Yavuz Bülent Bakiler kitaplarından Türkistan Türkistan kitap alıntıları sizlerle…
Türkistan Türkistan Kitap Alıntıları
Adem oğlu kibirlenme
Bir gün yolçi olacahsın
İnsanın kalbini kırma
Bir gün yolçi olacahsın!…
Bir gün yolçi olacahsın
İnsanın kalbini kırma
Bir gün yolçi olacahsın!…
Var otur kendi postunda
Dolaşma elin kastında
İki tahtanın üstünde
Birgün yolçi olacahsın…
#YavuzBülentBâkiler, Türkistan Türkistan
Yakın Plan Yayınları, 24. Baskı: Şubat 2020, syf: 87
Türkiye dışında yaşayan soydaşlarımızı, millet olarak bilmedikten ve onlara en soylu duygularla sevmedikten, kültür kaynaklarını araştırıp incelemedikten sonra, hep aslını yitiren haramzadeler gibi biraz köksüz, biraz yarım kalacağız. Tarihimizi ,kültürümüzü bilmek ve sevmek! İşte bütün mes’ele bu noktada düğümlü. Çünkü varlığımızı ancak kendi kültür değerlerimizle koruyabiliriz. Anadolu’da hür ve müstakil kalabilmemiz, bu zengin kültür kaynaklarımızı tespit etmemize, yaşamamıza ve yaşatmamıza bağlı.
Bilgisizliğin ve taassubun her çeşidinden tiksindiğimi bilhassa belirtmek istiyorum.
Dün devletimize başkaldıranların elinde pırıl pırıl İngiliz silahları vardı. Bugün Türkiye’yi karıştırmak isteyen kuş beyinliler, kalaşnikoflarla kan döküyorlar.
Üzerimizde oynanan oyunları ancak cehaletten kurtulmakla önleyebiliriz. Çağdaş medeniyet seviyesine ancak ilimle yükselebiliriz.
Gölgesiz ağacın meyvesi de lazım değil.
Dost yoluna post olmak lazım.
Dost yoluna post olmak lazım.
Laikliği din düşmanlığı şeklinde anlayanlar ve anlatanlar bizim kanlı bıçakla düşmanlarımızdırlar.
Tarihimizi horlayanlar, geleneklerimizi göreneklerimizi kazıyanlar, ormanlarımızı yakanlar, sularımızı kirletenler, tarımımızı ve hayvancılığımızı öldürenler, sanayimizi baltalayanlar, ordumuza, camimize, okullarımıza siyaseti sokanlar, bize bu topraklarda yaşama hakkı tanımayanlardır.
Tarihimizi horlayanlar, geleneklerimizi göreneklerimizi kazıyanlar, ormanlarımızı yakanlar, sularımızı kirletenler, tarımımızı ve hayvancılığımızı öldürenler, sanayimizi baltalayanlar, ordumuza, camimize, okullarımıza siyaseti sokanlar, bize bu topraklarda yaşama hakkı tanımayanlardır.
Söz, sohbet unutulur gider. Sözün sohbetin bağı bahçesi kitaptır. Tasavvufta şükür bildiklerimizi, gördüklerimizi bilmeyene anlatmaktır.
Allah’ım bana ağlamasını bilen bir çift göz ver!
Her çiçek kendi toprağında açar.
Nasip bir kuştur.İstediği dala konar.
Nasip bir kuştur.İstediği dala konar.
Bahçesiz evin çıplak insandan farkı yoktur.
Acı çekmeyen huzurun ; yokluk çekmeyen, varlığın kıymetini ne bilir.
Dilimizi, tarihimizi, edebiyatımızı, güzel sanatlarımızı, âdet ve an’anelerimizi incelerken, Türkiye dışında kalan soydaşlarımızi bir kenara itemeyiz. Eski Türk yurtlarını görmezden gelemeyiz. Türkiye dışında yaşayan soydaşlarımızın kültür zenginliklerinden haberdar olmak, onlarla kültür köprüleri kurmak, bize daima yeni ufuklar açacak ve güç kazandıracaktır. Bilmeye ve sevmeye, bilerek ve severek yaşamaya su kadar, ekmek kadar ihtiyacımız var.
#YavuzBülentBâkiler, Türkistan Türkistan
Yakın Plan Yayınları, 24. Baskı: Şubat 2020, syf: 51
Dünyanın neresinde bir kültür buhranı başlamışsa, ya oradaki millet, bir başka kuvvetli kültürün bünyesinde eriyip yok olmuştur veya zavallı beyinler, kardeş ellerin kullandığı mavzerlerle parçalanıp gitmiştir. Bu bakımdan, bizi millet olarak ayakta tutacak, dirliğimizi, birliğimizi koruyacak bütün kültür değerlerimize sahip çıkmaya, onları yaşamaya ve yaşatmaya mecbur ve mahkûmuz diyorum. İktisadî mes’elelerimiz kadar kültür dâvâmıza da önem verilsin istiyorum.
#YavuzBülentBâkiler, Türkistan Türkistan
Yakın Plan Yayınları, 24. Baskı: Şubat 2020, syf: 50
Dünyanın neresinde bir kültür buhranı başlamışsa, ya oradaki millet, bir başka kuvvetli kültürün bünyesinde eriyip yok olmuştur veya zavallı beyinler, kardeş ellerin kullandığı mavzerlerle parçalanıp gitmiştir.
#YavuzBülentBâkiler, Türkistan Türkistan
Yakın Plan Yayınları, 24. Baskı: Şubat 2020, syf: 50
Milletlerin, iktisadî imkânlar yanında, ancak sağlam millî kültürlerle ayakta kalabileceğini bize kim anlatacak? Tarih boyunca, bozulmamış kültürlerin, medeniyetleri bile dağıttığını, mağlup ettiğini bize kim öğretecek? Yeryüzünde siyasî istiklâllerini kaybeden milletlerin, kültürlerine sımsıkı sahip çıktıkları takdirde (bin yıl-iki bin yıl sonra bile olsa) yeniden derlenip toparlandıkları, bağımsızlıklarına kavuştukları görülmüştür de, iktisadî imkânlarının zenginliğine rağmen, kültürlerini kaybeden milletlerin, siyasî istiklâllerini korudukları görülmemiştir.
#YavuzBülentBâkiler, Türkistan Türkistan
Yakın Plan Yayınları, 24. Baskı: Şubat 2020, syf: 50
Eski Bitlis Milletvekilimiz Kâmuran İnan’ın söylediği gibi, Dünyada en çok düşmanı olan milletlerin başında galiba biz bulunuyoruz.
#YavuzBülenBakiler, Türkistan Türkistan
Yakın Plan Yayınları, 24. Baskı: Şubat 2020, syf: 13
Yıldırım Bayezid’in oğlu şehzade Ertuğrul şehit olmuştur. Yıldırım bu duruma çok üzülür. Uludağ sırtlarında oğlunun acısını yaşarken Timur’un Sivas’ı kuşatıp aldığını öğrenir. Orada kaval çalan bir çobanı görür ve yanına gider. Çal çoban çal, der, Ertuğrul gibi oğlun mu öldü, Sivas gibi kalen mi yıkıldı, çal .
Aral Gölü’nden su içenlere, Altay Dağları’ndan, Tanrı Dağları’ndan geçenlere selam olsun!
Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur! sözü boşuna söylenmemiş. Türk, Türk’ü iyi bilmeli. İyi gözetmeli. Yürekten sevmeli. Ben, bunu bilirim, bunu söylerim, bunu yazarım!
Hey Koca Timur! dedim. Başını kaldırabilsen de görsen, senin büyük imparatorluğunun başkentinde, şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor. Bir zamanlar, krallarına bile kırk defa yer öptürdüğün milletlerin şımarık çocukları, şimdi senin mezar taşına, belki de sana olan düşmanlıkları yüzünden oturuyorlar. Sen ki, yaşadığın müddetçe, gök kubbesini dolduran bir sesle haykırmıştın:
‘Biz ki, Turan mülkünün ve Türkistan’ın Emiriyiz!..’
‘Biz ki,Türk oğlu Türk’üz!..’
‘Biz ki, milletlerin en eskisi ve en büyüğü olan Türk’ün Başbuğuyuz!.’
‘Biz ki, Turan mülkünün ve Türkistan’ın Emiriyiz!..’
‘Biz ki,Türk oğlu Türk’üz!..’
‘Biz ki, milletlerin en eskisi ve en büyüğü olan Türk’ün Başbuğuyuz!.’
Benim hasretim, sevgilinin gözlerine değildir. Ben Türk’ün doğrulup kendisine gelmesini bekliyorum. Ben, devin uyanmasını bekliyorum.
Türkiye’de Türk düşmanlığı Atatürk’ün ölümünden sonra, kırk ayrı örtü altında fokurdamaya başladı. Bir yandan azınlık ırkçıları, öte yandan kültür emperyalizminin köksüz, ruhsuz fedaileri Türk düşmanlığını bazen sinsi sinsi, bazen açıktan açığa dokumaya çalıştılar.
İnsanlar, çile çekmek için artık toprağın altına girmiyorlar. Şimdi çileyi, toprağın üstünden çekiyoruz. Çile, toprağın altına inince bitiyor.
Acı çekmeyen, huzurun; yokluk çekmeyen, varlığın kıymetini ne bilir ?
Gerçek sanat anlayışından uzak , fakat iktidar politikasına yatkın oyunların alkışı bol, ama ömürleri daima kısa olmuştur.
Sadece kan birliği ve sadece maddi refah, bir milleti toplum şuuruna ulaştırabilse idi, Lübnan, bu kanlı kardeş boğuşmasının hep dışında yaşardı.
Türkiye dışında yaşayan soydaşlarımızı, millet olarak bilmedikten ve onları en soylu duygularla sevmedikten, kültür kaynaklarını araştırıp incelemedikten sonra, hep aslını yitiren haramzadeler gibi biraz köksüz, biraz yarım kalacağız.
Bugün, çağdaş ve müreffeh bir Türkiye kurabilmek için Türkistan’a sırt çevirmek bir büyük gaflettir.
Şimdi ne zaman bir türkü dinlesem yüreğimden bir ince tel kopuyor.
Uzaklara turnalar kalkıyor. Üzerime güneş vuruyor.
Türkistan bütün güzelliğiyle karşımda duruyor
Uzaklara turnalar kalkıyor. Üzerime güneş vuruyor.
Türkistan bütün güzelliğiyle karşımda duruyor
Lâikliği din düşmanlığı şeklinde anlayanlar ve anlatanlar; bizim kanlı- bıçaklı hasımlarımızdandır.
İhanet veya düşmanlık, sadece silâha sarılarak dağlara çıkmak değildir.
“Türkistan bizim hafızamızdır.Onu unutamayız!”
Bugünkü Türkiye’nin davası, şu veya bu devlete savaş açmak, eski Türk yurtlarını kurtarmak, bütün dünya Türkleri bir bayrak altında toplamak değildir; cehaletten, fakirlikten kurtulmak, kültürümüzü millet hayatımızda bir şah damar gibi bilmek, ilmi çalışmaları hızlandırmak, ordumuzu kuvvetlendirmek davasıdır.
“Demedim mi nazlı yarim ben sana
Çok muhabbet tez ayrılık getirir.”
Çok muhabbet tez ayrılık getirir.”
“Siyasi iktidarların,siyasi ve iktisadi görüşlerine uygun olarak hazırlanan eserlerin,uzun ömürlü oldukları görülmemiştir.Çünkü ortada sanat yok,propaganda vardır.”
“Babam bir Mecnun’dur beğim.Türkiye de babamın Leylâ’sıdır.”
“Siz hiç rüzgâr öptünüz mü?
“Her şeyin bir töresi var:Furuna(fırına) un,geline altun(altın) gerek.”
Biz içeride ve dışarıda üzerimizde oynanan oyunları çok iyi bilmek mecburiyetindeyiz. Öğrenmek, araştırmak, anlatmak, önce insan olarak sonra Türk olarak boynumuzun borcu. Çünkü Anadolu’da hür yaşamamız, her kıssadan bir hisse çıkarmamıza bağlı.
İslam’ın en büyük düşmanı cehalet ve taassuptur.
Acı çekmeyen, huzurun; yokluk çekmeyen, varlığın kıymetini ne bilir?
Bilmeye ve sevmeye, bilerek ve severek yaşamaya su kadar, ekmek kadar ihtiyacımız var.
İktisadî imkânlarının zenginliğine rağmen, kültürlerini kaybeden milletlerin, siyasî istiklâllerini korudukları görülmemiştir.
“Bugün,çağdaş ve müreffeh bir Türkiye kurabilmek için Türkistan’a sırt çevirmek büyük bir gaflettir.”
[ ] Mehmet Akif Ersoy, Buhara‘nın zamanla nasıl gerilediğini, cehaletin elinde kendi kendisini nasıl yiyip bitirdigini derin bir hüzünle anlatıyor:
“Gece gündüz yürüdüm, bulmak için #Taşkent’i
Geçtiğim yerleri tâdâda mahal yok şimdi,
Uzanıp sonra #Buhara’ya, #Semerkand’a kadar,
Eski dünyada bakındım ki ne âlemler var?
Sormayın gördüğüm âlemleri, hiç söylemeyim,
Yâdı, temkinimi sarsar da, kan ağlar yüreğim.
O Buhara, o mübarek, o muazzam toprak,
Zilletin koynuna girmiş uyuyor müstağrak.
İbn-i Sinaları yüzlerce doğurmuş iklim,
Tek çocuk vermiyor, agûşuna ilmin, ne akim!
O rasathane-i -dünya, o Semerkand bile,
Öyle dalmış ki hurâfâta o mazisiyle:
Ay tutulmuş, “kovalım şeytanı kalkın” diyerek,
Dümbelek çalmada binlerce kadın, kız, erkek
Ne Huda’dan utanırlar, ne de Peygamber’den,
Bu ilimsiz hocalardan, bu beyinsizlerden,
Çekecek memleketin hâli ne olmaz düşünün,
Sayısız medrese var geçti Buhara‘da bugün.
Okunandan ne haber? On para etmez fenler,
Ne bu dünyada soran var, ne de ukbada geçer.“
“Gece gündüz yürüdüm, bulmak için #Taşkent’i
Geçtiğim yerleri tâdâda mahal yok şimdi,
Uzanıp sonra #Buhara’ya, #Semerkand’a kadar,
Eski dünyada bakındım ki ne âlemler var?
Sormayın gördüğüm âlemleri, hiç söylemeyim,
Yâdı, temkinimi sarsar da, kan ağlar yüreğim.
O Buhara, o mübarek, o muazzam toprak,
Zilletin koynuna girmiş uyuyor müstağrak.
İbn-i Sinaları yüzlerce doğurmuş iklim,
Tek çocuk vermiyor, agûşuna ilmin, ne akim!
O rasathane-i -dünya, o Semerkand bile,
Öyle dalmış ki hurâfâta o mazisiyle:
Ay tutulmuş, “kovalım şeytanı kalkın” diyerek,
Dümbelek çalmada binlerce kadın, kız, erkek
Ne Huda’dan utanırlar, ne de Peygamber’den,
Bu ilimsiz hocalardan, bu beyinsizlerden,
Çekecek memleketin hâli ne olmaz düşünün,
Sayısız medrese var geçti Buhara‘da bugün.
Okunandan ne haber? On para etmez fenler,
Ne bu dünyada soran var, ne de ukbada geçer.“
İslam’ın en büyük düşmanı cehalet ve taassuptur.
Eski Türkler bedenden ayrılan ruhun, gökyüzüne uçtuğuna inadıkları için, yakınları öldüğünde mavi renkli elbiseler giyerlermiş. İslamiyet’i kabul ettikten sonra da maviden vazgeçememişler. Yaptıkları türbelerin hemen hemen her tarafını mavinin çeşitli tonlarıyla süslemişler.
İnsanlar, çile çekmek için artık toprağın altına girmiyorlar. Şimdi çileyi, toprağın üstünde çekiyoruz. Çile, toprağın altına inince bitiyor.
Acı çekmeyen huzurun, yokluk çekmeyen, varlığın kıymetini ne bilir? İnsan, gözünü biraz da kendi içine çevirmeli. İnsan gönül kulağıyla biraz da Yaradan’ın sesini dinlemeli.
Türkistan’a gönül gözümüzle bakmadan kendimizi iyi göremeyiz. Türkistan bizim hâfızamızdır.Onu unutamayız!.. Aral Gölünden su içenlere, Altay Dağlarından geçenlere selâm olsun! Baykal Gölünden su içenlere Türkiye’den selam olsun.
Hey Koca Timur! Başını kaldırabilsen de görsen, senin büyük imparatorluğunun başkentinde, şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor..»
Sovyetler’de, Marksizme rağmen, birinin «Ben Müslümanım!» demesi mümkündür. Ama bir kimsenin «Ben Türküm!» diye söze başlaması, belâ yağmuru altına uzanmaya razı olması demektir.
Biz hepimiz Türk Milletindeniz! Özbekler, Oğuzlar, Uygarlar, Tatarlar, Azeriler, Kırgızlar, Kazaklar, Türkmenler Türk’türler ve Türkçe konuşmaktadırlar. Dünyanın güzelliği Türktür! Artık Dünya güzel değil. Türk mazlum ve mahkûm olursa dünyanın tadı kalır mı?
«Ağlamayın! Bağırmayın! Dövünmeyin! Ölünüze yazık hâtûnlar! O, şimdi sizden hayır-dua bekliyor; gözyaşı değil! Evinize giderek O’na Kur’ân okuyun! Müslümana yakışan budur!»
İnsanlar, çile çekmek için artık toprağın altına çekilmiyorlar. Şimdi çileyi, toprağın üstünde çekiyoruz. Çile, toprağın altına inince bitiyor.
Acı çekmeyen huzurun, yokluk çekmeyen varlığın kıymetini ne bilir? İnsan, gözünü biraz da kendi içine çevirmeli. İnsan gönül kulağıyla biraz da Yaradanın sesini dinlemeli.
Ülküsü olmayan, geçmişini inkâr eden bir ülke ölür.
Ben, ötedenberi bir türlü anlayamamışımdır: Bir devlet, okullarda çocuklara salyangozun sindirim sistemini, terliksi hayvanın hareket tarzını bile ezberleten, hattâ bu bilgilerle aydınlanmamış çocukları okuldan kovan bir devlet dinî eğitime kapılarını kapatarak, din ve vicdan hürriyetinden nasıl bahsedebilir?
Ah o bizim gül olup açan, güvercin olup uçan veya anamızın mübarek sesi gibi, bizi binbir yerimizden kucaklayan can ezanlar. Sultan ezanlar. Türklüğe ferman ezanlar!.
Ah bizim kınalı, ah bizim allı pullu Türkülerimiz! Onlar bizim boy aynamız, vekârımız, şah damarımızdır. Adımız, andımız, maksadımız, ağız tadımızdır. Bütün dünyayı güzelleştiren sesimizdir bizim. Yüzyıllardan beri Altaylar’dan, Tuna’ya uzayan nefesimizdir.
Sömürge topraklarında, bir malın rekor seviyede üretilmesi, sömürge halkı için bir övünme vesilesi olabilir. Sömürgeci, işçi göğüslerini, gösterişli madalyalarla süsleyebilir. Ama üretilen malın kaymağı, sömürgeci devletin kesesini ve midesini şişirir.
Benim dilimin konuşulduğu, benim kültürümün yaşadığı her yeri aziz vatanımdan bir parça gibi biliyorum.
Sabret gönül bir gün olur bu hasret biter. Çekilen acılar canım gün olur geçer.
Daha ne zamana kadar sabredeceğiz acaba?
Daha ne zamana kadar sabredeceğiz acaba?
Sen Türkiye’de sahip olduğun hakların yarısını bana ver; ben de Sovyetler’deki bütün hak ve imkânlarımı sana memnuniyetle devredeyim! Var mısın beyim?
Öz yurdumu çarmıha germişler kırk yerinden
Unutmam bin yıl geçse acımın üzerinden
Vurulan bir ceylana yanar gibi derinden
Ulu Türkistan’a yandım
Unutmam bin yıl geçse acımın üzerinden
Vurulan bir ceylana yanar gibi derinden
Ulu Türkistan’a yandım
Din ve vicdan hürriyetini bir anayasa maddesiyle teminat altına alan bir devlet, bütçesinden herkese para ayırır da, insanı güzelliklerle yücelten, incelten din görevlilerine neden tek kuruş vermez?
Sovyetler birliği anayasasının 123. Maddesi, Din ve Vicdan hürriyetini de teminat altına almış, Herkesin istediği dinde yaşaması, ibadetlerini istediği şekilde yapması anayasa ile esasa bağlanmıştır.
Ne kadar garip, anayasa ile din ve vicdan hürriyeti var, fakat din eğitimi yok Herhangi bir dinin propagandasını yapmak yasak. Ama Allahsızlar Cemiyeti kurup dinsizlik propagandası yürütmek serbest. 1920 yılından beri her türlü dini yaşayışa ve Allah fikrine sistemli bir savaş açan Allahsızlar Cemiyeti nin arkasında devletin gücü ve bütçesi var. Aynı devletin gücü ve bütçesi, dindarların karşısında.
Ne kadar garip, anayasa ile din ve vicdan hürriyeti var, fakat din eğitimi yok Herhangi bir dinin propagandasını yapmak yasak. Ama Allahsızlar Cemiyeti kurup dinsizlik propagandası yürütmek serbest. 1920 yılından beri her türlü dini yaşayışa ve Allah fikrine sistemli bir savaş açan Allahsızlar Cemiyeti nin arkasında devletin gücü ve bütçesi var. Aynı devletin gücü ve bütçesi, dindarların karşısında.
Biz bu topraklardan giderek Anadolu’da yeni ve büyük bir devlet kurduk. Dün Anadolu’da, Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğu’nu kuranlar, bu topraklarda doğanların çıcuklarıydı. Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti de Selçuklular’ın ve Osmanlılar’ın bir güzel devamıdır. Yani Anadolu’yu Türkiye yapanlar, bu topraklardan yola çıktılar. Yani sizin kökünüz, Anadolu’da filiz verdi. Zaten Türkistan olmasaydı, Azerbaycan olmasaydı, Anadolu olmazdı! İşte biz bunun için; yani aynı milletin çocukları olduğumuz için, sizleri çok seviyoruz.
Türkistan ve Azerbaycan, bizim ruh kökümüzdür,gönül mayamızdır, ufkumuzu süsleyen fikir, sanat ve tarih mayamızdır.
#Sabret gönül bir gün olur bu hasret biter. Çekilen acılar gün olur geçer.
Türkiye, bütün zorluklara rağmen, Yahya Kemal ‘in ifadesiyle, mahzun sınırlarımızın dışında kalan soydaşlarımızın Cumhuriyetleriyle dilde, fikirde, işte birlikler kurmak mecburiyetindedir.