İçeriğe geç

Ütopya Kitap Alıntıları – Thomas More

Thomas More kitaplarından Ütopya Kitap Alıntıları sizlerle.

Ütopya Kitap Alıntıları

“Kendi rahatını sağlamaya çalışırken başkasını rahatından etmek haksızlığın ta kendisidir.”
Sizler ki insanları ancak hayatlarını zehir ederek yönetmesini biliyorsunuz, sizler özgür insanlara baş olmaya yeterli değilsiniz !
Halkın yoksulluğu,kralın varlığını korur."
Öldürmek hırsızlığı cezalandırmak için çok ağır, hırsızlığı önlemek içinse çok hafif bir cezadır.
Doğa herkese kendi yarattığını sevip okşama içgüdüsünü verir: Karga da, maymun da kendi yavrularına gülümser yalnız.
Bildiğiniz gibi kral öyle bir kaynaktır ki; iyilik de, kötülük de oradan sel gibi akar halkın üstüne.
Bana bencil demeye dilleri varmaz herhalde
‘Mezarsız ölünün kefeni göklerdir; her yerde Tanrı’ya giden bir yol vardır.’
Onu övmek, atasözünün dediği gibi, güneşi fenerle göstermeğe benzer.
Tanrı bize yalnız başkasını değil, kendimizi öldürmeyi bile yasak etmiş. Oysa biz yasaların gölgesine sığınarak birbirimizi boğazlayabiliyoruz! Bu korkunç adalet anlayışı yargıçları ve cellatları Tanrı buyruğunun üstüne çıkarabilecek, onlara yasanın öldür dediğini öldürme hakkını verecek!
Milyonlarca çocuğu bozucu, körletici bir eğitimin pençesinde bırakıyorsunuz. Erdem çiçekleri açabilecek bu körpe fidanlar gözlerinizin önünde kurtlanıyor; büyüyüp suç işledikleri zaman, yani içlerine çocukluktan giren kötülük tohumları acı meyvelerini verdiği zaman ölüm cezasına çarptırıyorsunuz onları. Sizin yaptığınız nedir, biliyor musunuz? Asma zevkini tadabilmek için hırsızlık yaratmak.
Çünkü doğa herkese kendi yarattığını sevip okşama içgüdüsü verir. Karga da maymun da yalnızca kendi yavrusuna gülümser.
“..daha bilmem hangi canavarlar her yerde bulunabilir. Kolay kolay bulunmayan şey, doğrulukla, akıllıca düzenlenmiş bir toplumdur.”
Bir devletin gelişmesi de, yıkılması da o devleti yönetenlerin ve yargıçların elindedir.
Para ortadan kalkınca, nice acıların kaynağı kurumuş, nice cinayetlerin kökleri sökülmüş olmuyor mu?
Kendini beğenmiş adam, mutluluğunu kendi rahatlığı üstüne değil, başkalarının acıları üstüne kurar; ezeceği, köle gibi kullanacağı insanlar olmazsa, mutluluğunu başkalarının yoksulluğu üzerine kuramazsa, malını mülkünü ortaya serip yoksulların bellerini bükmeyeceğini, umutlarını kırmayacağını bilmezse, Tanrı olmayı bile istemez.
Candan saygı ve iyi niyet, laflardan da yazılı anlaşmalardan da çok daha sıkı bağlar insanları birbirine.
Para, sözümona herkesin yiyeceğe kolayca ulaşmasını sağlayan dâhiyane bir buluş. Gerçekteyse insanların yiyecek bulamamasının tek sebebi."
Kendini beğenmek öyle bir cehennem yılanıdır ki,insanın yüreğine sinsice süzülüp girer,onu zehirleyip gözünü kör eder.
Çuvallarla altına boğulmaktansa,bir sürü dertten,kaygıdan uzak kalmak çok daha özlenir şeydir.
Para ortadan kalkınca,nice acıların kaynağı kurumuş,nice cinayetlerin kökleri sökülmüş olmuyor mu ?
Zenginler,cumhuriyet halk egemenliği gibi parlak sözler altında yoksulların kuyusunu kazıyorlar.
İşçiye gelince,nedir işçinin kaderi ? Bugün için verimsiz,kısır bir işin altında ezilmektir ve yarın için beklediği de yoksulluk,dilencilik içinde geçecek ihtiyarlıktır.
Böyleyken bir hayvanın durumu onlarınkinden bin kat daha iyidir. Çünkü hayvan onlardan daha az çalışır,yiyeceği hiç de onlarınkinden kötü değildir,hatta zevklerine daha uygundur. Üstelik hayvan geleceğinden de kaygılı değildir.
Dünyada kaygısız,rahat yürekle,sevinçle yaşamaktan daha büyük zenginlik olabilir mi ?
Körpe çağdaki gençlerin içlerinde derin bir Tanrı korkusu olmak gerekir,çünkü o yaşta erdemi geliştirecek tek güç korkudur.
Ütopyalılar, yıldızlara veya güneşe bakmak dururken insanın bir mücevherin ya da bir taşın sahte ihtişamına nasıl bu kadar kapılabildiğine şaşırırlar.
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki kralların şanlı egemenliği altında, adalet dediğimiz ya metelik etmeyen aşağılık bir şeydir ya da iki çeşit adalet vardır yeryüzünde :
Biri yaya giden, yerlerde sürünen, sağa sola çarpmasın diye birçok bağlarla sıkı sıkı bağlanan yoksul halka uygun zavallı bir adalet. Öteki de canının istediğini yapanlara, yasalarla sınırlanmayanlara, yüksek mevkide olanlara uygun, pek şahane bir adalet.
Bir ülkenin yargıçları, para hırsı veya adam kayırma gibi duyguların etkisi altındaysa o ülkede toplumun temel taşı olan adalet çökmüş demektir.
Malın mülkün kişisel bir hak olduğu, her şeyin para ile ölçüldüğü bir yerde toplumsal adalet ve rahatlık hiçbir zaman gerçekleşemez.
Ne mutlu Utopialılara ki böyle bir devleti bulmuşlar. Yarattıkları kurumlar onlara parlak bir uygarlık sağlamakla kalmamış, aklım beni aldatmıyorsa, onlara sonsuz bir varlık da sağlamıştır.
İnsanlar kralları, insanların yararı için başa getirirler kralların yararı için değil. Kendilerini rahat yaşatacak, saldırıdan sövgüden koruyacak güçlü bir dayanak istediler. Kralın en kutsal ödevi kendininkinden önce halkın mutluluğunu düşünmektir. Sadık bir çoban gibi kendini sürüsüne vermeli, onu en besleyici otlaklara sürmelidir.
Çoğu zaman güzellik sevgiyi uyandırır, ama bu sevginin kalması,sürekli olması için erdem ve uysallık gerekir.
Bir koyunun sırtında taşıdığı yünün en incesinden yapılmış giysiler giyiyor diye bir insanın daha soylu, daha değerli olacağını sanması deliliktir onlar için.
Utopia’da toplum kurumlarının amacı, her şeyden önce, halkın ve bireylerin ihtiyaçlarını gidermek, sonra herkese bedenin köleliğinden kurtulmak, düşüncesini özgürce işletmek, kafa yetilerini bilimler ve sanatlarla geliştirmek için mümkün olduğu kadar çok zaman bırakmaktır.
Mülkiyet hakkı toplumsal yapının temeli oldukça, en kalabalık ve en işe yarar sınıf yoksulluk, açlık, umutsuzluk içinde yaşayacaktır.
Ruh ölümsüzdür : İyiliğimizi isteyen Tanrı onu mutlu olmak için yaratmıştır.
Nasıl oluyor da bir eşek kadar bile kafası işlemeyen vicdansız,ahlaksız,budala zenginin biri,sadece birkaç torba altını var diye,akıllı dürüst bir sürü insanı buyruğu altında köle gibi kullanabiliyordu.
En azgın düşman bile,çok zaman büyük paralarla satın alınabilir.
Gerçekten yararlı ve zorunlu işlerde çalışan insanların ne kadar az olduğunu düşünün.Paranın her şey olduğu çağımızda yalnız lüksün ve ahlaksızlığın buyruğunda çalışan bir sürü boş ve yararsız zanaatlar görülüyor.
Kibirli insan, mutluluğunu kendi rahatlığı üzerine değil, başkalarının acıları üzerine inşa eder."
Refah ve özgürlük, insanların adaletsizlik ve baskıya tahammüllerini azaltır; yoksulluk ve yoksunluk ise insanları susturur, onlara boyun eğdirir, başkaldırının soylu ruhunu boğar."
Ölümle burun buruna gelince, korkak insanlar bile çok kez aslan kesilirler.
İnsanların aptallıklarını düzeltmek konusunda yeteri kadar etkili olamayacaksanız bunu yapmaktan vazgeçmelisiniz ve kendinizi korumalısınız…
İnsanlar paraya bu kadar tamah etmiş olmasaydı ne dolandırıcılık, ne çalmalar çırpmalar, ne soygunlar, ne kavga gürültüler, ne itiş kakışlar, ne çekişmeler, ne isyanlar, ne cinayetler, ne ihanetler, ne de kehanetler söz konusu olurdu. İstediğiniz kadar kanunlar koyun, bütün bunları engellemek mümkün değil.
Birisi eğer başka birini sakatlığından ya da görüntüsünden dolayı aşağılayacak olursa, bu sadece karşısındaki kişiye yapılmış bir hakaret olarak görülmüyor, büyük bir suç olarak addediliyor. Çünkü ayıplanması gereken kendi elinde olmadan bir uzvunu kaybetmiş kişi değil, bunu bir kusurmuş gibi görerek aptalca onunla alay edenlerdir.
Bir kadını zinaya ayartan bir adam zina eden bir kadından daha hafif bir cezaya çarptırılmıyor. Çünkü onlara göre suçu tasarlayanla işleyen kişi aynı derecede suçludur.
Doğa, altına ya da gümüşe insanoğlunun öyle kolay kolay vazgeçemeyeceği bir değer yüklememiş. Nadir bulunduklarından ötürü onları değerli kılan salt insanların budalalığı."
Günün birinde filozoflar kral ya da krallar filozof olursa, insanlık o zaman mutluluğa kavuşur."
Kolay kolay bulunmayan şey, doğrulukla, akıllıca düzenlenmiş bir toplumdur."
“Bir halkın acıları, iniltileri arasında sefa sürmek krallık değil, gardiyanlıktır.”
Kimseyi diğerinden üstün saymayan, sıradan insanların kurduğu bir devlet ‘Ütopya’. "
Büyük çoğunluk yoksulluk içinde kıvranırken, doymak bilmez bir avuç insana memleketin bütün zenginliklerini sömürten bir devlette mutluluk olamaz.
Biri çıkıp da yeni bir düşünce ileri sürünce, herkes aptallaşır.
yargıçların adam kayırmaları ve para tutkusuna kapılmaları, bir devletin en sağlam ve en güvenilir yanı olan adaletini yıkıverir.
Sizin ilkelerinizin tam karşıtıyla yetişmiş insanlar karşısındasınız. Bütün düşündüklerinin saçma ve haksız olduğunu yüzlerine vurursanız, elbet dinlemezler sizi. Dikine değil, yanlamasına gideceksiniz. Doğruyu yerinde ve ustalıkla söyleyeceksiniz. Çabalarınız iyilik getirmese bile, kötülüğün azalmasını sağlar hiç olmazsa. Her şeyin iyi olması için, bütün insanların iyi olması gerekir.
Bir fırtınada kaptan, rüzgara söz geçiremiyorum diye gemiyi bırakır mı?
Yoksulluk ve açlık yürekleri çökertir, ruhları köreltir, insanları acı çekmeye, köle olarak yaşamaya alıştırır. Öylesine ezer ki onları, boyunduruklarını sarsmaya güçleri kalmaz.
Zenginlik ve özgürlük devlete başkaldırmaya, hor bakmaya götürür. Özgür ve zengin adam haksızlığa, zorbalığa kolay katlanamaz.
Aşırı doğruluk, aşırı haksızlık getirir.
Doğa herkese kendi yarattığını sevip okşama içgüdüsünü verir: Karga da, maymun da kendi yavrularına gülümser yalnız.
Mezarsız ölünün kefeni göklerdir.
“Ben sizin kral yanına uşak olarak değil, bakan olarak girmenizi söylemek istedim”
“Krallar, dostum, ikisini pek ayırmazlar birbirinden.”
Dünyada kaygısız, rahat yürekle, sevinçle yaşamaktan daha büyük zenginlik olabilir mi?
Kötülük yapmak isteyen, sadece karşısına bir engel çıktığı için bu kötülüğü yapmamışsa, niçin suçlu sayılmasın?
İnsanlar kralları insanların yararı için başa getirdiler, kralların yararı için değil.
‘Yoksulluk ve açlık yürekleri çökertir, ruhları körletir, insanları acı çekmeye, köle olarak yaşamaya alıştırır: Öylesine ezer ki onları, boyunduruklarını sarsmaya güçleri kalmaz.’
Deliye deliliğine uygun olarak karşılık verin.
Yasa koyanın aklı o kadar yanılmaz, o kadar kesin midir ki, buyruğunu dinlemeyen kılıcı hak etsin?
‘Öldürmek hırsızlığı cezalandırmak için çok ağır, hırsızlığı önlemek içinse hafif bir cezadır.’
Sorarım size; soylulara, kuyumculara ya da aylaklıkla, dalkavuklukla, boş işlerle hayatlarını geçiren insanlara lütûflar bol keseden dağıtılırken, emekleriyle ülkeyi ayakta tutan, çiftçiler, maden işçileri, demirciler ve diğer sıradan insanları kaderleriyle baş başa bırakmak hem adaletsizlik hem de nankörlük değil midir? Heyhat, onların emeği sonuna kadar sömürülüp de yaşlılık, hastalık ve yoksulluk nedeniyle gözden düştüklerinde, bütün yaptıkları unutulur ve görüp görebilecekleri rahmet sefalet içerisinde ölmekten ibaret olur. Zengin takımı sırf ayak oyunlarıyla değil, kimi zaman yasaların da yardımıyla ağır işleri yapanların maaşlarını hep aşağı çekmeye çalışır. Böylece, toplumsal açıdan bu kadar yararlı işlevleri olan bu kişilerin bu kadar düşük paralarla çalışması başlı başına bir adaletsizlik olduğu halde, tüm bunlar yasayla düzenlendiği için çektikleri çile adalet kılıfına da sokulmuş olur.
Çünkü burada söz konusu olan kelimelerle değil kalplerle kurulan bir bağdır.
Zira bir ülkenin refahı yöneticilerine bağlı olduğuna göre, herhangi bir çıkar uğruna eğilip bükülmeyecek yöneticileri seçmekten daha iyi bir çıkar yol olamaz.
Çünkü suça teşebbüsün, suçun kendisini işlemekten farksız olduğuna inanıyor, suçun gerçekleşmemiş olmasını hafifletici bir sebep olarak görmüyorlar.
Şurası kesin ki alışık olmadığımız şeylere inanmakta güçlük çekeriz.
İnsanoğlunu zaten açgözlü ve pisboğaz davranmaya iten de yoksunluk korkusu değil midir? Bu korkunun yanı sıra, insanın içinde, onu gösteriş ve aşırılıkta başkalarını geçmeye yönelten bir kibir de vardır.
Yöneticiler insanları asla gereksiz işlere koşmuyorlar, çünkü anayasaları temelde emeği halkın ihtiyaçlarına göre düzenlenmeye ve insanları kendilerini geliştirmeleri ve hayatta onları mutlu eden neyse onu yapmaları için mümkün olduğunca çok zaman tanımaya dayanıyor.
İnsanın bir kez ortaya attığı bir fikirden vazgeçmesinin ne kadar zor olduğunu bilirsiniz. İşte bunun önüne geçmek için hızlı değil, uzun uzadıya düşünülmüş kararlar almayı tercih ediyorlar.
Toplumun tamamına yaramayacak olduktan sonra yasa yapmanın da bir anlamı olmadığı fikrine varmasına hiç şaşırmıyorum.
“İnsan ortaya attığı fikir ve önerilerin asla uygulanmayacağını biliyorsa, bunları kendine saklamalıdır. Böylesine sıradışı fikirlerin ne kimseye faydası olur, ne de kafaları zaten başka türlü çalışan kişiler üzerinde bir etkisi. Filozof edasıyla fikir yürütmek dostlar arasındaki serbest bir sohbette herkesin hoşuna gitse de devlet işlerinin otoriteyle karara bağlandığı saray meclislerinde bunlara yer yoktur.”
Çok sevdiğiniz Platon da demiyor mu hani; filozoflar kral, krallar da filozof olursa halklar mutlu olur.
‘Senin evinde bağlılığımdır beni tüketen Tanrı’m.’
‘Kızmayın lütfen, zira kitapta yazıyor hepsi: Ruhun kurtuluşu sabırdadır.‘
“Eğer halkınızın eğitimsizliğinden ve çocukluktan bu yana yol yordam bilmemesinden şikâyetçi iseniz, onları bu ilk eğitimin neden olduğu suçlardan ötürü cezalandırın; oysa sizin yaptığınız, önce onları hırsızlığa zorlamak, sonra da bundan ötürü cezalandırmak.”
“Sizin gibi soylular arasında da tıpkı birer parazit gibi yaşayan, gelirlerini arttırmak için başkalarının soyup soğana çevirdikleri kiracılarının sırtından geçinenler yok değil.”
”Aralarına birini alsalar bile, sırf hükümdara dalkavukluk edip, onu övgülere boğarak hükümdarın kişisel gözdesi haline gelecek birini tercih ederler. Zira tabiatımız gereği hepimiz övülmeyi ve kendi fikirlerimizden memnuniyet duyulmasını isteriz: Bilirsiniz, kuzguna yavrusu şahin görünürmüş. Şimdi, diğerlerini hasetle bakan ve sadece kendini beğenen kişilerden oluşan böyle bir sarayda, insan tarih kitaplarından bildiği ya da seyahatlerinde öğrendiği bir şeyi ortaya attığı zaman, diğerleri hemen kendi bilgelik ve itibarlarının tehlikeye gireceğini ve bu öneriye bir kusur bulmazlarsa kendi çıkarlarının zarar göreceğini düşünürler. Eğer hiçbir işe yaramazsa, ‘atalarımız bunu böyle yapardı ve bizim açımızdan da yapılacak en iyi şey bunun aynısını tekrarlamaktır’ bahanesine sığınırlar. Sonra da bunun söylenmesiyle birlikte mesele tamamıyla halledilmiş gibi ve herhangi birinin atalarından daha bilgece bir şeyler ortaya atma ihtimali çok büyük bir tehlikeymiş gibi davranırlar. Bir yandan da geçmişten miras kalan birçok güzel şeyden gönüllü olarak vazgeçtikleri halde, onlardan daha iyisi teklif edildiğinde, inatla bu geçmişe saygı bahanesiyle sığınırlar.”
Zira iyilik de kötülük de sonsuz bir pınar gibi hükümdardan çıkıp halkına ulaşır.
Ayrıca kodamanların gözüne girmek isteyen o kadar çok kişi var ki, benimle ya da huyu bana benzeyen başkalarıyla uğraşmamak onlar açısından büyük bir kayıp olmayacaktır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir