İçeriğe geç

Yaşamım ve Psikanaliz Kitap Alıntıları – Sigmund Freud

Sigmund Freud kitaplarından Yaşamım ve Psikanaliz kitap alıntıları sizlerle…

Yaşamım ve Psikanaliz Kitap Alıntıları

Ayrıca bütün o curcunalı kalabalık içinde şahane yalnız kalabiliyor insan.
İnsan bir kez melankoliye yakalanmış olmasın, her olaydan bir hüzün payı çıkarır kendine.
İnsanların göründükleri kadar farklı olduğu söylenemez birbirinden, düşünce ve davranışlarına bakarak onları büyük sınıflara ayırmak zor değil, bu da doğal bir şey, çünkü benzer koşullar benzer insanları yaratır hep!
Onca eseri yıkıp geçen Dünya Savaşı, bizim Uluslararası Psikanaliz Derneği’ne zarar verememişti.
Bugün psikanaliz yardımıyla, her insandaki libido obje seçiminin biraz homoseksüel nitelik taşıdığını ortaya koyabilmekteyiz.
Ve her zaman öylesine güçsüz kalırdım ki, içimi yakıp kavuran tutkuları dışa vuramazdım. Dolayısıyla hep baskıladım kendimi, sanırım bu da halimden belli oluyor.
Kültür iki temel direk üzerine dayanmaktadır; bunlardan biri doğa güçlerinin egemenlik altına alınması, öbürü bizim kendi içgüdülerimizin sınırlanmasıdır.
İnsan bir çalışmadan belli bazı sonuçlar bekler de bekledikleri çıkmayıp düş kırıklığına uğrarsa, cesaretini yitirmeye hakkı yoktur; yapacağı şey, beklediği sonuçlarda düzeltmeye gitmektir.
İnsanın varlığındaki iblis onun en iyi yanıdır, onun kendisidir.
İnsan bir kez melankoliye yakalanmasın, her olaydan bir hüzün payı çıkarır kendisine.
Doğrusu genç birinin çıkıp, kitabının kaleme alınmasına yol açan nedenlerden biri olduğu zaten kitap okunduğu zaman görülecek bir açgözlülüğü kendisinde barındırdığını saklamadan itiraf etmesi, hiç de küçümsenecek bir davranış değil. Adler’in kendine ön sırada bir yer kapmak için gösterdiği çaba, yine de psikanalizin haynna yorumlanması gereken bir sonuç doğurmuştu. Aramızda uzlaşmaz bilimsel ayrılıklar başgösterip, kendisini Merkez Dergisi’nin yönetim kurulundan çekilmeye zorlamam üzerine Adler dernekten de ayrıldı, kendi başına bir dernek kurdu
Uzun yıllar Dr. Adler’in inceleme ve araştırmalarını izlemiş, özellikle kuramsal alanda güçlü bir zekâsı bulunduğunu hep söylemişimdir. Benim tarafımdan şahsına karşı girişildiğini ileri sürdüğü «takip» eylemlerine gelince, böyle bir savın yersizliğine örnek olarak, Uluslararası Psikanalistler Derneği’nin kurulmasından sonra Viyana’daki yerel derneğin yönetimini kendisine bıraktığımı belirtmek isterim. Ancak, dernek üyelerinin ısrarlarına karşı duramayıp, bilimsel konular görüşülürken başkanlığı yine üstlenmeyi kabullendim. Dr. Adler’in özellikle bilinçdışının değerlendirilmesinde pek yetenekli sayılamayacağını görür görmez, kendisine beslediğim güveni bir başka alana kaydırdım,
Başkanlığa Jung’u seçmenin, bütün bu sayıp döktüğüm üstünlüklere karşın alabildiğine isabetsiz bir davranış sayılacağını,, böylelikle bir başkasının otoritesine katlanamadığı gibi,, kendisi de bir otorite kurmasını asla beceremeyen ve tüm çabasını kimsenin gözünün yaşına bakmaksızın çıkarlannı savunmak uğrunda harcayan bir kimseyi başa getirdiğimizi o zamanlar sezememiştim
Baktınız ki beni anlamıyorsunuz koy verin düşüncelerimi gitsinler. Ne yapayım,
Aylarca susup yazmazlık etmeyiniz yoksa sizi kaybedilmiş biri olarak görmeme neden olursunuz.
Nevrastenide söz konusu anormallik, gebeliğin önlenmesi amacıyla cinsel birleşmede meninin (sperma) dışarı akıtılması (coitus interruptus), amacına varması engellenmiş içtepiler, cinsel perhiz, korku nevrozunda ise aşın istimna (mastürbasyon) ve sık sık ihtilâm (pollusyon) gibi durumlardı.
psikanalizi geliştirip ortaya koymam, Breuer’in dostluğunu yitirmeme yol açtı. Doğrusu böyle bir başarının karşılığını bu kadar ağır ödemek kolay olmadı benim için. Ancak, ister istemez katlanmam gerekiyordu.
Ben, ipnotizmaya başvurarak kadını insan onuruna yaraşır bir yaşama kavuşturmuş, kendisini sık sık içerisine yuvarlandığı acınacak durumdan her seferinde çekip almayı başarmıştım.
Anlatıldığına göre, Freud bir ara kitaplığındaki 143 ciltlik Goethe’nin bütün eserlerinin önünde dikilirken, bu yapıtların ozanın kendisini gizlemesine hizmet ettiğini belirtmişti. Frankfurt’taki Goethe armağanı konuşmasını ise şu saptamayla bitirir: Goethe yalnız «büyük bir itirafçı değil, beri yandan yapıtlarındaki o bir sürü özyaşamsal açıklamalara karşın kendini titizlikle gizleyip saklayan biriydi». Burada Mephisto’nun şu sözlerini anımsamamak elde değildir:

«Sersemlere söyleme sakın Bilebileceğin en İyi şeyi

Bunca özyaşamöyküsünü değersiz kılan da onlardaki düzmeceliktir.
Yaşamın bize sunduğu tablo Eros ve ölüm içgüdülerinin eşzamanlı ve birbirine karşıt eylemlerinin sonucunda ortaya çıkmaktadır.
Burada Mephisto’nun şu sözlerini anımsamamak elde değildir.
Sersemlere söyleme sakın.
Biliebileceğin en iyi şeyi.
Böylece, Mephisto’nun şu sözlerle dile getirdiği uyarmanın doğruluğunu kendim yaşayarak anladım:
Boşuna bilim dallarında gezinip dolaşmamız
Herkes öğrenebileceği kadar öğrenir yalnız.
Bir şeyden korkmanız ya da korkmamanız neye yarar ?Bir şeyin bizim korktuğumuz kadar gerçek sayılıp sayılmayacağı değil midir asıl sorun ?
İnsan bir kez melankoliye yakalanmasın,her olaydan bir hüzün payı çıkarır kendisine
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Dünyadaki olaylar senfonisinden uygarlık tarihiyle ilgili tiz perdeden birkaç tona kulak verilmekle yetinilmiş, o muhteşem içgüdüsel melodi işitilmezlikten gelinmiştir.
Ben’in bilinçdışına itilmiş neslere karşı koyması uykuda tümüyle ortadan kalkmaz, ancak zayıflar biraz.
Sersemelere söyleme sakın
Bilebileceğin en iyi şeyi!
Boşuna bilim dallarında gezinip dolaşmanız,
Herkes öğrenebileceği kadar öğrenir yalnız.
Kendisini çokluk küçük biri gibi hissediyorsa da, düşünen bir insan ve dürüst bir vatandaş olarak taçlı tahtlı kalabalık karşısında enikonu büyük görüyor; öyle bir kalabalık ki,amaca uygunluk öğretisine kafa tutuyor varlığı, kovandaki erkek arılar kadar bile olamıyor
İnsanların göründükleri kadar farklı olduğu söylenemez birbirinden, düşünce ve davranışlarına bakarak onları büyük büyük sınıflara ayırmak zor değil,bu doğal bir şey, çünkü benzer koşullar benzer insanları yaratır hep!
İnsan bir kez melankoliye yakalanmasın,her olaydan bir hüzün payı çıkarır kendisine.
Sanatçılar hayal ülkesinin, haz ilkesinden gerçeklik ilkesine o acı geçişte kurulan ve gerçek yaşamda ister istemez el çekilmiş içgüdüsel doyumların yerine tutacak doyumlar sağlayan bir ülke olduğunu sezmişlerdi.
“Bir şekilde unutulmuş olan her türlü şey rahatsız edici şeylerdi; öznenin kişisel standartlarına göre ya endişe ya acı ya da utanç verici nitelikteydiler.”
Güçlü bir düşünceyi savundukları sürece güçlüdür insanlar; bu düşünceye karşı çıktılar mı, hiçbir şey yapamaz duruma gelirler.
İnsan bir kez melankoliye yakalanmasın, her olaydan bir hüzün payı çıkarır kendine.
Sanatçılar hayal ülkesinin, haz ilkesinden gerçeklik ilkesine o acı geçişte kurulan ve gerçek yaşamda ister istemez el çekilmiş içgüdüsel doyumların yerini tutacak doyumlar sağlayan bir ülke olduğunu sezmişlerdi.
ortaya çıkan düş, söz konusu içtepinin bir doyuma ulaştırılması, yani içtepideki saklı isteğin gerçekleşimidir.
Anlamayacaklara söyleme sakın
Bilebileceğin en güzel şeyleri!
Güçlü bir düşünceyi savundukları sırada güçlüdür insanlar.
Vergebens, dass ihr ringsum wissenschaftlich schweit, Ein jeder lernt nur, was er lernen kann. (Çepeçevre bilimsel takılmanız boşuna. Herkes sadece öğrenebileceğini öğrenir.)
Kendine güven duygusu ve direnme gücü düşünsel yapısındaki mükemmelliğe göre pek üstün düzeyde değildi.
Baskılanmış bir itkinin talepleri ile egodaki sansürleyici bir gücün direnci arasında gerçekleşen uzlaşmalardır rüyalar. (Nevrozlarla) Benzer bir kökene sahip oldukları için de en az onlar kadar anlaşılmaz ve en az onlar kadar yorumlanma gereksinimi içinde bulunmaktadırlar.
Bir çocuğun yaşamı ilk doruk noktasına dört veya beş yaşları civarında erişmektedir. Fakat ondan sonra cinsellikteki bu erken tomurcuklanma son bulmakta; son derece büyük bir canlılık göstermiş olan cinsel itkiler bir baskılamaya yenik düşmekte ve onu ergenlik çağına kadar devam eden ve ahlak, utanç ve tiksinti duyguları şeklinde tepki oluşumlarının meydana geldiği bir latens dönemi takip etmektedir.
Yaşamın en ilk dönemlerine ait izlenimler, çoğunlukla bireyin gelişiminde silinmez izler bırakarak ve bilhassa daha sonra ortaya çıkacak olan herhangi bir tür sinirsel rahatsızlığa karşı yatkınlık yaratarak unutulmuşluğun içine gömülüyordu.
İçimde hissettiğim güç benden sadakatini esirgemezse , şu karmaşık varlığımızdan sanırım kimi izler bırakabiliriz geride .
Uzun süre kanserle mücadele eden Freud, 23 Eylül 1939’da yaşamını yitirdi.
Çeşitli bedensel engelleri olan Anna O. isimli bir hastasına uyguladığı “hastayı konuşturarak tedavi” yöntemi psikanalizin temelini oluşturdu. Prof. J. M. Charcot ile Paris’te histeri üzerinde yürüttüğü çalışmaların ardından, 1890’ların sonunda nörolojiden uzaklaşarak klinik psikolojiye yöneldi.
Avusturyalı nörolog ve psikanaliz ekolünün kurucusu.
6 Mayıs 1856, Freiberg, Avusturya-Macaristan İmp. (bugün Pribor, Çek Cumhuriyeti sınırları içinde) – 23 Eylül 1939, Londra.
Aylarca da susup yazmazlık etmeyiniz yoksa sizi kaybedilmiş biri olarak görmeme neden olursunuz.
Kibarlığın bu kadarı da fazla, insanın üzerinde neredeyse çirkin bir davranış izlenimi bırakıyor.
Benzer koşullar, benzer insanlar yaratır.
Insan bir kez melankoliye yakalanmasın, her olaydan bir hüzün payı çıkarır kendisine.
İlk yaşam döneminin çoğunun sonradan unutulup gitmesine karşın, bireyin gelişiminde silinmez izler bıraktığı, özellikle ileride baş gösterecek nevrotik hastalıklar için bireyde bir yatkınlık yarattığı görüşü doğrulanıyordu.
“Sırları ele verme suçunu işlemeden doğru dürüst bir iş ortaya konmaz”.
Boşuna bilim dallarında gezinip dolaşmanız,
Herkes öğrenebileceği kadar öğrenir yalnız.
Musa ete kemiğe bürünmüş bir yüceltmedir.
