İçeriğe geç

Uzak Diyarlarda Kitap Alıntıları – Sebastian Barry

Sebastian Barry kitaplarından Uzak Diyarlarda kitap alıntıları sizlerle…

Uzak Diyarlarda Kitap Alıntıları

Tek başına ağlandığı zaman gözyaşları daha karakterlidir. Acıma bazen köpekten çok kurt olabilir. Merak ediyorum, acaba küçük hastanede röntgen çektirecek olsam makine üzüntümü görür mü? Kalbin etrafını tutmuş bir pasa, bir iltihap akıntısına mı benziyor yoksa?
Tek başına ağlandığı zaman gözyaşları daha karakterlidir.
Körlük büyük bir felakettir, ancak bunun tek istisnası sevgililerdir.
Tek başına ağlandığı zaman gözyaşları daha karakterlidir. Acıma bazen köpekten çok kurt olabilir. Merak ediyorum, acaba küçük hastanede röntgen çektirecek olsam makine üzüntümü görür mü?
Bir evlat, bir ağabey, artık her neyinizse, onu kaybedersiniz ve ardından siz de ölürsünüz, etrafta dolanır, nefes alır, düşünürsünüz ama yaşamıyorsunuzdur.
Merak ediyorum, acaba röntgen çektirecek olsam makine üzüntümü görür mü? Kalbin etrafını tutmuş bir pasa, bir iltihap akıntısına mı benziyor yoksa?
Hiçliğe gitmenin hiçbir mesafesi yoktur.
Uyuyan köpekleri uyandırma, işi oluruna bırak diyen eski atasözüne inanıyordum.
Bazen her şey yitip gitmiş gibi hissediyordum, kendi garip öyküm de dahil olmak üzere önemli olduğunu düşündüğüm her şey gitmişti sanki. Belki de ölümüm yakın, diye düşünmeye başlamıştım. Kendi öyküm kendi ağzımda ölüyor. Ne de olsa seksen yedi yaşındaydım. Çok yaşlı olduğumu biliyordum, çünkü yaklaşık on yıldır yeni kıyafetler almamıştım. Bunun yaşlılığın işareti olduğunu neden düşündüğümü bilmiyorum, ama düşündüm.
Bu sözcük ağının içinde önemli şeyleri, benim için önemli olan şeyleri yakalamaya çalışıyorum. Ama tıpkı nispeten güçlü sinekler gibi, bazen her şeye rağmen kurtulup kaçıveriyorlar.
Nasıl oluyor da gerçekleşen en önemli olaylar, çoğu zaman, sohbetle geçen bir günün sonunda oluyor?
Ama eskiden İrlandalıların dediği gibi: Şeytan yalnızca iyilere musallat olur.
Hayatı zorluklara rağmen tamamlamak ve bize bahşedilen süre kadar yaşamak. Çoğu zaman kabul edilmesi zor olan yaşam armağanı Dişlerini sık sık inceleme eğilimi gösterdiğimiz at.
Acıyı paylaşmanın da belli bir süresi vardır.
İnsanoğlu kendisini hangi toplumun içinde bulursa, onun içinde yaşamaya çalışır. Saygı görmeyi çok arzularız. Aksi halde geniş bahçeler ve saraylar bile bir tür hapishaneden farksızdır.
Nasıl oluyor da çocuklarımızın varlığıyla kendimizi daha az yalnız hissetmiyoruz?
Geçmiş ağlayan bir çocuktur, bu kesin. Ama gelecekte gönlünü alacağız.
Birdenbire ne kadar savunmasız olduğumu, bir mermiye karşı geçirgen olan herhangi bir insanın etiyle kemiğiyle ne kadar savunmasız olduğunu fark ettim. Nedendir bilmiyorum, kapıyı kapamaya çalışıyordum ve o sırada adam dışarı atılıp beni düzinelerce kez vurabilirdi. Neden hemen çılgın gibi kaçmamıştım? İnsan beyni mantıklı bir makine değil doğrusu.
O ilk günlerde, meleklerin mi yoksa şeytanların mı arasındaydım, bilmiyordum. Sanki çok fazla yerçekimi olan bir gezegende kısılıp kalmış bir uzay adamı gibi vücudum kendime bile ağır geliyordu.
arkamdan beni izlediğini düşünüyordum. Eğer ben durursam, o da duracaktı, biliyordum, hem zaten gerçekten orada olabilir diye dönüp de arkama bakmaya cesaret edemiyordum. Arkaya bakmadığım sürece, onu bir hayalet olarak tutabilirdim.
Bu anılar bir çeşit televizyon gibi. Ve benim bu aralar bir televizyonum bile yok.
Tifoya, tetanosa, su çiçeğine, difteriye karşı bağışıklığımız olabilir, ama anılara karşı asla.
Tek başına ağlandığı zaman gözyaşları daha karakterlidir.
Hayata nadiren karışıyordu.
Sanırım acı çeken herkes gibi kalbim kırık.
.
Ben yaşamıyorum.
Genelde umutsuzluğa kapılan birisi değilim ve yaşayan, nefes alan bir kadın olarak bunu yeterince az sergilediğimi umuyorum. Umutsuzluğa kapılmak hiç tarzım olmadı. Bu yüzden şimdi bu duyguyu uzun süre içimde taşımıyacağım. Ama taşıyorum!
Üzüntüden o kadar dehşet içindeyim ki hiçbir şeyde teselli bulamıyorum.
Tanrım bana yardım et.
Kendimi toparlamak zorundayım.
Ve bu karanlık o kadar karanlıktı ki bana ışık gibi geliyordu, ancak değildi, gayet iyi anladığım bir karanlıktı, bir şeylerin içiydi, mermilerin, ruhların, sert şiirlerin ve Tanrı’nın haklarında ketum davrandığı, neredeyse bencilce, açgözlülükle sır olarak sakladığı Tanrı’ ya dair bazı şeylerin
Hiçliğe gitmenin hiçbir mesafesi yoktur.
Ama ben bir şeylerin kelime kelime takas edildiğini biliyordum, ta ki kelimeler kalmayıncaya kadar ya da yalnızca bir avuç kalıncaya kadar
Çocukken İskenderiye kütüphanesi gibiydi, hikayeler ve nadir konularla doluydu. Daha sonra hayat bu kütüphanenin büyük bölümünü sayfa sayda yakıp kül etti.
Ne tuhaf, ne garip. Tifoya, tetanosa, suçiçeğine, difteriye karşı bağışıklığımız olabilir, ama anılara karşı asla. Anılara karşı hiçbir aşı yok.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Ama sahile ulaşıp denizi seyretmeye çok istekliydim. Suyun sadece görüntüsünde bile böylesine bir teselli vardır. Bizi esintisindeki tuz ve kokuyla incelikle örter, bu hafif ve incecik şeyler zavallı ruhu tedavi eder. Ah evet, ben insan ruhunun çok hafif bir şey olduğunu düşünüyorum ve korkarım ruh dediğimiz şey fazla bir evrim geçirmiyor. Vücutta sığınacağı doğru dürüst bir oyuğu bile olmayan, belli belirsiz, hafif bir kavram sadece. Ama gene de Tanrı’nın bizde dikkate alıp tartacağı tek şey bu.
Bu boğulma hissi Bir an gayet iyiyim, acı çekiyorum, ama bir şekilde iyiyim. Bir an sonraysa boğazıma koca bir yumru gibi hüzün oturuyor, bu yüzden o anda eğer konuşmak zorunda kalırsam, sesim yüksek ve tiz çıkıyor. Bu aptalca geliyor, çünkü küçükken bize gözyaşlarının aptalca olduğu öğretilmişti. Keder bazen gerçekten komik oluyor.
Ne tuhaf, ne garip. Tifoya, tetanosa, suçiçeğine, difteriye karşı bağışıklığımız olabilir, ama anılara karşı asla. Anılara karşı hiçbir aşı yok.
Üzüntünün baskısı yeryüzünün merkezine yollanmak gibiydi. Peki nasıl yanıp kül olmuyorduk?
Bunları yazarken bile, gene o zamanda olmak ve ona dönerek sarılmak, en azından insan olarak bizim için durumu kurtaracak tek basit bir jestle her şeyin çözülebileceğini ona kanıtlamak isterdim.
Odanın karanlığının tek bir mumla halledilebileceğini
Durumun bir kadın olmam ve korkmamla değil, bir insan olmam ve korkmamla alakası vardı.
Bizden önceki herkes gibi bizim de burada nutkumuz tutulmuştu. Toprağın derinliklerine iyiden iyiye gömüldüğü için gökyüzünün ancak yarım yamalak hatırlandığı muazzam bir batık nehirler sisteminin dibinde, karanlık ve derin sulardaki somon balıklar gibiydik. İnsanın eylemleri de burada benzer şekilde karanlıkta mıydı?
Korku, deniz tutması gibi bir güçtür; buna yaşam hastalığı da diyebilirsiniz, dehşetin neden olduğu berbat bir mide bulantısıdır, içeri sızar, uyuduğunuz zaman rüyalarınızda biraz geri çekilmiş gibi görünür, ama ardından, uyandıktan sadece birkaç dakika sonra, hızla size yeniden sokulur ve insani huzur için duyduğunuz basit gereksiniminizi tekrar kemirmeye başlar. Uzun, sıçan dişleriyle kemirir de kemirir. Hiç kimse bunun içinden değişmeden çıkamaz.
O kadar mana dolu, o kadar inceydi ki içinde kalbimi ele geçirmek isteyen bir şeyler vardı. Daha oraya varmadan bile, orası için bir tür nostalji yaşıyordum, bunu başka türlü nasıl açıklayacağımı bilmiyorum. Sanki daha önce oradaymışım, oradan ayrılmışım ve uzun bir yolculuktan sonra geri dönüyormuşum gibi.
Bir kişinin içinde tutuşan ateşe inanmak için, o ateşi bizzat tecrübe etmek gerekiyor.
Aşktan konuşmanın bir anlamı yok, kesin olan şey şu ki, bunun ne olduğunu hiç kimse bilmiyor.
Özgürlüğün birçok biçimi vardır ve bu da onlardan biri; sevdiğim kişileri zihnimde sınıflandırmadan, silip yok etmeden, saklamadan onlara sahip çıkabilecek kadar yaşlı olmak.
Yazarken her şeyi ve herkesi görüyormuşum gibi geliyor.
Ne tuhaf, ne garip. Tifoya, tetanosa, su çiçeğine , difteriye karşı bağışıklığımız olabilir ama anılara karşı asla. Anılara karşı hiçbir aşı yok.
Geçmiş ağlayan bir çocuktur, bu kesin, dedi Joe, ama gelecekte gönlünü alacağız.
O sıralarda çok fazla saçma şeyler düşünüyordum. Çünkü aşıktım.
Bazen bir çekmeceye en dikkatli şekilde yerleştirdiğiniz şey, hiç bulamadığınız şey olabilir.
İnsanoğlu kendisini hangi toplumun içinde bulursa, onun içinde yaşamaya çalışır. Saygı görmeyi çok arzularız. Aksi halde geniş bahçeler ve saraylar bile bir tür hapishaneden farksızdır.
“İyi haber şu ki, hepimiz tek bir aileyiz. Kötü haber şu ki hepimiz tek bir aileyiz.” Bu onun küçük şakasıydı. “Asıl mesele şu ki, tüm bu savaşlar, tarihin tüm bu kargaşaları, farklılıklardan doğan tüm bu nefret ve başkalarına yönelik korkularımız Tüm bunlar uzun, dallı budaklı, gereksiz ve içler acısı bir saçmalıktan ibaret.”
Merak ediyorum, acaba küçük hastanede röntgen çektirecek olsam makine üzüntümü görür mü? Kalbin etrafını tutmuş bir pasa, bir iltihap akıntısına mı benziyor yoksa?
Öncelikle, onun önünde ağlamak istemiyordum. Tek başına ağlandığı zaman gözyaşları daha karakterlidir. Acıma bazen köpekten çok kurt olabilir.
Yaz başının sıcaklığı yeterli olduğu halde üşüyorum. Üşüyorum, çünkü kalbimi bulamıyorum.
Genelde umutsuzluğa kapılan birisi değilim ve yaşayan, nefes alan bir kadın olarak bunu yeterince az sergilediğimi umuyorum. Umutsuzluğa kapılmak hiç benim tarzım olmadı. Bu yüzden şimdi bu duyguyu uzun süre içimde taşımayacağım. Ama taşıyorum!
( ) Geçmişin gölgeleriyle, geleceğin mavi eteriyle konuşmak ne kadar sürerse bu da o kadar sürecek, bunu umuyor ve dua ediyorum.
Eski konular Ve akıl sağlığımı korumak dışında, şu anki ıstırabımla pek bir alakaları yok. Şimdi bir soluk alacağım ve olması gerektiği gibi başlayacağım.
Seksen dokuz yaşındaki bir kalp paramparça olduğunda nasıl bir ses çıkarır? Sessizlikten çok daha fazlası olmayabilir ve kesinlikle küçük, hafif bir sestir.
Ne tuhaf, ne garip. Tifoya, tetanosa, suçiçeğine, difteriye karşı bağışıklığımız olabilir, ama anılara karşı asla. Anılara karşı hiçbir aşı yok.
Yaz başının sıcaklığı yeterli olduğu halde üşüyorum. Üşüyorum, çünkü kalbimi bulamıyorum.
Ne tuhaf, ne garip. Tifoya, tetanosa, suçiçeğine, difteriye karşı bağışıklığımız olabilir, ama anılara karşı asla. Anılara karşı hiçbir aşı yok.
İrlandalıların dediği gibi : Şeytan yanlızca iyilere musallat olur.
Ne tuhaf,ne garip. Tifoya, tetanosa, su çiçeğine, difteriye karşı bağışıklığımız olabilir, ama anılara karşı asla. Anılara karşı hiçbir aşı yok.
Korku, deniz tutması gibi bir güçtür; buna yaşam hastalığı da diyebilirsiniz, dehşetin neden olduğu berbat bir mide bulantısıdır, içeri sızar, uyuduğunuz zaman rüyalarınızda biraz geri çekilmiş gibi görünür, ama ardından, uyandıktan sadece birkaç dakika sonra, hızla size yeniden sokulur ve insani huzur için duyduğunuz basit gereksiniminizi tekrar kemirmeye başlar. Uzun, sıçan dişleriyle kemirir de kemirir. Hiç kimse bunun içinden değişmeden çıkamaz.
Asıl mesele şu ki, tüm bu savaşlar, tarihin tüm bu kargaşaları, farklılıklardan doğan tüm bu nefret ve başkalarına yönelik korkularımız Tüm bunlar uzun, dallı budaklı, gereksiz ve içler acısı bir saçmalıktan ibaret.
Çalışmak ruhun yakıtıdır.
Geceleri yatakta uyumaya çalışırken, yapabileceğim en kötü şeyi yapmaya devam ediyor, zihnimde birlikte olduğumuz zamanların filmlerini oynatıp duruyordum.
Şeytan yalnızca iyilere musallat olur.
Bir başlangıç yapmak zordur.
Üzüntünün baskısı yeryüzünün merkezine yollanmak gibiydi. Peki nasıl yanıp kül olmuyorduk?
Tek başına ağlandığı zaman gözyaşları daha karakterlidir.
Sadece inançsızlar gerçekten inançlı olabilir, sadece kaybedenler gerçekten kazanabilir.
Ben bir hayvan gibi nefes nefese solurken bebek nihayet göğsüme yerleştirilip de her tarafım o emsalsiz mutlulukla kaplandığında, annem için ağladım, o gözyaşlarının değeri ve ağırlığı benim için bir krallıktan daha fazlaydı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir