İçeriğe geç

Türkçü Faşizmden "Türk-İslam Ülküsü"ne Kitap Alıntıları – Fatih Yaşlı

Fatih Yaşlı kitaplarından Türkçü Faşizmden "Türk-İslam Ülküsü"ne kitap alıntıları sizlerle…

Türkçü Faşizmden "Türk-İslam Ülküsü"ne Kitap Alıntıları

Avrupa’ya okumaya gönderilen ama orada okula hiç uğra­madan bir bohem hayatı yaşadıktan sonra bursu kesilerek ülkeye geri dönen Necip Fazıl’ın başarısız olacak öğrenciler hakkında söylediği şu sözler ise hayli ironiktir:
Avrupa’ da tahsildeyken fuhuş hayatına kapılan ve muvaffak olamayan Japon talebelerinin, neticede bıçağı karınlarına sap­layarak intihara mecbur tutulmaları, bu mevzuda muhtaç oldu­ğumuz disiplin, ruh tamamlığı, ve karakter sağlamlığına ait bir misali verebilir. Bizde intihar yok fakat onun yerine bir daha cemiyetin yüzüne bakamayacak bir hacalet müeyyidesi vardır. (s. 355)
Kadınların asli görevi annelik olduğu için de, kızlar için bir iki üni­versite açmak yeterli olacaktır
Dolayısıyla bütün sağ ideologlarda olduğu gibi Necip Fazıl’ da da esas mesele, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin ilgası değil, kontrol altına alınmış bir kapita­lizmdir.
Necip Fazıl’ın ütopik İslam devletinin adı Başyücelik Devleti’dir ve Necip Fazıl bu devleti, İdeolocya Örgüsü adlı eserinde en ince ayrıntısına varıncaya değin resmetmiştir.
Bu mekanizmanın esasları maddeler halinde şöyle sıralanmaktadır:
l – Örfi irade ve başında şiddetle milliyetçi bir kumanda
2 – Bütün sol basının çanına ot. ..
3 – Duvarlara yazı yazanların arkalarından kurşunlanması. ..
4 – Bankalarda teknik fare kapanı ve her türlü tertibat. ..
5 -Herhangi bir vak’ada failleri mutlaka ele geçirmenin polis dehası. ..
6 -Ele geçene, sonuna kadar söyletinceye ve çorabın son düğü­münü gösterinceye dek sopa
7 – Evlerden başlayarak yurtlarda, üniversitelerde, mekteplerde, derneklerde, her türlü toplantı yerlerinde (dezenfeksiyon-mik­ rop öldürme) ameliyesi. ..
8 -Yepyeni bir istihbarat teşkilatı. ..
9 – Benzerine, andıranına, hatırlatanına, kuşkulandıranına ka­ dar takip Kokusu bile yeter.
Komünizma İhtisas Mahkemeleri, Necip Fazıl için daha geniş bir önlemler dizisinin bir parçasıdır. Necip Fazıl, yargısız infaz ve işkencenin temel yöntem olarak kullanıldığı bir sıkıyönetim mekanizması talep etmekte, aksi takdirde komünizmle gerçek anlamda mücadele edilmiş olmayacağını söylemektedir.
Necip Fazıl kendisi için büyük bir hayal kırıklığı olan Milli Selamet Partisi’nden (MSP) ise Büyük Doğu fikrinin düşükçocuğu diye bahseder ve Erbakan’a çok şiddetli eleştiriler ge­tirir
Paris’te kumara alışan Necip Fazıl gönderildiği Sorbonne’a hiç uğramadığı için nerede olduğunu dahi bilmez ve bir süre sonra ödeneği kesildiği için Türkiye’ye geri dönmek zorunda kalır
Topçu’nun ahlak nizamı nın yönetim aygıtının tepesinde, daha doğrusu kap­sayıcı en dış çemberinde, iki güç bulunmaktadır. Bunlardan ilki, ilahi iradeyi dosdoğru tercüme edecek ve her cephe­ de beşerin imdadına yetişecek bir dini zümre , ikincisi ise devlet iradesini ve insan haklarını bu teşkilatla çerçeve­lenmiş olarak koruyucu olan ve dünya üniversitelerinin hu­kuk mezunlarına verilecek daha üstün bir kültürle yetişmiş gençlerden mürekkep bir polis teşkilatı olacaktır.
Topçu’nun modernite ve kapitalizm karşıtlığının felsefi alandan iktisadi alana doğru giderek sertlik dozajı artan bir şekilde evrilmesinin ardın­daki temel motivasyon kaynağının komünizm olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz
Atsız, Musa’nın Necip (!) Evlatları Bilsinler ki: isimli yazısında Yahudi denilen mahluku dünyada Yahudiden ve sütü bozuklardan başka hiç kimse sevmez. Çünkü insanlık daima kuvvete, kahramanlığa ve iyiliğe tapındığı halde Yahudi zilletin, korkaklığın, kötülü­ ğün ve seciyesizliğin örneği olmuştur dedikten sonra ekler:
Yahudi meselesini ilk halleden memleket Almanya olmuş­tur. Başka milletler bundan ders alacaklardır.
Atsız vasiyetinde oğluna, öğütleri­ mi tut, iyi bir Türk ol dedikten sonra şöyle der:
Komünizm bize düşman bir meslektir. Bunu iyi belle.
Yahudiler bütün milletlerin gizli düşmanıdır. Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlılar tarihi düşmanlarımızdır. Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar, Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar, Portekizliler, Romenler, yeni düşmanla­rımızdır. Japonlar, Afganlılar ve Amerikalılar yarınki düşman­ larımızdır. Ermeniler, Kürtler, Çerkesler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler içerideki düşmanlarımızdır
Azınlıklar, Yahudiler, Kürtler, Ermeniler, Araplar, Ruslar, komünistler, Atsız’ın tahayyülündeki savaş dünyasında sinsi ve tehlikeli birer düşmandırlar
Atsız: Disiplin, körükörüne itaattır ve körükörüne itaatta en büyük yaratıcı şuur gizlidir. Buhranlı anda, ölümün karşısında, tartış­makla hiçbir güçlük çözülemez. İtaat edilen yanlış karar bile, tartışılan doğru karardan daha verimlidir. ( ) Emir vermek gururu ve emir almak sarhoşluğu Bu sarhoşluk müthiş bir şeydir ve içinde atom enerjisi gibi korkunç bir kuvvet gizlidir.
Atsız: memlekette homoseksüel der­neklerin yasa ile tanınması, çocuk yetiştirebilecek kabiliyetteki aileler arasında bile sun’i ilkahla çocuk sahibi olmak gibi garip­likler, bu milletin bir iç sıkıntısı, bir manevi bocalama içinde olduğunu gösteriyor. İsveç iki yüzyıldan beri savaşmamıştır.
Atsız’a göre;
bütün milletin aynı bir milli-askeri terbiye ile yetişebilme­ si için, hiç olmazsa orta ve yüksel tahsil gençliğini maarif vekaletinin elinden alarak Büyük Erkanı Harbiyenin eline vermek gerekmektedir
Okullar birer kışla haline gelmeli, hatta liselerin müdürleri yüksek rütbeli subaylardan olmalı dır. Okullar birbiri ile futbol gibi manasız ve voley­bol gibi kadınca müsabakalar değil, askeri ve milli müsaba­kalar yapmalı dır. Türk kılıcı, okçuluk gibi milli sporları­ mız ihya olunarak liselere sokulmalı dır
Atsız’a göre talebenin başına daima otoriter, seciyeli ve Türk öğretmenler getirilmeli dir.
Atsız, özlemini duyduğu kadınların yaratılabilmesi için gerekenin ne olduğunu ise şu soruyu sorarak ortaya koyar:
Acaba bilhassa gençlerimizin ve bilhassa kızlarımızın zehir­lenmesine engel olmak için bütün memlekette sinemalar kapa­tılsa, erkek ve kadın pilajları ayrılsa, roman ve hikayeler sansür­den geçse ne olur? Demokrasi, hürriyet suya düşüp medeniyet yok mu olur?
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
Atsız’a göre, yalnız süs peşinde koşan bir kız, ana­lık ve yurt duygularından uzak bir kokettir.
cezalar şiddetlendirilmelidir. O kadar şiddetlendirilmelidir ki ağır çeksin diye ekmeği iyi pişirmeden çıkaran fırıncı, re­ çeteyi kasden değiştirerek hastanın sağlığı ile oynayan eczacı, para kazanmak için çocuk düşüren yani cinayet yapan doktor, bir şey bilmeden kopya ile sınıf geçmek isteyen, yani bilgili­nin hakkını çalan talebe, ahbap çocuğuna iltimas yapan yani sahtekarlık eden öğretmen, vazifesi başına geç gelen yani hak etmediği parayı alan memur, ahlaksızlığın reklamını yapan romancı, geri ve düşman milletlerin hezeyanlarına oparlörlük eden gazeteci, hülasa hırsız, rüşvetçi, muhtekir, cani, dolandı­ rıcı, ahlaksız, iltimasçı, namussuz olanlar başkaldıramayacak şekilde ezilmelidir. Atsız ,
Atsız’a göre, ırkın kanının saflığının bozulması aynı za­manda bir ahlaki çöküntü anlamına da gelmektedir ve bu çöküntünün önlenebilmesi için çok sıkı bir disipline ve eği­time ihtiyaç vardır.
Atsız’ın tarihe baktığında yalnızca liderleri, savaşları ve zaferleri gördüğü ortadadır. Başarısızlıklar ve yenilgilerden nadiren söz edildiğinde ise bunlar, mütemadiyen dışsal ne­denlere bağlanmaktadır. Liderler hiçbir zaman yanılmazlar ve başarısız olmazlar, olsa olsa iyi niyetlerinin kurbanı ola­ bilirler.
Atsız’a göre Türkçülüğün dışarıdan gelme bir fikir olduğu ve Hitler Almanya’sından alındığı iddiası solcuların uydur­masından ibarettir. Oysaki, nasyonal sosyalizm yalnızca Yahudilere karşı güdülen bir ırkçılık anlamına gelirken, Türk ırkçılığı her millete karşı ileri sürülen bir ırkçılıktır ve nasyonal sosyalizmden daha eskidir.
Atsız, örnekleri çoğaltarak şöyle devam eder:
Rıza Tevfik memlekete niçin ihanet etti? Çünkü babası ar­navut anası çerkes olan bir melezdi. Ali Kemal neden düşman için çalıştı? Çünkü dedesi ermeni dönmesiydi. Kurtuluş sava­şında ufak bir menfaat meselesi yüzünden çeteci Etem niçin Yunanlılarla birleşti? Çünkü çerkesti. Ahmet Cevat neden mü­tareke yıllarında Türkçülüğün aleyhinde olduğunu gazetelerde yazdı? Çünkü Giritli idi. ..
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Atsız, bu düşüncesini, aynı zamanda antise­ mitist hissiyatını da dile getiren şu karşılaştırmayla kanıtla­maya çalışır:
Asırlardan beri kılıç sallamış ve ömrünü er meydanında geçir­miş Türk milletinin bir çocuğu ile asırlardan beri sahtekarlık ve dolandırıcılıkla yaşamış Yahudi milletinin bir çocuğu nasıl müsavi (eşit) olabilir? Aynı günde doğan bir Türk çocuğu ile bir Yahudi çocuğunu aynı terbiye müessesine alıp ikisine de yalnız Esperanto dili öğretseler ve aynı şartlar altında aynı terbiye­yi verseler bile muhakkak ki Türk çocuğu yine yiğit, Yahudi yine korkak olacaktır. Türk çocuğu yine doğru, sahtekar yine sahtekar yetişecektir.
Atsız, arkadaşlarıyla birlikte Alparslan Türkeş’in Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin endoktrinasyonunda büyük rol oynadı. Ancak partinin 1969 yılındaki kongresinde adını Milliyetçi Hareket Partisi ola­rak değiştirmesinin ve Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman sloganıyla Türkçü-İslamcı bir çizgiyi be­nimsemesinin ardından Atsız ve arkadaşları tedrici bir şe­kilde tasfiye edildiler.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Atsız böyle bir büyük komplo betimlemesinin ar­dından, aralarında Sabahattin Ali, Pertev Naili Boratav, Sadrettin Celal gibi isimlerin de bulunduğu bir liste çıkarır ve Saracoğlu’na ihbarda bulunur
Tesadüf olmayan bir başka şey ise antikomünizmle milli­yetçiliğin ve dinselleşmenin iç içe geçmiş olmasıdır.
AKP, bir şeriat rejimini değilse de, üst ilkesi din olan bir rejimi tesis etme yolunda hayli yol almıştır ve bu süreç devam etmektedir.
Arvasi de döneminin diğer milliyetçi-muhafazakar ve İslamcı ideologları gibi, gençlerin sapkın ideolojilere meyletmelerinin temel nedeninin Cumhuriyet ve onun modernleşme politikaları olduğunu düşünmektedir. Türk sağının Kemalizmle kurduğu ilişki de bunun üzerinden analiz edilmelidir.
Bütün sağcı ideologlar yaşadıkları dönemi bir dekadans (çöküş) dönemi olarak okur ve apokaliptik bir üslup tuttururlar: Ahlaki çöküş bütün bir insanlığı esir almıştır, geleneksel değerler ve din bir kenara atılmıştır, her yerde anarşi ve kaos hüküm sürmektedir, kıyamet yaklaşmaktadır vs. Arvasi de 1970’ler dünyasını böyle görür ve ironik bir şekilde, kendisinden önce yaşamış sayısız Batılı düşünürün yapmış olduğu Batı’nın çöküşü tasavvurunu, bir Türk-İslam Ülkücüsü olarak tekrar eder.
Arvasi İslamı diğer ideolojilere rakip olarak görmekte, laiklik politikalarıyla kitlelerin İslama yabancılaştırılması neticesinde, diğer felsefi ve Türk milletine yabancı ideolojiler in güç kazandığını söylemektedir. Bu ideolojilerle boy ölçüşebilecek olan ve Türk milletinin öz ideolojisi olma niteliğini taşıyan yegane ideoloji ise İslamdır.
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
1970’ler Türkiye’sinde iç savaş derinleşirken, Ülkücü Hareket bir iktidar stratejisi olarak şiddeti yükseltmiş, İslamileşmenin yoğunluğu da buna paralel olarak artmıştır. Bu artışın en sembolik göstergelerinden biri, Türkiye İslami düşüncesinin en önemli figürlerinden biri olan Necip Fazıl’ın 1977 seçimlerinden hemen önce bir beyanname yayınlayarak MHP’ye ve Türkeş’e desteğini ilan etmesidir.
Başyüce, milli iradeyi şahsında somutlaştıran, devlet benim diyen, iman, ahlak ve aklı birleştiren, adeta ilahi bir güç tarafından özel bir görevle dünyaya gönderilen, her şeyin en doğrusunu, en iyisini, en güzelini bilen bir figür olarak, bugün bize kimi hatırlatmaktadır?
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
Yeni Türkiye nin üzerinde bir Necip Fazıl hayaleti dolaşmaktadır ve buna dair çok sayıda örnek verilebilir. Örneğin, Türk tipi başkanlık tartışmalarının Necip Fazıl’ın Başyüce sinden esinlenmediğini kim iddia edebilir ki?
Günümüz Türkiye’sine gelince, yeni Türkiye nin kurucu kadrolarının Necip Fazıl’la ilişkilerinin bir sır olmadığı bilinmektedir. Hemen hepsi 60’lar ve 70’lerde politize olan bu kadrolar, dönemin en etkili politik figürlerinden biri olan Necip Fazıl’ın yazdıklarından ve yaşamından etkilenmişler, onu bir ideolog, teorisyen ve eylem adamı olarak görmüşlerdir. Hepsi Necip Fazıl’ın eserlerini okumuş, oyunlarını izlemiş, şiirleriyle coşmuş ya da hüzünlenmiş, konferans ve kongrelerine giderek onun güçlü hitabetine tanıklık edip karizmatik kişiliği karşısında büyülenmişlerdir.

Bu durum kaçınılmaz bir şekilde yeni Türkiye nin inşasına yansımış, toplumsal ve siyasal yaşamın düzenlenmesinde Necip Fazıl’ın fikirleri ve Başyücelik ütopyası, bir yol haritası işlevi üstlenmiştir. Dahası, söz konusu kadrolar da tıpkı, Necip Fazıl gibi, moderniteyi yeniden üretmek zorunda kalmışlardır. Dizginsiz bir kapitalizm, neoliberal ilkeler etrafında örgütlenmiş bir ekonomi, beton yığını şehirler, milliyetçilikle tahkim edilmiş bir militarizm, teknoloji fetişizmi, devleti kutsama, uluslararası güç hiyerarşisinde yükselme ihtirası gibi hepsi modernliğe, modern zamanlara ait olgular Türkiye İslamcılığının iktidar yıllarına damgasını vurmuştur.

Masonlar ve dönmeler tarafından içimize sokulan dans, güzelim ahlakımızı ifsat etmiştir ve yarım asırdır memleketimizde ananeleştirilen balolar, ayrıca (bar)lar, (dan­ sing)ler, (diskotek)ler, gece kulüpleri içki satmasalar dahi Başyücelik Devleti’nde yasak olacaktır.
Başyücelik Devleti dansı da yasaklamıştır; çünkü dans yatak içinde kadınla erkeğin fiili nin ayakta gerçekleştirileni dir ve aleni ve içtimai bir zina nazariyesinden başka bir şey olmayan dans, belki de bu münafık cephesiyle zinadan da iğrenç bir fiil dir Necip Fazıl’a göre.
Necip Fazıl’a göre, bu sistemin dayandığı zekat uygulaması, sermayenin krizini de çözebilecek niteliktedir. Zekat sermayeyi sürekli harekete davet eder, büyüdükçe cemiyete dağıtır ve urlanmasına engel olur ve böylelikle 19. ve 20. asırlar hastalığı nın biricik ilacı haline gelir.
Necip Fazıl’ın ütopyasının adı, örneğin Yüceler Kurultayı Devleti değil, Başyücelik Devleti’dir ve bu rastgele bir seçim değildir, söz konusu rejimin tek adam merkezli olduğuna dair temel göstergelerden biridir.
Dolayısıyla Necip Fazıl, komünizmi önce Türkiye’den ve sonra bütün yeryüzünden silecek bir İslam inkılabı istemekte, bu inkılabın ardından ise Büyük Doğu düşüncesinden hareketle bir İslam devleti kurulmasını istemektedir.
İdam cezası bir istisna olmaktan çıkarılmalı ve caddeler boyu darağaçları düzenin tesisi için etkili bir silah olarak kullanılmalıdır.
Basın, yayın, bilim ve tiyatro mutlak devlet kontrolü altına alınmalıdır. Kadın çalışma yaşamından uzaklaştırılmalı ve esas görevi olan ideal nesiller yetiştirme faaliyetine odaklanmalıdır.
Necip Fazıl’a göre 1978 Türkiye’sinde her türlü ithalat durdurulmalı ve ekonomi bütünüyle yerli üretim üzerine inşa edilmelidir. Bireylerin uyku saatlerini belirleyecek ölçüde bir disiplin mekanizması kurulmalı, içki, kumar, fuhuş vb. yasaklanmalıdır.
Necip Fazıl, yargısız infaz ve işkencenin temel yöntem olarak kullanıldığı bir sıkıyönetim mekanizması talep etmekte, aksi takdirde komünizmle gerçek anlamda mücadele edilmiş olmayacağını söylemektedir.
Necip Fazıl, karşı-devrimci düşüncenin Türkiye’deki en önemli temsilcilerinden biri olarak ömrünü komünizmle mücadeleye adamış, üstelik bunu yaparken sadece komünizmi değil, onu beslediğine inandığı Batılılaşma düşüncesini, Kemalizmi ve bunların yanı sıra her türden sol fikri, ismi, kurumu ve örgütü düşman kategorisine yerleştirmiştir.
Sahiden de Erdoğan’a ve AKP kadrolarına politik ve düşünsel hayatınızda şimdiye kadar en etkili olmuş politik/düşünsel figür kim diye sorulsa, hepsi Necip Fazıl’ın adını ilk sıralara yazacaklardır.
Atsız için karikatürize edilmiş bir komünist tiplemesi, komünizme saldırmanın sıçrama noktasını teşkil eder. Söz konusu olan ekseriyetle, Marksizmin ya da tarihsel materyalizmin, hatta bir sistem olarak komünizmin eleştirisi değil, bu karikatürize edilmiş komünistin eleştirisidir.
Atsız vasiyetinde oğluna, öğütlerimi tut, iyi bir Türk ol dedikten sonra şöyle der:

Komünizm bize düşman bir meslektir. Bunu iyi belle. Yahudiler bütün milletlerin gizli düşmanıdır. Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlılar tarihi düşmanlarımızdır. Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar, Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar, Portekizliler, Romenler, yeni düşmanlarımızdır. Japonlar, Afganlılar ve Amerikalılar yarınki düşmanlarımızdır. Ermeniler, Kürtler, Çerkesler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler içerideki düşmanlarımızdır.

Atsız, ahlaki çöküş ve dejenerasyonla ya da Türkçedeki daha derin anlamıyla soysuzlaşmayla, kadınların kamusal alanda temayüzü ve serbest cinsellik arasında doğrudan bir bağ kurar ve kentli olan, erkeklerle aynı ortamlarda bulunan ve kendisine ait bir sosyal yaşamı olan, yani kadınlık vazifelerini yerine getirmeyen kadınları bu çöküşün en önemli müsebbipleri olarak görür.
Atsız’ın tarihe baktığında yalnızca liderleri, savaşları ve zaferleri gördüğü ortadadır. Başarısızlıklar ve yenilgilerden nadiren söz edildiğinde ise bunlar, mütemadiyen dışsal nedenlere bağlanmaktadır.
Atsız’a göre Türkçülüğün dışarıdan gelme bir fikir olduğu ve Hitler Almanya’sından alındığı iddiası solcuların uydurmasından ibarettir. Oysaki, nasyonal sosyalizm yalnızca Yahudilere karşı güdülen bir ırkçılık anlamına gelirken, Türk ırkçılığı her millete karşı ileri sürülen bir ırkçılıktır ve nasyonal sosyalizmden daha eskidir.
Vatanın her köşesinde Üniversiteleri üretmek gayesine doğru gidilirken, kızların daha fazla ev kadını olarak yetişmelerini ve sadece ilim ve muallimliği tercih edenlerden bir zümrenin yetişmesini temin için belli başlı bir merkezde bir iki kız üniversiteleri kurmak kafidir.
Basın, yayın, bilim ve tiyatro mutlak devlet kontrolü altına alınmalıdır. Kadın çalışma yaşamından uzaklaştırılmalı ve esas görevi olan ideal nesiller yetiştirme faaliyetine odaklanmalıdır. İdam cezası bir istisna olmaktan çıkarılmalı ve caddeler boyu darağaçları düzenin tesisi için etkili bir silah olarak kullanılmalıdır. Demokrasi bir kenara bırakılmalı, hakikate esaretten ibaret olan gerçek hürriyet in tesisi için uğraşılmalıdır. Bütün partiler, dernekler, sendikalar kapatılmalıdır. Devlet reisine ağzına geleni söyleyen çöpçüye kadar her türlü muhalif ses susturulmalıdır.
Necip Fazıl’a göre kabahat kontrgerillanın varlığında değil, şimdiye kadar etkili bir şekilde kullanılmamış olmasındadır:

Dünyanın neresinde bir hırsız ve katil çetesinin ‘bizi karakol yerine hususi bir bodruma tıkıp da dayaktan öldüren kanunsuz bir teşkilat var’ diye bağırabildiği görülmüştür? .. Buna karşı da karakolun ürkek ürkek işi yalanlamaya kalkması ne aciz tavır!.. Yoksa, şimdi başa geçen, bu çetenin ruhu mudur? Kontrgeri lla vardır, o da Türk milletidir; ve eğer yoksa mutlaka olması, oldurulması lazımdır!

Eğer faşistlik, inanılan bir dava uğrunda kalabalıkların tepesine inen bir yumruk demekse, davanın hak olması şartiyle ondan daha aziz bir sistem düşünemem.
l – Örfi irade ve başında şiddetle milliyetçi bir kumanda
2 – Bütün sol basının çanına ot. ..
3 – Duvarlara yazı yazanların arkalarından kurşunlanması. ..
4 – Bankalarda teknik fare kapanı ve her türlü tertibat. ..
5 – Herhangi bir vak’ada failleri mutlaka ele geçirmenin polis
dehası. ..
6 – Ele geçene, sonuna kadar söyletinceye ve çorabın son düğümünü gösterinceye dek sopa
7 – Evlerden başlayarak yurtlarda, üniversitelerde, mekteplerde,
derneklerde, her türlü toplantı yerlerinde (dezenfeksiyon-mikrop öldürme) ameliyesi. ..
8 – Yepyeni bir istihbarat teşkilatı. ..
9 – Benzerine, andıranına, hatırlatanı na, kuşkulandıranına kadar takip Kokusu bile yeter.
Bugün dünya, milletlerin oluş istikametleri ve tekevvün hakkı bakımından iki vahide ayrılmıştır. Sonunda kaba ve basit iki vahid Ya Amerikayı tutacaksınız ya Sovyet Rusyayı; ya demokrasiyi ya komünizmayı. .. Bunlardan birine temayül derhal ve kat’i olarak öbürüne aykırılık manasına gelir. Onun için, en küçük Amerikan aleyhtarlığı, hangi zaviyeden olursa olsun, Sovyetleri desteklemek diye anlaşılır. Bu yüzden komünizmaya zıt bir dünya görüşü kerhen de olsa, Amerikan politikasını korumakla mükelleftir.
Amerika bugün Moskof dünyasına karşı bir D.D.T makamındadır. D.D.T haşerelere sıkmak için kullanılır, çilek şerbeti diye içmek için değil. .. Ve elbette ki, D.D.T’nin lezzetini beğenmek ve onu sevmek diye bir temayüle yer yoktur. Amerikalıyı evine dön, defol diye koğmaya kalkışmak, Moskofa ve komünizmaya buyur etmek ve mikrop hesabına D.D.T’yi kırmaktır.
Topçu, hakiki Türk milliyetçiliğinin başlangıç tarihi olarak 1071 yılını gösterir ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan milli bir devlet diye söz eder:
İlim ve hakikat gözüyle bakılınca, milliyetçiliğimizin 1071 Malazgirt zaferiyle başladığını görmemek kabil olmaz. Büyük Selçuklu Devletinden sonra Anadolu Selçuklularının bu toprağa ektiği milliyetçilik tohumları, meyvesini Osmanlılar devrinde vermeye başladı. Merkeziyetçi büyük bir devletin denemelerini tamamlayan Osmanlılar, Anadolu’nun coğrafyasında İslamın ruhuna dayanan bir milli devle kurdular.
Topçu, Şamanlığın Türk milletine uygun bir inanış olmadığını Atını aslanca süren, kılıcını mertlikle kullanan, kalbi şefkatle dolu, canlı, neşeli bir ırk, Şamanlık denilen sihirbaz ibadetinin dar ve ruhsuz kalıbında cevherini işleyemezdi diye ifade eder. Bu cevherin işlenebileceği hayat unsuru ise İslamdır:

Ona sonsuzluğa açılan ümit kapıları, ebediliğe susayan iman, kendinden geçirici aşk ummanı lazımdı. Türk bu ummanı İslamda buldu. İslam dininde Türk asıl kendini buldu; kendi cevherini belirtecek hayati u nsurunu buldu. İslamın Türk ile birleşmesi, cihan tarihinin belki en büyük harikasını doğurdu. ( ) Dünya tarihinde böyle mesut, böyle verimli sentez görülmemiştir. Bu birleşmede İslamiyet, Türk’e ilahi ruhu bağışladı. Türk, İslama kendisini verdi. Türk ‘te eşsiz bir cevher gizleyen bir vücut kendi ruhunu bekliyordu. İlahi ruh olan İslam, yeryüzünde kendi ruhunu arıyordu.

Atsız’ın Kürtler hakkındaki hislerini, hiçbir şey, Yeni Gazete’ de çıkan savaşçı bir Kürt kızı ile ilgili bir haber ve fotoğraf hakkında yazdıkları kadar iyi anlatamaz:

9 Mart 1967 tarihli tefrikada silahlı, güzel bir kız resmi var. Çekik gözleri, çıkık elmacıklarıyla bir Orta Asya Türkü olduğu derhal anlaşılan bu kız, resminin altındaki açıklamalardan Margaret adında Hıristiyan bir Kürt olduğunu ve savaşlarda büyük kahramanlık gösterdiğini, adının cihana yayıldığını öğreniyoruz. Hepsi iyi ama bu kızın Kürt olduğuna dair noter senedi veya Anayasa Mahkemesi kararı getirseler, yine kimse bu kızın Kürt olduğuna inanmaz. Çünkü o tipik bir Özbek veya Kırgız’ dır. Böyle Kürt, hele böyle güzel Kürt olmaz.

Atsız, Türklerle Ruslar arasındaki karşıtlığı, Türklerin milli adlarını
taşımalarına mukabil, Rusların isimlerini Normanlar’ dan aldığı, dolayısıyla kendilerine ait bir geçmişleri olmadığı, Türk sözcüğü kuvvet veya medeni-türeli anlamına gelirken Slav’ın köle anlamına gelmesi, Türklerin Farabi gibi bir ismi yetiştirmiş olmalarına rağmen, Rusların Deli Petro’ları ve Korkunç İvan’ları yetiştirmiş olduğu gibi aslında hiçbir anlamı olmayan argümanlar üzerine inşa etmeye çalışır.
Yahudiler bütün m illetlerin gizli düşmanıdır. Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlılar tarihi düşmanlarımızdır. Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar, Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar, Portekizliler, Romenler, yeni düşmanlarımızdır. Japonlar, Afganlılar ve Amerikalılar yarınki düşmanlarımızdır. Ermeniler, Kürtler, Çerkesler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler içerideki düşmanlarımızdır.
Disiplin, körükörüne itaattır ve körükörüne itaatta en büyük yaratıcı şuur gizlidir. Buhranlı anda, ölümün karşısında, tartışmakla hiçbir güçlük çözülemez. İtaat edilen yanlış karar bile, tartışılan doğru karardan daha verimlidir. ( ) Emir vermek gururu ve emir almak sarhoşluğu Bu sarhoşluk müthiş bir şeydir ve içinde atom enerjisi gibi korkunç bir kuvvet gizlidir.
Bütün i nsanların kardeş olması, ihtirasın kavganın kalkması tabiata muhaliftir, insanlık ve kardeşlik propagandası medeniyette ilerlemiş milletlerin, er meydanında silahla yenemedikleri geri milletlere karşı tatbik ettikleri yeni bir tabiye usulüdür.
(Atsız, 1 997b: 1 74)
Bir millet için en büyük tehlikelerden biri barış ve dostluk afyonu yutarak uyumaktır. Büyümek istemeyen millet küçülmeye mahkumdur. Saldırmayan m illete saldırılır. Hayat bir savaşken ve onu kazanmak için mutlaka saldırmak gerekirken, milli ülkü yolunda yapılacak saldırının çirkinliğini haykırmak ya gaflet ya ihanettir.
Atsız, sonraları Alman Nasyonal Sosyalizminden etkilenmediğini ve Türkçülüğün özgün bir fikir akımı olduğu iddiasını kanıtlayabilmek için yukarıdaki programı henüz Almanya’ da Naziler iktidara gelmemişken hazırladığını söyleyecektir. Oysa Almanca bildiği için, büyük ihtimalle henüz Naziler iktidara gelmeden önce Nazi yayınlarını takip etmiş ve Nazizmden etkilenmiştir.
Atsız’a göre talebenin başına daima otoriter, seciyeli ve Türk öğretmenler getirilmeli dir. Okullar birer kışla haline gelmeli, hatta liselerin müdürleri yüksek rütbeli subaylardan olmalı dır. Okullar birbiri ile futbol gibi manasız ve voleybol gibi kadınca müsabakalar değil, askeri ve milli müsabakalar yapmalı dır. Türk kılıcı, okçuluk gibi milli sporlarımız ihya olunarak liselere sokulmalı dır. Tüm bu önerilerin sarhoşluğu içerisinde ise şu soruyu sorar Atsız:
Bir stadyumda iki okulu temsil eden 22 gencin lastik peşinde koşması ile, iki okulu temsil eden 200 gencin başlarında tulgalar, göğüslerinde zırhlar olduğu halde, hakiki kılıçlar veya süngülerle çarpışmaları arasındaki farkı düşünün.
Atsız’ın askeri dozu giderek artan önerileri şöyle devam eder: Askerlik ve spor liselerde daha sıkı olarak devam etmeli ve talebeler silahla toplu bir halde talime, hakiki süngü ve kılıçlarla hakiki mübarezeler yapmaya alışmalı dır. Zarar yok, aralarında tehlikeli yara olanlar bulunsun der Atsız, bu yaralar sinemaların, baloların yaptığı tahribat kadar zararlı değil, talebeyi tehlikeleri azımsamaya alıştırmak bakımından faydalıdır.
Ağaç yaşken eğilir düsturuna uygun bir şekilde ilkokul talebesine verilen sınırsız hürriyet derhal kaldırılarak çocuk sıkı bir disiplin muhiti içine alınmalı ve hayatta disiplin denilen bir şeyin var olduğunu daha pek küçükken idrak etmeli dir. Cezalandırma mekanizmaları bütün şiddetiyle devreye sokulmalı ve kötü aile muhitlerinde yetişen çocuklar yaptıkları hareketlerin mukabelesiz kalmadığını görmeli ve iyi çocukların da bozulmasının önüne geçilmeli dir.
Esas amacı Sparta devletindekine benzer bir asker-millet yaratmak olan Atsız, bu programın özünün ne olduğunu, İnsaflı düşünelim: Bir Türk çocuğuna güreş mi yakışır, yoksa aktörlük mü? Bize askerlik terbiyesi mi gerek yoksa Güzel Sanatların Tiyatroculuk şubesi mi? diye sorarak ortaya koyar.
Acaba bilhassa gençlerimizin ve bilhassa kızlarımızın zehirlenmesine engel olmak için bütün memlekette sinemalar kapatılsa, erkek ve kadın pilajları ayrılsa, roman ve hikayeler sansürden geçse ne olur? Demokrasi, hürriyet suya düşüp medeniyet yok mu olur?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir