Stefan Zweig kitaplarından Üç Büyük Usta kitap alıntıları sizlerle…
Üç Büyük Usta Kitap Alıntıları
&“&”
Yol karanlıktır, insan içinden tutku ve hakikat aşkı ile yanmalıdır, yanlış yola sapmamak için: Onunkine girmeye kalkmadan önce kendi derinliğimizi baştan sona dolaşmalıyız.
Olduğu şekliyle hayat, güzeldir.
Olduğu şekliyle hayat, güzeldir.
Olduğu şekliyle hayat, güzeldir."
Gelenek geçmişin bugün etrafına çizdiği taştan bir sınırdır: Geleceğe ulaşmak isteyen onu aşmak zorundadır.
Hayatı hayatın anlamından daha çok sevin."
Sevgi yalnızca konuşulan sözlerde soluk alır."
Ne kadar da tutkusuz sever, ölçüyü seven!
&”Ne şartlar altında çalıştığımı bir görseler. Benden kusursuz şaheserler bekliyorlar, oysa ben en acı, en sefil sıkıntılar yüzünden alelacele yazmak zorundayım,&” diye bağırır acılar içinde.
Dostoyevski tutkulu olmadığı zamanlar yazar da olmuyordu.
Hayatı hayatın anlamından daha
çok sevin."
çok sevin."
Ah, inanmayın insanın birliğine.
Yirmi iki yaşındaki genç, ilk eseri İnsancıklar’ı gözyaşları içinde"
yazar ve o günden sonra her çalışma
bir kriz, bir hastalıktır.
yazar ve o günden sonra her çalışma
bir kriz, bir hastalıktır.
Dostoyevski sanatçılığının otuz yılı boyunca sara hastasıydı.
Gerçekliği, fantastiğe ulaştığı noktada seviyorum."
"Benim için gerçeklikten daha fantastik ne olabilir ki?"
"Benim için gerçeklikten daha fantastik ne olabilir ki?"
Benim için gerçeklikten daha fantastik ne olabilir ki?"
Cogito ergo sum, düşünüyorum, öyleyse varım yerine şunu koyarlar:
Acı çekiyorum, öyleyse varım."
Acı çekiyorum, öyleyse varım."
Bir dilenci olarak da olsa vatanına dönmek,ne olursa olsun dönmek!"
Tolstoy sağlığına ne kadar çok şey borçlu ise, Dostoyevski’nin dehası da bu hastalığa, bu şeytani belaya o kadar borçludur.
Ama o bu eski, değersiz ve tozlu şeyleri aldı, silip parlattı, bir düzene soktu ve neşesinin güneşi altına yerleştirdi.
Ama o küçük şeyler," demişti bir keresinde, "hayatın anlamını oluşturan şeylerdir."
Shakespeare nasıl hırslı İngiltere’nin cesaretiyse Dickens da tok İngiltere’nin tedbiridir.
Dostoyevski’nin hayatında genellikle başlangıç melodramdır ama sonunda her zaman trajediye dönüşür.
Turgenyev, Tolstoy gölgede kalmıştır. Rusya artık sadece ona bakmaktadır. &‘Bir Yazarın Günlüğü’ onu ulusunun mesihi haline getirir, son gücünü de toplayarak, sanatının doruğuna çıkarak ulusunun geleceğine olan vasiyetini bitirir: Karamazov Kardeşler’i.
Sara illeti hayatı onun gırtlağından söküp almak için tırnaklarını çıkarmıştır, ev sahibesi polisle birlikte gelip kirayı istemekte, ebe ücreti için dırdır edip durmaktadır – bütün bunlar olurken o Suç ve Ceza’yı, Budala’yı, Ecinniler’i, Kumarbaz’ı 19. Yüzyılın bütün bu büyük eserlerini, ruhsal dünyamızın bu evrensel kişiliklerini yazmaktadır. Çalışmak onun kurtuluşu ve ıstırabıdır.
Hiçbir şey gerçekleşen çocukluk hayallerinden daha müthiş değildir.
Çalışmak onun kurtuluşu ve ıstırabıdır.
Hayatında bir parça mutluluk parlayacak olsa kader hemen karanlık bulutlarını gönderir.
Beyaz Geceler onun özgür bir insan olarak, sırf yaratma sevinci ile yazdığı ilk ve aynı zamanda son kitabı olmuştur.
En büyük utancı olan yoksulluk üretti onu, en büyük kudreti, acıya olan sevgisi, sonsuz merhameti de kutsadı.
İnsanlığa karşı duyduğu güçlü tutkuyla dopdoluydu, ama insanlar karşısında da hastalık derecesinde çekingen ve kapalı, aynı anda kor ve buz, en tehlikeli yalnızlıklarınsa müptelasıydı.
Başka yazarlarda rengârenk görüntülerin gülümseyerek yükseldiği, sevgi dolu hatıraların ve tatlı hayıflanmaların bulunduğu yer onun hayat hikâyesinde gri, boş bir lekeyle kaplıdır.
Sevgi yalnızca konuşulan sözlerde soluk alır.
Ve onun şahitleri yoktur, bedeninde ve zihninde sanatçının şu üç mistik biriminden başka: Yüzü, kaderi ve eseri.
Hayatı, hayatın anlamından daha çok sevin."
Ölüm ve delilik arasında hayal ve yakıcı berraklıktaki gerçeklik arasında durur onun dünyası.
“Sona erdirmemen,
bu seni büyütecektir.”
bu seni büyütecektir.”
Dickens’ın kahramanları oluşturulmuş bir tablo gibi düşünülür, Dostoyevski ve Balzac’ınkiler ise müzik gibi.
İçimizdeki Balzac ya da Dostoyevski kahramanlarından birini adıyla çağıralım, Goriot Baba’yı ya da Raskolnikov’u, bu takdirde bize bir duygu cevap verecektir; bir kendini vakfetme, bir çaresizlik, bir tutku kaosu olacaktır hatırladığımız.
Fyodor Mihailoviç Dostoyevski bir yoksullar evinde doğar. Daha ilk anda ona hayatının yeri gösterilmiştir; toplumun dışında, hor görülen, hayatın dibine yakın bir yer, ama insani kaderin tam ortasında, acıya, ıstıraba ve ölüme komşu bir yer.
Hayat onu üç kez havaya fırlatır, üç kez yere serer.
Dostoyevski’yi gördüğümüzde ilk izlenim her zaman dehşettir, ikincisi ise büyüklük.
Sevgi yalnızca konuşulan sözlerde soluk alır.
Sevgi yalnızca konuşulan sözlerde
soluk alır.
soluk alır.
İngiltere’deki merhamet ve iyilik Dickens sayesinde güçlenmiş, sayısız yoksul ve mutsuzun kaderi değişmiştir.
Dickens hakkında, yüzyılımızda başka hiç kimse hakkında bu kadar kesin söyleyemeyeceğimiz şeyi söyleyebiliriz: O bu dünyadaki mutluluğu çoğaltmıştır.
Dickens bütün İngilizler gibi sadece dudaklarıyla gülümser, bütün vücuduyla değil.
Dickens’ın kahramanları oluşturulmuş bir tablo gibi düşünülür, Dostoyevski ve Balzac’ınkiler ise müzik gibi.
&”Ama küçük şeyler,&” demişti bir keresinde, &”hayatın anlamını oluşturan şeylerdir.&”
Maddi ya da manevi olarak orta halli yaşamın dışına çıkan her şey ona antipatik geliyordu; yalnızca alışılmış olanı, ortalama olanı seviyordu, hem de bütün kalbiyle. Zenginlere ve aristokratlara, doğuştan imtiyazlı olanlara karşı hoşgörüsüzdü.
Hayatı, hayatın anlamından daha çok sevin."
Sevgi yalnızca konuşulan sözlerde soluk alır."
Dostoyevski psikologların psikoloğudur."
Shakespeare nasıl hırslı İngiltere’nin cesaretiyse Dickens da tok İngiltere’nin tedbiridir.
Shakespeare kahraman İngiltere’nin yeniden doğuşuydu, Dickens ise sadece burjuvazinin sembolü.
Balzac bir keresinde şöyle demişti: &”Dahi, düşüncelerini her an gerçekleştirebilen kişidir. Ama gerçekten büyük bir dahi bu eylemini aralıksız sürdürmez, aksi halde Tanrı’ya çok fazla benzerdi.&”
Ah şu muhteşem iradenle kendine şehitler yaratan hayat, üstelik de seni övsünler diye, ah hayat, bilgili ve zalim, ey sen, zaferini haykırsınlar diye en büyükleri bile kendine kul eden hayat! Eyüb’ün felakette Tanrıyı idrak ettiği için binlerce yıldır yankılanan ebedi çığlığını sürekli işitmek istiyorsun, bedenleri ateşte yanarken sevinç şarkıları söyleyen Danyal’ın adamlarını istiyorsun. O kızgın kömürü şairlerin dilleri üzerinde yakarsın, sana kul olsunlar ve sana aşkla seslensinler diye onlara eziyet edersin! Beethoven’i müzikle vurursun ki o sağır adam Tanrı’nın sesini duyabilsin ve ölüme dokunarak o sevinç şarkısını yazsın, Rembrandt’ı yoksulluğun karanlığına mahkûm edersin ki renklerin içinde ışığı, senin asli ışığını arasın, Dante’yi anavatanından kovarsın ki rüyasında cennet ve cehennemi görsün, herkesi kırbacınla sonsuzluğa kovaladın. Ve bu adamı, herkesten daha çok kırbaçladığın bu adamı da boyun eğdirip hizmetkârın yaptın, işte bak, kriz hâlinde köpüren dudaklarıyla sana, şüphenin bütün araflarından geçen" o övgü şarkısını söylemekte. Ah, acı çektirdiğin bu insanlarda nasıl da zaferler kazandın, geceyi gündüz yaptın, acıyı sevgi; cehennemden övgü şarkıları getiriyorsun. Çünkü en çok bilenler en çok acı çekenlerdir ve kim seni bilirse seni kutsamak zorundadır: Ve seni en derinden idrak eden bu adam, bak, hiç kimsenin etmediği kadar şahadet etti sana ve seni hiç kimsenin sevmediği kadar sevdi.
Sapkınlık haline getirilmiş olan her duygu diğerinin ırzına geçer, onların suyunu çeker ve kurutur; ama o duyguların çekici yanlarını emer.
Olduğu şekliyle hayat, güzeldir."
Dünya artık silahlarla fethedilemezdi.
O büyük bir dünya fatihini görmüştü ve bir dünya fatihini görmek bir delikanlı için tıpkı onun gibi biri olmak arzusuyla bir değil midir?
insan bu dünyada sadece acı sayesinde gerçekten sever."
Benim için gerçeklikten daha fantastik ne olabilir ki?"
… bütün güçler görecelidir ve hiçbiri özgür değildir.
… bütün güçler görecelidir ve hiçbiri özgür değildir.
Bu şekilde insan kalbinin en gizli kıvrımlarına girmenin, bu kadar derine inip onu bütün çıplaklığıyla görmenin bir anlamı yok mu sanıyorsunuz?"
Romanı dünyanın ansiklopedisi olarak görme düşüncesi onunla başlar – eğer Dostoyevski gelmemiş olsaydı neredeyse onunla bittiği de söylenebilirdi.
Neredeyse bilinçli olarak yaşamın kenarında yaşıyordu, sanki bu iki dünyanın, kendisininkiyle diğerlerininkinin arasında olabilecek bir temasın her zaman acılı olacağından korkuyordu.
Hayal kırıklığına uğramış bir şekilde, acemilerden ve zavallılardan hoşlanmayan acımasız bir dünya tarafından bütün rüyalarından atılmış biri olarak kendi sessizliğine gömüldü ve kendisi için dünyanın bir sembolünü oluşturdu. Kendisine ait olan, hakim olduğu ve onunla birlikte yok olup gidecek olan bir dünya.
Balzac insanlarını her zaman olaylar tarafından yoğrulmaya, kaderin elinde
kil gibi şekillenmeye bırakmıştır.
kil gibi şekillenmeye bırakmıştır.
Kimileri şiddeti yaratır, kimileri huzuru.
Ama küçük şeyler," demişti bir keresinde, "hayatın anlamını oluşturan şeylerdir."
Duyular çocuklar gibi ahmaktır. Gerçeği sahteden, illüzyonu gerçeklikten ayırt edemezler. Onlar sadece tıkınmak isterler, gerçek yaşantı ya da hayal, ne olursa olsun.
Balzac toplum dünyasını, Dickens aile dünyasını, Dostoyevski bireyin ve insanlığın dünyasını anlatır.