yürüyecek kadar güçlü olduktan sonra?”
Bazen insanla diğer hayvanlar arasındaki farkın ne olduğunu düşünürüm ve bana göre insan, kendi türünün dişisine kötü davranan tek hayvandır.
Yüzünde tüm insanlığın çektiği acı vardı ve bir de sonraki acılara katlanamayacakmış gibi görünüyordu.
Sizi hayırseverlik tüccarları! Gidin de hayırseverlik neymiş yoksullardan öğrenin Köpeğe atılan bir kemik hayırseverlik değildir. Hayırseverlik, kendin de köpek kadar aç olduğunda o kemiği köpekle birlikte paylaşabilmektir.
O gözlerde, bana baktıklarında, denizin açık güneşini gördüm.
Bir dilencinin başarısı iyi hikâye anlatabilme yeteneğine bağlıdır. Her şeyden önce ve anında, dilenci kurbanını “tartmalıdır.” Ardından, kurbanının kendine özgü kişiliğine ve mizacına hitap edecek bir hikâye anlatmalıdır. Ve işte tam da burada büyük bir zorluk ortaya çıkar: Kurbanı tartmakta olduğu an hikâyesine başlamalıdır. Hazırlık yapmak için bir dakika bile yoktur. Bir şimşek hızıyla kurbanının huyunu suyunu sezmeli ve hedefi vuracak masalı uydurmalıdır.
Bu toplulukta barınabilmek için bu ikiyüzlü dostlukları kabullenmek zorundaydım.
“Çaylaklar” da demiryolu çocuklarının ellerinde çok acı çekerler.
Bilinen bir ifadeyle, çaylaklar acemidir. Çaylak yola yeni çıkmış bir ergen ya da en azından gençlik çağında biridir. Öte yandan, yoldaki bir çocuk ne kadar acemi olursa olsun, hiçbir zaman çaylak değildir; o bir demiryolu çocuğudur ya da “yemlik”tir ve eğer bir “usta” ile yolculuk ediyorsa, “usta malı”dır. Ben asla ustanın malı olmadım, çünkü mal edinilmekten asla hoşlanmadım. Önce bir demiryolu çocuğu, sonra bir usta oldum. Genç yaşta başladığım için çaylaklık çıraklığımı pratik bir şekilde atladım. Kısa bir dönem için, Denizci Çocuk takma ismimi Frisco Kid ile değiştirdiğim dönemde, bir çaylak olma kuşkusu altındaydım. Ama benden kuşkulananlar beni daha yakından tanıyınca fikirlerini çabucak değiştirdiler ve kısa zamanda bir ustanın açık ve ayırt edici havasını edindim. Ve şu bilinmeli ki usta, yolun aristokratıdır. Onlar lordlar ve efendiler, saldırgan insanlar, ilk soylular, Nietzsche’nin sevdiği sarışın hayvanlardır.
Sarhoşlar demiryolu çocuklarının özel avlarıdır. Sarhoş bir adamı soymaya “ipsiz devirmek” derler; nerede olurlarsa olsunlar sürekli sarhoşları kollarlar. Bir sinek nasıl örümceğin asıl avıysa, sarhoş da onların asıl avıdır.
İpsiz devirmek çoğu zaman eğlenceli bir görüntüdür, özellikle ipsiz çaresizse ve dışarıdan birinin karışması olasılık dışıysa. Üstüne ilk çullanışta ipsizin parası ve değerli eşyası gider. Sonra çocuklar kurbanın etrafında savaş konseyi kurmuş gibi otururlar. Bir çocuk, ipsizin kravatını beğendiğinden söz eder.
Kravat yerinden çıkarılır. Bir başka çocuk iç çamaşırların peşindedir. Onlar da çıkarılır, bir bıçak, elbisenin kollarını ve bacaklarını çabucak kısaltır. Bazen, demiryolu çocuklarının hobo arkadaşları çağırılır ve çocuklara büyük gelen palto ve pantolonlar onlara verilir. Ve sonunda ipsizin yanında atılmış paçavralarını bırakarak çekip giderler.
Bir tek gün bile bir diğerine benzemiyor, her biri kendi öyküsünü yaşatıyor.
Zaman zaman gazetelerde, dergilerde, biyografilerde ve sözlüklerde hayatımı anlatan yazılarla karşılaşıyorum; bu yazılardan, sosyoloji çalışmak için serseri olduğumu öğreniyorum. Bu, biyografi yazarlarının nezaketi ve düşünceliliğidir, ama doğru değildir. Ben bir serseri oldum –ama, bu hayat benim içimde var olduğu için, kanımda beni rahat bırakmayan yolculuk yapma tutkusu olduğu için. Sosyoloji tamamen rastlantısaldı; daha sonra geldi, ıslanmanın, tıpkı suya dalmanın ardından gelmesi gibi. “Yola” düştüm çünkü kendimi bundan alamıyordum, çünkü cebimde tren parası yoktu; çünkü hayatım boyunca “aynı vardiya”da çalışacak şekilde yaratılmamıştım; çünkü yollara düşmek, düşmemekten daha kolaydı.
Sanat, sonuç olarak birazcık beceriyle en aşağılık yalanın bile kabullendirebildiği,bir ustalıktan başka bir şey değil.
Size Vermont’da Ruthland’daki taş ocaklarına gitmeyi nasıl başardığımı da anlatayım.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Bu son karşılaşmamız oldu. Sevgili Isveçli bulunduğun yerde , kendine gönlünce bir iş bulmuş olmanı umut ederim!
Iki bardak on sente geliyordu ve sobanın yanında oturup sabaha kadar istediğimiz gibi uyuyabilirdik. Kurtulmuştuk!
Eminim ki eğer karşılaşsaydık ayrılmaz iki dost olurduk , ama bir türlü karşılaşamıyorduk.
Diyelim ki hiç tütünü olmayan aç biri var. Benim de tütünü tek başına içen bir ahlaksiza işim düştü.
Hapishane bahçesinde iki gün boyunca ağır angaryada calistirildim.
Yeni arkadaşım başını sallayarak bana baktı.
Üstümüzde kibrit , tutun, para , çakı vb neyimiz varsa birakmamizi söylediler.
Buffalo’ya gelmişti. Tabii, meteliksizdi. Bütün öyküsü bundan ibaretti.
Birileri seninle konuşmak isteyecek.
Biten gün, hayatımın içindekilerden yalnız bir tane-siydi. Yarın yeni bir gün olacaktı ve ben kabima sığamıyordum.
Konvoyun her egilisinde yıldızlar filo halinde dönüyorlardı. Onları izlerken uyuyakaldım.
Zenci düş kırıklığına uğramış gibi görünüyordu ama sonra koşullara uyarak içecek istedi. Susamıştı gerçekten de!
Üstelik, bir başkası yutulduğunda sıra ona gelince hatırı sayılır bir miktar su içmeye söz verdi.
Birden, ortamın huzuru ve sükuneti bozuldu.
Sonra uzaklaştılar ve beni bir daha rahatsız etmediler.
Anlaşılan bu herifin haddini bilmeye niyeti yoktu.
Onu göremesem de bir süre sonra orda olup olmadigimdan emin olmak için kapıyı araladigim fark ediyorum.
Kör vagonun ne olduğunu anlatayım. Bazı posta vagonlarının iki ucunda da kapı yoktur. Bu nedenle bunlara kör denir. Obur vagonlar normal olarak anahtarla açılıp kapatılır.
Gerçek bir serserinin kaçak yolculuğu nasıl gerçekleştirdiğine örnek olarak kendi başarılarından birini ayrıntılarıyla anlatacağım.
Yün çoraplar çok güzeldi. Onların değerini iyi biliyordum doğrusu. Çünkü aynı gece bir çifti batıya giden posta treninin çatısında delindi.
Lambanın ışığı yüzümü aydinlattiginda beni dikkatle inceledi.
Yaşlı denizci, gençken gördüğü, deniz kenarındaki bu görkemli tapınağı, gözlerinde yeniden canlandırmak üzereydi.
Bu aptal aynasizlara anlattıklarımın doğruluğunu kanıtlayacak kestigim rol kadar ve onaylayacak biri çıktı.
Yanmıştım. Felaket, kulağında altın küpeleri olan , yanık tenli okyanus çocuğu görüntüsüne bürünmüş olarak burnunun dibine geliyordu.
Ne yapsam yararı yoktu. Çok çalışmaktan sersemlemiş bu adamın karanlık ruhunu etkilemek mümkün değildi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir