Octavio Paz kitaplarından Yalnızlık Dolambacı kitap alıntıları sizlerle…
Yalnızlık Dolambacı Kitap Alıntıları
Çok başkayız gerçekten ve o kadar da yalnızız.
Evet burası çok güzel; ama benim değil ,bana hicbirsey söylemiyor.
Duyduğumla söylediğim
Söylediğimle sustuğum
Sustuğumla düşlediğim
Düşlediğimle unuttuğum arasında (ki):
Söylediğimle sustuğum
Sustuğumla düşlediğim
Düşlediğimle unuttuğum arasında (ki):
Meksika devrimi, ölüm ve fiesta nın, kaba gücün, silah sesinin, barut kokusunun, tören ve aşkın (ırza geçmenin ve silahlı saldırının) yüzüdür.
Öyleyse tarih bizi korkutan, titreten düşlerden çoğunun kaynağını gösterebilir ama bizi onlardan kurtaramaz
Oysa, kendi gerçek hayatımızı yaşamadığımız için, yaşadığımız gibi ölemiyoruz. Bizi öldüren ölüm bizim değil, tıpkı yaşadığımız hayatın bizim olmayışı gibi
insan, bütün zamanların tek olduğu o sonrasızlıktan kovulup dünyaya sürgün edildiği zaman, takvimin (başı sonu, ölçüsü, hesabı belli olan zamanın) ve saatin kölesi oldu.
dünyanın merkezinden kovulduk. ormanlarla çöllerde, labirentin yeraltı dehlizlerinde işte o merkezi aramaya koyulduk.
..çocuk, çözümleyemediği her gerçeği göğüslemek, onunla başa çıkmak zorundadır.önce, gözyaşlarıyla ya da susarak tepkisini gösterir. onu yaşama bağlayan ilişki aslında kopmustur, çocuk bu kopukluğu duygu ve oyunla kapatmaya çalışır.bu kişinin ölüm sözleriyle sona erecek olan diyaloğun başlangıcıdır.
Bana öyle gelir ki, insan, tarih içinde bir varlık değil, tarihin kendisidir.
Ey tutkun gönül
derdini kendine sakla
derdini kendine sakla
Çok başkayız gerçekten ve o kadar da yalnızız.
Düşünde sayıklar ozan
Tarih uykuya dalınca
Tarih uykuya dalınca
Ölüm ve doğum, insanın kendi başına yaşadığı deneyimlerdir. Yalnız başımıza doğar, yalnız başımıza ölürüz. Anamızdan kopup dünyaya geldikten sonra ölümle bitecek olan o sancılı yolculuğa çıkarız. Ölüm kendinden önceki yaşama dönüş mü? Ölüm denen şey, günle gecenin, zamanla sonrasızlığın karşıt olmadıkları, doğum öncesi yaşamın yeniden yaşanması mı acaba? Ölmek demek, canlı varlığın sonu mu? Sakın ölüm, gerçek yaşam olmasın? Doğum eğer ölüm yolculuğun başlangıcıysa; neden ölüm de doğum olmasın? Bilmiyoruz! Bilmiyoruz ama bütün varlığımızla, bizi ezen bu karşıtlıktan kurtulmaya çabalıyoruz. Kendi varlığının bilincinde olmak zaman, akıl, töre ve alışkanlıklar gibi hemen her şey bizi bir yandan yaşamdan uzaklaştırmaya özendirirken; öte yandan, her şey bizi doğduğumuz yere, yaratıcı kucağa dönmeye zorlamıyor mu? Aşktan beklediğimiz de birazcık gerçek yaşam, birazcık gerçek ölüm değil mi? Aşkı mutluluk için değil, olsa olsa, karşıtlıkların duyumsanmayacağı, yaşamın ölümle, zamanın sonrasızlıkla bir ve birlik olabileceği o gizemli an için isteriz. Derinden derine sezeriz ki yaşamla ölüm aslında tek gerçekliğin -karşıt ama bütünleyici- iki yüzüdür. Aşk eyleminde, yaratma ile yıkma birleşir; çok kısa bir an için de olsa insan, yetkin bir durumu sanki yakalayıp yaşamış gibi olur.
İnsan, bütün zamanların tek olduğu o sonrasızlıktan kovulup dünyaya sürgün edildiği zaman, takvimin ve saatin kölesi oldu.
Yaşamak, gizemli bir gelecekte varacağımız yere gitmek için geçmişte bulunduğumuz yerden yola koyulmak demektir.
Ölüm ve hayat, zaman ve mekan ayrımına tutsak olan bizlerin ancak sezgiyle görebileceğimiz kümenin yarımlarıdır.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Kimse ölümü, kendi ölümünü düşünmüyor; çünkü, kimse, kendine özgü bir hayat yaşamıyor artık.
Ölüm, yaşam sahnesindeki rol kesme çabalarımızın pek işe yaramadığını gösteren aynadır.
Oysa, kendi gerçek hayatımızı yaşamadığımız için , yaşadığımız gibi ölemiyoruz. Bizi öldüren ölüm bizim değil, tıpkı yaşadığımız hayatın bizim olmayışı gibi.
Aşk, başka bir varlığa katışma çabasıdır.
Nasıl yalanlar aracılığıyla gerçeğe varabiliyorsak, aşırı içtenlik de bizi yalan söylemenin daha estetik biçimlerine götürür.
Beden, taşımak alışkanlığında olduğumuz bir giysi ya da takı değildir. Biz bedeniz, bedenimiz de biz.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Dünyaya karşı beslediğimiz kuşkuyu ve güvensizliği, köşemize ve içimize çekilmekle gösteririz.
İçimize çekilerek bizi ötekilerden ayıran, soyutlayan ve bizi biz yapan her şeyi daha derinden kavramaya çalışırız.
Çoğu aşıklar: Aşk, sevdiğim kadını değiştirdi, onu değişik bir varlık yaptı. derler ki, doğrudur. Aşk, kadını değiştirir, hem de nasıl! Eğer sevebilecek kadar yürekliyse kadın, dünyanın, kadınları tutuklamak için yapıldığı kafesi kırar, çıkar ortaya.
Simon de Beauvoir’in dediği gibi, Kadın, bir sevgili, tanrıça, ana, cadı ya da derin bir düşünce olabilir ama hiçbir zaman kendisi olamaz.
Aşktan beklediğimiz de birazcık gerçek yaşam, birazcık gerçek ölüm değil mi?
Aşkı mutluluk için değil, olsa olsa, karşıtlıkların duyumsanmayacağı, yaşamın ölümle, zamanın sonrasızlıkla bir ve birlik olabileceği o gizemli an için isteriz.
İktidar, düzen tanımayan bir güçtür; yüreği ve yörüngesi olmayan paşa gönlü nasıl çekerse öyle davranan güç!
Kenetlenmiş dişlerle özgürlük türküsü söylenmez.
Toplum yaşamımız derindeki duyguların başkalarından saklanması ilkesi üzerine kurulduğuna göre, nasıl olur da, kadınlarımızdan duygu ve düşüncelerini açığa vurmalarını bekleyebiliriz?
İspanyol kültüründeki kadın kavramı iki deyimle özetlenebilir: Kadının yeri, evi olmalı -onun bacağını da kırmalı-; Aziz ve azize arasında taştan duvar örmeli, bu duvarda hiçbir delik bırakılmamalıdır.
Kadın sonradan evcilleştirilmiş, yırtıcı bir yaratık, doğuştan kösnül ve günahkardır. Sopayla bastırılıp lt;dinin katı ilkeleriyle gt; yönetilmelidir.
Kadın sonradan evcilleştirilmiş, yırtıcı bir yaratık, doğuştan kösnül ve günahkardır. Sopayla bastırılıp lt;dinin katı ilkeleriyle gt; yönetilmelidir.
Günah adını verdiğimiz şey, vicdanlarımızın ya da yalnızlığımızın söylemi, söylencesi olabilir.
İnsan, şimdilerde savunulduğu gibi, yalnızca tarihin ve onu etkin kılan güçlerin sonucu değildir.
İnsan, tarih içinde bir varlık değil, tarihin kendisidir.
İnsan, tarih içinde bir varlık değil, tarihin kendisidir.
Ölüm, yaşam sahnesindeki rol kesme [hava atma] çabalarımızın pek işe yaramadığını gösteren aynadır.
Yalnızlık duygusu – dışarda bırakıldığımız ya da ayrılmak zorunda kaldığımız yere geri dönmek için duyduğumuz derin duygu – bir yer yurt özlemidir
Aşk, kendi kişiliğimizi tanıma ve bunu yaparken de ondan kurtulup varlığımızı başkasında gerçekleştirme yönünde bizi zorlayan ikili iç güdülerimizin en açık seçik örneğidir. Bu ikili içgüdülerimiz, ölüm ve yeniden yaratma, yalnızlık ve birlikteliktir.
Yalnız olduğunu bilen ve bir başkasını arayan tek varlık insandır.
Kapitalizm, insanı da üretim sürecinin bir öğesi düzeyine düşürmekle, işçiye insanca yaşamdan yoksun bırakır.
Ey tutkun gönül,
Derdini kendine sakla.
Derdini kendine sakla.
Ölüm inancı, aynı zamanda, bir yaşam inancıdır ; tıpkı aşkın bir yaşam açlığı ve ölüm isteği olması gibi. Kendimizi yok etmek isteyişimiz, mazoşistce bir eğilim olduğu kadar, belli bir din coşkusundan da ileri gelir
İnsanoğlu kuşkusuz her yerde yalnızdır
İnsanoğlunun kendini arayıp bulması, yalnızlığının bilincine varması ; kendisiyle dünya arasındaki o algılanamayacak kadar saydam bilinç perdesini çekip kaldırmasıyla gerçekleşir.
Ben gurbette değilim,
Gurbet benim içimde!
Gurbet benim içimde!
Yalnızlığın Diyalektiği*
‘İnsan özlemdir, kavuşmak için aranıştır’
‘İnsan özlemdir, kavuşmak için aranıştır’
Ölüm yaşamı tanımlar, kişinin ölümü ise, o kişiyi belirler. Ölümlerimiz yaşamlarımızı aydınlatır açıklığa kavuşturur. Ölümümüzde anlam bulunamıyorsa eğer, yaşamımızda da anlam yoktu, demektir.
Aşktan beklediğimiz de birazcık gerçek yaşam, birazcık gerçek ölüm değil mi?
Yaşamın temel koşulu olan yalnızlık, kaygıdan ve kararsızlıktan kurtulacağımız bir sınav ve arınmadır.
Gerçekte yazgımız yalnızlıktır ama, bu yalnızlığı aşmak ve bizi geçmişe, cennetteki o mutlu yaşama bağlayan ilişkileri yeniden kurmak zorunda olduğumuz bilinci
Yaşamak gizemli bi gelecekte varacağımız yere gitmek için geçmişte bulunduğumuz yerden yola koyulmak demektir.
Her ayrılıktan yara izi kalır.
Her kopuş bizde yalnızlık vurgunu yaratır
Her kopuş bizde yalnızlık vurgunu yaratır
O.Paz Novalis’in şu sözüne de yer verir;
Düşümüzde düş gördüğümüzü görmeye başlayınca uyanma zamanı yakındır.
Kral devam etti:
Sen serserilik kabul ettin ya,birçok masraflardan da kurtulacaksın.Mesela belediyeye çöp,fener parası falan ödemeyeceksin.Yoksullara sadaka vermeyeceksin.Halbu ki bütün namuslu insanlar bu paraları çatır çatır öderler.
Sen serserilik kabul ettin ya,birçok masraflardan da kurtulacaksın.Mesela belediyeye çöp,fener parası falan ödemeyeceksin.Yoksullara sadaka vermeyeceksin.Halbu ki bütün namuslu insanlar bu paraları çatır çatır öderler.
Kişinin kendi yalnızlığını duyması, kendisini aşağı gördüğü anlamına gelmez; olsa olsa, kendi varlığını ötekilerden ayrı gördüğü gibi yorumlanabilir. Aşağılık duygusu bir sangı olabilirse de yalnızlık acı bir gerçektir. Çok başkayız gerçekten ve o kadar da yalnızız.
Ne acı bir gerçek ki yaşamîmîn en güzel yıllarını tipim olmayan bir kadınla birlikte geçirdim. SWANN.
Òlmek demek,canlı varlığın sonu mu?Sakın ölüm, gerçek yaşam olmasın?Doğum eğer ölüm yolculuğunu başlangıcıysa; neden üm de doğum olmasın?
Ne gariptir ki kendi sendikaların hükumete satan sendika liderleri (Meksika işçi hareketi içinde olduğu sürece)kamu hizmetlerindeki yolsuzluklara en şiddetle karşı çıkanlardan başkası değildi!Bu acı eleştiriye karşı çıkanlar Çarşıbaşı yönetimi devrimden yana olduğuna göre, sendikacılar onu desteklemesi doğaldî derler.Oysa gerçek odur ki, işçi liderleri, sendikalarının Hükümet ya da devrim partisinin bir yan kolu olmasına izin vermişlerdir.
Aztek yenilgisinin nedeni, ne Cortes’in siyasal dehası, ne İspanyolların savaş tekniğibdeki hmüstúnlúkleru, ne de yöneticilerle müttefikleri main halkı terkederek ortada bırakmış olmasıydı Yenilginin asıl nedeni,Azteklerin kendilerini genel bir umutsuzluk ve yanılmışım duygusuna kaptırmış olmalarından başkası değildi.
Varlıklı ülkelerde pek az bayram tatili yapılır Tatil için ne fazla zaman ne de aşırı istek vardır, tatil pek gerekli de değildir.Halkîn yapabildiği daha anlamlı şeyler arasında tatilin göreli anlamı azdır.
Ïspanyol kültüründen kadın kavramı iki dayimle özetlenebilirbilir:Kadinin yeri, evi olmalı-onun bacağını da kırmalı ; Aziz ile Azize arasına taştan duvar örtülmesi, bu duvarda hiç bir delik bırakılmamalıdır.
Mekskalı dünyadan insanlardan,hatta kendi kendisinden uzak yaşayan insandır.
Ey tutkun gönül,derdini kendine sakla..
Meksika tarihi, yitirdiği ana babasını, soyunu sopunu arayan insanın öyküsüdür.
Kısırlaşan ve yozlaşan her toplum kendini kurtarmak için en az iki söylence ve inanç yaratmak zorundadır :1 verimi arttırmak için 2 yaratıcılığı desteklemek için. Yalnızlık ve günah (sorunu), birlik ve bolluk içinde çözümlenebilir
Aşk kadını değiştirir, hem de nasıl! Eğer sevebilecek kadar yürekliyse kadın, dünyanın kadınları tutuklamak için yaptığı kafesi kırar, çıkar ortaya
Yalnızlıkla acıyı özdeşleşen halk dili işte bu ikilemi yansıtır. Aşk acısı yalnızlığın sancısıdır. Birlikte yalnızlık hem karşıt hem butunleyici doğrulardır
Aşktan beklediğimiz de birazcık gerçek yaşam, birazcık gerçek ölüm değil mi?
İnsanı devletin aracı saymayan insancıl bir toplum!
Avrupa kültürü, Amerika’da kendini daha üst bir birlik ve varlık alanı olarak algılıyor
Asıl görevleri halkın eleştiri bilincini (yani muhalefeti) dile getirmek olan aydınlarımız, günlük politikaya girmekle bu görevlerinden kaçmış olmuyorlar mı?