Fakat büyük şahsiyetlere duydukları merak tatmin edilmeyecek derecede yüksek olduğundan, insanlar gerçek tasvirlerle beslenmedikçe daima efsanevi olana yönelecektir.
Kültür iki temel direk üzerine dayanmaktadır; bunlardan biri doğa güçlerinin egemenlik altına alınması, öbürü bizim kendi dürtülerimizin sınırlanmasıdır.
Jung’un psikanalizde yaptığı değişiklikleri eleştirirken ise :” Bu değişiklikler o kadar açıklıktan uzak, o kadar bulanık, o kadar çapraşık bir şeydir ki karşısında şöyle ya da böyle bir tutum takınmak kolay değildir. Neresinde bir kusur bulsa, orasını yanlış anladığı suçlamasının şahsına yönetileceğine insanın kendisini hazırlaması gerekmekte, ilgili değişikliklerin doğru olarak nasıl anlaşılacağı da bir türlü bilinememektedir.”
Freud Adler’in sistemini eleştirirken şöyle der : “ Şurası unutulmamalıdır ki cinsel gereksinimlerin sultası altında ezilen insanlık kendisine sunulan her görüşü benimsemeye dünden hazır bekler; yeter ki bu görüş “cinselliği” yenme sözverisini oltanın ucunda bir yem gibi buyur edip atsın önüne.”
Herkes öğrenebileceği kadar öğrenir yalnız.
Hal’in tadına varmak için onu anlamak, onu anlayabilmek için de geçmişi bilmek gerekir.
Psikanalizin çok sert itirazlarla karşılaşması özünden kaynaklanıyordu; özü gereği, pek nazik bazı noktalarda kültürlü insanların önyargılarını incitmiş, genel anlaşmalarla baskılanıp bilinçdışına itilmiş nesneleri ortaya çıkardığı için herkeste bir tepkinin doğmasına yol açmış, bu yüzden çağdaş insanları, psikanaliz tedavisinde içlerindeki direnişleri açığa vuran hastalar gibi davranmak zorunda bırakmıştır.
Psikanaliz, daracık bir toprak parçası üzerinde serpilip boy attı. Bir tek amaç güttü başlangıçta: Fonksiyonel sinir bozuklukları diye nitelenen hastalıkların yapısını biraz açıklığa kavuşturmak, bu hastalıkların sağaltımında şimdiye kadar hekimlerin gösterdiği tam bir çaresizliği yenebilmek.
Psikanalizin tarihi, nevrozluların sağaltımında uygulanan yöntemde bir değişikliğe gidilerek hipnotizmadan el çekilmesiyle başlar. Psikanalitik kuram, nevrozlulardaki hastalık belirtilerinin geriye doğru izlenip nedenlerinin ele geçirilmeye çalışılması sırasında karşılaşılan beklenmedik iki olayı, aktarım ile karşı koymayı açıklama denemesidir.
İnsanların göründükleri kadar farklı olduğu söylenemez birbirinden, düşünce ve davranışlarına bakarak onları büyük büyük sınıflara ayırmak zor değil, bu da doğal bir şey, çünkü benzer koşullar benzer insanları yaratır hep!
Eğer siz böyle kuşkular içinde kalırsanız, duygularınızı acımasızca analizden geçirmenizi istemem doğrusu. Ama bunu yaparsanız göreceksiniz ki, kendinizde güvenle bakacağınız çok az şey vardır.
Sanatçının yaratıları ve sanat yapıtlarının işlevi, tıpkı düşler gibi, bilinçdışı istekleri hayali doyumlara kavuşturmaktan başka bir şey değildir.
Sanatçı da, bir nevrozlu gibi, içgüdülerine doyum sağlayamadığı gerçek dünyadan hayal dünyasına çekilmekte, ancak nevrozluların üstesinden gelemediği bir eylemle sonradan yine gerçeğe dönüp orada yaşamını sürdürebilmektedir.
Düş oluşumu, ruhsal yaşamın bilinçsiz derin katmanlarında gerçekleşip bilinçli düşüncelerimizden önemli ayrılıklar gösteren olaylara en güzel örnektir.
Düş (bilincin itilmiş) bir isteğin (maskeli) gerçekleşimidir.
Serbest çağrışım gerçekte sanıldığı gibi serbest değildir; çünkü hasta, düşüncelerini belli bir konu üzerine yöneltmek zorunda olmasa bile, içinde yaşadığı psikanalitik tadavi atmosferinin altındadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir