İçeriğe geç

Yaratılış – Ateş Anıları 1 Kitap Alıntıları – Eduardo Galeano

Eduardo Galeano kitaplarından Yaratılış – Ateş Anıları 1 kitap alıntıları sizlerle…

Yaratılış – Ateş Anıları 1 Kitap Alıntıları

&“&”

… öylesine düş yüklüler ki hiçbir gece yeterince uzun olmayacak onlar için.
Güneşten uzakta doğmam beni bey, güneşe daha yakında doğmak ötekileri köle yapar mı ? İnsanlar için bundan daha büyük anlayışsızlık , bundan daha büyük bir değerlendirme hatası olamaz."
Bir zamanlar düşleyip unuttuğu düşlerinin sığındıkları bir bölge olmalı .Mutlaka olmalı: o kadar bakmaktan tükenmiş gözlerin yeryüzünün renklerini, şimdi neredeyse sağır kulakların melodilerini koruduğu bir yer . Kırılmamış bir tat, yitmemiş bir koku , elin hala duyabileceği bir sıcaklık arıyor.
Korunmuş ve korunmaya değer bir şey bulamıyor…
Benim gibi o da alevlerden artakalmış bir kömür parçası."
Burada insanlar üstlerine saygı duyarlar mı?"
"Korku"
"Başarılı olmak için ne yapmak gerekir o halde ?"
"Hak etmemeleri"
Panama’da taşlar terler , insanlar Çorbanı çabuk iç , ısınacak" derler.
Bugün şarkı söylemek istiyorum
kederli olmadığım için şimdi,
yazgının yarınki armağanı
gözyaşı olabilir belki.
Bir adam gördüm yaşadı
Yüz mızrak yarasıyla
Sonra onu öldürdüğünü gördüm
Tek bir bakışın.
Anlatılanlara göre Molucca kızılderilileri gemilerden indirilen sandalları gördükleri zaman , gemilerin küçük kızları sanmışlar, gemilerin bunları doğurup emzirdiklerini düşünüyorlarmış.
Yeryüzü cennetinin varoluşlarında yaşayan Guaraolar gökkuşağına yılan gerdanlık ,göğe yukarıdaki deniz diyorlar. Yıldırım, yağmurun ışığı. İnsanın dostu ,öteki yüreğim .Ruh , yürek güneşi. Baykuş , karanlık gecenin efendisi. Baston, sürekli torun. &‘Affettim’ yerine de &‘Unuttum’ diyorlar.
Hayatım bir ölümden diğerine doğarak geçiyor…
Iyileştirebilmem için kendimi
Büyücü yüzünün resmini yaptı
çöle:
Gözlerin altın kumdan
kızıl kumdan şimdi ağzın
mavi kumdan saçların
Gözyaşlarınsa beyaz kumdan
Bütün gün uğraştı ,
Bir tanrıça gibi büyüdün. .
Ayakları vardır ama bana ulaşamazlar,demirleri vardır ama beni yaralayamazlar ,düğümleri vardır ama beni bağlayamazlar …
Dilsizi konuşturabilir ,çok konuşanı sustururdu. ..
York Düküne saygılarından kaptanlar her yıl Barbados ve Jamaica ya taşıdıkları üç bin kölenin göğsüne sıcak demirle YD harflerini basarlardı .
Ölürsen seni gebertirim ."
Barbarosta kırk bin afrikalı köle var .Doğumlar çiftliklerin muhasebe defterine kaydediliyor .Küçük bir zenci doğduğunda yarım ıngiliz lirası ediyor .
Bir kez geçer yaşama fırsatı elimize
Bir günde gider ,bir gecede ineriz
gizemli ülkeye .

Yalnızca birbirimizi tanımaya geliriz buraya .
Geçici bir süre için buradayız yalnızca .
Barış ve zevk içinde gecirelim hayatı .
Gelin keyfini çıkaralım !
Öfkeyle yaşamayalım :
yeryüzü geniş .

Afrika sahillerinde bir kölenin değeri kırk cam gerdanlık ya da zincirli bir düdük ya da iki tabanca yada bir avuç mermi ..
Tüfeklerin ,uzun bıçakların, romun, Çin ipeklerinin, Hint basmalarının bedeli insan etiyle ödeniyor .
ülkesine döner dönmez haçını ,pelerinini,ipek atkısını ateşe attı,ona eşlik eden rahiplerin boğazlarını kesti ,yeniden Algonquin dilinde temiz ruhlu " anlamına gelen Opechancanough adını aldı ..
O bizi dünyayı dolaşmak için yarattıysa eğer biz de onu dünyada gezdirecegiz .
Miğferimi uzat bana ! Kol zırhım Sancho!
Mızrağım!
yanlzca küfretmeyi öğrenmiş ,yargılama yeteneği ya da sorumluluk duygusu olmayan karanlık yaratık ,insandan çok hayvan.
Yürek biçiminde ,yürek renginde az bulunur bir meyveden bahsediliyor .
Ne en hızlı at kurtulabilecek ,ne de en hızlı gemi ."
O halde gözlerini kapa " diye öneriyor biri
"Kapatamam" diyor ."Gözlerim kapalıyken daha çok görüyorum "
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
Kaç dünyayı aydınlatıyor bu ateşler ?
Olup da görülen,olup da görülmeyen ..
Doğan gün ışığından yapılmış ev ,
Akşam ışığından yapılmış ev,
Kara buluttan yapılmış ev,
Kara bulut evin kapısında ,

Evden çıkıp kuyruk gibi uzayan kara bulut,
Tepesinde duruyor yılan biçimli şimşek ..
Sevinçle yürüyeyim,
Sevinçle ,bereketli sağnaklarda yürüyeyim
Sevinçle, bereketli bitkilerle yürüyeyim
Sevinçle ,çiçek tozlarının izinde yürüyeyim
Sevinçle yürüyeyim ….

İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
Sesimi duy,
beni dinle,
Izin verme ,
tükenip ölmeme .
Artık gözlerinle gördüğüne göre ,
dikkat et .
Bak nasıl burası : Ne sevinç var ,
ne de mutluluk .
Kim bu ,
hayalet gövdesiyle
rüzgara binen
bir kaplan gibi ?
Meşeler onu görünce
fısıldarlar
birbirlerine ;
Bak kardeşim ,Cauplicán’ın hayaleti
geliyor ."
…İnsanların geceleyin, gecenin köründe
hayranlıkla seyrettikleri ateş.
Yakmadan tutuşan, tutuşmadan
parlayan ateş.
Bedensiz uçan ateş.
Kalpsiz ateş, ne ev bilirsin
ne de 1kulüben var…
…senin bedenin ve ruhun mahkûm edilmiş, Başkomutan, Genel Vali senin sahibin ve sen aklına geleni yapma özgürlüğüne sahip değilsin; hırsızlardan, yalancı şahitlerden, katillerden korkarak yaşıyorsun ve üzerinde yer alan sonsuz sayıda kişiye boyun eğmek zorundasın…
…Kaşla göz arasında geçip gidiyor hayat.
1günde gidiyoruz, 1gecede iniyoruz
bilinmezlik diyarına.
Sadece birbirimizle tanışmaya geldik buraya. Sadece yolcuyuz dünyada…
…Ben şarkı söyleyerek
ona yardım edebilirim.
Evet, evet, edebilirim!
Şarkım güçlüdür benim!!!
…Ne zaman baksan bana
ve sana her bakışımda
gözlerimle diyorum sana
söylemediğimi ağzımla.
Bulamayınca seni karşımda
sana bakıyor ve susuyorum…
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
…Söylemek istiyorum ama söylemiyorum
ve 1şey söylemeden söylüyorum
Sevmek istiyorum ve istemiyorum
ve istemeden seviyorum…
Duy beni,
dinle beni.
Ben henüz tükenmeden,
ölmeden.
…Buralardaki servetler alınteriyle mi kazanılmış?
"Eğer öyle olsaydı, cehennemde daha az insan olurdu."
"Buradaki tüccarları ne şekilde yoldan çıkarabilirim?"
"Ekstra 1şey yapmana gerek yok, kendi hallerine bırakman yeterli."
"Buradaki memurlar üstlerine karşı sevgi mi yoksa saygı mı hissederler?"
"Korku."
"Peki, ödüllendirilmek isteyen ne yapmalı?" "Bunu hak etmemeli."
öteki kulağıma anlat, bu kulağım inanmıyor .
Altın mı istiyorsun ?
"Altın ye, altın tıkın. "
Ne masal!
Beşikte bir çocuk ,
Beşikte bir yaşlı adam !
Ne masal !
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
And Şeytanı!
Burada ne rahat vardır ,ne de neşe. "
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Ağrı değildi ,ama acıtırdı.
"Ölüm değildi, ama öldürürdü .
Bal iki baldızından kaçıyordu .Onu iki kez hamaktan aşağı atmışlardı ..Gece gündüz peşindeydiler. ..
Tanrı ile tanışmak istiyorum ."
Karga kutuyu kırıp açtı ve evrene ışık saçıldı ."
Sen her şarkı söylediğinde biz geliriz "
Onun pençeleri var ve insan yüreğiyle besleniyor ."
Bu yumurtayı kırıyorum ,kadın doğuyor ve erkek doğuyor .Ve birlikte yaşayıp ölecekler.Ama gene doğacaklar .Doğacaklar ,gene ölecekler ,gene doğacaklar.Hiç bir zaman doğmalarının sonu gelmeyecek ,çünkü ölüm bir yalandır ."
…1adamın yaşadığını gördüm
yüzden fazla bıçak yarasıyla
ve sonra onun öldüğünü gördüm
tek 1bakışla…
…duy beni
dinle beni
Ben henüz tükenmeden,
ölmeden…
…seni görmek için deli olan gözlerimle,
ya da salt seni tanıma isteğiyle
zira ben görünce seni,
tanıyınca seni,
irdeleyince seni,
anlayınca seni,
sen de göreceksin ve tanıyacaksın beni…
Mademki artık gözlerinle bakıyorsun
farkına var.
Burada, durum bu: Ne neşeden eser var
ne de mutluluktan.
Burası dünya, gözyaşının bolca aktığı yer,
insanın nefesinin tükendiği yer,
keder ve keyifsizliğin
iyi bilindiği 1yer.
…Benim alt düzey varlığıma ve söyleyişimdeki kabalığa değil, beni bunları söylemeye iten iradeye bakın…
…Hiç hayallere kapılma. Burada huzur ve mutluluk olmaz."…
Burası dünya, gözyaşının bolca aktığı yer,
insanın nefesinin tükendiği yer,
keder ve keyifsizliğin
iyi bilindiği bir yer.
İmparatorlukları büyüten şey gönülleri kazanma değil altını kazanma arzusudur.
…Asırlar boyunca Latin Amerika sadece altın ve gümüşün, güherçile ve kauçuğun, bakır ve petrolün yağmalanmasından mustarip olmadı; ayrıca bellek gaspina da uğradı…
…Geçmiş hareketsiz, bomboş, sessizdi. Bize geçmiş zamanı, boşaltılmış bilinçler olarak şimdiki zamana boyun eğmemiz için öğretiyorlardı:
""Amaç zaten yapılmış olan tarihi yapmak değil, onu kabullenmekti."""’
Zavallı tarih nefes almayı bırakmıştı: Akademik metinlerde ihanet ettikten, dersliklerde yalan yanlış öğrettikten, yıldönümlerindeki konuşmalarda dinleyicileri uyutmaya vesile ettikten sonra onu müzelere hapsetmiş ve çiçekli armağanlarla 1likte heykellerin bronzuyla anıtların mermerinin altına gömmüşlerdi…
Kızılderililer ilk kez yüzer bir ada gördüler. Direği bir ağaç, yelkenleri beyaz bulutlardı. Ada durduğu zaman Kızılderililer çilek toplamak üzere kanolara bindiler. Çilek yerine çiçek hastalığını buldular.
Her bana baktığında,
Ben de sana,
Gözlerin,
Söylemediklerimi söylüyor.
Seni bulamadığımdan,
Bakıyorum sana, anımsatmak için.
Kızılderililerin vicdanlarına ve inandıkları Hıristiyan yasasına bağlılıklarına zarar veren danslara karşı yeni yasalar çıkarıyor, çünkü bu tür danslar eski kurbanları ve dinsel törenleri anımsatıyor, bunlar Tanrımıza karşı işlenmiş bir suçtur.
Şimdi anlat bana neden bütün Francisco’lara Pancho, bütün Luis’lere Lucho, bütün Isabela’lara Chabela diyorlar?

"Birinci olarak gerçeği söylemekten kaçınmak, ikinci olarak da azizlerin adını ağızlarına almamak için."

Burada insanlar üstlerine sevgi ya da saygı duyarlar mı?
"Korku."
"Başarılı olmaları için ne yapmaları gerekir o halde?"
"Hak etmemeleri."
Verilecek korkunç cezaları açıklayan başpiskopos, yerlilerin bütün müzik aletlerini yasaklıyor, bunların içerisinde aşk habercisi, o lanetli kamış flüt de var:

Denizi kıyısında uyuyacaksın
Gece yarısı geleceğim…

Böylesi kadınlardan söz edildiğini duymuşlardı, şimdi buna inanıyorlar.Kadınlar güneyde, erkeklerin olmadığı, erkek doğan çocuğun boğulduğu bölgelerde yaşıyorlar.
Anlatılanlara göre Malucca Kızılderilileri gemilerden indirilen sandalları gördükleri zaman, gemilerin küçük kızları sanmışlar, gemilerin bunları doğurup emzirdiklerini düşünüyorlarmış.
Büyük tapınağın basamakları kanla lekelenmiş, meydanın ortasında kafatasları yığılıyor. Yalnızca güneşin hareket etmesi için değil. Hayır. İnsanın yerine o gizli tanrının karar vermesi için de. O tanrı adına denizin ötesinde engizisyoncular sapıkları ateşlerde yakıyor ya da işkence odalarında çarpılmışa çeviriyorlardı.
Okyanus’a Kolomb Deniz’i adı verilmeyecek; Yeni Dünya da onun adını değil Floransalı arkadaşı Amerigo Vespucci’ninkini taşıyacak ama Avrupa’nın gökkuşağında yer almayan o göz kamaştırıcı rengi bulan Kolomb’du.
Yeryüzü cennetinin varoşlarında yaşayan Guaroalar gökkuşağına yılan gerdanlık, göğe yukarıdaki deniz diyorlar.Yıldırım, yağmurun ışığı.
Tek dizinin üstünde, gözleri göğe çevrilmiş, üç kez yineler Isabel ile Fernando’nun adlarını. Yanında yazman Rodrigo de Escobedo, yavaş yazan bir adam belgeyi hazırlar. Bugünden sonra her şey uzaktaki o hükümdarlara aittir: mercan denizi, kumsallar, yosundan yemyeşil kayalar, ormanlar, papağanlar ve daha giysi, günah ya da parayı bilmeyen ve bu sahneyi şaşkınlıkla seyreden defne derili insanlar.
Gökte iki papağan belirdi. Yere iner inmez kadına dönüştüler.Ateş yakıp yemek pişirmeye başladılar.Tek adam, saçı en uzun, tüyleri en ince, en parlak olanını seçti. Beğenilmeyen öteki kadın uçup gitti. Bu çiftin soyundan gelen Mayna Kızılderilileri, kadınları tembel ya da suratsız olduğu zaman atalarına küfrederler, işe yaramaz olanı seçtiği için.
Çok eskilerde, kadınların kutsal flütleri olduğu zaman, erkekler odun ve su taşıyıp manyoka ekmeği hazırlarlardı.Erkeklerin anlatmasına göre güneş dünyayı kadınların yönetmesine kızdı, onun için ormana düştü ve bacaklarının arasına yaprak özsuyu sokarak bir bakireyi dölledi. Jurupari böylece doğdu. Jurupari kutsal flütleri çalıp bunları erkeklere verdi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir