İçeriğe geç

Yer Eksi İki Kitap Alıntıları – Hakan Evrensel

Hakan Evrensel kitaplarından Yer Eksi İki kitap alıntıları sizlerle…

Yer Eksi İki Kitap Alıntıları

Askerin sadece boynu eğilir. Eğer, belinden yukarısını öne doğru eğmeye başlamışsan, artık yalaka olmuşsun demektir.
İnsan olarak yaşamanın tüm ümitleri tükenmiş olsa bile, acıların sonsuz sabırlarına güç veren tek gerçek sensin.
Ancak ölümü kendinden uzak hissedenler gülebiliyor
Kaderle şans arasındaki çizgidir aslında ölüm.
Korkudan çok çaresizlik Savaşın en önemli duygusu bu bence.
Burda uyursan ölürsün abi. Biz uyursak da, herkes ölür.
Ben kahramanım, diye ortaya çıkanları tarih hiçbir zaman kahraman olarak yazmamıştır zaten.
Bu kavga yalnızca bizim kavgamız değil. Burası da başka bir dünya değil Bir sürü insana uzakmış gibi gözükse de, bir gün burda akan kan herkesin ayaklarına, paçalarına bulaşır.
Ama marifet burda, böyle bir savaşın ortasında olmak değil ki Marifet burda, bu sefalet içinde yaşamakta, değil mi?
Eğer birilerinin kanı akıyorsa, kimsenin bunun neden aktığına dönüp bakmamak gibi bir lüksü yok.
Burda kan akıyor İnsan kanı Ama kimse bu kanı görmek istemiyor gibi geliyor bana. İşte benim doğrum bu.
Burda tek doğru yok. Herkesin kendi doğrusu var. Birine saplanıp kalırsan hiçbir şey anlayamazsın. Ama bazı şeyler var ki onlar da asla tartışılmaz.
Sorunlar tek tek gelince, zaten sorun olmazlar ki. Günlük işler onlar. Farkına bile varmazsın. Öyle çaresiz hissetmez, hepsinin teker teker üstesinden gelirsin. İşte hepsinin bir araya geldiği an, bu an.
Herkesin derdi tasası özgürlük be!
He bu bebeklik, çocukluk, gençlik, yaşlılık hepsi birer misafirdir biliysen. Aha içlerinde en şerefsizi de yaşlılıktır. Bir türlü gitmek bilmiy, ha giderken de seni yanında götüriy. Ölüm olaydı da yaşlılık olmayaydı gurban.
Gözünü çok yükseklere dikersen önünü göremez tökezlersin. Sürekli önüne bakarsan, bu kez de yüksekleri fark edemezsin.
Asker özür dilemez. Çünkü özür dileyecek bir şey yapmaz.
Burda uyursan ölürsün abi. Biz uyursak da, herkes ölür.
Kahramanlık hikâyeleri, tanıkları tarafından anlatılır, hikâyenin kahramanları tarafından değil.
Her şeyiyle kırmızı olan bir şeyin, süse ihtiyacı olur mu zaten?
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Çok komik Tüm dünya bu savaşı Mısırlıların kazandığına inanırdı. Ama aslında Hititler, firavun İkinci Ramses’in ordusunu darmadağın etmiş. Adam yenilip hayatta kalan bir avuç askeriyle zar zor ülkesine dönmüş ama bir sürü tapınağa zaferi nasıl kazandıklarını anlatan destanlar yazdırmış. Bu sayede halkının gözünde saygınlığını korumuş. Ama Hattuşa’daki kazılarda gerçekler ortaya çıkmış.
Teğmen, dik yürü!
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Ölüm olaydı da yaşlılık olmayaydı gurban.
Her yer burdan iyidir ya, o başkadir
Burada gerçeğin rengi KIRMIZI Paşam
İnsanoğlu dümdüz olmalı. Ne düşünüyorsa söylemeli. Öyle kıvırıp durmadan
Yerini, duruşunu belli etmeli.
Alo, yavrum
Tayfun Yüzbaşı mırıldanmaya başladı :
Dünyada ne var ,kendine dert eyleyecek
Bir gün gelecek ki can bedenden gidecek
Zümrüt çayır üstünde sefa sür iki gün
Zira senin üstünde de otlar bitecek!
İmam başını kaldırıp Tayfun a baktı. İmalı bir ses tonuyla Komitanım, Hayyam şarapçidir.
Şarapçı marapçı iyi demiş doğru demiş baksana Hocam
Her uzun yolculukta bir kez daha farkediyorum, ne kadar büyük yahu bu ülke?
Vakit olsa da, şurda otursam , çamurdan gölcükler yapsam , üstüme başıma bulaştırsam , sonra da annemden dayak yesem.
Kayanın arkasında yerini alıp vücudunu yaslayınca derin bir-iki nefes aldı ve ana karnındaki cenin gibi büzülüp geriye baktı. Mermi ve roket seslerinin arasından bir yaralı çığlığı duymaya çalışıyordu. Kendisine en yakın yerde, üç-dört metre ilerde detektörcü Ramazan’ı gördü. Kendisininkinden daha küçük bir taşın ardına sinmiş, ayaklarının dibine düşen mermi parçalarına dehşet dolu gözlerle bakıyordu. Bir anda Puik belirdi ikisinin arasında. Bir Tayfun’a baktı, bir de Ramazan’a Doğruca kader arkadaşının yanına doğru hareketlendi ama Ramazan’ın arkasında saklandığı kayaya bir roketin isabet etmesiyle olduğu yerde zıpladı ve geriye düştü. Toz duman bulutunun arasında Ramazan’ın sendeleyerek ayağa kalktığını gördü Tayfun.
Daha saat erken
7 Mayıs 1993-19:15

Artık hava tamamen kararmıştı. Ama ayın çıkmasına daha en az iki saat vardı. Uzandığı yerden yavaşça doğruldu. Boynundaki gece görüş dürbününü açıp gözlerine dayadı. Sağ tarafındaki sırt hattını inceledi. Yan yana dizilmiş yedi-sekiz roketçiyi gördü. Hepsi de tüm hazırlıklarını yapmışlar, sırt hattının karakoldan görünmeyen yüzünde uzanmışlardı. İçlerinden biri, dizlerinin üzerine çökmüş halde bir RPG-7 taşıyan PKK’lının önünde durmuş roketini yerleştiriyordu. Başını sol tarafa çevirip aynı manzarayı orada da görünce dürbünü indirip düğmesinden kapattı. Yanındakilere eliyle saatini işaret ederek vaktin geldiğini haber verdi.

Hemen altında oturan diğerleri de yavaş yavaş ayaklanıyordu. Yer yer ıslaklığı duran, birbirine birleştirilip elbise haline getirdikleri naylonları başlarından aşağıya geçirmeye başladılar. Sessizliği bu naylonların hışırtıları bozuyordu.

M-16’lının ilk hareketi ile hemen arkalarındaki sırt hattının boğaz yaptığı bir boşluğa doğru sürünmeye başladılar. Burası karakola görünmeden yaklaşabilecekleri en uygun yerdi. Birkaç metre ilerleyince projektörlerin güçlü ışığı kalın naylonu da geçip gözünü almaya başlamıştı. İkiyüz metre mesafedeki güçlü halojen lambalar, doğrudan bakıldığında geçici körlük yapabilirdi. Hemen başını indirdi. Sürünmeye devam ederken arada sırada geri dönüp diğerlerini kontrol ediyordu.

Sırt hattını aşınca kalp atışları hızlanmaya, vücudunu ter basmaya başlamıştı. Başını tekrar geri çevirip eliyle arkasından gelenlere yanına geçmelerini işaret etti. Kendiliğinden oluşmuş bir su oluğunun içinden aşağıya doğru sürünerek ilerliyorlardı. Karakolun ışıkları tam üzerlerindeydi. Bir süre sonra altı bombacı yan yana sürünmeye başlamıştı. Diğerleri de hemen arkalarındaydı. Nefes nefeseydiler. Görünmeden yaklaşmaları halinde, karakola elli metre kala termal kameranın göremeyeceği kuru bir dere yatağına ulaşacaklardı. Zaten buz gibi dere suyuyla ıslatılmış bu naylonlar sayesinde, bir süre daha termal kameradan gizlenebileceklerdi.

Arka taraftan bir metalin sürtünme sesi gelince aniden durdu. Başını yavaşça çevirip o yöne baktı. M-16’lı ile birlikte hepsi donup kaldı, kimse kıpırdamıyordu. Sessiz olmak zorundaydılar, çünkü artık karakoldaki sesler bile duyulmaya başlamıştı.

Şu kum torbasını da versene. Burası boş kaldı.

Abi bir ses duydun mu?

Yoooo. Telaş etme lan. Daha saat erken.

Mukavele mi yaptın herifçilerle?

Yapmadım ama bir şey biliyoz da ona göre konuşuyoz herhalde.

Ben olsam bu saatte başlardım tertip. Ay çıkmadan yani.

İyi iyi, çok biliyon sen Benim çişim geldi.

Gitme ha bi yere. Şuraya işesene Bana bak, şeyinden vurmasınlar

Vakit olsa da, şurda otursam , çamurdan gölcükler yapsam , üstüme başıma bulaştırsam , sonra da annemden dayak yesem.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir