İçeriğe geç

Yaşayan Ölü Kitap Alıntıları – Samiha Ayverdi

Samiha Ayverdi kitaplarından Yaşayan Ölü kitap alıntıları sizlerle…

Yaşayan Ölü Kitap Alıntıları

Zîra insan, değil acı ve tatlı kaydından, hattâ sırasında aşkından bile geçmedikçe ölmüş olmuyor.
İnsanlar ölülerden bahsetmeyi bir çeşit fedâkârlık ve çabuk bertaraf edilmesi îcap eden bir yorgunluk, bir zahmet addediyorlar.
Ağacın kıvam bulması meyveyi haber vericidir; rûhun kıvam bulması da hakîkati haber vericidir.
Denize ulaşmak için gökten yere düştüğü halde karaların arasında sıkışıp kalan bir su damlası gibi, maksûdu ile irtibat kuramadan geçen bir ömür, acınmaya değmez mi?
Birlik dünyâsı da, küllî güzelliğini bin bir zıddın birliğine borçlu değil midir?
Bu cesedin içinde insan nâmını taşıyan yalnız, görücü, bilici, idrak edici gözdür; ötesi et, deri ve kemik. O göze sahip olmadıktan sonra, yaprak, ağaç veya insan müsâvî.
Biz insanlar, dâima bir âşinâlıkla bağlı olduğumuz varlıklara doğru yaklaşmak arzusu hissederiz.
Demek ruhların da ağlayacak gözleri varmış!
“Aşk âlemine, menfaat, riyâ ve yalan sığmaz. Orada ikiliğe yer yoktur. Sev, fakat bir şey bekleme. Sevdiğin için ağla, sevilmediğin için değil”…
Mâdemki insanlar bir aşka av olmakta istisnâsızdırlar, kendi zâtında ateş kesilmiş vücutların, dönüp bir kıvılcıma tenezzül etmeleri beklenir mi?
Tıpkı bir zincirin halkaları gibi hem birbirimize bağlı, hem ayrı ve tek başımıza idik.
İnsan, insan olarak doğmak için kaç defa ölmüş, dirilmiştir.
Eğer içinin sesinden uyanmaz be doğrulmazsan, hâriçteki seslerden faydalanamazsın; zîra hiçbir ses kalbindeki fetvâ kadar doğru haber verici olamaz.
Onlar bir insan gibi sever, bir ölümsüz gibi sevilirler.
Onlar hayatta ölüm sükûneti, ölümde hayat kaynağı bulmuş saâdet sahipleri. Onlar yaşayan ölüler…
Şu gecenin rehâveti insana ne acâyip acâyip şeyler düşündürüyor.
Fakat yaramı kanadının altında saklıyorum; şâyet bu yara günün birinde kanarsa, akan damlaları âleme göstermemek için yabancı ormanlara uçarım.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kötülükler bir bataklığa benziyor, bir kere bu pis çukura ayağını kaptıran kazâzedenin oradan kurtulmak için yaptığı hareketler, biraz daha batmasına, biraz daha tehlikeye düşmesine sebep oluyor.
İnsanın bizzat kendi varlığında saklı, öyle bilinmedik şeyler var ki, gün olup bunlardan âgâh oldukça, hayret ve dehşetten, sığınacak köşe bulamıyor.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Sanki önümde bir yol ve sonsuz yolcular var. Kimi yaya, kimi atlı, kimi kuş kanadında uçup geçmekte… Ben bunlardan hangisiyim ?
Taştan mücevher olmasını istemek, hem mânâsız hem de câhilâne bir temennîdir; ancak aslında cevheriyet kabiliyeti olanların taş kalmalarına acınır.
Aşkta ölmeyi bilenler, ölmeden ölen ve öldükten sonra da yaşayan kimselerdir
Tesadüf mü dedim? Bu kubbenin altında tesadüf yoktur; tesadüf demek, Allah’a bûhtan etmektir, (iftira etmek) diyen hakim ne doğru söylemiş .
İnsan, kâh zulümdür, kâh fesattır, kâh ateştir, kâh ise veba Gene o insan hem hikmettir, hem salâhtır, hem kainat ve hem maksut.
Benim yalnızlığım, ıssız bir çölün yahut tenha bir dağ başının kimsesizliğine benzemeyen bir yalnızlıktı.
Meğer insanın, yüzü gibi içini de görmek için bir aynaya bakması lazımmış.
Emeline karşı ecelin gülüyor, tedbîrine karşı takdîrin gülüyor.
Bu kubbenin altında tesâdüf yoktur; tesâdüf demek, Allah’a bühtan etmektir.
Biz insanlar, denizin dalgasını görür, onu tahrik eden rüzgârı görmeyiz.
Ben de bu söz de iğrendiğim menfaatin kulu olmaktan kurtulamamışım.
Kanadı biten kuş, anasının yuvaya getireceği nafakayı beklemez, her gördüğü lokmaya gagasını uzatır.
Hayat, hiç umulmadık sürprizleri yüzünden bu kadar câzip değil mi?
İhtiraslarını, zaaflarını, isyanlarını öldürememiş kimse aşkı ne bilir?
Eğer bütün ömrümüz bahar gibi toy ve hafif meşrep olsa , yaz ve güzün nîmetlerine ve kemâline sâhip olabilir miyiz?
Demek ruhların da ağlayacak gözleri varmış!
Neden bilmiyorum, bugün bir çöl yolcusu gibi devamlı susuzluk hissediyorum.
Ve gene kâinatta tek düşmanım ve yabancım, bu sahte hüviyetle kendi karşıma çıkan kendimdir.
Sen, aradığın dost evini bulmak için yanlış kapı çalan bir yolcu idin.
Herkes gönül bağladığı şeyin sevdâlısıdır.
Ey insan, aklın, toz altın gibi dağınık ve parça parçadır ki nice utançlara ve nice çeşitli işlere taksim olmuştur. Hiç bu dağınık ve perîşan akla, ilim ve birlik sikkesi darbedilir mi? Ve ona hakîkatten, aşktan söz söylenir mi?
Eğer hakîkaten onu yükselten kudret aşk ise, niçin ben sevdiğim zaman olgunlaşmadım?
Ya onun aşkı benim aşkıma benzemiyor; yâhut ben aşkı onun kabul ettiği mânâda anlamıyorum.
Bir ölünün yaralı olmaktan ne korkusu olur?
Emeline karşı ecelin gülüyor, tedbirine karşı takdirin gülüyor.
O düşman, bu düşman Öyle ise dost kim?
Kızım, her ceviz yuvarlaktır; fakat her yuvarlak, ceviz değildir. Herkes insandır, fakat her gördüğün insan, insan değildir.
Ama insan vardı, insanın tecessüsleri vardı, onun arayışlarını sıfırlamak imkan dahilinde değildi
Her ceviz yuvarlaktır; fakat her yuvarlak, ceviz değildir. Herkes insandır, fakat her gördüğün insan, insan değildir.
Alem seni tanımıyor sevgilim Onlara desem ki; aşk, taptığım güzelin gölgesidir, siz hiç sahibinden ayrı gölge gördünüz mü ?
Birlik dünyâsına dalıp garkolan kâmil insan uzaklıktan şikâyet eder mi? İşte onun ayrılıklardan şikâyeti, kopup geldiği mânâ âleminin hasretiyle yanıp yakılmasından ibârettir.
İnsan, kâh zulümdür, kâh fesattır, kâh ateştir, kâh ise veba… Gene o insan hem hikmettir, hem salâhtır, hem kainat, hem maksut…
Nedir bu benliğini bir noktaya toplayış, bir yola seferber ediş?
Bir şeyi ilmen bilmek hattâ tenkit ve tahlil salâhiyetini kazanmış olmak, o şeyi halletmek demek değildir.
Her sevgi, karşısında bir insan değil, bir sânem buluyor.
Aşk, beşeriyetin başına musallat olan en sahte his.
Mazhar-ı feyz olamaz düşmeyicek hâke nebat
Mütevâzı olanı rahmet- i Rahman büyütür
Gözden öpmek ayrılığa sebepmiş ama ben nasılsa senden ayrıyım. Şu halde gözlerinden öperim sevgili Seniye
Çünkü gel,
Çünkü gelmen gerek,
Çünkü gelmezsen, gidecek herşey.`
Belki sarı kelebeğin beyaz kelebeğe olan meyli, tabiata bir zarafet ve güzellik numunesi kazandırır. Fakat kendi manasından aykırı bir mana peşinde koşarak onunla uyuşan ve ünsiyet eden kimse için, meydana getirdiği fikir zürriyeti, bir yüz karasından başka ne olabilir?
Tanımak, şuurla, ruhla, aşkla olur. Halbuki ne gelmesi, ne gitmesi, ne de başlangıç ve son arasında geçen zamana sahip olması elinde bulunmayan mevcudat için, dünyayı tanımış olmak ne yersiz bir ifade.
Biz insanlar, daima bir aşinalıkla bağlı olduğumuz varlıklara doğru yaklaşmak arzusu hissederiz. Elimi sürdüğüm şu toprak, okşadığım bu yeşilliklerle benim aramda da kuvvetli bir yakınlık, ceddi ve ezeli bir anlaşma yok mu? Tabiata yaklaşmak istemekle kendime yaklaşmak istediğimin belki de farkında değilim.
Gülmekte olan kimse, kahkahaya kanıncaya kadar, gülmesini devam ettirecek vesileler arar, hatta icat eder. Ağlamakta olanın da, hüzünden usanıncaya kadar dimağında geçit resmi yapan, hep endişeli düşüncelerdir.
Hiçbir şey okuyamıyorum; yalnız ve yalnız, bastırılmaz bir ihtilal halinde olan ruhuma İmam Ali’nin ölmez nefesi, insan muammasının esrarını çözüyor:
Devan sendedir, halbuki bilmezsin; derdin de sendedir, halbuki görmezsin. Sen kendini küçücük bir varlık zannedersin, halbuki koskoca cihan sende dürülmüştür.
Söz nûranî bile olsa vefâsızdır, fânîdir; sen onu terketmesen bile o seni tez bırakır. Nûranîlikten de geç, nûr ol Ta ki ne terkeden ve terkedilen kalsın
Büyük ruhlar, göze görülmez ve fena bulmaz rabıtalarla birleşmek için kendilerine benzer ruhlar ararlar.
(Eflatun)
Fakat ne acep ki insan, başkalarının ayıbını görmekte kendi suçunu görmekten çok daha mahir imiş!
neticesi cehil olan çok bilgi olduğu gibi, semeresi bilgi olan çok da cehil varmış.
Plotin der ki: Mûsikî, düşünmeksizin aşktan ilham alınan zamanlardır.
Zira musiki, insanın kendini aldatmaya uğraşmayacağı ulvi anlardan bir andır.
Sanki önümde bir yol ve sonsuz yolcular var. Kimi yaya, kimi atlı, kimi kuş kanadında uçup geçmekte.. Ben bunlardan hangisiyim?
Taştan mücevher olması istemek, hem manasız hem de cahilane bir temennidir; ancak aslında cevheriyet kabiliyeti olanların taş kalmalarına acınır.
.. ihtiraslarını, zaaflarını, isyanlarını öldürememiş kimse aşkı ne bilir?
Hangi bahar vardır ki tarâveti ebedi olsun?
O kimseyi dost edin ki, yokluğunda seni arasın, neşenle neşelensin, kederinle mahzun olsun ve ona karşı hata işlediğin vakit kendi yapmış gibi hicap duysun
(Ebul Hasan Ali bin Abdullah Şazeli)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir