İçeriğe geç

Uyanın, Rüya Vaktidir Kitap Alıntıları – Mehmet Lütfi Arslan

Mehmet Lütfi Arslan kitaplarından Uyanın, Rüya Vaktidir kitap alıntıları sizlerle…

Uyanın, Rüya Vaktidir Kitap Alıntıları

Garip olmak garip kalmak bir kalite göstergesidir .
Seyr eden insan, içindeki sancının izini süren insandır
Satırlarda çözemediğini, sadırda çözdün ve sevgiline kavuştun
Geri dönmemek üzere bir sefere çıkmamız gerekiyor.Bizden öncekiler çok menziller aştı çok işler başardı , çok yol katetti ,biz geç kaldık .Şimdi bereketi yakalamak için erken davranalım.
Allah’la sözleşme yapan insanların gelgeç sevdalarına göre değil, eskimez ve pörsümez ilkelere göre hareket eder
Gözümüzü kıstık nefesimizi tuttuk tarihin Şeref akı, olana bitene doğruluğu ile şahit ve olanın bitenin doğruluğuna şahit olduğu o insanı bekliyoruz. Alnında secde izi ile kıyam eden dosta merhametli düşmana sedit , Salih ve sadık o kerim ve mükerrem insanı
hayat , maruz kaldığımız ; ideal mecbur olduğumuzdur . neye maruz kalırsak kalalım , mecbur olduğumuzu yapmak zorundayız.
her acıda hissemiz var
ümmetin tek ferdinde bile bir acı varsa biz artık o saatten sonra sevinemeyiz , gülemeyiz , Mevlâna gibi üşüyen bir tek kişi varsa bilr ısınamayız :
Şems bana bir şey öğretti yeryüzünde bir tek mü’min üşüyorsa , ısınma hakkına sahip değilsin bende biliyorum ki yeryüzünde üşüyen mü’minler var , artık ben ısınamıyorum.
Biz ayağa kalkmazsak, mazlumun acısını dindirecek olmaz. Biz harekete geçmezsek, adaleti kimse dert etmez.
Geleceğin senindir. Ruhunu, kendini, geleceğini çaldırma. Çünkü sen, senden fazla bir şeysin.
Belki anlatamıyor, söyleyemiyorlar. Bazı şeyler zaten böyledir. Anlatılmaz, söylenmez ama bilinir.
Biz bir zamanlar rüya idik. Bizi rüyası olarak tasarlayanlar, bismillah çekip de hayatın üzerine yürümeseler ne şu topraklar, ne şu ezan sesleri, ne de şu kimliğimiz olacaktı.
Dışımız Ayasofya’dır, içimiz laikleştirilmiş bir müzedir.
İçindeki Firavun’u, içindeki Musa’yı anlat. De ki:İki taraf var, ama seçmekle iş bitmiyor. Sürekli gözü açmak gerekiyor. At izi ile it izi karışabiliyor. Nasıl kendi içimizde bitmez bir mücadele sürüp gidiyor, bu, dışarıda da aynen böyle devam ediyor. İçindeki mücadele de taraf olamayan dışarıdaki mücadelenin de tarafı olamıyor.
Zikir devam ettikçe, varlık yerini Var olana terk ettikçe, sanki vücutlar, sanki var olmak hissi ortadan kalkıyor, yokluk yoğunlaştıkça hakiki var olan zahir oluyor.
Dilimizi coğrafyamızın, gelip geçici halimizin ve duruşumuzun üstüne çıkarmak istiyorsak hakikatin dili ile konuşmak zorundayız. Hakikatin dili vicdandır. Her karşılaştığımız ya dinde kardeşimiz ya da hilkatte eşimizdir.
Evet Furkancığım, sen şu çarkı kaymış, kendi kısırlığından başkasına yol vermeyen dünyada, sonsuzluğa nasıl kapı açılır, bunu gösterdin bize.
İçimizdeki köhne karanlığı aydınlığa çevirmeden, başka aydınlıklara nasıl vesile olabiliriz ki?
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Kendini fethedemeyenin başka bir fethe nail olması mümkün değildir. O ancak zapt ve gasp olur.
Başı önde Mekke’ye girerken, Esas hayat ahiret hayatıdır Diyerek niyeti tashih ve tavzih etmektir mesela.
Kendi kitabını yazmak üzere geldiğin su hayatta sana düşen oradan kendine ait parçayı çıkarıp bulmaktır.
Alıp eline kalbinin ve zihninin birleştiği yerden bileylenmiş baltasını, içindeki putları paramparça eden bir İbrahim..
Dünya salihleri bekliyor. Bize düşen salihlerden olmaya niyet ve salihlik yolunda gayrettir. Dünya dedelerin torunlarını beklemiyor, dünya salih dedelerin salih torunlarını bekliyor |
Reddet: Simanda pırıl pırıl, gözünde ışıl ışıl okunmayan bir imanın yoksa o kanıksanmışlığı reddet!
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
Artık yeter, kalkma zamanı. Kalkıp da rüya görme zamanı. Unuttuğumuz rüyamıza dönme zamanı. Rüyamızla yaşama rüyamızla yaşatma zamanı.

Artık uyanmak ve rüyamıza dönmek zorundayız. Bizi rüyasında görenlerin aşkına, bizi Rüya olarak görenlerin aşkına
Uyanın, şimdi Rüya vaktidir.

Biz zor zamanlarda hayatın gailesine yenilenlerin değil, hayatı rüyasına uyduranların çocuklarıyız. Biz Rüya görmezsek olmaz. Rüyamız, boyumuzu, cüssemizi, çapımızı açmazsa olmaz. Rüyamız hayatın gerçekliği ile alay etmezse olmaz. Adı üstünde rüyadır bu.

Evet, yol ben diyene açılır, ama yolda süreklilik ancak sen dediğin refikledir.
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
İlahi teraziyle irtibatı kurulmamış her terazi eksik tartar.
“Kalbi düzeltmenin yolu ,niyeti olması gerekene yöneltmektir. Esas niyet Allah rızasıdır.”
“Biz dünyaya , dünyanın varisi olmaya geldik. Arza varis olmak hem kürenin iplerini elinde tutmak , hemde buradan muradı anlamak, buna uygun yaşamak ve burada elde ettikleri ile cennet yurduna liyakat kazanmaktır. “
“Herkesin kendi potansiyelinin sınırlarına doğru hür bir şekilde koştuğu o zemin hayra anahtar şerre kilit zemindir.”
Sana taraf mısın diye sorarlar. Tereddütsüz de ki: “Tarafım. Yanım Hakk’ın yanıdır. İnsanım; insanın şerefinin ona Hakk’ın biçtiği olduğuna inanırım. İnsana insan tarafından biçilen sahte Özgürlük kisvelerinin aldatıcı görüntüsüne aldanmam. Kula kulluğu istemem. İnsancıllık, insan merkezlilik diyerek çıktığınız yol insana yaramaz, buna eminim.”
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Ayasofya halimizdir, gerçek kimliğimizi yüzümüze çarpan, ne olduğumuzu, nereden gelip nereye gittiğimizi vicdanımıza haykıran içimizdeki dinmeyen sestir. Ayasofya bir remzdir, bir simgedir, bir şiardır. Bizi bize anlatır. Bizi cümle âleme anlatır.

Madem Ayasofya halimizdir, istikbalimizin parlak şafağı onun kubbesinden ışıyacaktır. Bugün bize gerçek kimliğimizi yüzümüze çarpan, ne olduğumuzu, nereden gelip nereye gittiğimizi vicdanımıza haykıran Ayasofya, geleceğimizin mutluluk terennümlerini de besteleyecektir.Ayasofya geleceğimizdir. Çünkü er-geç açılacaktır. İçinde tekbirler yine çınlayacak, ezanları dört bucak yedi iklimden duyulacaktır. Ayasofya’nın tekrar cami olması, üzerindeki tabelanın değişmesi, minarelerinden beş vakit ezanın duyulması, içinde namaz kılınması, kubbelerinin tekbirle çın çın ötmesinden daha fazla bir şeydir. Ayasofya’yı cami olarak gördüğümüz gün insanlığımız, aşkımız, gayretimiz ve inancımız bütün dünyayı ışıtmaya başlayacak. Açılan sadece Ayasofya olmayacak, dünyanın bahtı da açılacak. Adalet yeniden tesis edilecek, zalime dur denecek, mazlumun âhı dinecek.

Ayasofya geçmişimizdir; Peygamber müjdesiyle fethi gerçekleştiren şerefli kumandan ve askerlerin bir hatırasıdır. Fethin sembolüdür. Kilise iken cami olması tarihin akışını değiştirmiştir. Biz, Ayasofya’nın cami olması ile bütün dünyaya şunu ilan etmişizdir: Kendisine hizmetle şereflendiğimiz değerlerimiz, diğer bütün değer sistemlerinin üstündedir. Camileşerek asli hüviyetini bulan bu mübarek yapı ezanı, tekbiri ve beş vakit eda edilen namazı ile adalet ve aşk ile yücelen bir hâkimiyetin sembolü olmuştur. O cami olarak durdukça üstünlük devam etmiş, düşme emareleri görüldüğünde onun da tadı kaçmaya başlamıştır. Yere düşüşümüzle Ayasofya’nın müzeye döndürülmesi arasındaki bağ açıktır. Ne zamanki Allah’ın yeryüzündeki ipi ile ruhlarımız ve kalbimizin irtibatı kopmuştur, Ayasofya ile de irtibatımız kopmuştur; biz Ayasofya’ya, Ayasofya da bize yabancılaşmıştır.
Niyet kalbin amelidir. Niyeti düzeltmek, kalbi toparlamak demektir. Kalbi dağınık insan, niyeti bozulmuş insandır. Kalbi düzeltmenin yolu, niyeti olması gerekene yöneltmektir. Esas niyet Allah rızasıdır. İhlâs, buna başka bir şey karıştırmamaktadır. İhlâs gitti mi kâfirlere benzemek kaçınılmazdır.
Niyet önderliği, sevginin, vefanın ve adanmışlığın sabitkadem olduğu noktadır. Babası Müslüman olduğunda “Şu an babamın yerinde senin amcan olsun ne kadar isterdim Ya Rasulallah” diye gözyaşlarına boğulmaktır. “Ben, ailem ve malım senin için değil miyiz” diyerek en ufak bir gayr ihtimalini bile yok saymaktır. Peygamberimiz’in vefatı akabinde darmadağınık olan sahabiyi “Kim ki Muhammed’e taparsa bilsin ki O ölmüştür. Kim ki Allah’a taparsa Allah hayy ve lâ-yemuttur” diyerek toparlamak, niye ve nereye doğru yüründüğünü bir kez daha hatırlatmak ve niyeti tekrar burcuna dikmektir mesela.

Niyet önderliği, Uhud günü, “öldürülürsem neredeyim?” sorusuna aldığı “Cennet” cevabından sonra elindeki hurmaları fırlatıp düşmanın içine dalmaktır ya da

Niyet önderliği, okyanusa atını beline kadar sürüp, “şu deniz olmasaydı, ismini taa ötelere kadar götürürdüm” diye bir kararlılık iradesi sergilemektir. O okyanus geçildikten sonra gemileri yaktırıp, “işte arkada deniz, önünüzde düşman” diyerek kendisini ve askerini bir varoluş-yok oluş mücadelesine sokmaktır.

Niyet önderliği basit bir kıyafetle girdiği Kahire sokaklarında başı önde yürümek, zaferlerden sonra geldiği payitahta ise, “akşam olsun öyle girelim, fanilerin alkışları bizi mağlup etmesin” diyecek kadar alçakgönüllü ve hasbi olabilmektir.

Niyet önderliği, her şeyin bittiğini sanıldığı anda “Yetiş ya Muhammed, kitabın elden gidiyor” avazı ile yerdekilere göktekileri, göktekilere yerdekileri hatırlatacak bir diriliğe, nefese ve sese sahip olmaktır

Zaman değişir, haller değişir, imkânlar değişir, zorluklar değişir; her şey değişebilir. Ama değişmemesi gereken nereye ve niye yürüdüğünü bilmektir. İşte niyet buna niyettir. Niyet değişmemeli, hep aynı kalmalı, bir bayrak gibi nesilden nesle intikal ettirilmelidir. Dünya hayatının değişkenliği, zamanın insanlar arasında dönüp durması, Hz. Âdem’den kıyametin kopacağı ana kadar geçen/geçecek zamanda neden var olduğumuz/olacağımıza ilişkin o bilinci yerinden oynatmamalıdır. Biz dünyaya kulluk yapmak için geldik. Rabbimiz’i tanımak, O’nun yeryüzündeki şahitleri olabilmek gayesi ile indirildik. O’nun yap dediklerini yapmak, yapma dediklerini yapmamak için gönderildik. Bu niyetle yaşar, bu niyetle ölürüz. Bu niyet, bizim hep birbirimize aktarmamız, hatırlatmamız ve tavsiye etmemiz gereken biricik dayanak noktamızdır. Bunu kaybedersek kendimizi, neslimizi ve geleceğimizi kaybederiz.
Zulüm bütün küreyi kaplamış da olsa, bir tek sâlih müminin varlığı kürenin merkezinin o olması için yeter. Çünkü sâlihlik, arzın vârisliğidir.
İstikbalin gülleri olacak tomurcukların ilim, irfan ve maneviyatla sulandığı bir kampta sordular: “Dünya bizi bekliyor diyorsunuz, biz dediğiniz kimdir, biz kimiz?” Sorunun güzeli, zihnin ve gönlün güzelinden gelir. Ve hiç şüphesiz diğer zihinlere ve gönüllere güzellikler getirir.

“Biz, dedim, etnik ya da coğrafi bir tarif değiliz. Kur’an’a hizmetle şereflenmiş bir ecdadın Vârisiyiz. Vârisi olduğumuz, sanmayınız ki maddi bir hazzın ya da konforun kaynağıdır; vârisi olduğumuz hüzündür, acıdır, derttir ve gözümüzün içine bakmaya bile mecali kalmamış mazlum bir coğrafyadır. Biz mukaddes bir emanetin Vârisiyiz.”

Vârisi olduğumuz bir mânâ var. O mânâ aslında hakkımızdaki muradın tecellisidir. Ve bir vazifedir ki “Andolsun ki biz Zikir’den sonra Zebur’da da: ‘Hiç şüphesiz Arz’a sâlih kullarım vârisçi olacaktır’ diye yazdık.” (Enbiya, 105) ayetiyle boynumuza borç kılınmıştır. Biz dünyaya, dünyanın vârisi olmaya geldik. Arza Vâris olmak hem kürenin iplerini elinde tutmak, hem de buradan muradı anlamak, buna uygun yaşamak ve burada elde ettikleri ile cennet yurduna liyakat kazanmaktır. Biz dünyaya sâlih olmaya geldik.

Biz bu dünyaya uyum sağlamaya değil, uyumu sağlamaya geldik. Dünyanın bizi ehlileştirmesine müsaade etmemeliyiz. Ehlileştirilecek dünyanın kendisidir.
Hepimizi sıradan tüketicilere dönüştüren bu düzen, sıradışılığı sevmiyor. Ondan korkuyor. Herkesi aynı hizada tutmanın telaşı ile farklılıkları buduyor.
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
Biz dünyaya kulluk yapmak için geldik. Rabbimiz’i tanımak, O’nun yeryüzündeki şahitleri olabilmek gayesi ile indirildik. O’nun yap dediklerini yapmak, yapma dediklerini yapmamak için gönderildik. Bu niyetle yaşar, bu niyetle ölürüz.
Abdülhamid , bir çınar yetiştiricisidir.Çınarının ne devasa bir mahiyetinin olduğunu belki yirminci yüzyıl ile yirmi birinci yüzyıl arasına dağılmış bizler bile göremeyeceğiz.
Putçuluk zihniyeti bugün de varlığını devam ettiriyorsa İbrahim’lere bugün de ihtiyaç vardır.Bir İbrahim daha gelmeyecekse içimizde bir İbrahim doğrulmalıdır.
Lâilâheillallah Biz bu cümle ile ve bu cümle için geldik.Hayatımız da ölümümüz de , dünya ve içindekiler de bu cümle içindir.
Kâfiri Müslüman’dan ayıran en önemli özellik dünyaya karşı tavırda ortaya çıkmaktadır.Dünyaya karşı sevgi beslemek, geçici olanı kalıcı olana tercih etmek demektir.
Niyet kalbin amelidir.Niyeti düzeltmek , kalbi toparlamak demektir.Kalbi dağınık insan , niyeti bozulmuş insandır.
Bizim bir rüyamız var.O rüya insana onurunu kazandıracak, mazlumun ahını dindirecek ve zalime haddini bildirecek bir nizamın rüyasıdır.Zaman o rüyaya uyanma zamanıdır.
Bize dışarıdan bakan bir göz “biz”i tarif eden manayı görebilmelidir. Hangi kültürün hasılası olduğumuz; hayata, mekâna ve zamana dair tercihlerimizden okunabilmelidir.
Söyleyin, başlarını dik tutsunlar. Çünkü Müslüman oldukları için Allah onların başlarını dimdik yapmıştır.
Bu söz zilletin, aşağılanmanın ve ezikliğin kaderimiz gibi takdim edildiği bir zamanda üzerinde tefekkür edilmesi gereken bir sözdür.
Bir dâvâsı olan herkesin himmeti vardır.
Himmeti âlî olanın ise eseri kendisi ile sınırlı kalmaz. Allah onu ve eserini alır, sonrakilere ibret numunesi olarak muhafaza eder. Geriden gelenler bakıp himmet nasıl olur, nasıl olmaz, bunu tayin etsinler diye…
Evet, yol ben diyene açılır, ama yolda süreklilik ancak sen dediğin refikledir.
Reddet: Elmas hükmündeki o paha biçilmez sözler, gelmiş geçmişleri diriltmiş, gelecek ve geçecekleri de diriltecek abı hayat mesabesindeki o ilahi ifadeler, dilinde anlamsız mırıltılara dönüşüyorsa, bu sığlığı, bu kısırlığı reddet!

Reddet: Göğsünü genişletip seni yükseklerin yükseğine tırmandıracak kıymetler, ancak fersiz gözüne eşlik eden esnemelerle karşılık buluyorsa, bu daralmış, yerle bir olmuş içini, bu şerha şerha yarılmış zemini reddet!

Reddet: Yeryüzü ve içindekilerden daha hayırlı olduğu ifade , edilen sabahın iki rekatı mesela, kalkıp yerine getirilemeyecek, getirilse de baştan savılacak bir mecburiyet haline geliyorsa, seni bu noktaya getiren doymuşluğu reddet!

Yol değişmez gözükür, niyetler değişir.
Yolcular değişmez gözükür, niyetler değişir.
Yolculuk değişmez gözükür, niyetler değişir.
Önde olan, niyeti hiç bozmayandır.
Hayat, maruz kaldığımız; ideal, mecbur olduğumuzdur.
Neye maruz kalırsak kalalım, mecbur olduğumuzu yapmak zorundayız.
Kendini feth edemeyenin başka bir fethe nail olması mümkün değildir.
İnsanım, insanın şerefinin ona Hakk’ın biçtiği olduğuna inanırım. İnsana insan tarafından biçilen sahte özgürlük kisvelerinin aldatıcı görüntüsüne aldanmam. Kula kulluğu istemem. İnsancıllık,insan merkezlilik diyerek çıktığınız yol insana yaramaz, buna eminim.
Biz zor zamanlarda hayatın gailesine yenilenlerin değil, hayatı rüyasına uyduranların çocuklarıyız. Biz rüya görmezsek olmaz. Rüyamız, boyumuzu, cüssemizi, çapımızı aşmazsa olmaz. Rüyamız hayatın gerçekliği ile alay etmezse olmaz. Bizim rüyamız uyanıkken görülen bir rüyadır. Diridir, diriltir..Tazedir, tazeler.. O müphem, hayali ya da ütopik bir şey değildir.
Hayat, maruz kaldığımız; ideal, mecbur olduğumuzdur. Neye maruz kalırsak kalalım, mecbur olduğumuzu yapmak zorundayız.
Yol güzeldir ve fakat yürüyüşler aksayabilir. Hakkı ve sabrı tavsiye; yoldakiler, yola düşmüşler, yolu tek yol bilmişler içindir.
Başı dik tutmaya azimli olmak, izzetin sahibini kim olduğunu hiçbir zaman unutmamak demektir. Resulullah Efendimizin Müslümanlıkları dolayısıyla Allah’ın başlarını dimdik yaptığı müjdelediği kimselere ayrıca başlarını dik tutsunlar şeklinde bir emir vermesi bu anlama izzetli olmanın bir paye ve fakat izzetli yaşamanın bir gayret olduğunu gösterir.
Dinin garipliği, kendisi ile hayat bulana sadece o şahsa ait bir selamet alanı bahşetmesindedir.
Saat sabahın 6’sı. Alaca karanlık yerini bırakmamak için gayret ediyor. Ama nafile. Zikir devam ettikçe karanlık seyreliyor. Zikir devam ettikçe güneşe yol açılıyor.
İstikbalin gülleri olacak tomurcukların ilim, irfan ve maneviyatla sulandığı bir kampta sordular: Dünya bizi bekliyor diyorsunuz, biz dediğiniz kimdir, biz kimiz?

Biz, dedim, etnik ya da coğrafi bir tarif değiliz. Kur’an’a
hizmetle şereflenmiş bir ecdadın vârisiyiz. Vârisi olduğumuz, sanmayınız ki maddi bir hazzın ya da konforun kaynağıdır; vârisi olduğumuz hüzündür, acıdır, derttir ve gözümüzün içine bakmaya bile mecali kalmamış mazlum bir coğrafyadır.
Biz mukaddes bir emanetin vârisiyiz.

Biz bir zamanlar rüya idik. Bizi rüyası olarak tasarlayanlar, bismillah çekip de hayatın üzerine yürümeseler ne şu topraklar, ne şu ezan sesleri ve ne de şu kimliğimiz olacaktı. Şimdi sıra bizdedir. Uyanıp rüya görme vaktimiz gelmiştir. Biz zor zamanlarda hayatın gailesine yenilenlerin değil, hayatı rüyasına uyduranların çocuklarıyız. Biz rüya görmezsek olmaz. Rüyamız, boyumuzu, cüssemizi, çapımızı aşmazsa olmaz. Rüyamız hayatın gerçekçiliği ile alay etmezse olmaz. Adı üstünde rüyadır bu Hayatın üstündedir. Hayatın akışından farklıdır. Oranın gerçekliği ile yaşanan arasında fark vardır. O fark işte bizi diri kılacak farktır.
Biz bir zamanlar birilerinin rüyasıydık, artık bunu kendimize hatırlatma zamanıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir