Maksim Gorki kitaplarından Tolstoy’dan Anılar kitap alıntıları sizlerle…
Tolstoy’dan Anılar Kitap Alıntıları
Sevmek yetenektir. Seven kişi yeteneklidir…
“İnsan bir kadını severse, o kadın doğrudan doğruya yeryüzünün en iyi kadını olur.”
“Kendimizle ilgili hiçbir şey bilmiyoruz.”
“Yaşam, belli koşullarla verilmiştir bize, sonuna değin yiğitçe dayanmamızı ister bu koşullar.”
Birtakım kimseler de utandıkları için inanmazlar; gençlerde görülüyor bu; sözelişi bir kadına tapıyorlar, ama anlamaz korkusuyla ya da göze alamadıkları için, göstermekten kaçınıyorlar bu sevgiyi. İnanç da sevgi gibi, biraz yiğitlik, biraz gözü peklik ister.İnsan kendi kendine ‘inanıyorum’ derse olur biter; o zaman her şey gönlünüzce görünür, açıklanır, sizi kendine çeker. Nitekim çok seviyorsun; inanç da daha büyük bir sevgidir ancak: Daha da çok sevmelisin, o zaman sevgin inanca dönüşür. İnsan bir kadını severse, o kadın doğrudan doğruya yeryüzünün en iyi kadını olur. Herkes en iyi kadını sever, bu inançtır işte. İnancı olmayan kişi sevemez: Bugün bir kadını sever, önümüzdeki yıl bir başkasını. Böyle adamlar, ruhça kısır bir yaşamı sürdüren serserilerdir.
Yetenek, sevgidir. Seven kişi yeteneklidir.
İnanç da sevgi gibi, biraz yiğitlik, biraz gözü peklik ister. İnsan kendi kendine ‘inanıyorum’ derse olur biter; o zaman her şey gönlünüzce görünür, açıklanır, sizi kendine çeker. Nitekim çok seviyorsun; inanç da daha büyük bir sevgidir ancak: Daha da çok sevmelisin, o zaman sevgin inanca dönüşür. İnsan bir kadını severse, o kadın doğrudan doğruya yeryüzünün en iyi kadını olur. Herkes en iyi kadını sever, bu inançtır işte.
Müziğe, elinizden geldiğince çok önem vermelisiniz.
İnanç da sevgi gibi biraz yiğitlik biraz gözüpeklik ister (Tolstoy)
Gövde köpürüp ayaklanıyor, ruh ise içler acısı bir durumda, ister istemez onun ardından gidiyor (Tolstoy)
Ölüm olduktan sonra hangi gerçekten söz edilebilir ki?
Ama bütün Rusya’nın yukarısıyla Tiulin aşağısında Oblomov olduğu tartışma bile götürmez
Dostoyevski deli kahramanlarından birini inanmadığı bir amaca çalışmış olduğu için, hem kendi kendinden hem de başkalarından öç almak isteyen bir kişi diye betimliyor. Kendini düşünerek yazmıştır bunu, aynı sözü kendisi için de söyleyebilirdi (Tolstoy)
Bilim şarlatan bir simyacının yaptığı altın çubuktur (Tolstoy)
Çoğunluk ödleklikten dolayı inanır Tanrı’ya, ruhundaki olgunluktan dolayı inanan bir kaç kişidir ancak
Tolstoy olarak bir salgın mikrobu karşısında eğilmeyi onuruna yediremiyor. Bilgin olsaydı en başarılı varsayımları ortaya atardı
Onu her şeyden daha çok uğraştıran, açıktan açığa kemiren düşünce, Tanrı düşüncesi.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Azınlık, geri kalan her şeyi elde etmiş olduğu için gereksinir Tanrı’yı, çoğunluk ise hiçbir şeyi olmadığı için.
Ben daha başka türlü söyleyeyim: Çoğunluk ödleklikten dolayı inanır Tanrı’ya, ruhundaki olgunluktan dolayı inanan birkaç kişidir ancak.
Ben daha başka türlü söyleyeyim: Çoğunluk ödleklikten dolayı inanır Tanrı’ya, ruhundaki olgunluktan dolayı inanan birkaç kişidir ancak.
Gerçek bilgelik az söz gerektirir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Ne istediğimi kendim de bilmiyordum; hayattan korkuyordum, hayattan kaçıp uzaklaşmak istiyordum ama gene de hayattan bir şeyler bekliyordum.,,
Bana duyduğu ilgi etnolojik. Onun gözünde ben, tanımadığı bir soydan gelme bir varlığım – hepsi bu.
Tanrı, benim O’nu bilme isteğimdir.
Yaşam, belli koşullarla verilmiştir bize, sonuna değin yiğitçe dayanmamızı ister bu koşullar.
Senin kafanı bir türlü anlamıyorum – çok karışık bir kafa- ama yüreğin ince sezişli
O bir şeytan, bense bir çocuk ancak; beni kendi halime bırakmalı.
Birçok şey açıklanmıştır Bir açıklama her şeyi kapsamaz.
Bana duyduğu ilgi etnolojik. Onun gözünde ben, tanımadığı bir soydan gelme bir varlığım – hepsi bu.
Gerçek bilgelik az söz gerektirir.
Birtakım şeyleri insan başkalarına söyleyemez.
Balık olsaydı yalnız okyanuslarda yüzerdi herhalde, dar denizlere, hele yeryüzü ırmaklarının sığ sularına hiç uğramazdı.
Sen de bir gün kendi yaşamını sürmüş, tüketmiş olacaksın, her şey tıpkı eskisi gibi duracak, işte o zaman sen de benim gibi, benden daha kötü ağlayacaksın.
Bir kez incinmişti de sanki, ne unutabiliyor ne de bağışlayabiliyordu.
Azınlık,geri kalan her şeyi elde etmiş olduğu için gereksinir tanriyi,çoğunluk ise hiç bir şeyi olmadığı için.
İnanç da sevgi gibi, biraz yiğitlik, biraz gözü peklik ister. İnsan kendi kendine ‘inanıyorum’ derse olur biter; o zaman her şey gönlünüzce görünür, açıklanır, sizi kendine çeker. Nitekim çok seviyorsun; inanç da daha büyük bir sevgidir ancak: Daha da çok sevmelisin, o zaman sevgin inanca dönüşür. İnsan bir kadını severse, o kadın doğrudan doğruya yeryüzünün en iyi kadını olur. Herkes en iyi kadını sever, bu inançtır işte. İnancı olmayan kişi sevemez.
Ama o hiçbir zaman mutlu değildi, hiçbir zaman, hiçbir yerde; adım gibi biliyorum bunu: Ne bilgelik kitaplarında ne bir atın sırtında ne de bir kadının kollarında buldu yeryüzü cennetinin bütün tatlarını. Fazlaca usa bağlı böyle bir şey için, yaşamayı, insanları fazlaca tanıyor.
Düşüncelerim uğrunda acı çekseydim, etkileri daha büyük olurdu.
Kıskançlık, insanın ruhunu küçük düşürme korkusundan, hor görülme, gülünç olma korkusundan doğar belki de.
Kutsallık,günahla oynaşılarak elde edilir,yaşama tutkusunun susturulmasıyla.
Yaşam, belirli koşullarla verilmiştir bize, sonuna değin yiğitçe dayanmamızı ister bu koşullar.
O zaman, Tanrıya inanmayan ben, bilmem neden, epey sakınarak, biraz da ürkerek baktım ona, baktım, düşündüm: Tanrı gibi bir adam.
“ bütün insanlar eşit ölçüde anlamsızdır,”
“Senden korkmuyorum, seni seviyorum, özlüyorum seni.”
“Bu dünyadaki yaşamamızın hepsi boş,”
“Düşüncelerim uğruna acı çekseydim, etkileri daha büyük olurdu,”
Büyük —garip bir anlamda geniş, sözcüklere sığmaz— bende her önüme gelene sesimin yettiğince: Bakın, ne olağanüstü bir insan yaşıyor yeryüzünde diye bağırmak isteğini uyandıran bir şey vardı onda. Çünkü o, evrendeki yeri bakımından, her şeyden önce bir insandı, insanoğullarından biri.
“Kötülüğe yönelmediği sürece çok ince, çok güzel bir şey vardır insanın budalalığında… Bu hep böyledir.”
“Kendimizle ilgili hiçbir şey bilmiyoruz.”
İç çekti, gözlerini kıstı, biraz düşündü, sonra, alçak sesle ekledi: “Hiçbir şey bilmiyoruz.”
İç çekti, gözlerini kıstı, biraz düşündü, sonra, alçak sesle ekledi: “Hiçbir şey bilmiyoruz.”
Bu köylü hiçbir zaman okumuş genç bayan gibi, ‘Neden dört üçten daha büyük de, dörtte bir üçte birden küçük? diye sormaz.
‘Her şey gelir geçer, yalnız gerçek kalır,’
“Dickens ustaca bir söz etmiş: ‘ Yaşam, belli koşullarla verilmiştir bize, sonuna değin yiğitçe dayanmamızı ister bu koşullar. ‘Genellikle, içli, çok konuşan, pek usta olmayan bir yazardı; ama bir romanın nasıl kurulacağını herkesten daha iyi bilir, hele Balzac’tan çok daha iyi bilir. Birisi: ‘Çok kimselerde yazmak tutkusu vardır, ama sonradan pek azı yazdıklarından utanç duyar,’ demiş. Balzac utanmadı, Dickens da; hem ikiside bir sürü kötü kitaplar yazdı. Balzac gene de bir dâhidir. Ya da, hiç değilse, yalnız dâhi diye adlandırabileceğimiz biri ”
“Senin kafanı bir türlü anlayamıyorum -çok karışık bir kafa- ama yüreğin ince serzenişli evet, ince serzenişli bir yürek.”
“Garipsin — darılma ama çok garipsin. Kötü bir adam da olabileceğin yerde iyi huylu biri olman şaşılacak şey Evet, kötü bir adam da olabilirdin Güçlüsün İyi birşey bu ”
“Dostoyevski deli kahramanlarından birini, inanmadığı bir amaca çalışmış olduğu için, hem kendi kendinden, hem de başkalarından öç alarak yaşayan bir kişi diye betimliyor. Kendini düşünerek yazmıştır bunu; aynı sözü kendisi için de söyleyebilirdi.”
Çoğunlukla Tanrı’dan, köylülerden, kadınlardan söz açıyor, edebiyata pek seyrek değiniyor, binde bir, sanki edebiyat yabancısı olduğu bir şey.
Kıskançlık, insanın ruhunu küçük düşürme korkusundan, hor görülme, gülünç olma korkusundan doğar belki de. Bir erkeği …inden tutan kadın değil, ruhunun …inden tutan kadın tehlikelidir.
Erkekler söyler, sonra da unutur, ama kadın unutmaz.
Bugün Badem Parkın’da Anton Çehov’a sordu:
“Çok zamparalık yaptın mı gençliğinde?”
Anton Pavloviç, şaşkın bir gülümsemeyle, küçük sakalını çekerek anlaşılmaz bir şey mırıldandı. Lev Nikolayeviç denize bakarak:
“Ben durmak dinlemek bilmezdim ” dedi.
“Çok zamparalık yaptın mı gençliğinde?”
Anton Pavloviç, şaşkın bir gülümsemeyle, küçük sakalını çekerek anlaşılmaz bir şey mırıldandı. Lev Nikolayeviç denize bakarak:
“Ben durmak dinlemek bilmezdim ” dedi.
Kadınlar konusunda seve seve bir hayli konuşuyor, bir Fransız romancısı gibi tıpkı, ama her zaman bir Rus köylüsünün kabalığıyla.
Lieskov da böyle yapardı, ona buna öykünen, kılı kırk yaran, şimdi hiç kimsenin okumadığı bir yazar. Hiç kimsenin seni etkilemesine göz yumma, hiç kimseden de korkma, işte o zaman başarırsın.
Bu konuda her şeyi örtbas etmeye çalışıyorsun gene; hem doğayı hem de insanları — özellikle insanları.
Romantisizm, gerçeğin gözüne doğrudan doğruya bakabilmekten duyulan korkudan doğar.
Azınlık, geri kalan her şeyi elde etmiş olduğu için gereksinir Tanrıyı, çoğunluk ise hiçbir şey olmadığı için.
Onun gözlerinde ben, tanımadığı bir soydan gelme bir varlığım. — hepsi bu.
Birtakım şeyleri insan başkalarına söyleyemez. Kendisinden de korktuğu kimi düşünceleri var şüphesiz.
Ama susuşu bu dünyadan kovulmuş gerçek bir yalnızınki gibi erkili. Gerçi belli konularda bir hayli, hem de görevliymiş gibi konuşuyor, ama susuşunun daha da büyük olduğunu duyuyor insan.
“Bu gün huysuzluğun üstünde, evlenme çağına ulaşmış ama sevgili bulamamış bir kız gibisin.”
Bütün yaşamı boyunca demir çarık, demir asa yeryüzünü dolaşan, bir manastırdan ötekine, bir ermişten ötekine koşan, herkese, her şeye alabildiğine yabancı, yersiz yurtsuz gezginleri andırıyor.
Çoğunluk ödleklikten dolayı inanır Tanrı’ya, ruhundaki olgunluktan dolayı inanan, birkaç kişidir ancak.
“Aydın bir kişi, daha on ikinci yüzyılda yiğitçe, ‘Çağımızda mucize diye bir şey yoktur.’ diyen Galiçya Prensi Vladimirko gibidir. Bu söz üzerinden altı yüz yıl geçti, bütün aydınlar birbirlerine hiç aralıksız: ‘Mucize diye bir şey yoktur, Mucize diye bir şey yoktur,” deyip duruyorlar. Öte yandan bütün insanlar da mucizeye inanıyor, tıpkı on ikinci yüz yılda inandıkları gibi.”
Elleri olağanüstü — güzel değil, şişkin damarlarla düğüm düğüm, ama eşsiz bir anlamla, yaratma gücüyle dolu. Leonardo da Vinci’nin elleri böyleydi belki. Böyle ellerle başaramayacağı şey yoktur insanın.
Onu her şeyden daha çok uğraştıran, açıktan açığa kemiren düşünce, Tanrı düşüncesi. { } Dilediğinden az konuşuyor bu konuda, ama hep düşünür.
Köylüler ne güzel öykü yaratıyorlar. Her şey yalın, az söz, alabildiğine geniş duygu. Gerçek bilgelik az söz gerektirir; örneğin, ‘Tanrı bize acısın’.
Azınlık, geri kalan her şeyi elde etmiş olduğu için gereksinizlr Tanrı’yı, çoğunluk ise hiçbir şeyi olmadığı için.
Hiç kimsenin seni etkilemesine göz yumma, hiç kimseden de korkma, işte o zaman başarılısın.