İçeriğe geç

Yeni Bir İnsan Yeni Bir Toplum Kitap Alıntıları – Erich Fromm

Erich Fromm kitaplarından Yeni Bir İnsan Yeni Bir Toplum kitap alıntıları sizlerle…

Yeni Bir İnsan Yeni Bir Toplum Kitap Alıntıları

İnsanda umut ve inanç olmadığı sürece usun da etkili olamayacağına inanıyorum.
Ancak gözleri açılmış olan biri gerçekçidir.
Yaşamın ereği, hem Spinoza hem de Marks için kölelikten kurtulmaktır.
İnsan doğayı değiştirirken kendisini de değiştirir.
İnsanın gözleri ve kulakları çıkarsamalarda daha iyi yargıçlar değil midir ?
Eğitimin gençlere insan ırkının en iyi kalıtlarına ilişkin bilgi vermek anlamına geldiğine inanıyorum. Ama bu kalıt çok kez sözcüklerle dile getirildiğinden eğer öğretmenin kişiliğinde ve toplumun uygulamasında ve yapısında gerçeklik kazanırsa ancak o zaman etkin olur. İnsanı yalnızca bu dünyada özdekleşmiş olan düşün etkileyebilir. Bir sözcük olarak kalan bir düşün, ancak sözcükleri değiştirir.
İnsan, varoluşundaki bu ikiye bölünmüşlük(dichotomy) karşısında yansız ve edilgen kalamaz. Ona, insan olduğu için yaşam tarafından bir soru sorulur: Türdeşleri ve doğa ile bir birlik ve bütünlük duygusuna erişebilmek için kendisiyle dışındaki dünya arasındaki ayrılığı nasıl ortadan kaldıracaktır? İnsan, yaşamının her anında bu soruyu yanıtlamak zorundadır. Yalnızca -ve hatta öncelikle- düşüncelerle ve sözcüklerle değil, ama varoluş ve eylemde bulunuş biçimiyle.
Ussallaştırma aracılığıyla bir eylemin sanki o eylem usa uygun ve ahlaksal dürtülerle gerçekleştirilmiş gibi görünmesine çalışılır. Böylece, eylemin kişinin bilinçli düşüncesine karşıt dürtülerce gerçekleştirilmiş olduğu örtbas edilir. Ussallaştırma çoğunlukla düzmecedir ve insanın us-dışı ya da ahlak dışı eylemde bulunduğunun bilincine varmaksızın eylemde bulunmasına izin veren olumsuz bir işlevi vardır.
insanlar onlara içtenlikle inandıkları için gerçek; toplumsal ve siyasal eylemlerin asıl dürtüsünü saklama işlevini gören ussallaştırmalar oldukları için yalandırlar.
Çökmekte olan toplumlar ve sınıflar genellikle kurgularına sıkı sıkıya bağlı olanlardır. Çünkü doğruluğun onlara kazandırabileceği hiçbir şey yoktur. Buna karşılık, daha iyi bir geleceğe yönelen toplumlar -ya da toplumsal sınıflar- toplum üyelerinin gerçeklik bilincini daha kolay edinmelerini sağlayan koşullar sunarlar.
Marx ve Freud Einstein ile birlikte modern çağın mimarlarıydılar.
Gerçeklerin bilincine varılmasının engellenmesi bir yığın kurgunun(ya da usdışı düşün) kabul ettirilmesiyle kolaylaştırılır. Bunu yapmak da zorunludur. Çünkü, çevremizdeki gerçekleri görmeyi reddettiğimiz için ortaya çıkan boşlukları uyumlu bir görünüm elde edecek şekilde doldurmamız gerekmektedir.
İçinde yaşadığımız çağdaki en devrimsel değişiklik, tüm dünya halklarının artık gözlerini açmış, daha üstün bir maddi yaşam için duydukları isteğin bilincine varmış ve bu umutlarını gerçekleştirmek için gerekli teknik araçları bulmuş olmaları olgusunda yatmaktadır.
İnsan, kendi özgür istencine göre eylemde bulunduğu yanılsaması(illusion) gerçekmiş gibi görebilmek ya da göstermek için ussal nedenler bulur. Bu ussal nedenler, yanılsamasının, yapmak zorunda olduğu şey olarak görünmesini sağlar. Çünkü o, bu eylem biçimini ussal ya da ahlaksal nedenlere dayanarak seçmiştir.
Bir başka bastırma biçimi de olgunun kendisinin değil, duygusal ve ahlaksal anlamının bastırıldığı durumlardır. Örneğin, savaşta düşman tarafından yapılan işkenceler, onun şeytanca kötülüğünün bir başka kanıtı olarak yorumlandığı halde, kendi askerlerimizin yaptığı aynı ya da benzeri şeyler, üzücü, ama anlayışla karşılanması gereken tepkiler olarak kabul edilir. İnsanların çoğu, düşmanın eylemlerini iğrenç buldukları halde, aynı eylemler kendi yandaşlarınca gerçekleştirildiğinde onları kınamak bir yana, tümüyle haklı da çıkarırlar.
‘bilinmesi olası olanın’ bastırılması, ‘iyi bilinen’ bir olgunun bastırılmasından daha sık çıkar karşımıza. Bu düzeneğin bir örneği, başta gelen politikacılar ve generaller dahil, milyonlarca Alman Nazilerin en iğrenç cinayetlerini bilmediklerini öne sürmeleridir.
İlkel benlik(id), içgüdüsel isteklerin toplamını temsil eder. Bu içgüdüsel isteklerin çoğunun bilinçlik düzeyine erişmelerine izin verilmediği için ilkel benlik, içeriği bakımından bilinçdışı ile de özdeşleştirilebilir. İnsanın güvenliğini ve yaşamını sürdürmesi açısından gerçekçi yorumlar yapma ve gerçeği görme işlevini en azıdan yaşam boyu sürdüren örgütlenmiş kişilik olarak benlik(ego) ise ‘bilinçliliği’ temsil eder. Babanın ve toplumun buyruklarının ve yasaklamalarının içselleştirilmesi olan üst-benlik(süper-ego) hem bilinçli, hem de bilinçdışı olabilir. Bu yüzden, bilinçdışıyla ya da bilinçle özdeşleştirilmesi uygun olmaz.
Bilinçdışı olanın bilincine varma kendiliğindenliği ve birdenbire ortaya çıkışıyla belirlenen bir yaşantıdır. İnsanın gözleri ansızın açılır, artık kendisini ve dünyayı değişik bir ışık altında ve değişik bir açıdan görür. Bu olay yaşandığı sırada genellikle büyük ölçüde kaygılanır, ama daha sonra bunun yerine yeni bir güven duygusu doğar. Bilinçdışını bulma süreci kuramsal ve anlıksal bilgiyi aşan, çok derinden duyulan sürekli olarak çoğalan bir yaşantılar dizisi olarak betimlenebilir.
Freud, içimizde gerçek olan şeylerin çoğunun bilinçli olmadıklarını, bilinçli olan şeylerin çoğunun ise gerçek olmadıklarını kabul etmişti.
içimizdeki bilinçdışı gerçeklikle bu gerçekliğin bilincimizde yadsınması arasındaki çelişki çok kez nevrozlara yol açar. Nevrotik belirti ya da nevrotik özyapı bozukluğu, ancak bilinçdışı olanı bilinçli kılmakla sağaltılabilir.
Bir toplumsal özyapı olduğu gibi bir de toplumsal bilinçdışı vardır.
Çünkü malların ve emeğin kaba kuvvet ya da hile olmaksızın değiş tokuş edildiği açık pazarın temel yasasıdır. Dürüstlük düşünü, aynı zamanda eski bir norm olan ‘komşunu sev’ buyruğu, bu buyruğun popülerleştirilmiş biçimindeki bir örneği olan altın kurala yani, ‘başkalarına da sana davranılmasını istediğin gibi davran’ kuralına dönüştürülerek onunla özdeşleştirilmiştir.
feodal sınıfın zorla kabul ettirmeye çalıştığı sınırlamalara karşı savaşını veren orta sınıf için özgürlük böylece en üstün düşün olmuştur.
Zamanımızda özel iyeliğini(mülkiyetini) yitirmiş olan insan, toplumsal yeri bakımından artık bir hiçtir.
Eğer bir toplumsal düzen insani ihtiyaçları belli bir ölçüyü aşarak savsaklar ya da baskı altına alırsa, böyle bir toplumun üyeleri bu toplumsal düzeni kendi insani ihtiyaçlarına daha uygun kılacak şekilde değiştirmeye çalışırlar. Eğer böyle bir değiştirme olanağı bulunmazsa, söz konusu toplum, dayanma gücünden yoksun ve yıkıcı hale geleceği için büyük bir olasılıkla çökecektir.
Günümüz ekonomisi, tüketim sınırlanmasına değil, tersine, en geniş anlamda tüketime dayanmaktadır. Eğer halk, -işçiler ve orta sınıf- gelirinin çoğunu tüketecek yerde biriktirseydi, ekonomimiz ciddi bir bunalımla karşılaşırdı.
”insan kendi toplumunu aşamadıkça, bu toplumun insansal gizil güçlerin gelişmesini nasıl sağladığını ya da engellediğini göremedikçe kendi insanlığını da tam olarak kavrayamaz. ”
”eğer bir toplum ya da toplumsal sınıf, olup bitenleri kavrasa bile, daha iyiye gitmek için nesnel hiçbir umut olmadığından, hiçbir şey yapamıyorsa o toplumdaki tüm bireyler kurgulara bel bağlayacaklardır. çünkü doğruluk (hakikat) konusundaki bilinçlilik onların kendilerini daha kötü hissetmelerine neden olacaktır. ”
”insanların doğayla ilişkileri salt hayvansal ilişkilerdir ve onlar doğadan yabanıl hayvanların korktuğu gibi korkarlar, işte bu yüzden, doğanın salt hayvansal bilinçliliği, doğal bir dindir. ”
”dil, bilinçlilik kadar eski olup başka insanlar için de var olduğundan pratik bilinçliliktir çünkü, dil de bilinçlilik gibi, yalnızca gereksinmeden, başka insanlarla karşılıklı ilişki kurma zorunluluğundan doğar. nerede bir ilişki varsa, orada benim için dil de vardır. hayvanların hiçbir şeyle ilişkileri olmadığı için bir dilleri de olamaz bu nedenle bilinçlilik ta başından beri bir toplumsal ürün olup insan var oldukça da böyle kalacaktır. ”
”günümüzde insanlar uyku uyuyamadıklarını söyleyecek yerde uykusuzluğum var ya da ruhsal bir çöküntü içinde olduklarını dile getirecek yerde bir depresyon sorunum var diyorlar. böylece, bir otomobile, bir duyguya, bir ruh doktoruna ve bir bilinçdışına da sahipler. ”
”toplum, uygarlığın daha yüksek biçimlerine doğru geliştiği ölçüde içgüdüsel istekler geçerli toplumsal kurallarla uyuşamaz duruma gelirler ve bunun sonucunda giderek daha çok baskı altına alınmaları gerekir freud’a göre, uygarlığın ilerlemesi, baskı altına almaların artışı demektir. ”
”freud, hepimizin az ya da çok, kendimizi doğruluk konusunda aldattığımızı göstermiştir. bilincinde olduğumuz şey konusunda içten bile olsak, bilinçliğimiz ‘yanlış’ olduğu ve içimizdeki temeli oluşturan gerçek yaşantıyı temsil etmediği için, büyük bir olasılıkla yalan söylüyoruzdur. ”
”büyük ölçüde yarışmaya dayanan on dokuzuncu yüzyıl kapitalizmi içinde ‘bireysel girişim’ bir ülkü olmuştu. yirminci yüzyıl kapitalizmin ülküleriyse, ekip çalışması ve ‘insansal ilişkiler’dir. çünkü malların ve emeğin kaba kuvvet ve hile olmaksızın değiş tokuş edildiği açık pazarın temel yasasıdır. dürüstlük düşünü aynı zamanda eski bir norm olan ‘komşunu sev’ buyruğu, bu buyruğun popülerleştirilmiş biçimdeki bir örneği olan altın kurala yani, ‘başkalarının da sana davranılmasını istediğin gibi davran’ kuralına dönüştürülerek onunla özdeşleştirilmiştir. ”
” tarihi yapan insan olmayıp, insanı yapan tarihtir tarih hiçbir şey yapmaz. hiçbir savaşı savaşmaz. bütün bunları yapan, daha çok insandır. gerçek ve yaşayan insan. tarih, insanı, kendisi sanki ayrı bir kişiymiş gibi, kendi erekleri için bir araç olarak kullanmaz. o, ereklerin peşinde koşan insanın etkinliğinden başka bir şey değildir. ”
”işçi ne kadar çok üretir ve ürettiklerinin gücüyle yaygınlığı ne denli artarsa o denli yoksullaşır bütün bu sonuçlar, işçinin emeğinin ürünüyle yabancı bir obje olarak ilişki kurması olgusundan doğuyor. çünkü, bu varsayıma göre, işçi kendisini emek sürecinde ne kadar çok harcarsa kendisine karşı yaratmış olduğu objeler dünyasının o kadar çok güçleneceği, işçinin içsel yaşamının daha da yoksullaşıp, kendisinin kendine daha az ait olacağı apaçıktır. ”
” yanılsamalar (illusions) gerçek yaşamın sefaletini katlanır kıldıkları için insanın yanılsamalarla yaşadığını söyler. eğer insan, yanılsamaları oldukları gibi kavrarsa, yani yarı düş durumundan uyanabilirse o zaman kendine gelir, kendi özel kuvvet ve güçlerinin bilincine varır ve gerçekliği artık yanılsamaların gerekli olmayacağı bir biçimde değiştirir. ”
”kendinden geçme (trance) durumunda bir insanın apaçık şekilde gerçek olmayan şeylerin gerçekliğine ne ölçüde inanabileceğini gösteren belli ‘uyutum’ (hypnotic) deneyimlerinden sonra Freud kendinden geçme durumunda olmayan kimselerin düşünlerinin çoğunun da gerçekliğe uymadıklarını, öte yandan gerçek olan pek çok şeyin ise bilinçli olmadığını bulguladı. ”
Endüstri toplumunda çağdaş insan, bu putperestliğin biçimini ve yeğinliğini değiştirmiştir. O, yaşamını yöneten kör ekonomik güçlerin nesnesi haline gelmiştir. Kendi ellerinin emeğine tapmakta, kendisini bir nesneye dönüştürmektedir. Yalnız işçi sınıfı değil, herkes yabancılaşmıştır.
Hegel tarafından ortaya atılıp geliştirilmiş bu kavramın özü, dünyanın(doğanın, nesnelerin, başkalarının ve insanın kendisinin) insana yabancılaşmış olduğu düşüncesidir. Bu düşünceye göre insan kendisini, kendi edimlerinin öznesi olarak, düşünen, duyan, seven bir kişi olarak değil kendi güçlerinin dışlaşmış açılımlarının nesnesi olarak algılıyor. O, kendisiyle ancak yarattığı ürünlere kendisini teslim ederek ilişki kurabiliyor.
Freud’un ‘bir insan doğası modeli’ kurmuş olduğunu açıklamaya gerek yok. Bu model, on dokuzuncu yüzyıl özdekçi(materyalist) düşünce havası içinde kurulmuştu.
İnsan, tarihi boyunca kendisini dönüştüren bir tarih ürünüdür; olanakları ne ise, o olan varlıktır. Tarih, insanın emek süreci içinde, doğduğu zaman kendisine verilmiş olan olanakları geliştirerek kendisini yaratma sürecidir.
İnsan her şeyden kuşkulanmalıdır,inancıyla dolmuştum ..
«İnsanlar sonsuza dek çocuk kalamazlar, Eninde sonunda büyüyüp dışardaki ‘düşman yaşama’ katılmaları gerekir. Biz bunu “gerçekliğe eğitilmek diye adlandırıyoruz.”
Hiç kimse savaş istemiyor; ama bu güçler, insanların arkasında gizli olarak iş görüyorlar. Savaşa neden olan belli gelişmelere yol açıyorlar.
dinamik yaklaşım nasıl bir yaklaşımdır? Bu yaklaşımda can alıcı nokta, geçmiş ya da şimdiki davranışın yüzeyinden derinlere inerek geçmişteki davranış örneğini yaratmış olan güçleri anlamaktır.
Bu varsayım, yanılsamalar(illusions) gerçek yaşamın sefaletini katlanır kıldıkları için insanın yanılsamalarla yaşadığını söyler. Eğer insan, yanılsamaları oldukları gibi kavrarsa, yani yarı düş durumundan uyanabilirse o zaman kendine gelir, kendi özel kuvvetlerinin ve güçlerinin bilincine varır ve gerçekliği artık yanılsamaların gerekli olmayacağı bir biçimde değiştirir. ‘Yanlış bilinç’ yani gerçekliğin çarpıtılmış görünümü, insanı zayıf kılar. Gerçeklikle ilişki içinde bulunup onun uygun bir görünümüne sahip olmak, insanı daha çok güçlendirir. Marx, bu nedenle kendi en önemli silahının doğruluk, yani gerçekliği gizleyip örten yanılsama ve ideolojilerden kurtarma olduğuna inanıyordu. Marksist propagandayı eşsiz kılan özelliğin nedeni bu inançta yatmaktadır.
Marx, temel gerçekliğin toplumun sosyo-ekonomik yapısı olduğunu düşünüyordu.
Marx ve Freud, Einstein’la birlikte modern çağın mimarlarıydılar. Her üçü de doğanın temelde düzenli olduğu kanısındaydılar. Bu, insanın da bir parçası olduğu doğanın tüm işlerinde yalnızca bulunması gereken gizler değil, aynı zamanda bulgulanması gereken örnek ve taslaklar gören temel bir tavırdır.
Bir klan içinde yaşayan biri olmayı sevmiyordum. Bunun nedeni, belki de her şeyden çok, yalnız, şımartılmış bir çocuğun duygusal soyutlanmışlığını aşmaya duyduğu o dayanılmaz istekti.
Tam anlamında gelişmiş, bundan ötürü de sağlıklı insan, üretici olandir. Dünyayla büyük ölçüde ilgilenen, ona yanıt veren insandır. Böyle biri,zengin insandır. Marks kapitalist dizgedeki insanı tam anlamında gelişmemiş insana karşıt olarak resmediyor. ‘ Çok fazla yararlı şeyin üretimi, cok sayıda yararsız insanın ortaya çıkışı sonucunu verir. Bugünkü dizgede insan pek çok şeye sahiptir ama kendisi bir şey olamamıştır. Gercekten gelismis olan insan, kendisi pek çok şey olan, zengin insandir
İlgili olmak, bir şeye bağlanmak, o şeye ait olmak, onun için kaygılanmak anlamına gelir.
Özgürlük şiddetli baskının yokluğundan daha fazla bir şeydir. O yalnız bir şeyden özgür olma değil, bir şeye özgür olma bağımsız olma özgürlüğüdür. Pek çok şeye sahip olma ya da nesneleri ve insanları kullanma değil, daha çok insan olma özgürlüğüdür.
Toplumun amacı insanlığın amaçları ile özdeşleştiği zaman, ancak o zaman, toplum insanı sakatlamayacak ve daha çok kötülük edemeyecektir.
Dünyanın içinde olmak demek , yaşamla kendi gelişmesiyle ve tüm öteki varlıkların gelişmeleriyle ilgili olmak demektir.
Çocuklarımıza Hristiyanlığın temel erdemleri olan alçakgönüllülüğü ve özgeciliği öğretip sonra da onları başarılı olmak için öğrendikleri bu erdemlerin tam karşıtlarının gerekli olduğu bir yaşamın içine sokmamızın bir anlamı var mı?
Eğer insan, yanılsamaları oldukları gibi kavrarsa, yani yarı düş durumundan uyanabilirse o zaman kendine gelir, kendi özel kuvvetlerinin ve güçlerinin bilincine varır ve gerçekliği artık yanılsamaların gerekli olmayacağı bir biçimde değiştirir. Yanlış bilinç yani gerçekliğin çarpıtılmış görünümü, insanı zayıf kılar.
İçinde yaşadığımız çağdaki en devrimsel değişiklik, tüm dünya halklarının artık gözlerini açmış, daha üstün bir maddi yaşam için duydukları isteğin bilincine varmış ve bu umutlarını gerçekleştirmek için gerekli teknik araçları bulmuş olmaları olgusunda yatmaktadır. Bu, umutların gerçekleştirilmesi evresine her ne kadar Asya, Afrika, ve Latin Amerika’nın endüstrileşmemiş ülkelerinde çok uzun bir süre sonra varılacaksa da aynı evrede Batı dünyası ve Sovyetler Birliği’nde göreli olarak daha kısa bir sürede ulaşılacaktır.
Zamanımızda özel iyeliğini yitirmiş olan insan, toplumsal yeri bakımından artık bir hiçtir.
Toplumsal gelişmeler, aynı zamanda gerçekleşmek için uygun koşullardan yararlanan temel insani ihtiyaçlar tarafında belirlenirler.
Eğer bir toplumsal düzen insanı ihtiyaçları belli bir ölçüyü açarak savsaklar ya da baskı altına alırsa, böyle bir toplumun üyeleri bu toplumsal düzeni kendi insani ihtiyaçlarına daha uygun kılacak şekilde değiştirmeye çalışırlar.
İnsanın kendisini hemen hemen her koşula uydurabileceği doğrudur. Ama o, kültürüm üstüne metnini yazdığı, boş bir kağıt değildir.
Bir toplumun üyeleri ve bu toplum içindeki çeşitli sınıflar ya da gruplar toplumsal dizgenin gerektirdiği anlamda iş görebilecek şekilde davranmak zorundadırlar.
Her ne kadar toplumsal yapılar tarihsel gelişimin akışı içinde mutlaka değişirlerse de belli bir tarihsel dönem içinde göreli olarak sabittirler.
Genel anlamda bir toplum yoktur. Yalnızca, değişik, ama anlaşılabilir biçimlerde iş gören özgül toplumsal yapılar vardır.
Toplumsal özyapı kavramı belli bir kültürdeki insanların çoğunda bulunacak özyapı özelliklerinin tam toplamı anlamında sayısal bir kavram değildir.
Marx için özgürlük ve bağımsızlık, liberalizm anlamında yalnızca ekonomik ve siyasal özgürlük olmayıp bireyselliğin olumlu gerçekleşmesidir.
İnsanın varoluş sorusuna doğru yanıtı ancak türdeşleri ile birleşmiş olan Özgür ve üretici insan verebilir.
“İnsan kendini ancak dünyayı bildiği ölçüde bilir . O, dünyayı yalnız kendi içinde bilir ve kendi bilincine de ancak dünya içinde varır. Gerçekten de bilinen her yeni nesne içimizde yepyeni bir çevren açar.”
Edilgin coşkular, uygunsuz, usdışı düşünlerle bağlantılıdır.
Etkin çoşkular (dayanıklılık,yiğitlik,cömertlik) bireyden kaynaklanırlar ve bunlara uygun düşünler eşlik eder.
Marx, insanı toplum tarafından biçimlendirilmiş bir varlık olarak gördüğü için bozuklukların köklerini toplumsal düzenin belirli niteliklerinde görür.
“Yaşamın ne denli yabancılaşmışsa yabancılaşmış varlığının biriktirdikleri de o denli fazla olur.”
Sen ne kadar az sen olursan, yaşamını ne kadar az dile getirirsen, o kadar çoğuna sahip olursun.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir