İçeriğe geç

Uzlet Kitap Alıntıları – İmam Gazali

İmam Gazali kitaplarından Uzlet kitap alıntıları sizlerle…

Uzlet Kitap Alıntıları

imam şafiî (r.a.) şöyle diyor:
herkesin hem seveni, hem de sevmeyeni vardır. madem ki hayat böyledir, sen allah’a itaati tercih edenlerle olmaya bak!
bir kimse ne kadar uzun bir ömür yaşarsa yaşasın, kesinlikle şikayetlerinin sonu gelmez. eğer bir kimse kendi nefsinden memnun ise o kişi aldanmış biridir.
Ey salih kişi! Sen bil ki, sabır insanın gücü, kuvvetlidir ve insana mahsustur.
Nitekim Rasulullah (sav) de bunu defaatle açıklamış ve en büyük cihadın nefs ile cihad olduğunu belirtmiştir. Nitekim sa habeden kimileri de “Küçük cihaddan büyük cihada dön dük. demekle, nefs ile cihadı kasdetmişlerdir.
İmam Şafiî şöyle diyor:

Ey Yunus! Halka sırt çevirmek, yüz buruşturmak, onların düşmanlığını çeker. Onlara karşı güler yüzlü olmak ise, kötü ar kadaşların sayısını arttırır. Dolayısıyla, halka karşı ne çok asık suratlı ol, ne de fazla güler yüzle davran. Onlara karşı ikisi arası orta bir yol izle.

İşte bu açıdan, uzlet için olsun, toplum arasına katılmakta ol sun, mutlaka itidal gerekir.

Tecrübelerin en önemlisi, kişinin kendi nefsini, ahlakını, iç özelliklerini gözden geçirmesidir. İnsan bunları halvet hâlinde, yani uzlete çekilince, insanlarla bağlarını koparınca başaramaz, böyle bir tecrübe imkanını bulamaz.
Nitekim, bebek eğer tek başına büyütülmeye terke dilirse tam anlamıyla bir kara cahil olarak yetişir. Aksine, geli şen çocuğun öğrenimle meşgul olması gerekir. Çünkü öğrenimi boyunca kendisi için faydalı olan birçok konularda deneyim sa hibi olacaktır.
Bu durumda uzletin müstahap olabilmesi için, uzlete çekilen kimse tüm zamanını Rabbinin zikir ve fikrine ayırmalıdır. Kişi kendini O’na ibadete ve ilim öğrenmeye vermelidir. Çünkü halk ile beraber olması halinde çoğu zamanını boşa harcayacak, do layısıyla daha büyük tehlikelere karışacaktır. Bunun sonucu ola rak da düzenli ibadet yapma imkanını kaçıracaktır.
.. kâlpler bir şeyden hoşlanmadığı zaman kör olur.
.. bir kimse gerçekten basiret ve keşif yoluyla yap tığı münacaat ve yakarışla Rabbiyle bir dostluk kazanırsa, yaptık ları herhangi bir vehim veya bozuk bir hayal ürününden kaynak lanan bir şey değilse, işte asıl fazilet buradadır.
kişiler, oruç için gösterdiği titizliği namaz için hiç göstermezler.
salihlerle beraber olan bir kimse onlar gibi olabileceğine göre, fasıklarla yatıp kal kan bir kimse de fasıklar gibi olur.
Riyanın en basit şekli kişinin münafıkça davranır hâle gelmesidir.
Toplum arasında bulunan bir kimse, kendisini kötülüklerden alıkoyamaz ve kötü lükleri görmekten de kendisini kurtaramaz. Eğer herhangi bir kö tülüğü işlemese de, gördüğü hâlde onun karşısında susarsa, bu durumda Allah’a karşı günah işlemiş olur.
Dostluk olmadan muhabbet ya da sevgi kazanılamaz. Dostluk da ancak sürekli zikirle kazanılır, marifet de sürekli tefekür sayesinde elde edilir.
Rahiplerden birisine “Sen yalnızlığa ne kadar da dayanıklı birisin? diye sorarlar. Rahip şöyle cevaplar: Ben yalnız değilim ki, ben Allah ile birlikteyim. Eğer Rabbimin benimle konuşma sını istersem, hemen O’nun kitabını okurum, eğer ben onunla ko nuşmak istersem, hemen namaza dururum.
Allah’ın kitabına yapışan lar, dünya hayatında hep Allah’ı anarak huzur bulanlardır.
Ömer b. Abdulaziz’e derler ki: Keşke bize biraz zaman ayırabilseydin? O da böyle diyenlere şu karşılığı verir: Boş zaman mı kaldı ki? Ancak olsa olsa Allah katında boş vaktimiz olabilir.
İnsanları yoldan çıkaran, insanlardan başka bir varlık var mı?
Bir ülke ki, idarecileri bozulmadıkça vatandaş bozulmaz; bir ülke ki, ilim adamları bozulmadıkça devlet adamları da bozulmaz.
İlmin en büyük tehlikesi, kişinin kendini beğenip gurura kapılmasıdır.

Hz. Muhammed (sav)

Süfyan şöyle diyordu:
Biz ilmi hep Allah’tan başkası için öğrendik. Ancak, ilim sadece Allah için öğrenilmeyi istedi, başka şey için değil.
Filozof Calinos diyor ki:
Her şeyin bir sıtması olduğu gibi, ruhun da sıtması kendisini ağıra satan ahmaklara bakmaktır.
A’meş’e: Neden dolayı gözlerin az görür oldu? diye sorarlar. O da: Kendini ağıra satan ahmaklara bakıp, onlara değer vermekten ötürü! diye cevaplar.
gerçekten insanlar, önceleri kendileriyle tedavi olunan ilaç gibiydiler. Oysa şimdi insanlar, tedavi kabul etmez bir hastalık hâlini almış hâldeler. Dolayısıyla arslandan kaçar gibi onlardan kaç ve uzak dur!
İnsanları denemeden övenler
Gün gelip deneyince yererler
Böylece yalnızlığı arkadaş edinir kendine
Uğramaz yakınının da uzağının da semtine
Tavır ve yaşantısı sana Allah’ı hatırlatacak, yaşantısıyla sana böyle bir yol gösterebilecek birilerini bulabilirsen, ona sarıl ve sakın ondan ayrılayım deme!
İyi arkadaşın durumu da, tıpkı misk satan kimsenin durumuna benzer. Eğer o misk satan kimse, ondan bir miktar sana bağışlamasa da, mutlaka onun kokusu senin üzerine siner.

Hz. Muhammed (sav)

Kötü arkadaşın durumu, tıpkı demirci körüğüne benzer. Eğer onun herhangi bir kıvılcımı seni yakmasa da, mutlaka onun is ve pasından üzerine siner.

Hz. Muhammed (sav)

insan bir kötülüğe sürekli şahit olduğunda, bu durum onun için giderek gayet olağan bir iş gibi gelmeye başlar. Bundan böyle artık bu tür şeylerin o kadar da önemli olmadığını, fazla üzerinde durmaya değer bulunmadığını kabullenir hâle gelir. Ardından da kalpte ona karşı duyulan korku ve nefret de önemini yitirir.
Mesela, bakarsın ki adamın biri, arkadaşına sözde Nasılsın? diye hâl-hatır sorar. Diğeri de aynı şekilde ona, Sen nasılsın? diye sorar. Soruyu soran kişi, hiç karşı cevabı beklemeksizin vurdumduymazlığını sürdürürken, kendisine soru yöneltilen de, karşısındakine soru sormakla meşguldür, ona cevap vermez. Çünkü birbirlerine böyle sorular yöneltenlerin kendileri de, bunun sadece sözgelişi olduğunu, gösterişten ve nifaktan öteye geçmediğini, âdeta birbirlerine karşı bir zorunluluk olarak gördüklerini bizzat kendileri de bilirler. Hatta denebilir ki, bu insanların birbirlerine karşı gönülleri kin ve düşmanlıkla doludur. Sadece dilden birbirlerine dost gözükmektedirler.
İbn Sîrîn, bir kişiye, Ne hâldesin? diye sorar. Adam da: Üzerinde beş yüz bin dirhem borcu bulunan ve bir hayli çoluk çocuğu da olan bir insanın hâlinin nasıl olmasını düşünürsün ki? diye karşılık verir. Bunun üzerine İbn Sîrîn evine gider, evinden bin dirhem alıp getirir ve ihtiyaç içinde olduğunu söyleyen kişiye vererek: Bunun beş yüz dirhemini borcuna ver, kalan beş yüz dirhemi ise, kendin, çoluk-çocuğun ve ailen için harca. der. Zaten İbn Sîrîn’in tüm parası da bu kadardı, başka bir şeyi de yoktu. Bunun üzerine şöyle dedi: Allah’a yemin ederim, bundan böyle kimsenin hâlini hatrını sormayacağım.
kişi, kendisiyle konuştuğu kimsenin hâl ve durumunu sorup, iyi olup olmadıklarını soruştururken, güya onun derdiyle ilgileniyormuş gibi bir tavır sergilediği hâlde, aslında gönülden böyle bir şeyi hiç de istememiş olabilir. İşte bu tür bir davranış aslında riyanın, gösterişin, daha doğrusu ikiyüzlülüğün ta kendisidir.
Rasulullah (sav) bir hadislerinde şöyle buyuruyorlar:
İnsanların en şerlilerinin ikiyüzlüler olduğunu görürsün. Bakarsın ki filan kimselere bir türlü yüzle, falanca kimselere de bir başka türlü yüzle çıkarlar.
dinleyici de bir tür gıybetçidir, dedikoducudur. Eğer gıybet yapan, dedikoduda bulunan kimselere karşı çıkan olursa, o kişiyi sevmezler, bu defa aleyhinde konuştukları kişiyi bırakırlar ve karşı çıkanın gıybetini, dedikodusunu yaparlar. Dolayısıyla bu da bir başka tür gıybeti çağrıştırır. Hatta gıybetin ötesine bile geçer, sonuçta iş alay etmeye, kişiyle eğlenmeye kadar varabilir. Bu itibarla gıybetten sakınmak gerekir.
Kişi eğer toplum arasında ise, kendisini gıybetten koruması oldukça zordur, hatta bunu neredeyse başaramaz. Bundan kurtulabilirlerse, ancak sıddîk denilen samimî kişiler kurtulabilir. Çünkü genelde insanlar hep başkalarının dedikodusunu yapıp dururlar. Meclislerinin konusu hemen hemen dedikodudan başka bir şey değildir. Dolayısıyla başkalarının gıybetini yapmak kişiye âdeta tatlı ve hoş gözükebilir. Çünkü gıybet neredeyse onların gıdası, lezzeti ve meclislerinin hazzı hâline gelmiştir. Kişi, onların bu ürkütücü hâllerinden ancak onlardan uzaklaşmakla kurtulabilir; kurtuluş onlarla birarada olmamaktan geçer.
Gıybet: Başkalarının dedikodusunu yapmak.
Nemime: İnsandan insana laf taşımak.
Riya: Yaptığı iş ve hizmetleri gösteriş için yapmak.
İyilikleri emretme ve kötülüklerden menetme gibi konularda sessiz kalmak, kötü kimselerle oturup kalkmanın sonucu onların huylarından kapmak ve uygun olmayan iş ve davranışlarda bulunmak.
Bütün bunlar da dünyaya düşkünlüğün bir sonucu olmaktadır.
Dostluk olmadan muhabbet ya da sevgi kazanılamaz. Dostluk da ancak sürekli zikirle kazanılır, marifet de sürekli tefekkür sayesinde elde edilir. Dolayısıyla bu her iki hâlin kazanılabilmesi için mutlaka kalbin masiva dan, Allah’tan başka her şeyden arınması, boş kalması gerekir ve bu şarttır.
Sizden de, Allah’ın dışında taptığınız şeylerden de uzaklaşıyor ve Rabbime yalvarıyorum. Çünkü O, bana çok lütufkârdır.

(19, Meryem, 48)

Süfyan Sevrî der ki:

Şimdi konuşmama, sessiz kalma vaktidir, evlere kapanıp insanlarla birlikte olmama zamanıdır.

Dost istersen Allah yeter, arkadaş istersen Kur’an yeter. Öğüt almak istersen, öğüt almak bakımından ölüm yeter.

~Fudayl Bin İyad

Fazla insan tanımamaya bak,
Çünkü onlardan kurtulmak oldukça zordur.
Oysa şimdi gördüğüm öylesi kimseler var ki, bir araya gelirler, karşılıklı olarak hal ve hatır soruştururlar, hatta neredeyse adamın evinde olan bir tek tavuğun bile durumunu sorarlar. Buna rağmen eğer bunlardan biri,arkadaşının elinde bulunan bir buğday tanesine ihtiyacı olduğunu söylese, diğeri bir tek tane de olsa, onu gece gündüz bir arada bulundukları ve neredeyse sadece yediklerinin ayrı gittiği bu arkadaşından esirger. Doğrusu onların birbirlerinin hal ve hatırlarını soruşturmaları esasen köklü bir arkadaşlıktan değil, aksine sırf gösteriş ve münafıklıktan, yani ikiyüzlülükten kaynaklanmaktadır.
Bir kul ki halkı değil, sadece dünyada kendisini yaratanını görür; Yaratanını görünce de gözleri halkı görmez. Çünkü halktan hiçbir kimse, ona ne zarar verebilmeye ve ne de fayda sağlamaya kadir değildir. Bir diğeri de, kendi nefsini küçük görmesidir. Kulun böyle olması durumunda, başkaları onu hangi hâlde görürlerse görsünler, o bunların hiçbirisine önem vermez.
Bir ülke ki, idarecileri bozulmadıkça vatandaş bozulmaz; bir ülke ki, ilim adamları bozulmadıkça devlet adamları da bozulmaz.
Demek ki âlimlerin bozulması idareciyi, onların bozulması da halkı etkiliyor. Böylesi aldanıştan ve körlükten Allah’a sığınırız. Çünkü bu, gerçekten tedavisi olmayan bir hastalıktır.
Halktan uzakta kalmak, tam anlamıyla insanın kişiliğini kazanması ve tam bir özgürlük elde etmesidir.
Biz ilmi hep Allah’tan başkası için öğrendik. Ancak, ilim sadece Allah için öğrenilmeyi istedi, başka şey için değil.
Nefsin durumu, tıpkı bir hastaya benzer. Nasıl ki hasta kendisini çok güzel bir şekilde ve incitmeden tedavi edecek bir doktora ihtiyaç duyuyorsa, nefs de aynen böylesi bir doktora muhtaçtır. Eğer cahil hasta, doktora gerek duymaksızın nefsiyle baş başa kalırsa ve tıbbı öğrenmeden nefsini tedaviye kalkışırsa, kuşkusuz bu kimsenin hastalığı giderek daha çok artar. Dolayısıyla uzlete çekilmek ancak âlimlerin işidir.
Filozof Calinos diyor ki:
Herşeyin bir sıtması olduğu gibi, ruhun da sıtması kendisini ağıra satan ahmaklara bakmaktır.
Her düşmanlığın başı, kötü kimselere yapılan iyiliktir. İmam Şafiî (r.a)
Kötülerle oturup kalkmanın sonucu, iyiler hakkında da suizan besleme hastalığını getirir.
Ey Allah’ın Rasulü! Bu nasıl olacak? Oysaki sen bizim evlenmemizi emir buyurmaktasın? diye sorulması üzerine de:
Bu, insanın helâkinin baba ve annesinin, onların olmaması hâlinde hanımıyla çocuklarının, bunların olmaması durumunda da akrabalarının ve yakınlarının elinde olduğu bir zamandır. buyurmuşlardır. Ey Allah’ın Rasulü! Bu söylediklerin de nasıl olacak? diye sorulunca, Hz. Peygamber şöyle cevaplar:

Adamın geçim sıkıntısı çekmesi söz konusu olunca, yakınlarınca ayıplanarak baskı altında tutulmasıyla olacaktır. O kimse, bu yüzden altından kalkamayacağı işlere kalkışır, sonuçta bu iş onun hayatını tehlikeye sokacak bir noktaya götürür.

Yakın bir gelecekte, gerçek dindar kimse dindarlığından ötürü kendisini hep tehdit altında görecektir. Bu tehdit ve tehlikeden, ancak dinini korumak maksadıyla kurnaz bir tilki gibi bir kasabadan diğerine, bir tepeden bir başka tepeye, bir taşın gediğinden bir başka taşın gediğine giderek izlerini kaybettirenler kendilerini kurtarabilirler. Rasulullah (sav)’a: Ey Allah’ın Rasulü! Bu durum ne vakit meydana gelecektir? diye sorulması üzerine, Hz Peygamber (sav): İnsanın geçimini günahsız ve Allah’a isyansız kazanma imkanını bulamadığı zamandır. İşte böyle bir dönem geldiğinde, bekar kalmak evli olmaktan yeğdir.
Salih bir kimseyle olmak, yalnızlıktan daha iyidir; yalnızlık ise, kötü biriyle arkadaşlıktan daha iyidir.
Bu durumu şöyle bir örnekle ortaya koymaya çalışalım. Mesela, bir âlim kişi eğer bir ipekten elbise giyse, altın bir yüzük taksa veya gümüş kaptan su içse, böyle bir durumu insanlar yadırgar ve bundan dolayı ağır tenkitler yöneltirler; buna karşın, uzun süren bir meclis ya da toplantıda halkın, şunun veya bunun gıybeti ya da dedikodusu yapılır ama orada bulunanlarca bu iş kötü görülmez ve bu konuşmaları yadırgamazlar. Oysa başkalarının dedikodusunu yapmak ve gıybette bulunmak, zinadan çok daha ağır bir tehlikedir. Bunlar böyle olduğuna göre, acaba zinadan da tehlikeli gözüken gıybet niçin ipek giysiden, altın yüzükten veya gümüş kaptan su içmekten daha kötü görülmez? Çünkü insanlar gıybet olayını dinleye dinleye artık neredeyse onu özümsemişlerdir. Ayrıca gıybet edenlerin çokluğu da bu konunun artık öyle önemli bir şey olmadığı düşüncesini kâlbe yerleştirmiştir.
Diğer taraftan, kâlpteki önemini kaybettirerek basit hâle sokan tekrarların ve kötülükleri çokça görüp seyretmenin bir örneğini de mesela şöyle gösterebiliriz: Müslümanlar, ramazan ayında gündüz vakti bir Müslümanın hiçbir gerekçesi olmaksızın oruç yediğini görseler, öncelikle bunu yadırgarlar ve neredeyse ilk gördüklerinde adamı küfürle damgalayacak olurlar Oysa diğer taraftan, namazları vaktinde kılmayan ya da hiç kılmayanları, orucunu ileride tutacağını, kaza edeceğini söyleyenleri kınadığı kadar, tekdir ve tenkit etmez. Bir tek vakit namazı terkeden kimse, kimi müctehid imamlara göre küfürdedir, hatta kimi müctehidlere göre de o şahsın boynunun derhâl vurulması gerekir. Oysa tüm ramazan boyunca orucu terketmek böyle bir şeyi gerektirmediği hâlde, kişiler, oruç için gösterdiği titizliği namaz için hiç göstermezler. Bunun bir tek nedeni vardır: Namazın her vakit tekerrür ediyor olması Namaz konusunun hafife alınması, işte bu tekerrür ve çokluk hâlidir. Yani namaz kılmayanların çokluğu, durumu böyle bir noktaya getirmiştir. Dolayısıyla namaz kılmayanların çoklukta görülmesi, namazın kâlpteki önemini de etkilemektedir.
Kötü arkadaşın durumu, tıpkı demirci körüğüne benzer. Eğer onun herhangi bir kıvılcımı seni yakmasa da, mutlaka onun is ve pasından üzerine siner.
Herhangi bir kimse, fasık ve ahlaksız biriyle oturup kalkmayı bir süre devam ettirdiğinde, bu kişi, içten içe kötülüklere ve bu tür hareketlere karşı olmasına rağmen, bu fasık kimseyle arkadaşlık etmeden önceki hâliyle sonraki hâlini şöyle bir kıyasladığı takdirde, daha önceleri kötülüğü, fasıklığı ve bozgunculuğu istememesine, bundan nefret etmesine ve oldukça kötü bir şey olduğunu kabul etmesine rağmen, sonraki durumuyla arasında çok büyük bir fark olduğunu görecektir. Çünkü insan bir kötülüğe sürekli şahit olduğunda, bu durum onun için giderek gayet olağan bir iş gibi gelmeye başlar. Bundan böyle artık bu tür şeylerin o kadar da önemli olmadığını, fazla üzerinde durmaya değer bulunmadığını kabullenir hâle gelir. Ardından da kâlpte ona karşı duyulan korku ve nefret de önemini yitirir
Genişlik olarak evin sana yeter. Evine kapan, dilini tut, hatalarına da ağla!
Bir kimseye manevî görüş birliği ile yorum yapma yolu açılırsa, o kişi her olan şeyin bir sebebi olduğunu bilir.
Ama bir kişi tevbe etmez, muminligine güvenir ve: Hak Teâlâ mü’minleri bağışlar! derse o kişiye şunları söylemelidir:
Şu korku da vardır ki, ibadet edilmedikçe iman ağacı zayıflar. Ölüm gelince ölüm titreyişlerinin şiddetli rüzgarından da yıkılabilir. Çünkü iman öyle bir ağaçtır ki, suyunu, tâattan içer.
İnsanları ahirete davet eden ilim, hadis ve tefsir ilimleridir.
Dost istersen Allah yeter, arkadaş istersen Kur’an yeter. Öğüt istersen, öğüt bakımından ölüm yeter.
Binek hayvanının eğitilmesi, ona binmek amacına yöneliktir, yoksa sırf eğitilmiş olmak için eğitiliyor değildir. Çünkü eğitilen bineğin ya da hayvanının sırtına binerek, o sayede yollar katetmek asıl gayedir.

Eğer nefs eğitimiyle ilgilenen kişi, bir ömür boyu durmaksızın hep aynı şeyi yapar durursa bunun hiçbir anlamı olmaz. Bu, bir bineği sürekli eğiten ama bir gün olsun onun sırtına binmeyi akletmeyenin haline benzer.

Halkın kulaktan kulağa taşıdığı laflar, boş zaman gerektirir ve bütün bunlara kulak verilmesi hâlinde kâlbin dengesi bozulur. Buna fırsat verilmemelidir. Hatta öyle zaman olur ki, hiç umulmadık bir sırada, zikrin devamı esnasında bunlar, bu tür hatıralar yeniden akla gelebilir. Bu nedenle mutlaka dürüst ve saliha bir hanımın yanında olmalı veya salih bir arkadaş bulunmalı ki, günde bir saat olsun onunla oturup konuşarak, kişi oluşan sıkıntısını dağıtabilsin. Böyle yaparsa, diğer zamanlar içerisinde daha huzurlu bir görev yapabilir.
Eğer kişi kendisine uzun bir ömür biçerse ya da bir yirmi yıllık daha zaman var diye düşünürse, o takdirde sabretmesi güçleşir. Kişi, ölümü çok çok ansın ve kabir yalnızlığını hatırından çıkarmasın. Ne zaman yalnızlıktan sıkılırsa, hemen kabirdeki yalnızlığı hatırlasın.
Yalnızlıktan daha salim bir yer, mezar gibi nasihat verici bir vaiz, kitaptan iyi arkadaş görmedim, dedi.
Muhammed bin Vasi’ye nasılsınız dediklerinde, her gün ölüme yaklaştığı halde daha çok günah işleyen nasıl olur dedi
Allahu teala ile konuşmayı insanlarla konuşmaktan çok sevmeyenlerin ilmi az, kalbi kör olup, ömrü boş geçmiştir.
gece olunca kalbime bir sevinç düşer, sabaha kadar Allahu teala ile halvette olayım derim, ortalık ağarınca bütün insanlar beni Ondan meşgul ederler, derim
Rahmetin ilk basamağı hayır işlemektir.
Salihlerden bahsedilen yerde, rahmet yağar.

[ Hazret-i Muhammed (s.a.v.) ]

Muhammed b. Vasi’ye, Nasıl sabahladın? diye sorulması üzerine, o: Her geçen gün ahiret hayatına doğru bir merhâle daha yaklaşan bir adam hakkında nasıl düşünürsün? diyerek karşılık verir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir