İçeriğe geç

Terapi Odasında İyileşen İlişkiler Kitap Alıntıları – Bahar Tezcan

Bahar Tezcan kitaplarından Terapi Odasında İyileşen İlişkiler kitap alıntıları sizlerle…

Terapi Odasında İyileşen İlişkiler Kitap Alıntıları

‘Başkalarının kırdıklarını neden biz onarıyoruz?’ demiştim. Bana aynen şunları söylemişti: ‘Başkası kırmış olabilir ama senin onaracak olduğun kendi hatıraların, kendi kişiliğin, kendi geçmişin.. Çünkü yarayı bir başkası açar ama onu iyileştirmek bizim elimizdedir.’
Oysa davranışlar emek gerektirir ve sevginin aslı oralarda gizlidir. Sözcükler ise zahmetsizce ve bedelsizce ortaya fırlatılan sahte suretlerdir.
Oysa davranışlar emek gerektirir ve sevginin aslı oralarda gizlidir. Sözcükler ise zahmetsizce ve bedelsizce ortaya fırlatılan sahte suretlerdir.
Üzüntüsünü iyi taşıyabilen kadınları seviyorum
İnsanın kendine hapsedilmesinden daha ağır ne olabilir ki?
Sevmeye ve sevilmeye izin verseydi eğer yetişkin gücüyle inşa edilmiş simetrik bir köprü kurulacaktı aralarında.
Çünkü geçmiş tam olarak onarılmadığı sürece hayatımızdaki başka sahnelerde başka kişilerle tekrar ederdi.
Birinin canını acıttığınız zaman onun size bakmasını sağlarsınız ama şunu unutursunuz:Kırık bir kalple size bakan,daha çok körleşecektir.
Birinin canını acıttığınız zaman onun size bakmasını sağlarsınız ama şunu unutursunuz: Kırık bir kalple size bakan, daha çok körleşecektir.
Kaygı yok. Bekle. İzin ver. Anla. Güven. Şiddet yoksa, emek varsa sevgi vardır. Bu her şeye değer.
Utanan kadını göklere çıkarmaya, utanan erkeği yerle bir etmeye müsait bir toplumda utanç, nasıl sağlıklı bir duygu olarak kalabilirdi ki?
Sanat, kendini hayattan sakınmaya başlamış olan insanın kendi gerçekliğiyle ve karanlığıyla tekrar yüzleşmesidir. Hayatla başka bir yoldan bağ kurma şeklidir. Kendimizle ilgili bilmediğimiz pek çok detayı anlatacak kadar kuvvetli bir dışavurumdur.
Sonbaharla da barışmış kalbim bıkmadan ilkbaharı bekliyordu.
Ve mevsim sarı hüzün, sonbahar hükmündeydi
İnsan, bağlanabildiği için başlayabildi hayata. Sonra da bağ kurabildiği için devam edebildi. Bir tek ölüm, tek başına.
Kintsugi, kırılmış bir eşyayı altın tozu ile onararak tamir etme sanatıdır. Kırık bölümleri altınla daha da belirginleştirerek yarayı tekrar hatırlatmayı amaçlar çünkü yaralar değerlidir. Eşyanın tabiatında kırılma olduğunu, bunun o eşyayı daha değerli kılabileceğini çünkü orada yaşanmışlığın izlerinin bulunduğunu düşündürür. İnsana dair çok şey söyler bu felsefe; acı çekmiş, kırılmış, hatalar yapmış insanlar aslında değer kaybetmez, kazanır. Çünkü bundan bir anlam çıkarmış, olgunlaşmış olarak yoluna devam etme şansına sahip olur. Nasıl ki eşyayı değerli kılan yeni olması değilse bireyi değerli kılan da yarasız olması değildir, yaşanmışlığıdır.
“ Hiçbir şeyi son akşam yemeğinizmiş gibi yaşamayın.”
Aşk olsun sana.
Yeter ki aşk olsun…
Kintsugi, kırılmış bir eşyayı altın tozuyla onararak tamir etme sanatıdır. Kırık bölümleri altınla daha da belirginleştirerek yarayı tekrar hatırlatmayı amaçlar çünkü yaralar değerlidir.
Oysa sevgi, sandığımız kadar güçlü bir bağ değildir, güçlü olan emektir.
… bireyi değerli kılan da “yarasız” olması değildir, yaşanmışlığıdır.
Özgüven, özsaygı sahibi olmak gerçek bir kimlik mücadelesiydi.
Çocukluk döneminde savrulan ve sevgiyi sabit hissetmeyen bireyler, kontrolcü kişilikler haline gelirler.
Hayatta bazen tam da böyle, bilardo Topları gibi değil miydi? Neyi hedeflediğinizi bilseniz bile, atışınızda doğru konum ve açı gerektirirdi.
Gidemeyenler bazen çok sevgisiz ortamlarda da kalabiliyordu.
Bir çocuk istismar edildiğinde dünya durmalı. Sadece onun dünyası değil tüm dünya durmalı. Dönmesine alıştığımız bu gezegen aniden durmalı. Başımız dönmeli. Sarsılmalıyız. “Bir yerlerde neler oluyor?”demeliyiz. Bazı yaşamlar için hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını fark etmeliyiz. Kalbimizde sızı hissetmeliyiz. Herkesi daha insan olmaya davet etmeliyiz. Bir çocuk istismar edildiğinde, üstelik tecavüze uğradığında onu ıssız yalnızlığından çıkarmak için durmaz dediğimiz günler ve geceler durmalı.
Mesele bir başka insanın elinin sıcaklığını hissedebilmekti.Yaşanan kaçınılmaz fırtınaların soğuğuna belki de bu sıcaklıkla dayanabiliyordu insan
Oysa değişim,Bir yerlerde yanlışlık var, demek yerine, Bir yerlerde yanlış bir şeyler yapıyor olabilir miyim? demekle başlayabilirdi ancak.
Her yaranın sonraki aşaması kişiye özeldir. Doğrusu, yanlısı yok. Ve bir yandan da her yara iyileşir. İz kalabilir ama yaşamda izler de kaçınılmazdır ve değerlidir. Yaşanmışlık daima izlerde görünür. Yara izi bu yüzden çekicidir. Kendi içinde muazzam bir karmaşayı ve hikayeyi barindirir.
Babam kendine saygın olsun demişti. Bense saygıyı hiçe sayan bir adamla olmuştum çünkü saygıyı elde edebilmek için önce saygısızlıkla baş edebilmem gerektiğini düşünmüştüm. Oysa savastiklarim değiştirilemez şekilde geçmişte kalmıştı.
Kimliğinizi böyle sinsice yok edebilen ilişkiler vardır. Kendimizi unutmamizi söyleyen, istediğimiz şeyi aramaya değil de bulduğumuzu sevmeye odaklanmamızı emreden ic sesler vardır. Her şey böyle başlar. Daha sonra verilenle yetinmemiz de yetmez, kisiligimizin her parçası tehdit altına girer. Un ufak oluruz, kendi hakkımızda bir fikrimiz kalmaz. Ziyan oluşumuz böyle ilerler.
Geçmiş ancak onu anladığımız, bize neler olup bittiğini görebildiğimiz zaman geçmişte kalabiliyor.
Gerçek özgüven, bağlanmayı öğrenmiş olanlarda var olabilirdi ancak. Güven ve bağ, bir insanın adı ve soyadı gibi birbirine yakın iki tanımlayıcı kelimedir. Yaşamımızda bağlar yoksa sahte ozguvenle bir kimlik yaratmak zorunda kalırız. Köksüz ve bağsiz hissetmek yoklukla ilgilidir.
Hiçbir şeyi son akşam yemeğiniz gibi yaşamayın.
Içim tekrarladı: Kaygı yok. Bekle. İzin ver. Anla. Güven. Şiddet yoksa, emek varsa sevgi vardır. Bu, her şeye değer.
Bir başkasının ruhuna sarılmak , bedenine sarılmak kadar kolay değildir.
Kaybetmekten korktukça kendi sonumuzu hazırlarız.Olayları ustalıkla bitişe doğru yönlendiririz, çünkü korku gizlenerek öfkeye dönüşür. Öfke ise davranışlarımızı işlevsiz ve yararsız bir hale getirir. Böylelikle karşımızdaki kişiyi korkuturuz. Korktukça kaybederiz. Odağımız değişir. Yaratmaya değil yıkmaya yatkın hale geliriz.
Doğrular bir kere ayarını şaşırınca insan sonrasında neyin doğru , neyin yanlış olduğuna karar vermekte zorlanıyor
Mesele barışmak ya da ayrılmak değil , mesele olan biteni anlamak ve inandığın yola devam edebilmek .
İnsandık . Duygularımıza emir veremeyeceğimize inanmıştık.
Hiçbirşey yapmak , hiç kimse gibi olmak , hatta bir karar almak ve bildirmek zorunda değilsin . Sadece kendin ol yeter .
İçimde sürekli bir boşluk hissediyorum.
Yoksa bizde bu boşlukları yaratan bir geçmişimiz mi vardı ? Yarayı kapatmaya çalıştıklarımızla daha da derin yaralar mı açıyorduk. ?
Sevgisini hissettiğimde dünyanın tepesindeymişim gibi geliyor. Hissetmediğimde bir hiçmişim gibi geliyor.
Herkes bekler sevdiği bir insan tarafından koşulsuz kabul edilmeyi .
Kırık bir kalple size bakan, daha çok körleşecektir..
İyileşmek , geçmişi tekrarlamakla değil yeni bir gelecek yaratmakla mümkündür.
Bir çocuk istismar edildiğinde dünya durmalı. Sadece onun dünyası değil tüm dünya durmalı .
Bir ilişkiye yıllarca emek harcayabilmek , kişinin yalnızca karşısındakine değil , kendine de verdiği bir değerdir.
İlişkilerimizde her şeyin yolunda gittiğini düşünürken alabora olduk bazen. Bazılarımız göz göze geldiğimizde kalbimizi kıpır kıpır eden kişiye tutunmak istedik, yaralarımızı onunla birlikte sarabileceğimize inandık belki ama bir şeyi fark edemedik: İkimiz de boğuluyorduk. 
O hep aradığımız hayatın anlamı aslında orada bir yerde duruyordu ve biz onh keşfedene kadar sessiz kalacaktı. Ona söz yazıp beste yapana kadar duymayacaktık onu.
Evet o gözler çok şey söylüyordu: ‘Beni anla. Benimle olduğunda kaygı duyma. Bana güven. Beklemeye güven. Sana tutunmama izin ver. Gör beni. Sırlarıma izin veremeyecek kadar açık olsun sana kalbim. Doğruyu gösterirken eğrime kızma. Aşka, sevdalanmama izin ver.’
Kimliğimizi böyle sinsice yok edebilen ilişkiler vardır. Kendimizi unutmamızı söyleyen, istediğimiz şeyi aramamızı değil de bulduğumuzu sevmeye odaklanmamızı emreden iç sesler vardır.
Eleştirilmekten, her yaptığımın yanlış gibi hissettirilmesinden çok yorulmuştum. Sürekli cezalandırılıyor gibiydim. Bende neyin tuhaf olduğunu aramaktan bıkmıştım.
Hissettiklerimiz ve eylemlerimiz değişmediği sürece düşüncelerimizin kölesi olmaya mahkum muyduk?
Başkalarına gösterdiği anlayış ve toleransı kim kendine gösteriyordu ki?
Kadınların acılarını, travmalarını sıradan bir şeymiş gibi pek çok ortamda konuşabilmeleri, uluorta dökmeleri, ağlamaları, çaresiz kalmayı kabul etmeleri meğer ne büyük hediyeymiş kadın olmalarına
(toplum baskısından dolayı).. hatta içseslerinden öylesine uzak yaşıyorlardı ki ‘erkekliğin’ altında ezildiklerini hissediyordum.
işin en hüzünlü yanı ise bir insanı kaybetmekten çok korktuğunuzda yaptıklarınızla kendi sonunuzu hazırlamanızdır.
O ortamda (ilgisiz ortam) koruyucu,kollayıcı, kapsayıcı bir annenin yokluğunda üç çocuğun güvenlik, sevgi, şefkat, beğenilme, onaylanma, taktir duygusunu alacağı yer tamamen boş kalıyordu.
Alkol bağımlılığı olan erkeklerin özellikle de kız çocuklarında herhangi bir bağımlılık türünün gelişme olasılığı doğrulanmıştı.
hem değişmek istiyordum hem de kendimde karşılaşacaklarımdan korkuyordum.
Kendi ilişkilerinde kaybolmuş kadınlar; çocuklarıyla, özellikle de oğullarıyla kurdukları ilişkide sınır problemleri yaşayabiliyorlardı.
Kendi ilişkilerinde kaybolmuş kadınlar; çocuklarıyla, özellikle de oğullarıyla kurdukları ilişkide sınır problemi yaşayabiliyorlardı.
Fazla ilgi ve fedakarlık göstermek, birini kontrol etmenin en garanti yoludur sonuçta. Fazla koruyucu olmak kişinin kendi kaygılı yapısıyla ilgilidir, çok sevmekle karıştırılmamalıdır.
Bağlanma sorunu yaşayan kişiler bir ilişkide her şey yolunda gidiyorsa rahatsızlık hisseder
Birine olan sevgi ve özlem duygularının kapatma düğmesi yoktur.
Dönüp gelen kişi sizi tekrar aynı orman yangınlarına davet eder, kabul etmeye can atarsınız çünkü yanmaya çok alışmış olan teniniz aynı sıcağı ister.
Cinsel ilişki pek çok işleve sahipti. Kişinin başkaları tarafından eksik bulunma, kabul görmeme, sevilmeme korkularına geçici süreyle ilaç olurdu.
Gerçek özgüven, bağlanmayı öğrenmiş olanlarda olabilirdi ancak. Yaşamımızda bağlar yoksa sahte özgüvenle bir kimlik yaratmak zorunda kalırız. Köksüz ve bağsız hissetmek yoklukla ilgilidir.
layıkıyla yaşanmamış, kişinin kendini gerçekleştiremediği kayıp bir ömür; erken ölümdü nazarımda.
Mesela başka bir insanın elinin sıcaklığını hissedebilmekti. Yaşamın kaçınılmaz fırtınalarının soğuğuna belki de bu sıcaklıkla dayanabiliyordu insan .
Dozunda olmak kaydıyla vicdan taşımak iyi bir şeydir. Bu sizi büyütür ve büyümek güvende hissettirir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir