İçeriğe geç

Türkistan Bağımsızlık Savaşı ve Enver Paşa Kitap Alıntıları – Ramazan Ata

Ramazan Ata kitaplarından Türkistan Bağımsızlık Savaşı ve Enver Paşa kitap alıntıları sizlerle…

Türkistan Bağımsızlık Savaşı ve Enver Paşa Kitap Alıntıları

&“&”

Sakarya Savaşının kazanılacağının anlaşıldığı 1921 yılı Temmuzundan sonra Enver ve Cemal Paşaların hayali şöyle güncellenmişti; Mustafa Kemal, Anadolu’da Yunanlıları yenerek
Bağımsız Türkiye Cumhuriyetini kuracak; Enver Paşa, Türkistanı Rus işgalinden kurtararak Bağımsız Türkistan Devletini kuracak; Cemal Paşa ise Arabistan ve Hindistan’ı Ingiliz sömürgeciliğinin
işgalinden kurtararak Bağımsız Hind-Arap İslam Devletini kuracaktı. Bu üç devlet, İstanbul’da bulunan halifenin manevi otoritesi altında birleştirilecekti. Osmanlı Devletinin subaylarına verdiği ideal ve hayal gücü böylesine büyüktü. Türkiye’nin bağımsızlığından en yakın nokta olan Batum’a kadar gelerek emin olduktan sonra, Türkistan Türklerini bu hedef için birleştirmek amacıyla Enver Paşa, Türkistan’a geçerken, Cemal Paşa da girişimin diğer ayağını örgütlemek için Afganistan’a geçti. Ama büyük devletler onları adım adım izliyorlardı ve bu planın işlemesine izin veremezdiler ve vermediler de. Her iki komutan da Ruslar tarafından Ermeni taşeronlarına iki hafta arayla şehit ettirildi. Cemal Paşa, 21 Temmuz 1922’de KGB Tiflis Büro Şefi Beria’nın emriyle iki Ermeni tarafından suikasta uğrayarak şehit edilirken, Enver Paşa da bundan iki hafta sonra 4 Ağustos 1922’de Duşanbe yakınlarındaki Çeğen Köyünde Rus-Ermeni ortak Sovyet birlikleri tarafından bir bayram sabahında şehit edildi. Halifeliği yeniden diriltmeye çalışan Enver ve Cemal Paşalar iki hafta arayla Sovyetler Birliğinde öldürülürken, bundan yaklaşık bir ay sonra Türkiye, işgalci Yunanlıları
Anadolu’dan tamamen çıkaracaktır…
Silah teslim edilmez. Namuslu insanlar silahtan evvel ruhlarını teslim ederler. Gel al.

Şehidi Alâ,Gazi Namdar, Hürriyet kahramanı İSMAİL ENVER PAŞA

Moskova hükümetinin verdiği ültimatom’un maddelerinden birisi, Duşanbe’nin Ruslara geri teslimi ve Enver Paşa’nın Buhara arazisine asla sokulmamasıydı. Bu sırada Sovyetler Birliği Dışişleri Bakan yardımcısı olan Karahan, Enver Paşa’ yı Moskova’ya çağırarak görüşme talebinde bulundu. Enver Paşa artık Moskova ile köprüleri atmıştı ve hiç düşünmeden bu görüşme talebini reddetti, Moskova’ya gönderdiği cevabi mektubunda şöyle diyordu: Ergeç
tahakkuk edecegine inandığım Türkistan’ın bağımsızlığı gerçekleşinceye kadar anavatanımda hizmet göreceğim. Duyduğumu göre siz Türkiyeli olduğumu ve Türkiye’nin istila altında olduğunu söyleyip onu kurtarmam için Türkiye’ye gitmem gerektiğini söylüyormuşsunuz.
Size şunu hatirlatmak isterim ki Türkiye’mde vatanımı müdafaa edenler vardır. Kalbim burada olduğu gibi oradadır da. Fakat ben bugün oradan farkı olmayan anayurdumdayım Burası da arası kadar benim vatanımdır. Hakikaten buralarda sulh ve sükun istiyorsanız yapılacak tek şey vardır, Buhara hududunu terk edip Türkistanı serbest bırakınız…
Buranın halkı da istiklal ve hürriyetine kavuşsun!
Enver ve Cemal Paşalar, Bolşevik ihtilali neticesinde Çarlık Rusyasının yıkılacağını ve bunun sonucunda Türkistan’daki 50 milyonluk büyük Türk nüfusunun gücünün ortaya çıkacağını düşünüyorlardı.Türkistan’daki Türkleri örgütledikten sonra Hindistan’a geçip burada ingilizlere karşı bir ayaklanma başlatmayı planlıyorlardı. Böylece Türkistan, Afganistan ve Hindistan’da bulunan yaklaşık 150 milyon Müslüman’ı birleştirerek oluşturacakları Panislâmcı bir devletle, bütün Müslümanları sömürgecilerin elinden kurtarabileceklerini düşünüyorlardı. Evet, Osmanlının subaylarına verdiği ideal ve hayal gücü böylesine büyüktü. Türkistan Türklerini bu hedefiçin birleştirmek amacıyla Enver Paşa, Rusya’ya geçerken Cemal Paşa da girişimin diğer ayağını örgütlemek için
Afganistan’a geçecekti. Ama büyük devletler onları adım adım izliyorlardı ve bu planın işlemesine izin vermediler ve çıkarlarını korumak için veremezdilerde. . .
Manastır Askeri Rüştiyesinde başladığı öğrenimini 1903 yılında Harp Akademisini bitirerek kurmay yüzbaşı olarak tamamladı.
Selanik’teki 3 Ordu emrinde yaklaşık üç yıl çalıştıktan sonra 1906 yılında binbaşı oldu. 1907 yılında Rumeli’de Osmanlı Devletine isyan eden eşkıyaların takibi için gönüllü olarak göreve talip oldu.
1907 yılında sonradan ismi &‘İttihad ve Terakki’ olacak olan &‘terakki ve ittihad’ cemiyetine katıldı. Bu cemiyette çok faal roller oynadı. Bu sırada sonradan sıkı bir dost olacağı Talat Paşa ile tanıştı.

Abdulhamid’i tekrar meşrutiyet ilanına zorlamak için Manastır bölgesinde daga çıktı. Onu padişaha karşı dağa çıkaran düşünce biraz önce belirttiğimiz eşkıya takibi sırasında oluşmuş olmalıdır. Sonunda tek başına Makedonya’nın Köprülü kazasında Meşrutiyet’i ilan etti (IO Temmuz1908). Aynı gece 11. Abdulhamid de Meşrutiyet’i ilan etti. Binbaşı Enver Bey İstanbul’a dönüşünde hürriyet kahramanı Enver Paşa olarak coşkun gösterilerle karşılandı. Kısa zamanda bir kahraman ve efsane haline geldi. 1909 yılında Berlin Askeri Ataşeliğine atandı. Burada Almanlar tarafından geleceğin Osmanlı Kurmay subayı olarak özel ilgiyle karşılandı. Başta Alman imparatoru 11. Wilhelm olmak üzere kendisine iltifatkâr davranılması ve onların gelişmişliğini görmesi Alman hayranı olmasını sağladı. 31 Mart vakasında Hareket Ordusuna katıldı. İtalyanların Trablusgarp’ı işgali üzerine İşkodra yoluyla Bingazi’ye gitti. lşkodra mutasarrıfı ve cephe komutanı olarak buradaki kahramanlıkları nedeniyle Yarbaylığa yükseltildi (1912). Libya’dan geri dönen Enver Paşa 23 Ocak 1913’te &‘İttihad ve Terakki’ tarafından düzenlenen Babıâli Baskınına öncü olarak ka-
tıldı. Sadrazam Kamîl Paşa’nın İslifâsını sağladı ve padişaha bizzat gidip Mahmud Şevket Paşa’nın yeni sadrazam olmasını temin etti ve kendisi kabinede yer aldı.

Edirne’ılin kurtarılmasında gösterdiği yararlılıklardan dolayı ünü ve kudreti daha da arttı. Bu başarısından sonra önce albaylığa (18 Aralık 1913), hemen ardından da tuğgeneralliğe (5 Ocak 1914)
yükseldi ve Said Halim Paşa hükümetinde Harbiye Nazırlığına getirildi. Hemen bunıın ardından 5 Mart 1914’te şehzade Süleyman’ın kızı Naciye Sultan ile evlenerek saraya damat oldu. Harbiye Nazırı olan Enver Paşa orduda Alman modelini uygulamaya başladı.
Çünkü Alman idealizmi ve askerî disiplini onun karakterini en zıyade oluşturan düşünce tarzıydı. Bundan dolayı Enver Paşa’nın vatanseverliğinde ve bu topraklara olan bağlılığında, ufkunun hayalciliğe kaçan genişliği sebebiyle zaman zaman gerçeklerle hayallerin
birbirine karıştığı görülür.

Türkistanlı vatanseverler yeni Bolşevik rejimin beyannamesindeki halkların kendi geleceğini kendilerinin tayin edeceği" ilkesinden yola çıkarak bağımsızlık için hazırlık yapmaya başladılar. Bu düşünceyle Aralık 1917 tarihinde Hokand şehrinde "Türkistan Muhtar Cumhuriyeti" ni ilan ettiler. Bundan sonra olaylar umulmadık şekilde gelişti. Bu cumhuriyet Taşkent’teki Sovyet Ruslardan ibaret bulunan Sovyet komiserleri tarafından tanınmadı. Başkent Moskova’da bulunan Sovyet rehberleri de bu muhtariyeti kesinlikle kabul etmediler.

Rus askerleri ve Ermeni taşnaksütyan partisinin askerleri beraberce bu hareketi bastırmak için işe koyuldular. 5 Şubat 1918’de itibaren Hokand şehrine saldırmaya başladılar. Sovyetlerin askeri birlikleri son olarak 18/19 Şubat 1918’de Taşkent’teki Sovyet komiseri Parfilov’un komutası altında şehre saldırdılar. Muhtariyet hükümetinin polisleri Korbaşı Ergeş liderliğinde şehri müdafaa için savaşa girmeye mecbur kaldîlar ve şiddetli çatışmalar meydana geldi. Savaş neticesinde şehirde yangın çıktı ve üç gün boyunca devam etti. Hokand şehrinde bu savaş ve yangın nedeniyle 10.000 civarın-
da Türk hayatını kaybetti. Rus ve Ermeni askerleri 22 Şubat tarihinde şehre girdiler. Hükumet üyeleri, polisler ve korbaşı şehri terk etti. Korbaşı Ergeş daha sonra da şehri kurtarmak için mücadeleye devam etti. Sovyet ve Ermeni ortak kuvvetleri tarafından Hokand Cumhuriyetinin yıkılarak şehrin işgal edilmesi, Türkistan bağımsızlık savaşının yeniden alevlenmesine yol açtı. Bu olay ile
Sovyetlerin vaatlerinin bir aldatmacadan ibaret olduğunun ortaya çıkması, Türkistanlıların düşmandan kurtulma ve bağımsızlık düşüncesini kamçıladı. Rusların ve Ermenilerin Hokand’ı ele geçirdikten sonra Fergana vadisindeki 180 köyü yakmaları ateşe benzin dökmek gibi bir sonuç verdi. Halk bundan sonra galeyana geldi.

Burada yapılan bazı vahşetleri Rus tarihçiler Ermenilerin üzerine yıkarlar. Hâlbuki Ermeni yarı militer birlikleri bölgeye getiren Ruslardı. Bu Ermeniler, 1918 yılının başında Marginan şehrinde
7000, Andican şehrinde 6000, Namangan şehrinde 2000, Bozkorgan ve Hokandkışlak Kazaklarından 4500 Türkistanlıyı öldürdüler. Tarihi kaynaklardan öğrendiğimize göre bu vahşet başka yerlerde de benzer şekilde devam etti. Hokand ve diğer yerlerde devam ettirilen bu vahşet ve katliam Türkistanlıların bağımsızlık duygularını söndürmeyip daha da alevlendirdi ve Basmacılığı ortaya çıkardı.

Basmacılar Harekatı olarak bilinen ve yaklaşık 16 yıl süren mücadele sırasında din,vatan ve millet için yaklaşık 2 milyon kişi can vermiştir. Kaynaklara dayanarak hiç çekinmeden diyebiliriz ki, dünyanın mazlum olan hiçbir milleti kendi hürriyeti ve varoluş mücadelesi için bu kadar uzun süre bu kadar yokluk içinde mücadele edememiştir. Basmacılar hareketi vasıtasıyla 3 Mayıs 1920 tarihinde müstakil Türkistan Hükümetinin kurulması, tekrar Nisan 1922’de Semerkand şehrinde Türkistan Türk-islam Cumhuriyetinin ilan edilmesi, Enver Paşa’nın 1921’de Türkistan Milli Mücadelesinin başkomutanlığı görevine getirilmesi Basmacılar devrinin en mühim manzaraları ve ümitlerinden birisi olmuştur.
Pamuk Türkistan’da üretilirken, bunun işlenerek iplik ve kumaşa dönüştürülmesi için gerekli fabrikalar diğer yerlerde kurularak Türkistan’ın bu alanda bağımsız hareket etmesinin önüne geçilmiştir. Sistematik olarak sürekli pamuk ekimi teşvik edilerek bu topraklar bir süre sonra çoraklaşmıştır. Yerli halk sürekli fakirleşmiştir.
Rusların Türkistanı nasıl bir cennete çevirdiğini doksanlı yıllardan sonra çok daha iyi görme imkânına sahip olduk. Ülkemizde Sovyet ideolojisi ile efsunlanmış bazılarının cennet hayallerine rağmen bölge neredeyse Afrika düzeyinde bırakılmıştır. Demir perdenin yıkılmasından sonra Sovyet propagandasınııî ne kadar boş olduğunu canlı olarak gördük ve görmeye devam ediyoruz. Dünyanın en verimli arazileri sadece pamuk üretimi ile bilinçli olarak çoraklaştırılmış, yer altı kaynakları insafsızca sömürülmüş, nükleer denemelerle radyasyon deposu haline getirilmiş bir cennetten bahsedilmektedir! Lenin tarafından, Çarlık rejimi döneminde doğru bir ifade ile milletler hapİshanesi" olarak nitelendirilen bölgede, yeni rejimin gelmesi ile demokratik ve özgür bir idare kurulacağı ve milletlerin haklarının verileceği söyleniyordu. Lenin ve arkadaşlarının bu ifadelerine güvenen Türkler devrimden sonra arka arkaya bağımsız cumhuriyetler ilan etmeye başladılar. Fakat bunlar kısa sürede silah zoruyla yok edildi. Reform, hürriyet ve milli bağımsızlık vaatleri söylemde veya kâğıt üzerinde kaldı. Kısa sürede Çarlık rejimini bile gölgede bırakan daha totaliter bir rejim kuruldu. Çağdaş Rus aydînlarının deyimiyle "milletler hapİshanesinden milletler mezarlığına" dönüldü.
1917 Ekim Bolşevik devriminden sonra yeni kurulan Bolşevik Hükümeti, Müslüman halkla iyi geçinebilmek için federasyona dayalı muhtar bir Türkistan Cumhuriyeti oluşturmayı kararlaştırdı.
İhtilalden hemen sonra Lenin ile Stalin’in birlikte hazırlayıp yayınladıkları Halklara Özgürlük Deklarasyonu" büyük ilgi uyandırdı ama sonraki uygulamalar bir aldatmacadan ibaret olduğunu ortaya
çıkardı. Bu deklarasyona halkların merkezi otoriteden ayrılmasını engellemek için gerek duyulduğu ve bu nedenle yayınlandığı sonraki uygulamalardan anlaşıldı. Sovyetler Birliği merkezî yönetiminin aldığı bu aldatıcı karar bazılarını kandırdıysa da büyük bir kesimi
de kandıramadı. Rusya’nın tarihi tutumunu bilen Türkistanlıların
büyük bir kısmı bu deklarasyona inanmadı ve büyük rahatsızlık doğdu.
Türkistan Umumi Valisi Kuropatkin 16 Ağustos 1916’da sevk ettiği 15 tabur piyade, 33 Kazak süvari bölüğü, 42 top, 69 makineli tüfeğe sahip birliklerine ihtilalcileri öldürmelerini ve mallarını müsadere etmelerini emretti. Bunun üzerine ihtilale katılanlar ve katılmayanlar ayrımı yapılmadan kıyıma gidildi. Yalnız Kazak Türklerinden 673.000 kişi öldürüldü. Yedisu vilayetinde öldürülenler bütün nüfusun %30’unu teşkil ediyordu. Kazak ve Kırgız Türklerinden yaklaşık 300.000 kişi katliamdan kurtulmak için Çin idaresindeki Doğu Türkistan’a iltica etti. Bu göç sırasında birçoğu açlık ve susuzluk yüzünden hayatını kaybetti.
1916 Ayaklanması
Rus Genelkurmayının talebiyle Çar II. Nikola’nın 25 Haziran 1916’da Kafkasya ve Türkistan halkından cepheye asker alma kararı ayaklanmanın fitilini ateşledi. Bu emre göre Ruslar, Türkistan Genel Valiliğinden 250.000, Bozkır Genel Valiliğinden 234.000 asker istiyorlardı. Seferberlik yaz ortasında yani tarım ürünlerinin hasat edileceği zamanda ilan edildi. Türkistanlılar kendilerini halifeye derinden bağlı hissediyorlardı. Bundan dolayı Osmanlı Devletine karşı savaşa çağrılmaları kızgınlıklarını daha da artırdı.
17 &‘temmuz 1916’da Hokand şehrinde halkın sokaklara dökülmesiyle başlayan bu İsyan kısa sürede Semerkand, Siriderya, Fergana, Yedisu, Hazar ötesi vilayetleri ve Kazak bozkırlarına yayıldı. Çarlık Rusya Türkleri genellikle askerlikten muaf tutuyordu. Ama vergi ve diğer hususlarda büyük baskılar mevcuttu. Çar’ın askerlik muafiyetinide kaldırarak 19-43 yaş arası bütün erkekleri askere çağırması isyan fitili ateşleyen kıvılcım oldu.
1908 yılından itibaren Türkistanlı aydınlar hem Osmanlıdan etkilendiler hem de Osmanlı düşüncesini etkilediler. Bunun en açık örneğini Yusuf Akçuraoğlu’nun Üç Tarzı Siyaset" isimli eserinde görebiliriz. Bu eser Türklye’deki aydınlar üzerinde derin bir etkiye sahipti. Mesela Ziya Gökalp’ın Türk Milliyetçileri tarafından manifesto olarak kabul edilen &”Türk Milletindenim, İslam ümmetindenim, Avrupa Medeniyetindenim" sözü onun sözlerinden alıntıdır.
Atatürk 1920’li yıllardan sonra Rusya’dan kaçan birçok aydını yakın çevresine aldı. Bunlar özellikle tarih, dil ve eğitim alanında önemli hizmetler ifa ettiler. Türk dil ve tarih anlayışının gelişmesinde önemli tesirleri oldu.
Rusların yoğun faaliyetleri sonucunda Türkistan’ın büyük bölümü işgal edilmiş ve Türkistan Genel Valiliğine bağlanmıştır. Ruslar, Türklere karşı resmen sömürge muamelesi yapmışlardır. Türkistan halkına hiçbir hak vermemişler ve aynı dönemde Amerika’da zencilere yapılan muameleyi uygulaiıaişlardır. Türkleri askere almamışlar ve Rus tebaası saymamışlardır. Ayrıca Türkler için ayrı bir
hukuk sistemi oluşturmuşlardır. Bu ayrımcılık nedeniyle arasıra çıkan ayaklanmalar birçok masum Türk öldürülerek bastırılabilmiştir. Bu olaylar uzun süre sürüp gitmiştir.
Hâlbuki Osmanlı Devleti, Türkistan’a önem
verse ve stratejik planına dâhil ederek ikili ilişkilerini geliştirse idi gücünü yenileyebilir ve taze bir kuvvete sahip olabilirdi. Rusların ve Safevîlerin araya girmesiyle Türkistan ile aradaki bağ kopmuştur. Kardeş toplulukları ile uzak düşen ve arasına başka devletler giren
Osmanlı Devleti yavaş yavaş ana kültür havzasından uzaklaşmış ve güçlülük ile yönettiği topraklarda azınlık durumuna düşmenin paradoksunu yaşamıştır.
Çalışmamızı, Türkistanlı kardeşlerimizin henüz yeni bağımsızlığını kazandığı dönemde gerçekleştiriyoruz. Bundan dolayı bu sevindirici durumun hangi aşamalardan geçeceğini tam olarak kestiremiyoruz. Ama Kayseri’ye gelen Kırgız, Kazak, Özbek, Türkmen ve diğer Türkistan kökenli öğrencilerden, boyların milletleştirilme işinin başarılı olduğunu görüyoruz. Üniversite eğitimi almak için buraya gelen öğrenciler, Türkistan Türküyüm demek yerine
Kırgızım, Kazağım, Özbeğim, Türkmenim hatta bize en yakın olan Azerbaycanlılar bile Azeriyim diyorlar. Bu Rusların böl, parçala ve yönet hedeflerinin bir bölümüne ulaştıklarını gösteriyor.
Moskova hükümetinin verdiği ültimatom’un maddelerinden birisi, Duşanbe’nin Ruslara geri teslimi ve Enver Paşa’nın Buhara arazisine asla sokulmamasıydı. Bu sırada Sovyetler Birliği Dışişleri Bakan yardımcısı olan Karahan, Enver Paşa’ yı Moskova’ya çağırarak görüşme talebinde bulundu. Enver Paşa artık Moskova ile köprüleri atmıştı ve hiç düşünmeden bu görüşme talebini reddetti, Moskova’ya gönderdiği cevabi mektubunda şöyle diyordu: Ergeç
tahakkuk edecegine inandığım Türkistan’ın bağımsızlığı gerçekleşinceye kadar anavatanımda hizmet göreceğim. Duyduğumu göre siz Türkiyeli olduğumu ve Türkiye’nin istila altında olduğunu söyleyip onu kurtarmam için Türkiye’ye gitmem gerektiğini söylüyormuşsunuz.
Size şunu hatirlatmak isterim ki Türkiye’mde vatanımı müdafaa edenler vardır. Kalbim burada olduğu gibi oradadır da. Fakat ben bugün oradan farkı olmayan anayurdumdayım Burası da arası kadar benim vatanımdır. Hakikaten buralarda sulh ve sükun istiyorsanız yapılacak tek şey vardır, Buhara hududunu terk edip Türkistanı serbest bırakınız…
Buranın halkı da istiklal ve hürriyetine kavuşsun!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir