Alev Alatlı kitaplarından Valla, Kurda Yedirdin Beni kitap alıntıları sizlerle…
Valla, Kurda Yedirdin Beni Kitap Alıntıları
Muhalif olma hakkına tecavüz, iğrenç işlerin döneceğinin garantisidir.
Biliyor musun,siz solcu aydınlara hiç güvenmiyorum! Askerler dahil,her şeyi kullandığınız gibi,Kürtleri de kullanacak, atacaksınız.Kullanacaksınız, çünkü namevcut işçi sınıfında bulamadığınız potansiyeli Kürtlerde bulacaksınız. Çünkü bugünkü düzene karşı en içten tepki ve nefret onlarda var, işçilerde yada köylülerde değil. Bu nefretten yararlanacak bu nefreti örgütleyeceksiniz.
Özde milliyetçi duyguları sömürecek, ve bunları sosyalizm adına yaptığınızı iddia edeceksiniz.
Çünkü ben hayatımı daha çok bir şeye sahip olmak değil, daha çok bir şey olmak ilkesi üzerine kurdum.
Ama ben düzene boyun eğmeyecek kadar kibirli, onun dışında yaşamayı göze alacak kadar da dikbaşlıyım.
İnsanın sorumluluğu iradesiyle sınırlıdır. İnsanları milliyetlerinden dolayı aşağılamak ya da yüceltmek, sen neden falanın çocuğusun diye hesaba çekmeye benziyor. Bir o kadar saçma! Bu bakımdan ne senin ulusunu aşağılarım ne de benimkini aşağılamana izin veririm.
Para sadakati ayıba,ayıbı erdeme,köleyi efendiye,efendiyi köleye,ahmaklığı akla,bilgiyi cehalete, dönüştürür.
Yiğitlik satın alan korkak yiğit olur.
Mutlak başarı ihtiyacı sadizmle sonuçlanır.
Ölümün, Ankara’da benim ailemde keyfini sürdüğü korkutucu gücünü burada kaybettiğini gördüm ben.
Türkiye’ de insanlar iyi ve kötü olmak üzere ikiye ayrılırlardı.
Gerçek Atatürkçüler ve Atatürk’ü maske olarak kullanıp kişisel çıkarlarının peşinde olanlar.
Ama ben düzene boyun eğmeyecek kadar kibirli, onun dışında yaşamayı göze alacak kadar da dikbaşlıydım. Bana öyle geliyordu ki, Büyük Makina’dan bağımsızlık, bana ödeteceği her faturaya değerdi. Parasızlıktan değil, kendi gerçeğimi bulamamaktan korkuyordum.
Kendine ve diğer insanlara bir şans tanı. Kendi doğrularını dayatmaya kalkma, çünkü mutlak doğru yok. Mutlak çözümler yok. Becerebilirsen ikna et, ama dayatma. Hele silahla dayatmaya kalkma! Çünkü insan sayısı kadar farklı çözüm vardır. Ve yeryüzündeki tek mutlak ölümdür.
“Samanyolu galaksisinin güneş sisteminin kokuşan bir gezegeni olan dünyada, insanoğlu insanoğluna kısacık bir süre için teğettir. Sonra herkes kendi meçhulüne yollanır. Bir başına.”
Türkiye’de insanlar iyi ve kötü olmak üzere ikiye ayrılırlardı: Gerçek Atatürkçüler ve Atatürk’ü maske olarak kullanıp kişisel çıkarlarının peşinde olanlar.
Zenginler milleti fukaralar milletini suistimal eder.
Sırtından servet yapar, sonra da servetini korusun diye eline silah verir, cephe cephe süründürür.
Diyeceğim, her şeyin başı tahsil, terbiye, oğlum!
Tahsilin olmadı mı, başına tencere geçirmiş adam gibi yaşarsın artık. Burnunun ucunu görmeden
Gelişmişliğin ölçüsünün ‘fert başına düşen milli hasıla’ olmadığını ne zaman anlayacağız?
Sevmediğin değil, sevdiğin yanlarını abart. İnsan olmanın kefareti, sevmeyi bilmektir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Biliyor musun, benim de en hırpalayıcı, en yaralayıcı sorunum her zaman bu oldu? Kelimelerin eylemleri, eylemlerin gerçek inançları, duyguları yansıtmıyor olması.
‘İnsanoğlu doğduğunda içindeki sevgi kıvılcımı küçüktür. İşte, o küçücük kıvılcım insanoğlunun içindeki ‘hayır’dır. O kıvılcımın bir hazine gibi saklanması gerekir. Boş vercilik, tembellik, şiddet hatta mantık bu kıvılcımı boğmaya çalışabilir. Ama insan sevgi körüğünün başından ayrılmazsa, kıvılcım ateşi olur, cimrilik, hoyratlık, sevgisizlik küllerini yakar. Sen sen ol, körüğün başından ayrılma Günay kızım. İnsanları sevmekten korkma. Sevmediğin değil, sevdiğin yanlarını abart. İnsan olmanın kefareti, sevmeyi bilmektir.‘
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
En iyinin, iyiyi öldürmesine izin verme!Hayır, efendim! En iyi, iyiyi öldürmeli! Öldürmeli ki, vasatistan doğmasın!
“Bilir misin? Sector, sektör kelimesi Boğazkesen demektir. ‘Borç veren’ kelimesi ile eşanlamlı kullanılıyordu.
ben hayatımı daha çok bir şeye sahip olmak değil, daha çok bir şey olmak ilkesi üzerine kurdum.
Şiran, insanı sessizliği ile rahat ettiriyordu.
hiçbir gücün hayran olunan bir hasım kadar denge bozucu olamadığını gördük.
dışa dönük yönüyle İstiklal Savaşı antiemperyalist bir halk hareketidir. Şimdi, meselenin bir de ikinci yanı var. İçe dönük yanı. Burada da gördüğümüz şudur: Her ne kadar Kurtuluş Savaşı bir halk hareketi ise de aslında az gelişmiş memleketlere has bir burjuva ihtilalidir. Bildiğimiz gibi, ihtilallere ve savaşlara adını veren, ona öncülük eden sınıfların niteliğidir.
( Şevki ) S: 66
“Şimdi, Türk Kurtuluş Savaşı’na baktığımızda, gördüğümüzdür şudur: Türkiye’de İstiklal Savaşı’nı götüren burjuvazi, dışa karşı verdiği savaşın yanında, içerideki kurulu düzenle de savaştığından, ister istemez toplumu ileriye götüreceği bir roldedir. Üstelik, üretken halk kitlelerini mücadeleye sokabilmek için onlardan yana daha insani birtakım gayeler ileri sürmek zorundadır. Bu nedenle kısa süreler için dahi olsa burjuvazi neredeyse ilerici bir görünüm kazanır. Kitleleri kandırmasının başka yolu yoktur. Bizdeki asker/sivil kadro da böyle yapmıştır. Nitekim, bildiğiniz gibi, ihtilal sona erdikten ve savaş kazanıldıktan sonra burjuva iktidarı ele almış ve bir zamanlar omuza omuza savaştığı halk kitlelerini safdışı etmiştir. Bugün dahi, işbirlikçileri büyük tüccarlar, müteahhitler ve toprak ağalarıdır.”
(Şevki) S: 66 ve 67
( “Pazar ahlakının hakim olduğu toplumlarda, büyük aşklar, büyük nefretler de yoktur. Bunların yerini ‘dengeli’ dostluklar, ‘dengeli’ aşklar, yüzeysel ‘hakkaniyet’ alır. Dış politikanın maksimi olduğu söylenen, ‘uluslararası dostluklar değil, ortak çıkarlar vardır’ ilkesi, kişisel ilişkilerde de geçerli olur. Aldığınızdan fazlasını vermek ‘enayilik’ değilse de
‘kişiliksizlik’tir, zaaftır, kariyerizmdir, ‘Nefret’ ayıp değilse, ‘çocuksu’ bir duygu!” Günay, “pazar ahlakı” kavramını yabancılaşma bağlamında anlatmıştı. )
Insan olmanın kefareti sevmeyi bilmektir
Kadıncık hanım, en büyük kötülüğü bana yaptınız. Affetmeyi öğrettiniz.
Bilmez misin, yılan sokmalarına karşı panzehir, yine yılandadır?
Gelişmişliğin ölçüsünün ‘fert başına düşen milli hasıla’ olmadığını ne zaman anlayacağız?
însan ne Marksist sosyalistlerin iddia ettiği gibi yalnız maddeden ibarettir ne de öteki bazı kuruluşların ileri sürdüğü gibi sadece manevi hasletlerle donatılmıştır. Gerçekten insan, maddi ve manevi değerlerden meydana gelen terkibi bir bütündür.
İdeoloji ile politika arasındaki ilişkiyi kafa karışıklığına fazla uğramadan aşmak gerekir. Bağımsızlık sadece ayrılıkçılık değildir. Devletim var diye bağımsız olduğunuzu iddia edebilir misiniz? Bağımsızlık her şeyden önce, zihinsel, moral bir yan içerir. Kişi itibariyle de öyledir, halk itibariyle de. İdeolojik ve ahlaki yönden bağımsızlığı yakalayamamış bir halk, devleti olsa da bağımlıdır.
Ben senden susmanı rica etmedim mi?
Yıl, İsa’dan önce 845, Şao Dükü, Li Wang Han’la konuşuyor. Bir imparatorun yönetim bilgisi, şairlerin dizelerini özgürce yazmalarından anlaşılır ve aktörlerin oyunlar sahnelemelerinden, tarihçilerin doğruyu söylemelerinden, bakanların danışma hizmeti vermelerinden, yoksulların vergilere homurdanmalarından, öğrencilerin derslerini yüksek sesle ezberlemelerinden, işçilerin hünerlerini överek iş aramalarından, halkın akima her geleni söyleyebilmesinden, ihtiyarların her şeyde bir kusur bulmalarından.
Devletin sağı solu belli olmaz!
Aşk, bizi savaşa karşı güçlendiren duygusal birliktelikti.
“Pazar ahlakında ‘sevgi’ yoktur’,” diye bağlamıştı. “Pazar ahlakının hâkim olduğu toplumlarda, büyük aşklar, büyük nefretler de yoktur. Bunların yerini ‘dengeli’ dostluklar, ‘dengeli’ aşklar, yüzeysel ‘hakkaniyet’ alır. Dış politikanın maksimi olduğu söylenen, ‘uluslararası dostluklar değil, ortak çıkarlar vardır’ ilkesi, kişisel ilişkilerde de geçerli olur. Aldığından fazlasını vermek,‘enayilik’ değilse ‘kişiliksizlik’tir, zaaftır, kariyerizmdir.
Olur mu böyle, olur mu? Kardeş kardeşi vurur mu?
“Amma da yaptın Şükrü Amca! Tarih boyu savaşmış, can düşmanı iki millet, nasıl yaşayacak kuzu gibi?
“Yaşar oğlum, yaşar. Hâkim sınıflar olmasa yaşar, milletin anası ağlarken, keyfi bozulmayanlar olmasa yaşar. Bak, işte onların milleti yoktur.”
“Zenginler demek istiyorsun.”
“Millet diye bir şey yoktur. Fukara vardır, zengin vardır. Her milletin fukarası ayrı kaba tükürür, zengini ayrı kaba tükürür. Eğer ille de millet vardır dersen, dünyada topu topu iki tane millet vardır: fukaralar milleti, zenginler milleti. Zenginler milleti fukaralar milletini suistimal eder. Sırtından servet yapar, sonra da servetini korusun diye eline silah verir, cephe cephe süründürür.
Anadolu’da pur’alar hükümeti var olsun! İşçilerin emeği özlerine yar olsun!..”
“Bu kadar aptal mı bu fukaralar?” “Aptaldırlar ya! Kimse onlara sen benim malımı mülkümü korumak için savaşıyorsun demez ki! Allah için savaşıyorsun, der, vatan için savaşıyorsun, der. Elin Hindisini boğazlatır, madalya verir. Bando, mızıka, bayrak derken, fukara öyle bir kibirlenir ki artık alın bu madalyayı da demeyi akıl etmez.
Uzun sözün kısası şu: Biz ne zaman ki bir yeri terk ettik, ardımızdan teneke çaldılar. Bu Kıbrıs işi uzarsa, gün gelir Kıbrıslılar da ardımızdan teneke çalarlar. Bunu böyle bilmeli.”
Ankara’da yedim, taze meyvayı .
Boşa çiğnemişem gardaş yalan dünyayı
Çadırımın üstüne, şıp, dedi, damladı!
Çadırımın üstüne, şıp, dedi, damladı!
Babası kılıklı piç kurusu! Sana müstehaktır, sana ne yapsa müstehaktır!
Yoksulluk, paylaşımdır. Parayı, gıdayı, aklı, yeteneği, bilgiyi, tecrübeyi, serveti, her şeyi. Yoksulluk, şeffaflıktır. Yoksulluk dürüstlüktür. Yoksulluk, kendine saklamamak, istif etmemektir. Yoksul adam şoven olmaz, çünkü kaderi paylaşır. Çünkü bilir ki, güneş, kahkaha çiçekleini de ısıtır, devedikenlerini de. Oğul bu muydu sadıklığın! Valla, yedirdin kurda beni!
“Kendine ve diğer insanlara bir şans tanı. Kendi doğrularını dayatmaya kalkma, çünkü mutlak doğru yok. Mutlak çözümler yok. Becerebilirsen ikna et ama dayatma. Hele de silahla dayatmaya kalkma! Çünkü insan sayısı kadar farklı çözüm vardır. Ve yeryüzündeki tek mutlak ölümdür.”
Günay Rodoplu
Gelişmişliğin ölçüsünün ‘fert başına düşen milli hasıla’ olmadığını ne zaman anlayacağız? Böyle giderse Milli Hasıla’nın asla paylaşılamayacağını, belli ellerde toplanmasının önlenemeyeceğini ne zaman anlayacağız?
Bir halk, dış kültürlere bağlanarak, onlara özenerek kişilik bulamaz.
Tatminsizlik, lakaydi, iç sıkıntısı, beyhudelik duygusu, coşkusuzluk, mutsuzluk, hayatın anlamsız olduğu inancı, özetle, ARABESK son bulacak mı? Hayır, sadece üstü örtülecek. Ya da insanlar bir takım kaçış yolları arayacaklar, mesela daha çok para, güç, itibar isteyecekler ki, içlerindeki boşluğu doldurabilirsinler.
Akıl sağlığı yerinde bir Türkiye’de tamahkarlık, sömürgenlik, mülkiyetçilik, ben-sevicilik gibi nitelikler, daha fazla servet edinmek ya da itibar kazanmak için kullanılmamalı; kişinin vicdanı doğrultusunda hareket ediyor olması temel ve olmazsa olmaz bir nitelik olarak kabul görmeli, oportünizm ve ilkesizlik toplum dışı ilan edilmeli; Türkiyelinin ilgilendiği toplumsal meseleler, bireysel meseleleri haline gelmelidir.
Türkiye insanı, akılcı olmayan tutkularını; yalnızlık, beyhudelik duygularını; sevgiye ve üretkenliğe duyduğu iştiyakı bastırıyor.
Radikalizm ile reformizm arasındaki farklılık çok defa bir yanılsamadır, reform, işin köküne inen radikal bir reform da olabilir, nedenlere dokunmadan yamalar yapan yüzeysel bir reformda olabilir. Ancak, bu anlamda radikal olmayan reform asla başarılı olmaz, dahası ve -çoğunlukla- tam tersine sonuçları, güç kullanarak, çözebileceklerine inananların ‘radikalizm’i, en az reformculuk kadar gerçekdışı ve kurgusaldır.
Çünkü KELİMELER’den ibaretiz. Dağınık, hamis, kolaycı ve kötüyüz. Gözümüz hep ufuklarda, hep dağların arkasında. Önümüze bakmıyor, çukurları, taşları görmüyoruz. Sürgit yeni sistemler kurgulamak peşindeyiz, elimizdeki sistemi niye işletemediğimize bakmıyoruz.
Eğer, sevgi uyandırmadan seviyorsan, yani sevgin sevgi üretmiyorsa, eğer hayatın bir ifadesi olarak sevgi duyan bir insan olup da, kendini sevilen bir insan haline getiremiyorsan o zaman sevgin kısırdır, talihsizliktir.
Akıl sağlığımı korumanın tek yolu, ata ruhlarının meclisine geri dönmek. Gündüzlerimi yaşanmamış sayıyorum, geceler benim. Beynimin kat kat derinliklerinde saklı sılama sığınıyorum
Kaldı ki, insanlarla ve hayatla olan ilişkilerimizin her biri, kendi sahici ve bireysel hayatımızın, arzuladığımız nesneyle çakıştığının somut bir ifadesi olmalı.
Ahlaki değerlerinizi perçinlemeden, kendi -iç cihadınızı- tamamlamadan, ‘soyut’ tantanalardan kurtulup, somut düzenlemelere girmeden, hiçbir iyileştirmeyi gerçekleştiremezsiniz, demek istiyordum.
Çürük bir erkeği ilke sahibi bir kadın kadar bunaltan hiçbir şey yoktur.
Hangi kanunlar konursa konsun, daha yetenekli olanlar, ne yapar eder, Yeniköy yalılarına yerleşirler. Aslan payını onlar kaparlar. Devleti egemenlikleri altına alır, kanunları yeniden yazmaya veya yorumlamaya koyulurlar.
Benim ruhum ormanların, denizlerin, çöllerin, üstünden uçar. Konduğunda, yedi kat yerin dibine süzülür, dış görünüşün gizlediği özü bulmaya çalışır.
Eğer sevginiz sevgi uyandırmıyorsa o zaman sevginiz kısırdır, bir talihsizliktir. ”
Karl Marx
Çünkü ben hayatımı daha çok bir şeye sahip olmak değil, daha çok bir sey olmak ilkesi üzerine kurdum.
‘Devrimci değilsin’den kastın, bu düzenin devamını istiyor, o yönde mücadele veriyor olmamsa, yanılıyorsun. Muhayyel bir gelecek için mutlak bir ‘şimdi’yi feda etmekten yana olmadığımı kastediyorsan, haklısın. Orman kanununu, sömürüyü, zulmü, karşı çıkmak suretiyle zımnen de olsa savunduğumu düşünüyorsan, yanılıyorsun. Dünyada hiçbir ussal düzenlemenin, insan hayatına, adam öldürmeye değmeyeceğini inandığımı düşünüyorsan, haklısın. Bir babanın yaşama hakkının çocuğununkinden daha az olmadığını düşündüğümü hissediyorsan, yine haklısın
bir özelliği de, kim olursa olsunlar insanları ciddiye almasıydı. Tanıştığı herkese türünün eşsiz bir örneği imişçesine merakla yaklaşır ve yoğunlaşırdı. Bu nedenle olacak, insan onun yanında kendisinin ve yaptığı işin önemli olduğunu hissederdi. Sonraki yıllarda bunun bedelini ödediğini gördüm.
Evet, Mehmet, ben dönmeliği zayıf ahlaka yorarım. Dönme, ya korkaktır, ya menfaatperest. İpini koparmış ne kadar Yahudi dönmesi, Arap, Kürt, Çerkez, Laz ve az da geri zekalı Türk varsa, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne hakim oldular. Temiz Türk halkını mahçup edip, utangaç duruma düşürüyorlar. Utanmadan, Biz Türküz, diyorlar. He wallahi!
Herkesin bir işi var gibiydi; Aynur ile anne, bebek bakıyorlardı; Vildan, Hozan’ı, Ayten, Rana’yı susturmaya çalışıyordu. Feride yemek yapıyordu. Şiran hizmet için daha çok bekleyecekmiş gibi görünürken Suphi geldi. Ailenin, bu arada on çocuku olduklarını söylemeliyim: Şiran, Apo, Suat, Suphi, Ayten, Aynur, Ferit, Çiçek, Feride ve Rana.
Sabır, irade, özveri, adanmışlık, ince ayar yoksunluğu, magandalık, toplumumuzun tüm katmanlarının ortak özelliğidir. Şiddet gösterilerimizin altında yatan da aczimizdir. Çelimsiz kabadayıların nara merakı!
Evliliğimizi ucundan tuttuğunu hep hissettim.
Sosyalist mücadele de dahil olmak üzere bizim tüm savaşlarımızın altında Batı ile kavgamız yatar.
Deneyimler, ihanetler, acılar, asla devredilemeyen bilgilerdir. derdi,
Çünkü itiraf etmeliyim ki Cemil Meriç’i tanıdıktan sonra aydın kavramını adamakıllı sorgular oldum.
İnsanları birbirlerine yaklaştıran, günlük sorunlarını unutmalarına yardımcı olan, bir büyük kır koşusuna çıkmış gibiydik, ortak ideallerin tensel teması başlattığının bilincine de o gün vardım.
Bir gece bir denizde yalnız yıldızlar ve bir yelkenli vardı.
Bir gece bir denizde bir yelkenli yapayalnızdı yıldızlarla.
Yıldızlar sayısızdı.
Yelkenler sönüktü.
Su karanlıkta ve göz alabildiğine dümdüzdü. N H Ran
Yakup Kadri’nin bulduğu membaa , eski Yunan, yaktığı kitaplar Osmanlı’ya ait olanlardı. Yahya Kemal Beyefendi’ye duyduğu muhabbet tabii idi, çünkü üstat Homeros hayranıydı.
İnsan olmanın kefareti, sevmeyi bilmektir.