İçeriğe geç

Yedi Asılmışların Hikayesi Kitap Alıntıları – Leonid Andreyev

Leonid Andreyev kitaplarından Yedi Asılmışların Hikayesi kitap alıntıları sizlerle…

Yedi Asılmışların Hikayesi Kitap Alıntıları

Hayatta iken çok sevilen bir kimsenin mezarında durup ölü arkadaşlarına seslenen bir insanın şefkati ve kederiyle: -Vasya? Diye sordu yavaşça.Duyuyur musun beni? Seni ne kadar çok sevdiğimi bilemezsin Vasya..
Şu karamsarlar ne söylerse söylesin, harika bir şeydir hayat!
Hayatın ipliği ölümle kopmuyordu ve rahat, düzgün bir nakışı işlemeye devam ediyordu.
Beni idam edecekler ama ben ölmeyeceğim. Ben şimdi, şu anda bile ölümsüzken daha nasıl öleyim?
– Şu ömrümüz hayat mı bu yani? Ah canımın içi, hayat mı bu?
Üstelik de ölüm bu hayaller ve kuklalardan ibaret deli dünyada anlamını bile yitirmişti
Ölüm daha yok ama hayat da yok, sadece yepyeni, şaşılası bir şey var
Hele insan öleceği günü ve saati bilse, yaşamaya katlanabilir miydi?
– Olsun, beni idam edecekler ama ben ölmeyeceğim. Ben şimdi, bu anda bile ölümsüzken daha nasıl öleyim?
Ve bilginler ve filozoflar ve cellatlar adım adım gerileyerek ve ürkerek diyeceklerdi o zaman:
– Dokunmayın bu hücreye. Burası, kutsal bir yerdir.
Baksanıza Buyurun, bok herifin yağlı suratına bir bakın. İndirmiş, vallahi indirmiş gövdesine devletin malını.
Baksana, ‘o’ da dikildi köşede duruyor, bir yere gitmiyor. Gitmiyor, gidemez ki, çünkü bu benim kendi düşüncemdir.
Əlvida, ey dostlarım!..
Bütün kainatda başqa kimsə yoxmuş kimi tək və tənha idi.
Görəsən nə olub mənə? Ağlımı mı itirirəm?!
Uzaqlarda əzab-əziyyətlə və yanında asılmaqla edam olunacaq dostlarını düşünürdü
anadan olduğu, böyüdüyü və qocaldığı bu şəhərdə tamamilə özünü itirmişdi.
Bir xeyli ağladı. Sonra ağlamaqdan yoruldu və dərin bir yuxuyla yatdı
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Nəsə demək dəhşətli idi. Dildəki hər söz mənasını itirmişdi, artıq yalnız bir şeyi ifadə edirdi, ölümü
Tren bu istasyonda iki dakika duracak Işte o zaman ölüm başlayacak Sonsuzluğa erişme büyük muamma.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Niye şimdi bu kadar rahat, bu kadar sevinçli, uçarcasına hafif ve özgürüm? Evet, özgürüm. Yarın ki idamı hiç düşünmüyorum, hiç bir idam olmayacakmış gibi.
Sen,bütün acı çekenlerin tatlı umudu
Ölüm daha yok ama hayat ta yok, sadece yepyeni, şaşılası birşey var; anlamlı ya da anlamsız bir şey mi? Ama özellikle derin, gizemli insanlık dışı bir anlama gelen bir şeydi bu ; ve çözülmesi de imkansızdı bunun.
Yakıcı kasırgalar başımızda esiyor
Və gülümsədi, bəlkə də həyatında ilk dəfə idi
Asılaraq ölümün nə demək olduğunu heç ağlına belə gətirməmişdi.
