İçeriğe geç

Yalan Söylediğimi Nasıl Anladın?! Kitap Alıntıları – Paul Ekman

Paul Ekman kitaplarından Yalan Söylediğimi Nasıl Anladın?! kitap alıntıları sizlerle…

Yalan Söylediğimi Nasıl Anladın?! Kitap Alıntıları

Bizler, yaşamlarımızın erken dönemlerinde ve yaşamlarımız boyunca, insanların nasıl davranması gerektiği konusundaki kuralları öğrenmekteyiz.
Bazen duygusal bir epizot hakkında basitçe konuşmamız bile, söz konusu duyguyu yeni baştan deneyimlememize yol açabilir.
Eşimize onu öğleden sonra ofisten arayıp kendisine ulaşamadığımızı söylediğimizde ve arkasından nerede olduğunu sorduğumuzda eğer endişeli bir ifade verirse hemen bir üçkağıt peşinde olduğu sonucuna varmamalıyız. Şayet böyle bir düşünce aklımıza gelirse bu bizim fazla şüpheci bir kişi olduğumuzu gösterir (tabii ortada mevcut bir sadakatsizlik örgüsü yoksa; eğer varsa da neden hâlâ bu ilişkinin içindesiniz?)
Duyguların ifadesi gibi, sosyal olarak önem taşıyan her şey öğrenme sürecinin bir ürünüydü ve kültürden kültüre farklılıklar göstermekteydi.
Mutluluk terimi sorunlu bir terimdir; çünkü mutsuzluk gibi yeterince açıklayıcı değildir.
Mutluluk terimi sorunlu bir terimdir ; çünkü mutsuzluk gibi yeterince açıklayıcı değildir.
Duygusal ifadelerin altlarında yatan nedeni açığa vurmadığını ve beklediğimiz nedenler dışında başka nedenler de olabileceğini aklımızda tutarsak Othello’nun hatasına düşmekten kendimizi kurtarabiliriz.
Duygusal ifadeler bize onun nedenleri hakkında bir şey söylemezler; bunu her zaman olmasa da çoğunlukla yer aldıkları durumsal bağlamdan çıkartabiliriz.
Ben, kişinin sıkıntılarını dikkate almanın şart olduğunu ama bunu kızgınlık taze ve hararetliyken yapmamanın iyi olacağını savunuyorum.
Diyelim on iki yaşındaki kızımız okulda gününün nasıl geçtiğini sorduğumuzda bu ifadeyi gösterdi. Kızımızın hissettikleri hakkında yaptığımız yorum, onun gözyaşlarına boğulmasına mı neden oluyor? Ben sormanın, kızımızın hislerini onaylamanın, hiçbir şey yokmuş gibi davranmaktan daha iyi olduğuna inanıyorum. Şayet çocuğumuz ergenlik dönemindeyse Her şey yolunda mı? ya da Herhangi bir konuda yardıma ihtiyacın var mı? gibi sorularla hislerini gösterebilmesi için ona fırsat verebiliriz.
Duygusal bir bozuklukta belirli duygular kişinin hayatı üzerinde tahakküm kurar, meseleleri tekeline alır ve diğer duyguların çok az hissedilmesine neden olur. Bu duygular tekrarlayan biçimlerde çok yoğun bir şekilde hissedilir. Kontrol altında değillerdir, kişi onları ne düzenleyebilir ne de onlardan kaçabilir.
Bizler reflekslerimizi ve dürtülerimizi yenerek, onların bizi yönlendirmesine izin vermeden kendi isteğimizle farklı eylemlerde bulunabilir ya da kalabiliriz.
Kimi insanlar için kızgınlık, bir kayıp söz konusu olduğunda yaşanacak agoniyi önlemek amacıyla yedekte tutulan bir duygudur.
Zooloji Bahçelerinde yaşayan bir şişen engereğin önüne kalın bir cam tabak tutarak yüzümü yılana yaklaştırdım. Şişen engerek bana saldırsa bile geri çekilmemek konusunda çok kararlıydım. Ama öyle olmadı. Engereğin bana doğru hamlesiyle birlikte bir anda bir-iki metre geriye zıpladım. Kararlılığım bir işe yaramadı. Azmim ve aklım daha önce hiç deneyimlemediğim bir tehlike hayali karşısında güçsüz kalmıştı.
Eğer ifade biçimleri öğrenmeye bağlı değilse, doğuştan kör olan bir kişinin gören bir kişiyle benzer ifadeleri göstermesi gerekmektedir.
Doktorun anlayamadığı şey, kaybımızı anlayan ve anlayabilecek kişilerle olmadığımız sürece agoni duygusunu gerçekten yaşayamayacağımızdır.
Başkalarına uygulanan en kötü muamele biçimlerini haklı çıkarmaya çalışan kimi kişiler, kurbanların sıklıkla havyan (ve tabii şirin bir tür olmayanından) olarak nitelerler, kimi zaman bu kurbanlardan kir veya pislik gibi cansız bir hakaret nesnesi olarak bahsederler. Öfkelenme ya da edebe aykırılığın birilerini boğazlamak, hatta onlara işkence yapmak için haklı görülebilmesi beni korkutmaktadır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
kirlendiğinizi hissetmeniz ya da iğrenmeniz bu kişiye şiddet uygulamak için yeterli bir neden oluşturmaz.
Kendini ninja ilan eden yirmi yedi yaşındaki David Lynn Scott III, 1992 yılında Maxine Kenny’nin kızına tecavüz edip, onu öldürmüştü. Scott 1993 yılında tutuklandı, ama görülecek dava dört yıl boyunca ertelendi. Scott mahkemede suçlu bulunduktan sonra, Maxine ve eşi Don’a, hüküm verme aşamasında tanıklık etme fırsatı verildi. Maxine, Scott’u direkt olarak işaret ederek, Şimdi sen ninja mı olduğunu sanıyorsun? Kendine gel! Burası feodal Japonya değil; olsaydı bile, ödleğin teki olduğun için asla ninja falan olamazdın! Gecenin bir körü, üzerinde siyah kıyafetler ve elinde silahla gizlice gelip, savunmasız ve masum bir kadını avladın.. Sahte gücünün baştan çıkarmasıyla bu kadına tecavüz edip öldürdün. Sen bir ninjaya değil, gecenin köründe duvarlardan geçerek her şeyi pisleten iğrenç bir hamam böceğine benziyorsun. Sana hiçbir sempatim yok. Sen benim kızım Gail’e tecavüz ettin, ona işkence ettin ve onu vahşice öldürdün. Onu bir kere değil, tam yedi kere bıçakladın. O yaşamak için çaresizce savaşırken, hiçbir şekilde ona acımadın. Sen yaşamayı hak etmiyorsun, dedi.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
zarar verme dürtüsü kızgınlık tepki sisteminin gerekli ve yerleşik bir unsuru mudur? Eğer öyleyse, zarar verme girişimlerini yaşamın erken dönemlerinde de görmemiz ve yalnızca çocuğa bu dürtüyü kısıtlamasını öğrettiğimizde azalmasını beklememiz gerekir. Eğer böyle değilse, kızgınlık dürtüsü, buna neden olan kişiye illaki zarar verme amacı taşımadan, yalnızca bir sorunla başa çıkabilmek içindir. Eğer böyleyse, başkalarına zarar veren kızgın davranışları, kendilerine bakan kişilerden, bir sorunu ortadan kaldırmanın en başarılı yolunun ilgili kişiye zarar vermek olduğunu öğrenen çocuklarda görmemiz gerekir. Bunlardan hangisinin olduğu önemlidir. Eğer zarar verme, kızgınlık tepki sisteminin yerleşik bir unsuru değilse, çocuklarımızı zarar vermenin ya da vurmanın başkalarına kızdıkları zaman yaptıklan bir şey olmayacağı biçimde de yetiştirmek mümkün olabilir.
En çok değer verdiğimiz kişilere en fazla kızmamızın nedenlerinden biri de, bu kişilerin bizi en yakından tanıyan, korkularımızı, zayıflıklarımızı ve bizi en fazla incitecek şeyin ne olduğunu en iyi bilen kişiler olmalarıdır.
Müdahale etmek ile kayıtsız kalmak arasında çok ince bir çizgi vardır ve birine değer verdiğimizi onu hiç zorlamadan da göstermemiz mümkündür. Şayet çocuğumuz ergenlik dönemindeyse, Her şey yolunda mı? , ya da Herhangi bir konuda yardıma ihtiyacın var mı? gibi sorularla hislerini gösterebilmesi için ona fırsat verebiliriz.
Kaşlar üzüntü duygusu için oldukça önemli ve hayli güvenilir bir belirtidir. Üzüntü hissedilmediği müddetçe bu gruplarda nadiren gösterilmektedir, çünkü pek az insan bu hareketi kendi isteği ile gerçekleştirebilmektedir. İstisnalar arasında, bu hareketi sıklıkla yapan Woody Allen ve Jim Carrey gösterilebilir. Pek çok kişi yaptığı konuşmayı vurgulamak için kaşlarını yukarı aşağı hareket ettirse de, bu iki aktör kelime vurgusu yapmak amacıyla sıklıkla üzgün kaş ifadesine başvurmaktadır. Bu onlar daha empatik, daha sıcak kanlı ve daha nazik kılsa da, görünürde yansıyan şey hissettikleri gerçek duygular olmayabilir. Konuşmasını vurgulamak için kaşlarını içerden yukarı kaldıran kişiler için bunun önemi az olsa da, hemen hemen herkes için bu önemli bir üzüntü belirtisidir.
Bunların oldukça güçlü ve güvenilir olan belirtilerden biri ise kaşlarının içerden yukarı doğru açı yapmasıdır. Bu ifadenin güvenilirliği ise çok az insanın bu hareketi kendi isteği ile yapabilmesinden gelmektedir. Dolayısıyla bu hareketin kasten taklidinin yapıldığına pek sık rastlamayız. Kişiler hissettikleri duyguları göstermemeye çalışsalar bile, bu yatık kaş pozisyonu, kişinin üzüntülü olduğunu sızdıracaktır.
Keder: Ölüm ya da ayrılık haberi ile ortaya çıkmaz, bu haber yalnızca sözcüklerden ibarettir. Keder kişi bomboş evden içeri girdiğinde kişiyi vurur.
İnsanların duygularını saklamaya çalıştıkları zamanlarda söyledikleri şeylerden dinlediğim kadarıyla, ses üzerinde kontrol kurmak çok daha uzun sürmektedir.
Öte yandan, bir yüz ifadesini samimiyetsizce taklit etmek kolaydır. Araştırmalarım, aynı ifadelerin pratiğini yapmamış kişilerin, kolaylıkla bu türden samimiyetsiz ifadelere inanabildiğini göstermektedir. Ses, nadiren yanlış bir duygusal mesaj iletirken, kişi konuşmadığı durumlarda, hiçbir mesaj da iletmeyebilir. Tamamıyla kapalı konuma getiremesek de, yanlış duygusal mesajlar vermede yüzün sesten daha etkin olduğunu görürüz. Karşımızdaki kişiyi konuşmadan dinlediğimiz zamanlarda bile, bir ifadenin ince bir belirtisi sızıntı yapabilir.
İnsanlara ne düşündüğümüzü söyleyen dışadönük bir işaret yoktur, yalnızca ‘ne düşündüğümüzü’ diyoruz, bu dediğimiz duygular için geçerli değildir. Her ne kadar insanlar kendilerini ifade edebilirlikleri açısından birbirlerinden farklılık gösterseler de, duygular ne görünmezdir, ne de sessizdir.
Sinir sistemlerimiz, bizi duygusal kılan şeyleri kolay kolay değiştirmemize, duygusal hücre kümesi ile tepki, ya da tetikleyici ile duygusal hücre kümesi arasındaki bağlantıyı unutmayı öğrenmemize izin vermez. Duygu alarm veritabanımız, mütemadiyen yeni çeşitlemelerin eklendiği çoğunlukla açık bir sistemdir. Veri bir kere girdikten sonra bu sistem söz konusu verinin kolaylıkla silinmesine olanak tanımaz. Duygu sistemimiz, tetikleyicileri dışarıya atacak şekilde değil, kendisine dahil edecek şekilde oluşmuştur ve düşünmemize gerek olmadan duygusal tepkilerimizi harekete geçirir. Bizler bunlar kolayca durdurmamıza olanak tanımayan bir biyolojik yapıyla kurulmuşuzdur.
Korkacak bir şey olmamasının bilgisi, içimizdeki korkuyu silip götürmez.
Bize nelerden korkacağımızı, nelere kızacağımızı ya da nelerden keyif alacağımızı başkaları söylemiş olabilir. Bu sembolik yolu çoğunlukla hayatımızın erken dönemlerinde bize bakan kişi açacaktır ve şayet öğretilen duygu yoğun ise etkisi güçlenecektir.
İnsan ve Hayvanlarda Duyguların ifadesi (The Expression of the Emotions in Man and Animals) adlı fevkalade öngörülü kitabında Charles Darwin, bundan yüz yılı aşkın bir süre önce, Ohman’ın yukarıda bahsi geçen güncel çalışmasına çok iyi uyan, yılanlarla bir deney gerçekleştirmiştir: Zooloji Bahçelerinde (Zoological Gardens) yaşayan bir şişen engereğin önüne kalın bir cam tabak tutarak yüzümü yılana yaklaştırdım. Şişen engerek bana saldırsa bile geri çekilmemek konusunda çok kararlıydım. Ama öyle olmadı. Engereğin bana doğru hamlesiyle birlikte bir anda bir-iki metre geriye zıpladım. Kararlılığım bir işe yaramadı. Azmim ve aklım daha önce hiç deneyimlemediğim bir tehlike hayali karşısında güçsüz kalmıştı. Darwin’in deneyimi, aklın doğuştan gelen korku teması karşısında korku tepkisini önlemekte nasıl yetersiz kaldığını göstermektedir.
Edgar Allan Poe Çalınan Mektup’unda bunu biliyordu: Karşımdakinin ne kadar akıllı ya da aptal, ne kadar iyi yada kötü kalpli biri olduğunu yada o anda neler düşündüğünü anlamak istediğimde, yüzüme elimden geldiğince karşımdakinin yüz ifadesini takınırım ve zihnimde ya da yüreğimde yüzümdeki ifadeye uygun hangi düşünce veya duyguların doğacağını beklerim.
Duygular gelir ve geçer. Bir an bir duyguyu hissederiz, sonra bakmışız başka bir an hicbir şey hissetmiyoruz.
Mutluluk terimi sorunlu bir terimdir ; çünkü mutsuzluk gibi yeterince açıklayıcı değildir.
Othello’nun hatasına düşmemek için bir anda sonuca varmaktan kaçınmamız ve belirli bir duygunun en fazla şüphelendiğimiz şeyden daha başka nedenleri olabileceğini düşünmemiz gerekmektedir.
Keşfedeceğimi sandığım şeyin tam tersine ulaşmıştım. İdeal olan da buydu.
《Heyecanımız, duyusal zevklerimiz, kendimizin ve çocuklarımızın başarısı için duyduğumuz gurur olmasa, pek çok acayip ve beklenmedik şeyle eğlenmesek, hayat hala yaşamaya değer olur mu? Duygularımız, ihtiyacımız olmadığı için hayatlarımızdan çıkarmamız gereken bir eklenti, artık bir aygıt değildir. Duygular, yaşamımızın merkezinde yer alır; hayatı yaşanır kılar.》
《Duygularımız dünyayı görme biçimimizi etkileyerek başkalarının eylemlerini yorumlama biçimini değiştirir.

Kişilerin kızgınlığını sonlandıracak bir bilgi edinmelerinden sonra bile kızgınlık duygularına sıkı sıkı tutup bırakmamalarının pek çok nedeni olabilir:

Belki akşam yeteri kadar uyumamıştır..

Belki işte çok büyük bir baskı altındadır ve bununla baş edemediği için işteki hayal kırıklığının acısını başkasından çıkartıyordur..

Belki aylardır ikinci bir çocuk yapmak gibi ciddi bir mesele üzerinde tartışmaktadır..

Belki de kişi kızgınlığın baskın rol oynadığı bir kişilik tipine sahiptir..

Belki de yaşadığı duygusal olarak çok yüklü bir senaryoyu bu duruma aktarıp, aynı senaryoyu tekrar oynamaktadır

Kişilikle ilgili psikiyatrik teorilerde geleneksel akıl, bu senaryoların kişinin çözümlenmemiş hisleri olması durumunda aktarıldığını savunur.
Bu hisler tatmin edici bir biçimde tamamıyla ifade edilemeyen hislerdir ya da ifade edilmesi durumunda arzu edilen sonuç elde edilememektedir.
Senaryolar mevcut gerçekliği çarpıtıp, uygun olmayan duygusal tepkilere yol açabilirler.》

《Duygularımıza erişim ya da duyguların aktif hale gelmeleri ile ilgili olarak 9 ayrı yol tanımladım:

1. Oto-değerlendiricilerin, yani otomatik değerlendirme mekanizmalarının işleyişi yoludur.

2. Dönüşümsel değerlendirme ile başlar ve oto-değerlendiricileri harekete geçirir.

3. Geçmişte yaşadığımız duygusal bir deneyime ilişkin hatıralarımız..

4. Geçmişte yaşanmış duygusal bir olay hakkında konuşmak..

5. Kendi hayal gücümüz..

6. Empati..

7. Neler karşısında duygusallaşacağımızla ilgili olarak başkalarının bize öğrettikleri..

8. Sosyal bir kuralın ihlali..

9. Bir duygunun görüntüsünün kişice istemli bir şekilde canlandırılmasıdır.

Karşımdakinin ne kadar akıllı ya da aptal, ne kadar iyi ya da kötü kalpli biri olduğunu ya da o anda neler düşündüğünü anlamak istediğimde, yüzüme elimden geldiğince karşımdakinin yüz ifadesini takınırım ve zihnimde ya da yüreğimde yüzümdeki ifadeye uygun hangi düşünce veya duyguların doğacağını beklerim.

《Her bir duygu için uygun gördüğümüz kelimelerin mükemmmel karşılıkları yoktu. Duyguların dilde nasıl temsil edildiği, pek tabii ki evrim meselesi değil, kültür meselesiydi.

Duyguların kelimeler olduğu varsayılıyordu. Halbuki duygular bir süreçtir; evrimimiz ve kişisel geçmişimize bağlı olan, iyi halimizi ilgilendiren önemli bir şey oluştuğunu hissettiğimiz belirli bir otomatik değerlendirme biçimidir.
Böylelikle bu durumla uğraşmak için, bir dizi psikolojik değişkenlik ve duygusal davranış devreye girer. Kelimeler, duygularımızla uğraşma yollarımızdan bir tanesidir. Duygusal olduğumuz zamanlarda kelimelere başvururuz, ama bu duyguları kelimelere indirgeyemeyiz.

İnsanlar kaç çeşit ifade biçimi gerçekleştirebilir?

Yüzdeki her hareket bir duygunun belirtisi midir?

İnsanlar kelimelerle yalan söyledikleri gibi yüzleriyle de yalan söyleyebilir mi?》

Yalan söylemeye neden olan başka bir duygu ise benim aldatma hazzı diye tabir ettiğim ve başka bir insan üzerinde kontrol sahibi olma riski ve zorluğundan alınan zevk olarak tanımladığım şeydir. Aldatma hazzına hoşnutluk, heyecan ve keyif duyguları eşlik eder. Bunun frenlemesi güçtür; özellikle de böbürlenmeyi motive ettiğinden , bu durum yalanı da açığa çıkarabilir
Duygulara kendimiz ve diğerleri için sorun olduğu ölçüde odaklanıyor görünüyoruz. Bu nedenden ötürü ruhsal bozukluk konusunda, ruh sağlığı konusundan çok daha fazla şey biliyoruz.
“ En çok değer verdiğimiz kişilere en fazla kızmamızın nedenlerinden biri de, bu kişilerin bizi en yakından tanıyan, korkularımızı, zayıflıklarımızı ve bize en fazla incitecek şeyin ne olduğunu en iyi bilen kişiler olmalarıdır. “
“ Müdahale etmek ile kayıtsız kalmak arasında çok ince bir çizgi vardır ve birine değer verdiğimizi onu hiç zorlamadan da göstermemiz mümkündür. “
“ Üzüntü durumunda yapılan kas hareketlerinin çoğu, planlı yapılabilecek kolay hareketler değildirler. “

Herhangi bir yorum yapmadan söyleyeceğimiz ve böylelikle duygularını açığa vurup vurmama kararını kendisine vereceğimiz, bir “her şey yolunda mı “ cümlesi, bu durumda daha iyi olabilir.

“ Depresyonda olan kişiler kendilerini çaresiz hissederler. Bir şeylerin iyi gideceğine inanmazlar. Bu haldeyken, üzüntü ve agoniye ek olarak suçluluk ve utanç duyguları da güçlü bir biçimde hissedilir. Depresyondaki kişilerin yukarıda bahsedildiği gibi düşünmelerinin nedeni kendilerini değersiz olduğuna inanmalıdır. Depresyon yaşam içinde meydana gelebilen bir olaya tepki veya aşırı tepki olarak ortaya çıkabilir ya da nedensiz yere ortaya çıktığı da gözlemlenebilir. “
Melankolik bir kişiliğiniz varsa üzgün, hüzünlü hissetmeye eğilimliyizdir; depresyon ise merkezinde Üzüntü ve Agoninin bulunduğu ruhsal bir bozukluktur.
“ Gözyaşı, Batı Kültürlerinde çocuklar ve yetişkin kadınlar için kabul edilebilir olsa da, yetişkin erkekler Üzüntü ya da Agoni sebebiyle döktüğü gözyaşları son zamanlara kadar bir zayıflık işareti olarak değerlendirilmiştir. Bugün ise durum değişmiştir. “
“ İnsanların psikoterapistlerden destek almasının en önemli nedenlerinden bir tanesi de, onları duygusal kılan şeyler karşısında daha fazla duygusal olmak istememeleridir. “
Çevremizde tepki verdiğimiz şeyler hızla değişmekte, bu durumla ilgili hatırladığımız ve hayal ettiğimiz şeylerde değişebilmektedir !
Başkalarının ne hissetttiğimizi bilmesi her zaman hoşumuza gitmeyebilir; hatta dışadönük kişilerin bile, hislerini kendilerine saklamayı tercih ettikleri zamanlar vardır !
Karşındakinin Ne kadar akıllı ya ada aptal, ne kadar iyi ya da kötü kalpli biri olduğuna ya da o anda neler düşündüğünü anlamak istediğimde, yüzüme elimden geldiğince karşımdakinin yüz ifadesini takınırım ve zihnimde ya da Yüreğimde yüzümdeki ifadeye uygun hangi düşünce ve duyguların doğacağını beklerim !
“Karşımdakinin ne kadar akıllı ya da aptal, ne kadar iyi ya da kötü kalpli biri olduğunu ya da o anda neler düşündüğünü anlamak istediğimde, yüzüme elimden geldiğince karşımdakinin yüz ifadesini takınırım ve zihnimde ya da yüreğimde yüzümdeki ifadeye uygun hangi düşünce veya duyguların doğacağını beklerim.”
Edgar Allan
Kızgınlığımıza neden olan durumu kontrol altında tuttuğumuzu hissediyorsak, bu kızgınlığı somurtkan bir şekilde korunması gereken bir duygu değil de, düzeltilmesi gereken bir şeylerin belirtisi olarak yorumluyorsak ve yaşamımızdaki kişi ve işlere kendimizi hâla bağlı hissediyorsak, bastırılmış kızgınlığın tıbbi sonuçlar doğurması ihtimal dahilinde değildir.
En çok değer verdiğimiz kişilere en çok kızmamızın nedenlerinden biri de, bu kişilerin bizi en yakından tanıyan, korkularımızı, zayıflıklarımızı ve bizi en fazla incitecek şeyin ne olduğunu en iyi bilen kişiler olmalarıdır.
En çok sevdiğimiz insanlara karşı en büyük kızgınlıkları duymamız garip gelebilir, ama bu kişiler bizleri en fazla inciten ve hayal kırıklığına uğratan kişiler olabilirler.
En çok değer verdiğimiz kişilere en fazla kızmamızın nedenlerinden biridir,bu kişilerin bizi en yakından tanıyan,korkularımızı ,zayıflıklarımı zı ve bizi en dazla incitecek şeyin ne olduğunu en iyi bilen kişiler olmalarıdır.
Kızgınlık sırasında ,bir ısınma ile birlikte ,bu duyguya neden olan unsura saldırıbilmesi ya da onu tutabilmesi için ellere giden kan akışı hızlanmaktadır (yani eller ısınır).Korku sırasında ellerin ısııs azalmakta ve kişinin kaçabilmesi için bacaklara giden kan akışı hızlanmaktadır.
Duygular, öncelikle, refahımız için çok büyük önem taşıyan meseleler karşısında gösterdiğimiz tepkilerdir; ve ikinci olarak, duygularım ortaya çıkışı o kadar hızlıdır ki, zihnimizde bunları harekete geçiren sürecin nasıl işlediğinin farkında değilizdir.
Her bir duygu için uygun gördüğümüz kelimelerin mükemmel karşılıkları yoktu.Duyguların dilde nasıl temsil edildiği,pek tabii ki bir evrim meselesi değil, kültür meselesiydi.
En iyi duygusal epizotlar ilişkiye girdiğimiz kişilere zarar vermeyen ve onlara sorun çıkarmayan epizotlardır.
Kelimeler, duygularımızla uğraşma yollarımızdan bir tanesidir. Duygusal olduğumuz zamanlarda kelimelere başvururuz, ama bu duyguları kelimelere indirgeyemeyiz.
Kişi tiksindirici bulduğu yiyeceği elindeki bir tek o olsa da yemeyecektir. Bunun için ölmeyi bile göze alabilir. Öte yandan başkaları aynı yemeğin leziz olduğunu düşünebilirler. Duygular, açlık dürtüsünü yenmektedir! Cinsellik dürtüsü ise, kötü şöhreti ile duyguların müdahalesi karşısında savunmasızdır. Bir kişi korktuğu, iğrendiği ya da cinsel bir eylemi asla tamamlayamayacağını düşündüğü için hiç cinsel ilişkiye girmemiş olabilir. Duygular, cinsellik dürtüsünü de yenmektedir! Ve insanın umutsuzluğu, onu intihara yönelterek yaşama arzusunu pekala altedebilir. Duygular, yaşama arzusunu da yenmektedir!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir