İçeriğe geç

Yamaç Kitap Alıntıları – İvan Gonçarov

İvan Gonçarov kitaplarından Yamaç kitap alıntıları sizlerle…

Yamaç Kitap Alıntıları

Dertop olup büyük bir açlıkla, soluk almadan okuyordu ya, içinde fırtınalar kopuyordu.
Bazı anları olurdu -kendi deyimiyle- tüm dünyayı kucaklamak isterdi , yüreğini sonsuz bir sevgiyle açardı insanlara.
Devlet hizmeti amacın kendi değil, birtakım insanları -bu amaç olmasa dünyaya gelmelerinin bir anlamı kalmayacak birtakım insanları- bir yere tıkmak için araçtı yalnızca.
Kişinin kendi yaşamını bir başkasının yaşamıyla karıştırması, bir sürü gözlemler, düşünceler, deneyimler, portreler, tablolar, duygular, izlenimler koyması yapıtına une mer à boire!
Ben roman yazacağım Ayanov. Romanda yaşam tüm olarak da, bölüm bölüm olarak da yer alabilir.
Her şeyi içine alabilecek güçtedir roman. Dram ya da komediye benzemez Bir okyanus gibidir. Kıyısı yoktur, daha doğrusu ucu bucağı gözükmez. Daracık değildir öyle, istediğini koyabilirsin içine.
İnsanın gerçek kişiliğiyle görünmesini yasaklar kibarlık Kendinin olan her şeyi üzerinden kazıyıp atmalıdır kişi, çevresindeki kibarlara benzemelidir.
Yaşamın kendi gelir çarpar insana sonra, daldığı rahat uykudan uyandırır onu Kimi zaman da pek acımasız yapar bunu.
Öf be kardeşim, ne yaman bir metafizik çıkarmışsın güzellikten!
Ce que femme veut, Dieu la veur!
Tutkular kişinin yaşamasını engeller. Emek İşte sana boşluktan kurtulmanın tek ilacı! İş, çalışmak!
Kimilerine kadının resmi, kimilerine heykeli, kimilerine de canlı güzelliği haz verir.
Herkesle ilişkilerinde alaycı, kuşkucu, kayıtsız, umursamazdı. Kimseye sürekli, içten bir dostluk göstermez, ama hiç kimseye inatçı bir düşmanlık da beslemezdi.
Can veremiyorsun,öyleyse can da almamalısın!
Büyükanne:
-Söylesene, nasıl yaşadın şimdiye dek,ne yaptın?Nesin sen bu dünyada? Herkes insan gibi yaşayıp gidiyor Ya sen?

Rayski:
-Ne miyim büyükanne? Ölümlerin en mutsuzu!

Bizde bazı kişiler adam olduklarını sanırlar,oysa eşek olmuşlardır aslında
Dünyada en çok çocukları seviyorum.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
“Kişisel,mantıklı,hakça bir davranışı sessiz sedasız yapmak Daha ne kadar baykuş gibi yaşayacağız..?”
Hiçbir zaman mutlu olamam onunla. Önceki Mark’ı hiçbir zaman unutamam, yeni Mark’a da inanamam. Böyle bir yanlışlığı yinelemenin olanağı var mıdır? Hiçbir şey yok artık içimde… Boşluk, soğuk bir de umutsuzluk.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
-Oyun mu oynuyorsunuz benimle?
-Bilmiyorum. Eğer bir oyunsa, daha çok, son meteliğini oyun kağıdının üzerine koyarken öteki eliyle cebindeki tabancayı yoklayan bir adamın oyununa benziyor bu.
-Farkındayım.
-Neyin farkındasınız?
-Sanki saklandığının, bir şeyi saklamaya çalıştığının… Tanrı bilir içini!
-Ondan başka da kimse bilmesin!
“Ne büyük mutluluktur bu! Karşındakinin özgürlüğünü kısıtlamadan, onu izlemeden, içinden geçenleri, niçin neşeli, üzgün ya da dalgın olduğunu anlamaya çalışmadan yaşamak!.. Her zaman eşit olmak onunla, onun huzuruna değer vermek, hatta sırlarına saygı duymak…”
Eh, eski taktiğe başvurun siz de: Dıştan soğuk içten ateşli, davranışlarda ilgisizlik, mağrur omuz silkişler, küçümser gülümsemeler…Bunun etkisi olur! Gözünü boyayın, sizin işinizdir bu…
Evet, kendini bir şey sanmak insanın kaderinde vardır.
Nedir bu böyle? Sürekli bir savaşım içinde, iki ateş arasında? Düş gücü baştan çıkarıyor, insanları, doğayı, yaşamı, tüm olayları, her şeyi ideal durumuna yükseltiyor. Ama öte yandan soğuk bir analiz her şeyi yıkıyor ve insanın kendini unutmasına, yaşamasına olanak vermiyor.
Şehirde, gelişmiş kavramları olan bir grup insan daha sade olmak için çabalıyor. başaramıyordu bunu. Köydeyse kendiliğinden sadeydi herkes, sadeliğe ulaşmak için hiç kimsenin çırpındığı yoktu.
Çok seviyorum çocukları. Komşunun yedi çocuğu var. Evin içinde ne yana baksan, çocuk… Onları öyle çevresinde cıvıl cıvıl görmek ne haz verir insana!
Sizin ağırbaşlılarınızın hepsi ya su katılmamış birer eşek ya da birer riyakârdırlar. Yaşamayı öğretir diyorsunuz, kendi biliyor muymuş bakalım yaşamayı?
“Ne yapabilirim?” demeye, yaşamı bilmemeye hiç kimsenin hakkı olmadığını size anlatmaya çalışıyorum, o kadar.
Kişinin kendi dünyasında, kendi için yaşaması yaşamak değil, cansız bir duruştur.
Konuşmak, bir şeyler yapmak, cenkleşmek gerek.
Yalnız çiçeklerin yetiştiği bir bahçe değildir yaşam. diye geçiriyordu içinden.
Fedakarlık etmeden, çaba harcamadan, yokluk çekmeden yaşanamazdı dünyada
Bambaşka bir dünyası vardır inanan ruhun..
Ne büyük yalan vardır şu hiçbir zaman , ve daima sözcüklerinde !..
Bilmiyorum. Bu acı veriyor bana işte
Tutkular kişinin çalışmasını engeller. Emek İşte sana boşluktan kurtulmanın tek ilacı! İş, çalışmak!
Bilirsin bazı insanlar vardır, büyük bir tutkuyla, yürekten dua ederler, bazıları da vardır, bu gereksinmeyi duymazlar.
Hayal gücünün yarattığını iskambil kâğıtlarından yapılmış bir ev gibi bozuyor, yıkıyor mantık.
Can sıkıntısı denen şey olmasaydı yeryüzünde ne güzel olurdu yaşam! Ondan korkunç şey var mı?
Neyi düşünüyorsun öyle, dalmış?
Kimi? demeliydin, diye düzeltti Rayski. Evet, hep onu düşünüyorum
Korktuğu tek şey vardı önünde:
Yaşlanmak, gereksiz olmak
Bir şeyin gerçekleşmesini bekliyordu ama neyi beklediğini bilmiyordu.
İçi nefret dolu, katı, bencil, kendini beğenmiş bir insan!
Sevmek acı çekmeden olmaz.
Siz sevdiniz mi hiç? .. Acı çektiniz mi?
şaka bir yana, acıyorum size ben
Körlükten vazgeçmemek Doğrusu büyük kahramanlık sizinki! Dünya mutluluğa, başarıya, kusursuzluğa koşarken
Günümüzde kadınlar yalnızca bizim yaşımızda erkeklerle eğlenmekten haz duyuyorlar. (İhtiyar demezdi kendine hiçbir
zaman). Ah, ne sevimli yaratıklar oluyor bazıları
Ne mutlu sana! Yeryüzünde can sıkıntısı denen şey olmasaydı ne güzel olurdu yaşam! Ondan korkunç şey var mı?
-Ney,i düşünüyorsun öyle dalmış?
– Kimi? demeliydin.
«Canı isteyen gitsin varsın, ben bir yere gitmem»
“Başkalarının kör, mutlu oldukları yerde ben niçin her şeyi görüyor, biliyorum? Her şeyi anlamam için bir hışırtı, hafif bir yel, sessizliğin kendi niçin yetiyor bana? Tatsız bir duyarlılık bu!
Bıçağı sapladı, şimdi de kanın akışını, kurbanın çırpınışını seyrediyor. Ne biçim insan bu?
Uykuyla ölüm arasında bir şeydi bu, derin düşüncelere dalmış gitmiş gibiydi kent. Açık pencereler, alabildigine açılmış, ama konuşmayan birer ağıza benziyorlardı uzaktan. Bir soluk yoktu, nabız atmıyordu Nereye kaçmıştı yaşam? Yere uzanmış bu bedenin gözleri, dili neredeydi? Her şey gri, yeşil bir renge bürünmüştü, susuyordu
Sonsuz bir aşk istiyorsun sen: Herkes ister aynı şeyi, ama yoktur böyle bir aşk
Oysa iki ahlak düşünüp bulmuş erkekler; Biri kendileri için, öteki kadınlar için !
Onların hiçbiri bilmiyordu yaşamı.Hepsinin gözler kapalıydı.Eski, cılız geleneklerin, koşullu bir eğitmin, kibarlık denen şeyin dar çerçevesine sıkışıp kalmışlardı.Bununla da yetinmişlerdi
Gözyaşı yoktu onun aşkında, acı da, fedakarlık da Fedekarlığın ne demek olduğunu bilmiyordu çünkü insanın sevip sonra da sevmemesinin nasıl olabileceğini anlayamıyordu
Kişinin kendi dünyasında, kendi için yaşaması yaşamak değil, cansız bir duruştur. Konuşmak, bir şeyler yapmak, cenkleşmek gerek
Geç, hiçbir zamandan iyidir
Yeryüzünde can sıkıntısı denilen şey olmasaydı ne güzel olurdu yaşam!
Ondan korkunç şey var mı?
Herkes vebadan kaçar gibi kaçmaya, kurtulmaya çalışır can sıkıntısından.
Sonsuz bir aşk istiyorsun sen: Herkes ister aynı şeyi, ama yoktur böyle bir aşk

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir