Frank Schatzing kitaplarından The Swarm kitap alıntıları sizlerle…
The Swarm Kitap Alıntıları
Eğer bir şey çözdüğü sorunlardan daha fazlasını yaratıyorsa o zaman bir halt çözmüyor demektir.
Hayat ödünler ve kaçırılan fırsatlardan oluşuyor.
Bir cevap her zaman arayışın sonudur.
İnsanlar bana ne iş yaptığımı sorduklarında çığlıklar atarak kaçmak isterim. Kendimi açıklamak zorunda olmaya dayanamıyorum.
Şimdiki zaman, kabuğu gündelik sorunlar ve bayağı iş hayatı ile kalınlaşmış bir salyangozdu.
Ölülerin arasında yaşam bulamazsın.
Eğer daireler çizmeye başladıysan yapacak en iyi şey ne, diye sordu kendi kendine. Döngüyü kır. Tekrar yola girmek için ne gerekiyorsa yap. Başkalarına bakmanın bir faydası yok. Kendine bak. Sıra dışı bir şey yap.
Hayvanlar sadece türlerinin devamını ya da yavrularını korumak için yaralanmayı göze alır.
Otuz üç metre boyunda ve yüz ton ağırlığında bir mavi balina, dünya üzerine ayak basmış en büyük dinozordan dört kat daha ağırdır. Bu büyüklükteki yaratıklar ancak suda hayatta kalabilirler. Her şey, sıvıya batan her nesnenin ağırlığının yerinden ettiği sıvı kütlesinin ağırlığı kadar azalacağını söyleyen Arşimet Prensibi’ne düğümleniyor. Karada, balinalar eğer çevreden ısı emen yağ tabakalarının yalıtım etkisiyle ölmedilerse kendi ağırlıklarının altında ölümüne ezilirler. Karaya vuran balinaların çoğu aşırı ısınmadan ölür.
Buz çekirdeklerinde araştırma insanların açlıktan ölmesini engelleyebilir ama silah icat etmek için de kullanılabilir. Hepimiz aynı şeye bakıyoruz ama herkes farklı bir şeyler görüyor.
Şimdiki zaman, kabuğu gündelik sorunlar ve iş hayatıyla kalınlaşmış bir salyangozdu.
İnsanlar bana ne iş yaptığımı sorduklarında çığlıklar atarak kaçmak isterim. Kendimi açıklamak zorunda olmaya dayanamıyorum.
“Sen bir tanesin.”
“Biliyorum. Sorunum da bu zaten.”
Her şey bu kadar huzur doluysa kesinlikle ters giden bir şeyler olmalıydı.
Eğer bir şey çözdüğü sorunlardan daha fazlasını yaratıyorsa o zaman bir halt çözmüyor demektir.
Pek azı diğer canlıların da kendileri kadar değerli olduğunu kabul eder.
Bir cevap her zaman arayışın sonudur.
“En sonunda muhakkak ölürsün ama o ana dek hayatın belirsizlikler içindedir.İyi ya da kötü bir hayata yaşayabilirsin fakat kendi kaderini belirleyemezsin,bu daha büyük güçlerin tasarrufundadır.Eğer doğayla uyum içinde yaşarsan seni iyileştirir,onunla mücadele edersen seni yok eder.Ama asıl önemli nokta şu:doğayı kontrol edemezsin,o seni kontrol eder.”
Bazen dünyadaki güzellikler için yapılacak en iyi şey onların yanlış ellere düşmemesini garanti altına almaktır.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
En boş oda diye düşündü Anawak, her zaman içimizdekidir.
Dünya değişiyor diye düşündü. Bizi hizaya getiriyorlar. Bir yerlerde bir karar alındı ve biz bir parçası değildik. İnsanlık orada değildi.
Sorun ne biliyor musun Leon ? İnsanlar önemlerini yitiriyor. Herkesin yeri doldurulabilir. Artık idealler ve onlar olmadan bizi olduğumuzdan daha önemli kılacak bir şeyler de yok.
Anlaşılan fırtına yıkar diye ev yapmaktan korkuyorsun
Hayat ödünler ve kaçırılan fırsatlardan oluşuyor
Göl o kadar huzur doluydu ki…
Burası da huzur doluydu…
Her şey bu kadar huzur doluysa kesinlikle ters giden bir şeyler olmalıydı.
Burası da huzur doluydu…
Her şey bu kadar huzur doluysa kesinlikle ters giden bir şeyler olmalıydı.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
“Anlaşılan fırtına yıkar diye ev yapmaktan korkuyorsun. Ama başka bir açıdan da bakabilirsin. Evi yaparsın, ama sonra fırtına kopmadan sen kendin yıkarsın.”
Hepimiz aynı şeye bakıyoruz, ama herkes farklı bir şeyler görüyor.
Bir şeyi unutabilmek için hatırlamak gerekir.
Biz insanlar böyleyiz. Ölenler hakkında düşündüğümüzde, yasımızı demirleyebileceğimiz belirli tarihlere ihtiyaç duyuyoruz. Böylece acımızı bir kasa içine atıp bir yıl boyunca saklayabiliyoruz. Onu bir sonraki sefer kasadan dışarı çıkardığımızda, bir şey fark ediyoruz: Hafızamızda onu daha büyük hatırlıyorduk. Ölüm, en iyisi ölülere bırakılmalı.
Anlaşılan biz insanların yeni bir şeylere başlamak veya bitirmek için sembolik tarihlere ihtiyacımız var.
Havanın bizim soluyabileceğimiz uygunlukta olması atmosferi hiç ilgilendirmez.
İstatistiğin tarihi, yanlış anlamaların tarihidir. Bize genel bir bakış sağlamıştır ama çeşitliliği reddetmiştir. Bizi dünyaya yabancılaştırmıştır.
Normlara o kadar takmış durumdayız ki, normalin anormalde, normalden sapmada yattığını gözden kaçırıyoruz.
Eğer kendi içinizi dinleyebilirseniz, en sıra dışı şeyleri duyabilirdiniz.
ben senin gibi hanım evladı değilim. Ve düşündüğünden daha güçlüyüm. Küçük bir kızdım, bir kediyi okşarken yanlışlıkla ezerek öldürmüştüm Çok korkunç, değil mi? Yani bana ne söylediğine dikkat etsen iyi olur Seni okşamayı hiç istemem.
Genetik hafızaya sahip olmak bizi kendi aptallığımızdan kurtarırdı ama yapımız öyle değil. İnsanlarla anlaşmaya çalışmak boşuna bir hayal.
Karıncalar akciğerlerle değil, vücut yüzeyi üzerinden nefes aldıklarından ve oksijeni hücrelere ilettiklerinden, daha fazla büyüyemezler -belli bir boyutu aştıktan sonra solunum sistemleri çalışmayacaktır – ve daha büyük Bey’in geliştiremezler. Karıncalar ve diğer böcekler, evrimin aynı çıkmaz sokağın da kapalı kalmıştır. Bilim insanları, zeki bir yaşam formu için mümkün olan en küçük boyutu 10 santimetre olarak saptamışlardır, bu da sürünen bir Aristo ile karşılaşmayı neredeyse imkansız kılmıştır. Tek hücreli bir zeka ise düşünülmüyordu bile.
İnsanlar yalnızca boşuna ölür.
Bizim töre ya da kültür diye tanımladığımız şeyler genlerimizde yazılıdır. Kültürel evrim tarih öncesi zamanlarda başlamıştır, zihnimizin şeması o dönemde çizilmiştir. Evet, bugünlerde uçaklar, helikopterler ve opera salonları tasarlıyoruz ama sadece ilkel aktivitelerimizi medeni düzeyde sürdürebilmek için. İlk taş baltayı bir et parçasına vurduğumuzdan beri aynı şeyi yapıyoruz; savaş, sosyal toplantılar, ticaret. Kültür bizim evrimimizin parçası. Bizi istikrarlı bir yapıda tutmayı sağlıyor
Uygar toplumlarda hâlâ varlığını sürdüren fobilerin çoğunun kökeni, geçmişte insanlara karşı tehdit olan şeylerdedir. Üzerimize kapanan kaya duvarları, fırtınalar, seller, karanlık sular, yılanlar, köpekler, örümcekler. Neden silahlara, elektrikli tellere, sustalı bıçaklara, otomobillere, patlayıcılara ya da krizlere karşı fobi geliştirmiyoruz? Onlar çok daha tehlikeliler. Çünkü beynimizin içinde bir kural yazılı: yılana benzer nesnelerden ve çok bacaklı yaratıklardan uzak dur.
İnsanın diğer canlı varlıklarla olan duygusal bağı doğuştan gelir, hatta kalıtsal bile olabilir.
Yeterince sabırlıysan, herkesin zihninden geçenleri öğrenebilirsin, Bu bir amipin zihni bile olsa. Bu sadece bir zaman meselesidir.
eğer bir fikir sahip olunmaya değerse, bu fikre ilk kimin vardığının ne önemi var ki?
Sana da hiç olur mu, hani nerede olursan ol, başka bir yerde olmak istersin? Ve sonra aniden kaçmak isteyenin sen olmadığını anlarsın, bulunduğun yer seni dışarı atıyordur, sana oraya ait olmadığını söylüyordur. Ama nereye ait olduğunu da söylemez, bu yüzden hep kaçmaya devam edersin.
“İnsanların zeki olduğuna inanıyor musun?”
“Eğer tek bir insandan bahsediyorsan, evet ama birkaç tanesi bir araya gelince boğucu bir güruh oluyorlar.”
“Eğer tek bir insandan bahsediyorsan, evet ama birkaç tanesi bir araya gelince boğucu bir güruh oluyorlar.”
Eğer yol buz kütlesi veya buzul yarıklarıyla doluysa, hedefinize elli kilometre kaldığını bilmek bir şey ifade etmezdi. Doğa insanların planlarını umursamazdı.
Özgür irade harika bir şeydir ama sadece birkaç düğmeyi çevirene kadar özgürdür. Örneğin acı.
Perdeleri kapalı bir yatak odası bir mezardan beterdi.
Duygular masumiyet ve suçluluğun ötesindeydi, hayatın koşullarına karşı verilen biyokimyasal tepkimelerdi.
Ona kalırsa estetik duyarlılıklarına veya armoni zevkine bir şey eklemeyen her şey çöpe gidebilirdi. Yüzey, başkaları ile paylaştığı bir şeydi ama derinlikleri kendine saklıyordu. Hayatla başa çıkmak için yöntemi buydu.
Tabii ki doğadan korkacaksın ama o en azından seni yakalamaya veya tuzağa düşürmeye çalışmaz.
Bunu sadece insanlar yapar.
Bunu sadece insanlar yapar.
Her şey bu kadar huzur doluysa kesinlikle ters giden bir şeyler olmalıydı.
ölülerin arasında yaşam bulamazsın
Eğer bir şey değişirse her şey değişir.
Deniz yükselip insanoğlunu alıyor. Zamanı da gelmişti hani, içine attığımız onca çöpten sonra.
Her münferit süreç yerleşik bir fenomendir.
Delilik yeni bir şeylerin başlangıcı da olabilir.
Şimdiye kadar kaçak ve yüzeysel bir bakış attığımız şeylerin
Şimdiye kadar kaçak ve yüzeysel bir bakış attığımız şeylerin
Hepimiz aynı şeye bakıyoruz ama herkes farklı bir şeyler görüyor.
Âşık olduğun yere döndüğünü farz et. Oraya gittiğin anda ayaklarını yerden keser. O kadar mükemmeldir ki gitme zamanı geldiğinde ayrılmak istemezsin. Ama aynı zamanda dünyanın bu en güzel yerinde yaşamak isteyip istemediğini düşünürsün. Demek istediğim, orada yaşasaydın yine o kadar güzel gelir miydi?
Aborjinler doğanın onlara sunduğu kaynaklardan sadece ihtiyaçları olanı alırlar ama beyazlar ellerine geçeni sömürür. Ne zaman ortalıkta hiçbir şey kalmaz, ancak o zaman uyanırlar ve kaynaklarımızı korumaya karar verirler, bu da doğayı ona hiçbir zaman zarar vermeyenlerden korumak anlamına gelir.
İnsanlar ne zaman birbirlerine klişelerin ötesinden bakmaya başlayacak?
“Anlaşılan fırtına yıkar diye ev yapmaktan korkuyorsun.”
“Belki de. Ama başka bir açıdan da bakabilirsin. Evi yaparsın ama sonra fırtına kopmadan sen kendin yıkarsın.”
“Belki de. Ama başka bir açıdan da bakabilirsin. Evi yaparsın ama sonra fırtına kopmadan sen kendin yıkarsın.”
Yeteri kadarını bir araya toplarsan insanların da aptal olduğunu görebilirsin.
Ne zaman ne yaptığımızı bilmeden çevreyi kurcalasak ölümle kumar oynuyoruz.
Eğer bir şey çözdüğü sorunlardan daha fazlasını yaratıyorsa o zaman bir halt çözmüyor demektir.
Bir cevap her zaman arayışın sonudur.
Çok garip ama birbirimizi özgür bırakmaya karar vermeden gerçek anlamda birbirimizi bulamadık. Sanırım hayat böyle bir şey.
Eğer sırtüstü uzanır ve yukarı bakarsan Tüm evren ve içindeki her şey senin olur.
İşte bu yüzden biz gezegenimizi yok ediyoruz. Çünkü neyi yok ettiğimizi anlamıyoruz.
Tanrı insanlığın bir başarısızlık olduğu sonucuna varmış olmalıydı .