Bir insan öləcəyi günü və saatı çox dəqiqliklə bilə bilsəydi, qətiyyən yaşaya bilməzdi.
hiçbir canlı yaratığın bilmemesi gereken şeyi bilen gölge, köşede bekliyor
[ ] küçədə sərçələr sevindiklərindən ağıllarını itirirdi [ ]
insan olsun, hayvan olsun, yaşayan hiçbir yaratık öleceği saati bilemez, bu özgür bir doğa yasasıdır.
insan olsun, hayvan olsun yaşayan hiçbir yaratık, öleceği saati bilemez, bu özgür bir doğa yasasıdır.
Ama sigara tiryakisi olan bir adamın hapishanede, hele hele idama az kala sigarasız, tütünsüz kalışı ne demek?
Kendi ölümünü asla umursamıyor, kendi ölümü onu hiçbir şekilde ilgilendirmiyordu.
Elleri kupkuru ve sıcaktı daima, ama yüreği bazan buz kesiliyordu.
Asılacak olan adamın bu budalaca neşesi hapishaneye, idama bile bir hakaretti.
Sonra ferahlayarak kendini kuş gibi hafif hissetti. Birisi ona ölümsüz olduğunu, hiçbir zaman ölmeyeceğini söylemiş gibiydi şimdi.
Peki öyleyse bu doğru ise ve böyle ise ve insan yaptığı şeyler kadar yapmak istediği şeyler için de değerli olabiliyorsa O zaman belki de bu fikir uğruna işkence çekme sembolü olan haleye hak kazanıyor.
Hele insan öleceği günü ve saati bilse yaşamaya katlanabilir miydi?
korkmadı içi burkulmadı fazla kasvet de duymadı sadece yapış yapış berbat bir can sıkıntısı duydu insan böyle sıkıntıdan uzaklaşmak çok uzaklara kaçmak gözlerini sımsıkı kapatmak ister
belki bazı insanlar için ölüm var.Şimdilik var, sonra hiç olmayacak..
Böylece her zaman en son dakikada ani bir tesadüfle her şey değişebiliyor
sokaktan gelen bu ışık duvarları resimlerle ufaklı heykellerle ve sessizlikle dolan köşke yabancıydı.,sinsi, rahatsız edici bir şey vardı bu ışıkta ve bunun için bu sessizce odaya sokulan ışık bütün kilitlerin, sürgülerin, bütün duvarların ve güvenlik tedbirlerinin bir işe yaramadığını hatırlatıyor huzurunu kaçıran çaresizlik düşüncesini uyandırıyordu.
Ölümden nasıl korkulur?
Onu çırılçıplak bırakmışlar, olmayacak bir şekilde soymuşlardı sanki: Üstündeki pılı pırtıyı çıkarıp atmakla yetinmemişler, güneşi koparmışlar üstünden, havayı almışlar, gürültüyü, aydınlığı, tavırlarını, hareket gücünü, konuşmasını. Ölüm daha yok ama hayat da yok, sadece yepyeni, şaşılası birşey var; anlamlı yada anlamsız bir şey mi? Ama özellikle derin, gizemli insanlık dışı bir anlama gelen bir şeydi bu; ve çözülmesi de imkansızdı onun.
Ve çıtı çıkmayan sessizliği hafifçe sallayarak kule saati çalıyor, hep çalıyordu. Ve saatin bir çalışından öteki çalışına kadar uzanan kıyılar içinde hayaller yüzüyordu sessizce, biri diğerinin ardından
Yeryüzünde ne kadar bilgin, filozof, ne kadar cellat varsa hepsi şimdi hücresinde bir araya gelseler, önüne kitap, deri yüzen bıçak, balta ve ipler serseler, ölümün varoluşunu ispatlamaya, insanın ya kendi ölümüyle öldüğünü, yada başkasının eliyle öldürüldüğünü ve ölümsüzlük diye bir şeyin asla dünyada mevcut olmadığını anlatmaya çalışsalar, Musa’yı sadece hayrete düşürmüş olacaklardı. Nasıl mümkün? Ölmezlik nasıl olmazmış? O şimdi, bu anda bile ölümsüzdür. Daha nasıl ölüm, daha nasıl ölümsüzlük söz konusu olabilir? O şimdi hem ölmüş, hem de ölümsüzdür, ölümün içinde dipdiridir, hayatta iken olduğu gibi.
Ve nihayet gitti ana. Ağlayarak gitti. Acı acı, uzun uzun ağladı. Başörtüsünün ucu ile gözlerini sile sile ağlıyordu, önündeki yolu görmeden. Hapishaneden uzaklaştıkça gözyaşları daha çok dökülüyor, daha da acı oluyordu. Ne yaptığını bilmeden tekrar döndü, hapishane önüne kadar geldi. Şaşkınlaştı, sonra doğup büyüdüğü, ömrünü tükettiği şehirde yolunu yitirdi ana. Terkedilmiş, boş, içinde tek tük, dalları kırılmış ağaçları olan ufak bir bahçeye saptı; karın daha yeni eridiği ıslak bir banka oturdu. Ve ancak o zaman iyice anladı: Oğlunu yarın şafak vakti asacaklar.
Gene biraz sustular. Konuşmak çok zordu, ağzında bir şeyler gevelemenin anlamı yoktu çünkü. Her şey zaten anlamını yitirmişti ve her şey bir tek anlama geliyordu: Ölüm!
İnsan beyni, ölüm dirim arasındaki, anlatılmayacak kesinlikte olan bir sınırda olmasına dayanamıyor ve rüzgarın kuruttuğu bir kil toprağı gibi bin parça oluyordu.
Böylece her zaman, en son dakikada, ani bir tesadüfle her şey değişebiliyor.
Hele insan öleceği günü ve saati bilse, yaşamaya katlanabilir miydi?
Hele insan öleceği günü ve saati bilse yaşamaya katlanabilir miydi?
İnsan beyni,ölüm dirim arasındaki,anlatılmayacak kesinlikte olan bir sınırda olmasına dayanamıyor ve rüzgarın kuruttuğu bir kil toprağı gibi bin parça oluyordu.
Hele insan öleceği günü ve saati bilse,yaşamaya katlanabilir miydi?
Şu karamsarlar ne söylerse söylesin, harika bir şeydir hayat!
Güneş denizden doğmak üzereydi.
Kaba saba tabutlara ölü bedenler yerleştiriliyordu Sonra götürdüler cenazeleri Boyunları uzamıştı, gözleri deli gibi yuvalarından uğramıştı Mor dilleri şişmiş, şimdi kanlı köpüklü ağızlarından korkunç bir çiçek gibi sarkıyordu. Ve yavaş yavaş adeta yüzercesine geri dönüyordu onlar, aynı yoldan, kendi ayakları ile geldikleri yoldan
Saldırı­yorlar, üstüne atılıyorlar, sürüklüyorlar, asıyorlar, ayakla­rından
çekiyorlar, ipi kesiyorlar, yerleştiriyorlar, götürüp gömüyorlar
Dünyadan bir insan kayboluyor.
Bir insanın, geceleyin evinde yalnız kalınca, bütün eşyaların birden canlanıp insanlara egemen olma gücü ka­zanmaları karşısında aciz kalması gibi, istediğin kadar bağır, şuraya buraya atıl, yalvar, başkalarını imdadına çağır;
boşuna. Eşyalar kendi dilleriyle kendi aralarında bir şeyler konuşacak ve seni asmaya götürecekler. Ve kalan eşya da büyük bir umursamazlıkla olup bitenleri seyredecek.
Keşke idama kadar geçecek bütün zamanı uykuda geçirebilsem!
Günün birinde nasılsa öleceğim, yalnız ne zaman öleceğimi bilmediğim için korkmuyorum.
– Nedir bu? Bu ne muhteşem manzara!
( ) Hayat artık yepyeni bir hal alıyordu. Eskiden yaptığı gibi gördüklerini sözlerle ifade etmeye çalışmadı. İnsanın yoksul dilinde bunları anlatacak kelimeler yoktu.
”Ama belki ruhunda, yüreğinde taşıdığı bu özellik,
belki insanlara karşı olan sonsuz sevgisi,
büyük kahramanlığa her an hazır oluşu,
kendi kişiliğine asla önem vermeyişi.
onu haklı çıkarabilirdi.?
Yapmak istediği ve yapabildiği şeyleri tamamlayacak zaman bulamamıştı ki,
ona vakit bırakmamışlardı ki.
Onu mabedinin eşiğinde,
tapınağının önünde öldürmüşlerdi ”
.
– Şu ömrümüz Hayat mı bu yani? Ah canımın içi, hayat mı bu?
Çocukluğunu ve gençliğini geçirdiği zengin ve kara cahil bir tüccar evi olan baba evinde, din kisvesi altında sezdiği ikiyüzlülükten sadece iğrenç, buruk, insanı tiksinti ile dolduran bir tat kalmıştı. İmanı yoktu.
Bana kalsa ne yapardım, biliyor musun? Tek başıma bir alay askerin önüne çıkıp onlara Browningden ateş açardım. Olsun ben tek olayım, onlar ise binlerce kişi, kimseyi vurmayayım bu da önemli değil. Önemli olan, onların kalabalık olmalarıdır. Ben ise tekim. Ve binlerce kişi, onu öldürmek için bir tek kişinin peşine düşerse, demek ki bu tek kişi, yeniyor davada.
Bu beyefendiler ne sanıyorlar? Ölümden daha korkulu birşey yokmuş dünyada onlar için. Kendileri ölümü icadettiler, kendileri de ondan ürküyorlar, bizi de korkutmak istiyorlar.
İnsan, dudaklarında gülümseyen selamıyla akşam gireceği dost evini, sabahtan böyle severek düşünüyor.
Bir insanın, geceleyin evinde yalnız kalınca, bütün eşyaların birden canlanıp insanlara egemen olma gücü kazanmaları karşında aciz kalması gibi, istediğin kadar bağır, şuraya buraya atıl, yalvar, başkalarını imdadına çağır; boşuna. Eşyalar kendi dilleriyle kendi aralarında bir şeyler konuşacak ve seni asmaya götürecekler. Ve kalan eşya da büyük bir umursamazlıkla olup bitenleri seyredecek.
Ve hayatta iken çok sevilen bir kimsenin mezarında durup ölü arkadaşlarına seslenen bir insanın şefkati ve kederiyle:
-Vasya? diye sordu yavaşça. Vasya? Duyuyor musun beni? Seni ne kadar çok sevdiğimi bilemezsin Vasya!
Saldırıyorlar, üstüne atılıyorlar, sürüklüyorlar, asıyorlar, ayaklarından çekiyorlar, ipi kesiyorlar, yerleştiriyorlar, götürüp gömüyorlar

Dünyadan bir insan kayboluyor.

Ama önemli olan, Vernerciğim, bizim kendimizin de ölüme hazır oluşumuzdur. Anladın mı? Bu beyefendiler ne sanıyorlar? Ölümden daha korkulu bir şey yokmuş dünyada onlar için. Kendileri ölümü icat ettiler, kendileri de ondan ürküyorlar, bizi de korkutmak istiyorlar.
Başını salladı, sağa sola çevirdi, baktı ki çevrilebiliyor başı daha. Ve bu, nedense şimdi ürkünç bir şey, o kendisi, Sergey Golovin yani, henüz var ama çok yakında olmayacak.
Şimdi iyi yapmamız gereken bir iş daha kalıyor: Mertçe ölmek!
-Olsun, beni idam edecekler ama ben ölmeyeceğim. Ben şimdi, bu anda bile ölümsüzken daha nasıl öleyim?
Ve bilginler ve filozoflar ve cellatlar adım adım gerileyerek ve ürkerek diyeceklerdi o zaman:
-Dokunmayın bu hücreye. Burası, kutsal bir yerdir.
Her şey zaten anlamını yitirmişti ve her şey bir tek anlama geliyordu: Ölüm!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir