İçeriğe geç

Venedik’te Ölüm Kitap Alıntıları – Thomas Mann

Thomas Mann kitaplarından Venedik’te Ölüm kitap alıntıları sizlerle…

Venedik’te Ölüm Kitap Alıntıları

Görüşlerinde tutku derecesinde hoşgörüsüz olan gençliği ancak problemli şeyler çeker.
Almanya’nın savaştan yenik çıkacağı ulus olarak bilincimize öylesine kazınmış, hafızalarımıza öylesine yerleştirilmişti ki, bunun doğuracağı korkunç sonuçlardan korktuğumuz kadar başka hiçbir şeyden bu kadar çok korkmuyorduk. Fakat bundan çok daha korktuğumuz bir şey vardı, o da Almanya’nın savaştan galip çıkma olasılığıydı.
Gelişme kaderdendir.
Biçimin ahlakiliği, nefse hâkimiyetin ifade ve sonucu oluşu yüzünden, fakat doğası gereği de ahlaka karşı bir kayıtsızlık anlamını kapsadığı, hatta ahlakı mağrur ve mutlak egemenliği altına almaya çalıştığı için ahlakdışı, hatta büsbütün ahlaka aykırı değil miydi?
Ama öyle görünüyor ki, soylu ve mert bir ruh, her şeyden önce ve her şeyden çok, bilginin keskin ve buruk çekiciliğine karşı körleşir.
Zamana karşı delikanlıca ve kaba davranmış, zamanın ayartmalarına uymasının sonucunda gözler önünde sürçmüş, falsolar yapmış, güçsüzlüklerini göstermiş, sözlerinde ve eserlerinde zarafet ve temkine aykırı hareketlerde bulunmuştu.
bitkinliğin sınırında çalışan bütün bu insanların yazarıydı işte.
sanat, hayatın üst dereceye çıkarılmışıdır. Verdiği mutluluk daha derin, eritip bitirişi daha çabuk olur.
baştan başa her noktasıyla böyle mükemmel oluşları, ancak yaratıcılarının, doğduğu eyaleti fethedeninkine benzer bir irade ve azimle yıllar yılı hep bir ve aynı eserin heyecanı içinde dayanmalarından, bizzat bu yaratışa sadece en kuvvetli ve en ciddi saatlerini harcamış olmalarından doğuyordu.
Çok yaşamayı da candan gönülden istiyor, çünkü öteden beri, ancak insan hayatının her basamağında, o basamağa özgü bir verimi olan sanatçılığın gerçekten büyük, geniş, hatta gerçekten saygıya değer olduğunu kabul ediyordu.
“tanrısal ve göze görünür tek şey güzelliktir sadece; bu nedenle duyusal olanın yolu da ondan geçer”
“Çünkü insan insanı, hakkında bir yargıda bulunamadığı sürece sever, yüceltir; özlem, eksik tanımanın bir sonucudur.”
İnsan insanı, hakkında bir yargıda bulunamadığı sürece sever, yüceltir, özlem, eksik tanımanın bir sonucudur.
Kendinden uzaklaşmış bir kimse için, tekrar kendini bulmaktan daha sıkıntılı bir şey olur muydu?
Yalnızlık özgünlüğü, o cesurca ve yadırgatıcı güzelliği, şiiri yaratır. Yalnızlık aynı zamanda ters, orantısız ve saçma olanı, izin verilmeyeni de yaratır.
Ve daha o gün, yazara saygıyla bağlı dünya, onun ölüm haberiyle sarsıldı.
Daha sonra kurnaz gönül avcısı, incenin incesi bir fikir: sevenin sevilenden daha tanrısal olduğu
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Bir bakış, bir gülüş, bir fikir değiş tokuşuyla kolayca geçiştirilecek imgeler, algılar onu aşırı derecede meşgul eder, suskunluğunda derinleşir, önem kazanır; bir olay, bir serüven, bir heyecan olurlar. Yalnızlık özgünlüğü, o cesurca ve yadırgatıcı güzelliği, şiiri yaratır.
Bir çeşit serseri bir huzursuzluk, delikanlılara özgü uzaklara susamış bir özlem; o kadar canlı, o kadar yeni ama yine de çoktan terk edilmiş, unutulmuş bir duyguydu ki bu
…Kader karşısında vakar; ıstırap karşısında kibarlık yalnız katlanma anlamına gelmez, o aktif bir başarı, olumlu bir zaferdir…
İnsanlar bir sanat eserini niçin şöhrete eriştirdiklerini bilmezler. Sanat anlayışından yoksun, eserde bunca ilgiyi haklı gösterecek yüzlerce üstünlük bulduklarını düşünürler ama alkışın asıl nedeni, tartıya gelmeyen bir şeydir: yakınlık duygusu!
– Doğru yoldan sapmamızın, zevk ve eğlenceye düşkün ve duygularının kurbanı birer serüvenci olup çıkmamızın bir zorunluluk olduğunu görüyorsun ya?

– Uçurumu inkâr edip onura erişmek isteriz, ama hangi yöne dönsek, yine o çeker bizi..

– Önemli bir fikir veriminin derhal geniş ve derin bir etki yaratabilmesi için, eser sahibinin kişisel hayatıyla çağdaş kuşağın genel kaderi arasında gizli bir yakınlık, hatta bir uyum bulunmalıdır. 23

– Sanatçının kişisel hayatı bakımından da sanat, hayatın üst dereceye çıkarılmışıdır. Verdiği mutluluk daha derin, eritip bitirişi daha çabuk olur. 28

– Ruhunda bir itiliş, nereye olduğunu henüz doğru dürüst bilmediği bir özlem onu tedirgin ediyor.. 29

– Girgin, konuşkan bir adamınkine oranla içine kapanık, suskun birinin gözlem ve izlenimleri daha bulanık olmakla beraber daha derinlere işler; onun düşünceleri daha ağır, daha gariptir ve daima hüznün gölgesini taşır. Bir bakış, bir gülüş, bir fikir değiş-tokuşuyla kolayca geçiştirilecek imgeler, algılar onu aşırı derecede meşgul eder, suskunluğunda derinleşir, önem kazanır; bir olay, bir serüven, bir heyecan olurlar. Yalnızlık özgünlüğü, o cesurca ve yadırgatıcı güzelliği, şiiri yaratır. Yalnızlık aynı zamanda ters, orantısız ve saçma olanı, izin verilmeyeni de yaratır. 40

– Güzellik yaratan adaletsizliği onaylamaktan, aristokratça ayrıcalıklara yakınlık ve takdir göstermekten yana, sanatçı yaradılışlı hemen hemen herkeste doğuştan hoyrat ve zalimce bir eğilim bulunur. 43

–Kusursuz uğruna didinen, mükemmelde dinlenmeye can atar; hiçlikse mükemmelin bir biçimi değil midir? 48

– Güzellik utandırır..

– Yalnızca güzellik, hem sevilmeye değer hem de gözle görünür bir şeydir; güzellik, bunu iyice belle, tinsel olanın duyularla kavrayıp duyularla katlanabileceğimiz tek biçimidir. Yoksa öteki tanrısal kavramlar da, akıl, erdem, hakikat de bize duyularımızla görünseydi, halimiz nice olurdu? 67

Kurnaz gönül avcısı, incenin incesi bir fikir: sevenin sevilenden daha tanrısal olduğu, çünkü tanrının sevilende değil, sevende bulunduğu fikrini söyledi.

– Dünyanın yalnızca güzel eseri tanıyıp da onun kaynaklarını, meydana geliş şartlarını bilmeyişi iyidir şüphesiz, çünkü sanatçıya esin akıtan kaynakların neler olduğunu bilmek, okurları çoğu zaman şaşkına çevirir, ürkütür, mükemmel olan eserin etkisini yok ederdi. 68

– Çünkü insana şifa veren o ayıklığı isteyememek, azgınlıktır. 69

Güzellik karşısında cesaretimizi kırıp havalardaki başımızı yere eğdiren, Tanrı’dır kuşkusuz.. 69
–Birbiriyle sadece göz aşinası olan, her gün, hatta her saat karşılaştıkları, birbirlerini inceledikleri halde, adetlerin hükmüne ya da kendi kuruntularına tabi olarak ne selam ne konuşma, görünüşte kayıtsız bir yabancılığı devam ettirmek zorunda kalan insanlar arasındaki ilişkiden daha garip, daha nazik bir şey olur mu? Aralarında bir huzursuzluk, hastalık derecesinde bir merak, tanışmak ve fikir alışverişi ihtiyacının tatmin edilmemiş, yapay bir şekilde bastırılmış olmasından doğan bir isteri, özellikle bir tür gergin bir dikkat havası eser. Çünkü insan insanı, hakkında bir yargıda bulunamadığı sürece sever, yüceltir; özlem, eksik tanımanın bir sonucudur. 72

– Bir suçlu gibi ihtiraslı bir kimse de günlük hayatın güvenlik altındaki düzen ve refahından hoşlanmaz, bu yüzden burjuva düzenindeki her gevşeyiş, dünyadaki her bozuluş ve çöküş sevindirir onu, bunlardan yararlanabileceğini hayal meyal ümit edebilir çünkü. 77

– Başka maksatlarla yapılsa korkaklık işareti diye kınanacak hareketler, ayaklara kapanmalar, yalvarmalar, yeminler, ricalar, niyazlar, kulluklar, kölelikler, bütün bunlar aşka bir aşağılama düşürmüyor, aksine bunlar yüzünden övgüler alıyor.. 81

– Şu da var ki kendinden uzaklaşmış bir kimse için, tekrar kendini bulmaktan daha sıkıntılı bir şey olur mu? 92

– Büyüktü nefreti, büyüktü korkusu; yabancıya, azimli ve vakur ruhun düşmanına karşı benliğini sonuna kadar korumak isteyişinde samimiydi. 94

– Nihayet biz ruhumuzun, yüreğimizin hissettiği yaştayız.. 96

– Halkın ve gençliğin sanatla eğitilebileceği düşüncesi, yasak edilmesi gereken tehlikeli bir girişimdir. Çünkü uçuruma göre iflah olmaz. 100

hem güler yüzlü hem ağırbaşlı olmayı öğrenmişti.
Yoksa boyunduruğu altına aldığı duygular şimdi onu terk ederek, sanatını daha ileri götürmekten ve kanatlandırmaktan vazgeçerek biçim ve anlatımın verdiği bütün hazları, bütün o kendinden geçişleri alıp götürerek ondan intikam mı alıyordu acaba?
Gençken, yetersizliğe yeteneğin özü ve iç doğası gözüyle bakmış ve duygunun iyimser bir gelişigüzellik ve yarım bir olgunlaşmayla yetinmekten yana olduğunu bildiği için, yetenek uğruna duyguları dizginleyerek soğutmaya çalışmıştı.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
elini kolunu bağlayan şey, artık hiçbir şeyle giderilemeyecek bir yetersizlik görünüşündeki isteksizlikten doğma kuruntulardı.
Fakat boş, bölünmemiş bir mekânda zaman duygusu da elimizden gider, ölçüsüzün içinde bocalarız.
bu kadar geç kalmış, bu kadar ani bir esintiyle gelen arzu, hemen az sonra mantığı ve gençliğinden bu yana alışageldiği nefsine hâkim olma duygusu sayesinde derli toplu ve akla uygun bir çerçeveye alındı.
Kaçmak arzusuydu bu, kendisine itiraf ettiği şey: Uzaklara, yeniliklere, kurtulmaya, yüklerden sıyrılmaya, unutmaya duyduğu bu özlemdi.
yayı fazla germemek, varlığını bu kadar canlı duyuran bir gereksinmeyi dikbaşlılık edip boğmamak akla uygun geliyordu.
Şu da var ki kendinden uzaklaşmış bir kimse için, tekrar kendini bulmaktan daha sıkıntılı bir şey olur muydu?
Çünkü insan insanı, hakkında bir yargıda bulunamadığı sürece sever, yüceltir.
Yalnızlık özgünlüğü, o cesurca ve yadırgatıcı güzelliği, şiiri yaratır. Yalnızlık aynı zamanda ters, orantısız ve saçma olanı, izin verilmeyeni de yaratır.
İnsanlar bir sanat eserini niçin şöhrete eriştirdiklerini bilmezler. Sanat anlayışından yoksun, eserde bunca ilgiyi haklı gösterecek yüzlerce üstünlük bulduklarını düşünürler ama alkışın asıl nedeni, tartıya gelmeyen bir şeydir: yakınlık duygusu!
Bir-birini yalnız gözlə tanıyan insanların münasibətlərindən daha qəribə və daha incə əlaqə ola bilməz.
Tənhalıq orijinal, cəsarətli, dəhşətli dərəcədə gözəl bir şeyi-poeziyanı doğurur.
Seyrçiliyə dalan yalqız insanın qəlbi dumanlı, yayğın və eyni zamanda həm də başqaları arasında olduğu anlardakından daha dərin, daha ağır, daha həssas olur və hislərində mütləq bir qüssə çaları da duyulur.
ansızın ruhunda tuhaf bir genişleme hissetti. Bir çeşit serseri bir huzursuzluk, delikanlılara özgü uzaklara susamış bir özlem
sanatın tehlikesi de işte bizzat bu mükemmellikte saklıdır.
Bu atılım onu gerisin geri götürecek, onu asıl kişiliğine iade edecekti; şu da var ki kendinden uzaklaşmış bir kimse için, tekrar kendini bulmaktan daha sıkıntılı bir şey olur muydu?
Çünkü sanat da bir savaş – insanı çabuk çürüğe çıkaran yıpratıcı bir savaş – değil miydi?
Çünkü insan insanı, hakkında bir yargıda bulunamadığı sürece sever, yüceltir; özlem, eksik tanımanın bir sonucudur.
Sanatçının kişisel hayatı bakımından da sanat, hayatın üst dereceye çıkarılmışıdır. Verdiği mutluluk daha derin, eritip bitirişi daha çabuk olur.
İnsanlar bir sanat eserini niçin şöhrete eriştirdiklerini bilmezler. Sanat anlayışından yoksun, eserde bunca ilgiyi haklı gösterecek yüzlerce üstünlük bulduklarını düşünürler ama alkışın asıl nedeni, tartıya gelmeyen bir şeydir: yakınlık duygusu!
Kır evine göç etmeden önce, hayatını bağladığı eserini bir noktaya kadar götürmeyi aklına koymuştu; kendisini işinden aylarca uzakta tutacak olan dünyayı dolaşma düşüncesi; ona alabildiğine temelsiz, planlarına çok ama çok aykırı geliyordu, böyle bir şey cidden söz konusu bile olamazdı. Bununla beraber böyle ani bir ayartılışın hangi nedenden ileri geldiğini de çok iyi biliyordu. Kaçmak arzusuydu bu, kendisine itiraf ettiği şey: Uzaklara, yeniliklere, kurtulmaya, yüklerden sıyrılmaya, unutmaya duyduğu bu özlemdi- Kaçmak, eserinden, donuk, soğuk ve hummalı bir ödevle sınırlanmış her günkü yerlerden uzaklaşmak!
Seyahat arzusuydu bu, başka bir şey değil; fakat bir nöbet gibi bastırmış, bir tutkuya dönüşmüş, adeta bir sanrı haline gelmişti.
Çünkü güzellik, sevgili Phaidros’çuğum yalnızca güzellik, hem sevilmeye değer hem de göze görünür bir şeydir; güzellik, bunu iyice belle, tinsel olanın duyularla kavrayıp duyularla katlanabileceğimiz tek biçimidir. Yoksa öteki tanrısal kavramlar da, akıl, erdem, hakikat de bize duyularımızla görünseydi, halimiz nice olurdu? Vaktiyle Zeus karşısında Semele gibi aşktan eriyip bitmez, yanıp kül olmaz mıydık? Şu halde güzellik, duyan bir insanı tine götüren yoldur; sadece yol, sadece bir araç, Phaidros’çuğum
Aschenbach çoğu zaman olduğu gibi şimdi de kelimenin, maddi güzelliği ifadeye değil, sadece övmeye gücü yettiğini acı duyarak bir kez daha hissediyordu.
..Nihayet biz ruhumuzun, yüreğimizin hissettiği yaştayız; bazı durumlarda, ağarmış saçlar, bu hor görülen kozmetik düzeltmeden daha büyük bir yalan oluşturur.
..kendinden uzaklaşmış bir kimse için, tekrar kendini bulmaktan daha sıkıntılı bir şey olur muydu?
İşte kafası karışık bu adam, kendisini tutuşturan nesneyi aralıksız izlemekten, gözden kaybettikçe hayaliyle yaşamaktan ve tıpkı aşıklar gibi gölgesine aşk sözleri söylemekten başka bir şey bilmiyor, bir şey istemiyordu.
Yalnızlık özgünlüğü, o cesurca ve yadırgatıcı güzelliği, şiiri yaratır. Yalnızlık aynı zamanda ters, orantısız ve saçma olanı, izin verilmeyeni de yaratır.
Girgin, konuşkan bir adamınkine oranla içine kapanık, suskun birinin gözlem ve izlenimleri daha bulanık olmakla beraber daha derinlere işler; onun düşünceleri daha ağır, daha gariptir ve daima hüznün gölgesini taşır. Bir bakış, bir gülüş, bir fikir değiş-tokuşuyla kolayca geçiştirilecek imgeler, algılar onu aşırı derecede meşgul eder, suskunluğunda derinleşir, önem kazanır; bir olay, bir serüven, bir heyecan olurlar.
..insan insanı, hakkında bir yargıda bulunamadığı sürece sever, yüceltir; özlem, eksik tanımanın bir sonucudur.
..Birbirleriyle sadece göz aşinası olan, her gün, hatta her saat karşılaştıkları, birbirlerini inceledikleri halde, âdetlerin hükmüne ya da kendi kuruntularına tabi olarak ne selam ne konuşma, görünüşte kayıtsız bir yabancılığı devam ettirmek zorunda kalan insanlar arasındaki ilişkiden daha garip, daha nazik bir şey olur mu?
..Şehrin havasını, kaçmak zorunda kaldığı bu hafif kokuşmuş deniz ve bataklık kokusunu şimdi ince bir üzüntüyle derin derin içine çekiyordu. Bütün bunlara yürekten ne kadar bağlı olduğunu nasıl da bilememiş, düşünememişti? Kararının doğru olup olmadığından yana bu sabah duyduğu hafif bir esef, ufak bir şüphe şimdi bir keder, gerçek bir acı, bir gönül azabı olmuş, o kadar acılaşmıştı ki, birkaç kere gözlerini yaşartmış, Aschenbach’ta bunu önceden tahmin etmenin imkânsız olduğu kanısını uyandırmıştı. Ona dayanılması çok zor, hatta zaman zaman
imkânsız gelen düşünce, Venedik’i bir daha asla görmemesi gerektiği, bu gidişin ebedi bir ayrılış olduğu düşüncesiydi şüphesiz!
..Kaçmak arzusuydu bu, kendisine itiraf ettiği şey: Uzaklara, yeniliklere, kurtulmaya, yüklerden sıyrılmaya, unutmaya duyduğu bu özlemdi – Kaçmak, eserinden, donuk, soğuk ve hummalı bir ödevle sınırlanmış her günkü yerlerden uzaklaşmak!
Burada hani öyle görülmedik bir güçlük de bulunmuyordu, aksine Aschenbach’ın elini kolunu bağlayan şey, artık hiçbir şeyle giderilemeyecek bir yetersizlik görünüşündeki isteksizlikten doğma kuruntulardı.
“Üzerine tekrar bir bunalma duygusu geldi, sanki dünya tuhaflığa ve karikatürleşmişliğe doğru hafif, ama önü alınamaz bir kayma göstermişti.”
“Kaçmak arzusuydu bu, kendisine itiraf ettiği şey: Uzaklara, yeniliklere, kurtulmaya, yüklerden sıyrılmaya, unutmaya duyduğu bu özlemdi.”
“Ansızın ruhunda tuhaf bir genişleme hissetti. Bir çeşit serseri bir huzursuzluk, delikanlılara özgü o uzaklara susamış bir özlem; o kadar canlı, o kadar yeni ama yine de çoktan terk edilmiş, unutulmuş bir duyguydu ki bu, ne olduğunu, nereye yöneldiğini anlamak için olduğu yerde, ellerini arkasında birleştirmiş, gözlerini yere dikmiş, öylece mıhlanıp kaldı. Seyahat arzusuydu bu.”
Yalnız ümidsiz istedadsızlardır darıxan və yalnız olan, onlardır ruhi dəyərlərə yüksələn, tənhalığın, əvvəlcə, əzablar və mübarizələrlə dolu, lakin sonra insan qəlbləri üzərində şərəfi hakimiyyətə çevrilən ciddi rütbəsini mənimsəyənlərə uşaq kimi gülməyi özündə bir ehtiyac duyanlar.
nihayet biz ruhumuzun, yüreğimizin hissettiği yaştayız.
( ) ruhu tanrı raksına katılmayı özlüyordu.
Güneşin dikkatimizi entelektüel şeylerden duyusal olanlara çektiğini okumamış mıydı?
Önemli bir fikir vermenin derhal geniş ve derin bir etki yaratabilmesi için, eser sahibinin kişisel hayatıyla çağdaş kuşağın genel kaderi arasında gizli bir yakınlık, hatta bir uyum bulunmalıdır. İnsanlar bir sanat eserini niçin şöhrete eriştiklerini bilmezler. Sanat anlayışından yoksun, eserde bunca ilgiyi haklı göstercek yüzlerce üstünlük bulduklarını düşünürler ama alkışın asıl nedeni, tartıya gelmeyen bir şeydir: yakınlık duygusu!
..kendinden uzaklaşmış bir kimse için, tekrar kendini
bulmaktan daha sıkıntılı bir şey olur muydu?
Birbirleriyle sadece göz aşinası olan, her gün, hatta
her saat karşılaştıkları, birbirlerini inceledikleri halde,
âdetlerin hükmüne ya da kendi kuruntularına tabi olarak
ne selam ne konuşma, görünüşte kayıtsız bir yabancılığı
devam ettirmek zorunda kalan insanlar arasındaki
ilişkiden daha garip, daha nazik bir şey olur mu?
Çünkü güzellik, sevgili
Phaidrosçuğum yalnızca güzellik, hem sevilmeye değer
hem de göze görünür bir şeydir; güzellik, bunu iyice
belle, tinsel olanın duyularla kavrayıp duyularla
katlanabileceğimiz tek biçimidir. Yoksa öteki tanrısal
kavramlar da, akıl, erdem, hakikat de bize duyularımızla
görünseydi, halimiz nice olurdu?
“Bir yıllığına gezilere çık! İyileşmen için en az bu kadar zamana ihtiyacın var
çünkü.”
Kusursuz
uğruna didinen, mükemmelde dinlenmeye can atar;
hiçlikse mükemmelin bir biçimi değil midir?
Yalnızlık aynı zamanda ters, orantısız ve saçma olanı, izin verilmeyeni de yaratır.
İşi oluruna bırakmak, en
akıllıca davranıştı, her şeyden önce insanın rahatı
bozulmuyordu.
Sanki dünya tuhaflığa ve karikatürleşmişliğe doğru hafif, ama önü alınamaz bir kayma göstermişti.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir