İçeriğe geç

Yalnız Hatta Yapayalnız Kitap Alıntıları – Özlem Esmergül

Özlem Esmergül kitaplarından Yalnız Hatta Yapayalnız kitap alıntıları sizlerle…

Yalnız Hatta Yapayalnız Kitap Alıntıları

Bir kere buralara düştün mü düşmemişsin gibi yaşayıp gidemezsin.”
Eğer birinin hayatından bir şeyi çekip almışsan,sebep olduğun boşluğu doldurabilecek başka bır şey vermelisin ona.
Balığa meze olma sırası Sait’e gelmiş gibiydi Kitap yazmak gayesini elinden alan herşeye çok kırgındı artık.

Yazmak büyük bir boşluğu doldurmuyordu hayatında,kalanını tamamlıyordu en çok.İkinci beyni ,ikinci kalbi gibi

Aşk bir şeyler icat etmeye zorlamalıydı insanı. Kendinden bir şeyler keşfetmeye, yapılmamışı yapmaya ayaklandırmalı, başarmaya itmeli, kamçılamalı, harekete geçirmeliydi.
Hafızasını bırakıp kaçabileceği bir çöplük, bir lağım çukuru aradı kendine. Insanı hatırladıkları öldürüyordu en çok. Unutamadiklari, barişamadiklari, aklından silip cikaramadiklari, sindiremedikleri çürütüyordu içini. Her ölümün, her kahrin sebebiydi insan hafızası..
Kavgaların galibi olmaz ama sevmenin hep bir kazananı vardır.
Başarıyı tebrik etmek zordur ama hezimete ağlayan hep bol olur.
insanı hatırladıkları öldürüyor en çok. unutamadıkları, başaramadıkları, aklından silip çıkaramadıkları, sindiremedikleri çürütüyordu içini. her ölümün, her kahrın sebebiydi insan hafızası…
“kalabalığın içinde fark edilmeyen herkesin iyi bir hikayesi vardır.”
kendini yalnızlığa terk ederek, canını her gün biraz daha fazla acıtarak yaşadığının farkında olmak istiyordu. çünkü acı çekmek, bir yaşam belirtisiydi ve çektiği ıstıraptan başka, hayatta olduğunu kanıtlayabileceği hiçbir şey yoktu elinde.
Balığa meze olma sırası Sait’e gelmiş gibiydi Kitap yazmak gayesini elinden alan her şeye çok kırgındı artık
Beklemek, kötülüklerin en kötüsü
Belki aç yaşardı ama içmeden, yürümeden olmazdı. Zira yürümezse yazamaz. Attığı her adım, gördüğü her yüz hikâyede bir satırdır. Öyle masa başına oturum birtakım hayalleri aklında tahayyül ederek karalamalar yapmak sevimsiz bir iştir. Sahici gelmez ona. İnsansız hikâye olmaz zira. İnsanın içindeki uçuruma bakmak gerekirdi.
”Zaten başımıza ne geldiyse hep senin bu yazma merakın yüzünden geldi ” diye çıkıştı Makbule Hanım.
Yazarlığını belli etmekten ürker gibi bir hali vardı her zaman. Belki de kendi de inanmıyordu hikâyeciliğine Dışarıdan bakınca balıkçı, at hırsızı, boyacı, garson, emekli memur, kestane kebapçısı, sarhoş, çöpçü, kopuk, aylak biriydi
Aylak bir adam
Nihayet bitmişti arayıp da bulamamak, bulup da kavuşamamak sancısı Her şey olması gerektiği gibi kolayca olup bitiverecekti bundan sonra. Acısız, yüksüz, hesapsız
Hayat, oyuncusu sürekli değişen ama sahnesi kapanmayan bir kumpanya gibi
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Uzun yaşamak bir gaye olamaz. İnsanca yaşamak, doludizgin, hesapsız ve geleneksiz bir yaşamak anlam verebilir şu dünyada geçirdiğimiz günlere.
Başarıyı tebrik etmek zordur ama hezimete ağlayan hep bol olur.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
İçinde olduğum halde yaşamadığım bir dünya var sanki etrafımda.
Her başarının bir düşmana ihtiyacı vardır dedi Sait.
Yoksa yerinde sayar durursun. Gelişmeni, büyümeni ve direnmeni sağlayacak olan şey budur. İnsan düşmanları sayesinde gelişir
Geleni kabul edecek, gidenin izini yıkayıp temizleyecek. Her zaman hep gelecek olana, yeni olana yer açmaya devam edecek.
Ne vakit darda kalırsan, biri seni sahiden gönülden sevsin istersen inan ki ölmemişsem eğer, seni bekliyor olurum.
İnsanların aşktan ne anladığını bilsem, içimdekinin
de ne olduğunu anlatabilirdim belki ama bilmiyorum.
Arayışlar geciktirir insanı. Beklentiler yavaşlatır yavaş sevdirir ya da hiç sevdirmez.
Yazmak için yalnızlığa, yaşamak için kalabalığa karışıyor ama gel gör ki ikisiyle de anlaşamıyor
bu memlekette ne söylediğin kadar nasıl söylediğin de sonucu değiştiriyordu maalesef.
Romanlar, şiirler ve hikâyeler toplumsal gerçekler üzerine politik bir duyarlılıkla üretiliyor. Her fikir bir ütopya inşa ediyor. Çünkü birileri karanlığa rağmen gelecek güzel günlere inanmayı sürdürüyor canı pahasına.
her şeyin hem çok aynı, hem de hiç aynı olmaması ne güzeldi.
Eskidendi diye düşündü Eleni. Sait’in o büyük aşkı da eskidendi. Çok zaman geçti üzerinden. Kaç mevsimin yağmuru altında ezildiler o günden beri. Yıkanıp yıkanıp kirlendiler boyuna. Başka adamlar, başka kadınlar girdi aralarına. Başka acılar, başka yenilgiler Sait çoktan unutmuştur belki Eleni’yi. Çıkarmıştır içinden. Silmiştir izlerini. Sarmıştır yaralarını. İyileştirmiştir kendini.
Hayat, oyuncusu sürekli değişen ama sahnesi kapanmayan bir kumpanya gibi
Şu köşkün sahibi de ölecek, şu horoz da
Ölüm kalan için fenadır Sait. Gidenden ziyade kalanla ilgili bir meseledir ki zaten ölümü feci yapan şey de budur aslında. Cenazeler ölenler için değildir, o törenler, ağlamalar.. Hiçbiri gidenler için değil.. Herkes kendine ağlar gidenin arkasından. Hep kendine yanar ben şimdi ne yapacağım diye. Kahredici olan geride kalan boşluktur.
Bir de kadere kahpe derler diye düşündü. Oysa kahpeliğin âlâsını seçimlerimizle biz yapıyoruz kendimize. İnsana kendinden daha fazla zarar verebilecek hiçbir mahlukat yok su yeryüzünde..
.. Yazmak için yalnızlığa, yaşamak için kalabalığa karışıyor ama gel gör ki ikisiyle de anlaşamıyor
Aynı gece saat 02.35’te sustu ada vapuru.
Balıklar da balıkçılar da yetim artık.
Ağlar yırtıldı denizde.
Gökyüzü delinircesine ağlamaya başladı.
Mayısın 12’sinde bir yağmurdur esir aldı şehri
Bulutlar birbirine vura vura ağlaştılar o gün.
Şişli Camii’nde iğne atsan yere düşmez bir kalabalık vardı. Hıncahınç doluydu avlu
Yapayalnız yaşamış bir adamın vedasımıydı bu?
Hayat, oyuncusu sürekli değişen ama sahnesi kapanmayan bir kumpanya gibi
Kendilerini felaketlerden koruyarak yaşayanlar ölmediler sanki. Uzun yaşamak bir gaye olamaz. İnsanca yaşamak, doludizgin, hesapsız ve geleneksiz bir yaşamak anlam verebilir şu dünyada geçirdiğimiz günlere. Herkes yaşlılıgını rahat geçirmek için gençliğini heba edercesine her şeyi yasaklayıp kısıtlıyor kendine. Oysa gençliği ıskanlanmış bir hayatın yaşlılığı ne işe yarar ki?
Her felaketin ônce yoksulluğun batakliginda filizleniyor olmasi ne büyük bir haksizliktı
Başarıyı tebrik etmek zordur ama hezimete ağlayan hep bol olur.
İçinde olduğum hâlde yaşamadığım bir dünya var sanki etrafımda.
insanların aşktan ne anladığını bilsem, içimdekinin de ne olduğunu anlatabilirdim belki ama bilmiyorum.
İnsanlığını unutmuş mahlukların istilası altında sanki şehir.
Kırgındı olan bitene, memleketinin haline, adaletine, kibrine.
Yazmak büyük bir boşluğu doldurmuyordu hayatında, kalanını tamamlıyordu en çok. İkinci beyni ikinci kalbi gibi..
Ne olacaksa olsun bitsin artık. Beklemek, kötülüklerin en kötüsü..
İnsansız hikâye olmaz zira. İnsanın içindeki uçuruma bakmak gerekir.
Nitelik , insanı paradan daha değerli kılan bir şeydi..
sevmenin zararı yok dedi sait . Mesele sevgisizlik..,
Camları kıracak kadar keskin ve güçlü bir tebessümü vardı
Mark Twain Ödülüyle ilgili ne düşünüyorsun? diye sordu, Yaşar yol ortasında.(Yaşar Kemal)

Senden önce bu cemiyetin ilk üyesi Atatürk’müş.
“Biliyorum beni sevindiren de bu zaten. Atatürk’ten sonra üye olmam benim için büyük şeref Bir milletin yeriştirdiği en büyük çocuğu ile o milletin kendi hâlinde küçük bir hikâyecisinin Amerika’da bir cemiyette buluşmaları küçük hikâyeci için bulunmaz şerefli bir fırsattır.
Demokrasi de zaten böyle olur.”

“Bize bir masa ayır Yanakimu
Aleksandramla benim için
Bir masa
Üstü çiçeksiz
Örtüsü gazeteden
Şarabı aşktan
Hem hülyadan
Aleksandram mızıka çalsın
Siyaha çalar parmaklarıyla
Güftesi bayağı şarkılar
Adi havalar
Meyhane acı zeytinyağı koksun
Sen hoşnut ol Yanakimu ”
Sait Faik Abasıyanık
“Birkaç hafta sonra mahkemesi görüldü.’Kestaneci Dostum’ hikâyesinde kestanecinin mangalına tekme atan memurun kim olduğunu söylemesi gerekiyormuş.Ekmek teknesi tekmelenince işinden olup eroine bulaşan çocuğun da ortaya çıkması lazımmış.Hakime onca dil döktükten sonra hikâyedeki kestanecinin de mangala tekmeyi basan memurun da aslında birer hayal ürünü olduklarına ikna etmeyi başardı.”
Hayat, oyuncusu sürekli değişen ama sahnesi kapanmayan bir kumpanya gibi Ne tuhaf
Oysa gençliği ıskalanmış bir hayatın yaşlılığı ne ise yarar ki? Öleceksek aşktan ölelim ulan
‘Yazmak öğretilemez ki’ diye karşılık verdi Sait. ‘Sadece geliştirilebilir. Yazım yeteneğin varsa çalıştıkça gelişir mutlaka
Evini terk ederken oğlunu yanına almayarak onu ileride sevilmekten ürken bir adama dönüştüreceğinin farkında bile olmadan çekip giden annesinin konuşmalarıydı bunlar. Kadınlardan korkmaya başladığı gün, annesinin evi terk ettiği gün olmalıydı
İyileşmek yada ölmek Fark etmezdi. Yeter ki, biri olsundu artık
İnsan düşmanları sayesinde gelişir. Dostlar ölümcüldür, küçültür insanı. Bu yaşta taşlanmaya başlamış olmana çok sevindim
Yarışmana gerek yok. Yazılarını takdir edecek olan okurdur Unutma Ara. Foto muhabiri de olsan, yazar da olsan, insanın peşinde koş. İçinde insan olmayan sanat yaşamıyordur
Neyin hakkını vermişti şimdiye kadar? Hayatla hesabı kapatamadığı sürece ölüm düşüncesinden çekinmeye devam edecekti
Deniz de bunu yaparsa nerede iyileştirecekti hüzünlerini!
Küçük insanlardaki yaşamak güzelliği şehirde yok
Yoksulluk memleketin kaderi olmuşken, karnının doyuyor olmasından utanıyorsun
Çünkü acı çekmek bor hayat belirtisiydi ve çektiği ıstıraptan başka, hayatta olduğunu kanıtlayabileceği hiçbir şey yoktu elinde
‘Ah he Sait ‘dedi Mina. ‘Kendini yalnızlığa mahkum etmişsin sen. Sevdiğin kadınlar bile seni daha fazla yalnızlaştırmak için hayatındalar. Paylaşmak için değil, savaşmak için seviyorsun onları. Kendinden alamadığın intikamı, onlar alsın istiyorsun. Bu sevmek değil ki ‘
Unutmak kolay, unutmamak için çabalamak eziyeti iş
Yazmak tutkusu geçimden öte bir ihtiyaç halini almıştı artık. Yaşamakla ölmek arasındaki ince çizginin üzerinde duruyordu kağıdıyla kalemi
Meğer bir sevmeye bakarmış temizlenmek Birini sahiden sevdiğinde, o zaten dünyanın en güzel insanı oluyordu
Yazmak için yalnızlığa, yaşamak için kalabalığa karışıyor ama gel gör ki ikisiyle de anlaşamıyor
Nefes bile alamayacak kadar yoksuldu. Açlıktan kendi etini yemeye hazır insanlardan zarafet, kibarlık, aşk ve romantizm beklenemezdi. Yokluktan nefesi kokan bu Rum kızının aşkla ne işi olurdu ki!
Köklü bir değişime bahane olmayacaksa ne anlamı kalırdı bir kadına aşık olmanın?
Umut beklememekteydi aslında. İnsan ne kadar koşarsa, o kadar geç kalıyordu her şeye
Dostoyevski’nin Rus edebiyatına yaptığı hizmeti sen de Türk edebiyatı adına yapacaksın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir