İçeriğe geç

Verwirrung der Gefühle Kitap Alıntıları – Stefan Zweig

Stefan Zweig kitaplarından Verwirrung der Gefühle kitap alıntıları sizlerle…

Verwirrung der Gefühle Kitap Alıntıları

Kendinde olup biteni fark etmek demek, artık kendini savunmaya geçmek demektir ve çoğunlukla boşa giden bir çabadır bu.
Ne var ki çok doğru söylenen şöyle bir atasözü daha vardır: Şeytan atını ne kadar hızlı sürerse sürsün hedefe varmadan bacağını kırar.
yeryüzünde kötülerin rahatı yerindeyken iyiler zarar görmeye, hak yemeyenler gülünç duruma düşmeye devam ediyordu.
Bir insan başka bir insanla yaşamı boyunca ancak bir kez böyle konuşabilirdi ve tıpkı kuğu efsanesinde kuğunun yanlızca ölürken şarkı söylemek üzere kalın sesini tek bir kez duyurması gibi, ardından sonsuza kadar susardı.
Duygularını üst ve alt olmak üzere daima ayırmak zorunda kalmıştı
Tantalos azabı: Onu sıkıştıran eğilimine karşı sert bir duruş ve kendi zaafına karşı sürekli olarak bitmeyen bir savaş!
Yollar yeniden tüm riskleriyle yasaların ve toplumun kıyısından geçip tehlikenin karanlıklarına iniyor.
Haz duymadan haz yaşıyor, utançtan boğuluyor ve zamanla kendi tutkusuna karşı duyduğu korkunun ürkekçe kendi içine gizlenmiş kararmış bakışlarıyla yüzleşiyor.
En derinlerimde yatan duygularımı seziyor, aslında birbirimize yabancı olmamıza karşın neyin beni üzüp canımı acıtacağını biliyor, buna karşın beni tanıyan kişi değerimi anlamıyor ve paramparça ediyor beni.
Milyonlarca saniye yaşarız,ama daima bunlardan biri,sadece bir tanesi tüm iç dünyamızı altüst eder.
Bu sade bir insanın esrimesiydi, soğuk ve tekdüze bir hayatın içinde büyüleyici ve uyuşturucu bir düştü. Böyle insanların düşleri, karinaları ani bir çarpmayla bilinmeyen bir sahile vurana kadar, dalgalanan bir haz içinde pırıltılı sakin sularda başıboş dolaşan küreksiz kayıklar gibidir.
çünkü günahkarlık karşısında tiksinti duymak aydınlık için doğru bir başlangıçtı.
İnsan için hiçbir haz gizli olanın verdiği kadar büyük, hiçbir dehşet kanını donduran tehlikenin verdiği kadar güçlü değildir ve açıklanamayacak kadar utanç verici bir acı kadar kutsal olanı yoktur.
İyi olma isteği insanın yüreğinde köklenmişse, her türlü kışkırtmayla baş edebilirdi ve dinsizlerde de, inançlılarda da bunun sayısız örneğini görmek mümkündü.
herkesi dinleyen, ama kimseyi avutamayan gece.
Her şey olması gerektiği gibi olmuştu; çünkü bazı insanlar dünyaya aşk için gelmezler, kavuşmanın acı verici mutluluklarını taşıyamayacak kadar zayıf oldukları için onlarda beklentinin kutsal ürpertisi vardır.
düşünceleri karmakarışık uçuşuyordu
aniden bir tanesi keskin bir bıçak gibi yüreğine saplandı:
onun uğruna ölecekti ve o bunun farkına bile varmayacaktı
ne var ki hakikat,bütün düşlerden daha güçlü ve daha sağlamdı
Her olgu, her insan daima en yanıp tutuştuğu anda tanınır.
milyonlarca saniye yaşarız,ama daima bunlardan biri,sadece bir tanesi tüm iç dünyamızı altüst eder
Yüreğinin olduğu yerde tekinsiz ve buz gibi bir boşluk açılmıştı. Artık atmıyor, artık damlamıyordu, içi tamamen susmuş, tümüyle ölmüştü.
acı çektiklerini asla söylemezler,kadınlar katlanmak için yaratılmışlardır
Bir yüreği derinden sarsmak için, kader her zaman sıkı bir hazırlığa ve şiddetli bir darbe indirmeye gereksinim duymaz; onun dizginsiz biçim verme arzusunu asıl kışkırtan, sudan bir sebeple yıkım yaratmaktır.
Yüreğin hissedip aklın reddettiği duygular, usul usul uyanıp beklenmedik tutkulara dönüşen arzular
Söylediği şeyler benim icin bir incil yazarının sözleri gibi hem bir lütuf hem de yasaydı.
ve yine tuhaf bir duyguyla, birlikte yaşadığı bu insanların kendine ne denli uzak, ne denli yabancı olduklarını hissetti.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Fakat sözcükler sese dönüşemiyor, sadece ruhuna azap veren ve azat etmeksizin işkence eden karanlık ve zorlayıcı duyguları algılıyordu.
Tanımadığı bir yaşamın kendisininkine bağlandığını ve orada parçalandığını o asla bilemeyecekti.
“Sayısız anlar yaşarız ama tek, bir tek an vardır ki bütün iç dünyamızı galeyana getirir.”
Bütün tutkuların ve özlemlerin yörüngesinde uyuduğu, bütün hastalıkların ve çirkinliklerin, gizil güçler barındıran tatlı suyunun içinde bir atık tabakası gibi çözülüp gittiği mucizevi bir kaynağa benzeyen o büyük huzurdan daha bereketli ve mutluluk verici bir şey olabilir miydi sanki. O halde bütün bu kavgalar ve kazanma çabaları niyeydi?
Kaderi içinde barındıran boş, anlamsız saatler vardır. Bunlar hemencecik kaybolmak üzere gelen karanlık, kayıtsız bulutlar gibi yükselirler, ama gitmezler, inatla ve ısrarla orada dururlar. Ve kara bir duman gibi yükselir, dağılıp uzaklaşarak yayılırlar, sonra donuk, kasvetli bir grilikle hayatın üzerine kapanıp kalırlar, yaşadığınız ana kıskançlıkla ve kaçınılmaz biçimde yapışarak, bir gölge gibi durmadan tehditkâr yumruklar sallarlar.
Hayatı hiç tanımadığı, aksine asılsız bir rüya gibi yaşamış olduğu için hayat hakkında düşündüğü yoktu.
Bu yüzden geleceğe ilişkin her türlü korku ve endişeden yoksundu.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Böylesi sessiz gecelerde iki insan onları kimsenin görmediği, işitmediği yollarda birlikte yürüyorsa, evlerin karanlık gölgeleri sözcüklerinin üstüne çöküyor ve sesler hiçbir yansı bırakmadan sessizlikte dağılıyorsa, o zaman sanki kendi kendileriyle konuşuyormuşcasına güvende hissederler.
Zaten güzellik kadınlardan uçar uçmaz bilgelik güle oynaya gelir yerleşir.
Belki de aşkın en güzel, en dingin anları bu insanı kendinden geçiren solgun düşlerdedir.
Cesurca planlar yalnızca gençlikte yapılabiliyor.
İnsan her şeye içten gelen bir duyguyla, her zaman ama her zaman tutkuyla yaklaşmalı.
Duraklar da müziğe dahildir.
Akşam karanlığında anlatılan hikayelerin hepsi yollarını şaşırıp hüznün sessiz patikasına girerler.
Ben yalnızca uğruna kurban gidilen bir sevgiye inanırım
Yine yapayalnızım, diye düşündü, her zaman yalnızım.
Onun yakınlığı acı veriyor ; yokluğu ise buz kesilmeme neden oluyordu.
Her şeyi, ne insanlara ne yazıya açmaksızın kendi içine yığıyordu.
İçimde tehlikeli bir istek vardı, biriyle dövüş etmek, durmadan homurdanan öfkemi ilk gelenin üzerine boşaltmak istiyordum. Fakat çok şükür ki, kimse bana dikkat etme tenezzülünde bulunmadı.
Zaten sessiz ve mutlu olmaktan başka bir şey de istemiyordu; beklediği sadece bir ibadethaneye sığınır gibi sığınabileceği bolca huzurdu.
Bazı insanların duyguları ters programlanmıştır öyle ki karşı taraftan karşı tarafın verebileceklerinin tersini beklerler, mesela erkekler bir kadın kolayca bedenini sunarsa ona teşekkür etmek yerine sadece masumiyeti bağlılıkla sevebilecekmiş gibi davranırlar fakat bir kadın masumiyeti savunduğu zamanda o masumiyeti elinden almak için çıldırırlar.
Fakat insanın iç huzuru sarsılmışsa sonradan gelen kendi kendini yatıştırma çabaları neye yarar?
Yaşamı boyunca asla tanışmamış olduğu yakıcı ve özlem dolu bir kader .
“ Hiç kimse benim için böyle bir şey yapmadı, hiç kimse bana bu kadar gönülden yardım etmedi. Bu nedenle size değil, sana minnettarım diyorum. “
Ne var ki hakikat, bütün düşlerden daha güçlü ve sağlamdı.
İlk adımları bile yanlış!
Sayısız anlar yaşarız ama tek, bir tek an vardır ki bütün iç dünyamızı galeyana getirir
“ Kapkaranlık ve bölünmez bir kâbusun içine hapsedilmiş gibiydim, uyanmak ve bu çelişik duyguların karmaşasından kurtulup tüm bunların izahını yapmak için çırpınıyordum. “
“ Onun yakınlığı acı veriyor, yokluğu ise buz kesmeme neden oluyordu. “
“ Fakat insanın duygu dünyası bir kez bozulmuşsa, sonradan girişilen kendi kendini teskin etme çabaları neye yarayabilir? “
Bu, genelde insanların orta yaşlarında hiç bilmedikleri, ancak çok genç veya çok yaşlı insanların yaşadığı o köpek gibi sadık ve talepsiz aşklardandı. Bu, düşüncelere yer vermeyen, sadece hayallerle yaşayan sakınmasız bir aşktı.
“ Duraklar da müziğe dahildir. “
Düşlerim bana özgüydü.
çünkü bazı insanlar dünyaya aşk için gelmezler , kavuşmanın acı verici mutluluklarını taşıyamayacak kadar zayıf oldukları için onlarda sadece beklentinin kutsal ürpertisi vardır.
Bu, genelde insanların orta yaşlarında hiç bilmedikleri, ancak çok genç veya ancak çok yaşlı insanların yaşadığı o köpek gibi sadık ve talepsiz aşklardandı.
çünkü bu acı benden başka kimsenin canını acıtmıyor Kaygılarımı paylaşan kimse yok onlar beni anlamıyor, ben onları anlamıyorum Kendimle yapayalnızım, daha önce bunu hiç bu kadar hissetmemiştim.
Kendisi zaten bir güzellik olan gençliğin güzelleştirmeye ihtiyacı yoktur. İçindeki gücün aşırı canlılığı onu trajik olana sürükler ve hüzünün henüz deneyimsiz olan kanına ağır ağır karışmasına isteyerek izin verir. İşte, gençliğin her türlü tehlikeye hazır olmasının ve ruhun tüm acılarına kardeşçe elini uzatmasının nedeni de budur.
.. beklediği sadece bir ibadethaneye sığınır gibi sığınabileceği bolca huzurdu.
Bazı ani sarsıntılar ve iç kabarmalar vardır ki, tekrar anlatıldıklarında kulağa duygusal gelirler, bunlar ancak iki kişi arasında beklenmedik bir duygu patlamasıyla yaşandığında ve sadece bir kereliğine sahici olabilirler.
Ne var ki bilen insan için hiçbir haz gizli olanın verdiği kadar büyük, hiçbir dehşet kanını donduran tehlikenin verdiği kadar güçlü değildir ve açıklanamayacak kadar utanç verici bir acı kadar kutsal olanı yoktur.
Fakat akşam karanlığında anlatılan hikayelerin hepsi yollarını şaşırıp hüznün sessiz patikasına girerler. Alacakaranlık bütün tülleriyle üstlerine iner, akşamın içinde barınan tüm keder, yıldızsız bir gök gibi üstlerine kapanır, karanlık damla damla kanlarına karışır; işte o zaman içlerindeki bütün o aydınlık ve rengarenk sözcükler, sanki insanın kendi hayatından çıkıyormuşçasına yoğun ve ağır bir tını kazanır.
O boğucu korku dağılmıştı, sadece derin, tuhaf bir acı hissediyordu, nereden kaynaklandığını anlamak için kendini boşu boşuna zorladığı bir acı. Zifiri karanlık gecede birdenbire uyanıp da tamamen yalnız olduklarını hisseden korkmuş çocukların duyduğu cinsten bir acı
Tanımadığı bir yaşamın kendisininkine bağlandığını ve orada parçalandığını o asla bilmeyecekti.
Akşama kadar, hayaller içinde bir kaybolmuşlukla bilmediği yollarda böyle dolaşıp durdu. Hiçbir şey düşünmüyordu. Geçmişi de, kaçınılmaz olanı da.
Hiç hak etmediğim bu aşağılanmanın nedenini boş yere anlamaya çalışıyordum.
Ama gayretimi böylesine ateşleyen asıl neden, hocamın karşısında başarılı olma, güvenini sarsmama, beni onaylayan gülüşünü kazanma ve benim onu hissettiğim gibi onun tarafından hissedilme hırsımdı.
“Yalnızca ciddiyetle değil oğlum,” dedi sonra, “her şeyden önce tutkuyla. İhtirassız kişi en fazla öğretmen olur – şeylere içeriden yaklaşmak gerekir, daima tutkuyla, daima.”
Duygularımı bu insana çok hızlı ve safça kaptırmış olmaktan duyduğum öfkeyle ve kuşkuyla öyle titriyordum ki kendimi tokatlayabilirdim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir