Ebu’l A’lâ el-Mevdudi kitaplarından Tefhimul Kur’an 2. Cilt kitap alıntıları sizlerle…
Tefhimul Kur’an 2. Cilt Kitap Alıntıları
kimse yok. Savaş gayeleri ise bundan da berbattır. Bu ülkelerin liderlerinden her biri tüm ciddiyetiyle, dünyayı tek amaçları insanların mutluluğu olduğu konusunda temin ederler. Oysa onların
gerçek amacı herşey olabilir, ama asla bu söyledikleri olamaz. Bu ülkeler, Allah’ın tüm insanlar için yarattığı yeryüzünün tüm kaynaklarını ele geçirmek, bunları kendi ülke ve milletlerinin yararına, tekellerine almak ve diğer insanları kendilerine bağımlı birer köle kılmak için savaş yaparlar, İşte bu nedenle Kur’an müslümanların bu kötü insanların yoluna uymalarını yasaklar ve onlara hayatlarını ve servetlerini, bu insanların çaba harcadığı gaye uğrunda harcamaktan sakınmalarını emreder.
O, insanlara işitecek kulaklar, görecek gözler, hissedip, akledecek kalbler vermiştir. Hak ile batıl, doğru ile yanlışın arasını ayırmalarını sağlayacak her şeyi Aksine onlar doğru davranmayı ve melekelerini gerektiği şekilde kullanmayı reddetmek ve şehvetlerini, dünya lezzetlerini izlemek suretiyle kendi kendilerine zulmederler. Tabiatıyla bu davranışları onların gözlerini kör, kulaklarını sağır eylemiş ve kalblerini öldürmüştür
Oradaki dualar: «Allah’ım, Sen ne yücesin» dir ve oradaki dirlik temennileri: «Selam»dır; dualarının sonu da: «Gerçek, hamd alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.» **
Bu kainatın yaradılışından sonra, Allah onunla ilişkisini kesmeyip Zat’ıyla Kendi Arş(tahtı)ına oturduğunu ve kainatın her bir cüz’ünü yönlendirmek, idare etmek ve her bölümüne hükumet etmekte bulunduğunu vurgulamaktadır. Düşüncesi kıt insanlar Allah’ın kainatı yarattıktan sonra kendi başına bıraktığını veya nasıl isterlerse öyle kullansınlar diye başkalarına devrettiğini düşünürler. Ancak Kur’an, bu düşünceyi reddetmekte ve demektedir ki; Kendi yarattıklarını bizzat Allah yönetmektedir, kainatta mekan tutmuş her ne varsa kendi yed-i kudretine almıştır ve kainattaki her hadise, O’nun emri ve izniyle vuku bulmaktadır. Kısaca O, Yalnızca Halik (yaratıcı) değil, aynı zamanda kainatın Müdebbir’i (yöneticisi), Musavvir’i (suret vereni) ve Kayyum’u (kainat varlığının temeli)dur; kainat O’nun iradesine göre işler.
Müşrikler istemese de O dini (İslam’ı) bütün dinlere üstün kılmak için peygamberini hidayetle ve hak dinle gönderen O’dur. **
İmanın büyüyüp gelişmeyen ve bir konumda donup kalan bir yapıda olmadığını, bilakis gelişme ve gerilemeye müsait bir yapıda olduğunu gösterir. Hakk’ın her inkar edilişi onun niteliğini düşürür, her kabul ve tasdik de onu geliştirir
Bu ayet, Bir çok cin ve insan vardır ki biz onları sadece cehenneme göndermek ve cehenneme yakıt yapmak için yarattık diye bir manaya gelmez. Fakat ayetin ifade ettiği mana şudur: Biz onları yarattık ve onlara kalb, akıl, göz ve kulaklar verdik fakat bu kötü insanlar o yetenekleri Hakk’ı batıldan ayırdetmek için kullanmadılar ve kötü amelleriyle kendilerini Cehennem için yakıt yaptılar.
Yapabilme ve engel olabilme durumunda olmalarına rağmen, gözleri önünde açıkça işlenen günahlara göz yumdukları ve bunlara hiçbir hoşnutsuzluk tepkisi göstermedikleri sürece, günahkarların günahı yüzünden Allah bütün bir toplumu cezalandırır. İnsan topluluğu böyle bir duruma düştüğü zaman Allah, suçlularla beraber bunlara göz yumarak müsamaha gösterenleri de aynı muameleye tabi tutar.
Allah’ın mevcudatı idaresindeki üslubu gazaba ve hiddete değil merhamete dayanır. O, yarattıklarına daima rahmet gösterir, gazab ve hiddetini ise, sadece kullarının isyan ve küstahlıkları, konulan sınırı aşarsa izhar eder.
Korkarak ve umarak dua etmek ile insanın sadece Allah’tan korkması ve yine umduğunu sadece O’ndan beklemesi gerektiği kastolunuyor. İnsan refah saadetinin tamamen Allah’a bağlı olduğu inancı ile dua etmelidir. Aksi takdirde sonuç hüsran ve felaketten başka birşey olmaz.
Ku’ran irşad’dır. Tebliği öyle nettir ki üzerinde düşünenen herkesi doğru yola iletir. Ve bir ‘Rahmet’tir. Çünkü onu kabullenen ve hayatını ona uyduran kişinin zihinsel dünyasında, ahlaki yapısında ve karakterinde hayırlı bir inkılab meydana getirir. Bunun doğruluğu yüce Peygamberin ashabının hayatında meydana gelen fevkalade değişikliklerle ispatlanmıştır.
Buhari ve Müslim’de rivayet edilen bir hadis-i şerif yukarıda zikredilen hususu teyit etmektedir. Allah’ın Resulü, bir gün ashabını, Sadece amellerinizin sevabı ile ahirete giremeyeceğinizi kesinlikle bilmelisiniz diyerek uyarmıştı. ‘Bu sizin için de söz konusu mu?’ diye sordular. Evet, Allah’ın yardımı ve merhameti olmazsa benim için de diye cevap vermişti.
Ayet, insanları Allah’ın elçisi aracılığıyla göndermiş olduğu hidayetine kabule davet ediyor. Çünkü insanın kendisi hakkındaki ve alem hakkındaki gerçek bilgiyi yalnızca bu verebilir, hayatının gerçek amacı ve konusunu ona yalnız bu anlatır ve ahlakını, toplumsal hayatını, kültür ve medeniyetini üzerine bina edeceği prensipleri ona, ancak bu kılavuz öğretebilir. İnsan, kendisine rehber olarak yalnız Allah’ı tanımalı ve kılavuz olarak da peygamberleri aracılığıyla göndermiş olduğu irşadı takip etmelidir. Ayet, irşad için Allah’tan başkasına yönelmenin temelde yanlış olduğu, çünkü bunun her zaman hezimetle sonuçlandığı ve kaçınılmaz olarak hüsrana götüreceği konusunda ikazda bulunur.
Burada evliya (veliler) kelimesi, insanoğlunun ister övsün, isterse yersin veya ister veli olarak kabul ettiğini, isterse etmediğini söylesin, Allah’ın yerine kendisine tabi olduğu herkes için kullanılmıştır
98 Sen Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol.
99 Ve yakîn sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et.
56 Dedi ki: Sapıklar dışında Rabbinin rahmetinden kim umut keser?
Ona ilahi özelliklerimin bir yansımasını verdiğim (zaman) Bu, insan ruhunun hayat,
bilgi, kudret, istek, basiret ve ortalama tüm diğer insani özelliklere sahip olduğunu
gösterir. Bunlar gerçekte, kurutulmuş balçıktan yaratılan insana ilahi özelliklerin hafif bir
yansımasıdır. İnsanı, Allah’ın halifesi olma konumuna yükselten ve onu meleklerin ve bütün
dünyevi varlıkların secde edeceği bir yüceliğe eriştiren işte Allah’ın ruhunu insana
üflemesi olayıdır.
davet ettikleri yola uymayı kabul etmeyenler, sonunda hayatları boyunca kazandıklarının
ve yaptıkları işlerin bir yığın kül kadar değersiz olduğunu göreceklerdir. Uzun yıllar
boyunca biriken büyük bir kül tepeciği nasıl fırtınalı bir günde rüzgar tarafından
darmadağın ediliyorsa, aynı şekilde onların bütün büyük işlerinin o fırtınalı kıyamet
gününde bir yığın külden başka bir şey olmadığı görülecektir. Onların göz kamaştırıcı
kültürleri, büyük medeniyetleri, muhteşem krallık ve devletleri, büyük üniversiteleri,
bilimleri, edebiyatları ve ikiyüzlüce yapılan ibadetleri, fazilet dedikleri davranışları, dünya
hayatında övündükleri yararlı ve ıslah edici hareketleri, o gün bir yığın kül kadar değersiz
olacak ve kıyamet gününün fırtınası tarafından etrafa saçılacak. O denli ki o gün ilahi
teraziye koymaya değecek en ufak bir yararlı iş bile bulamayacaklar.
Allah’a oğul isnat etse ona da deriz kafir
Eğer birisi ateşin önünde başını eğip secde etse o da kâfir
Yıldızlarda bir güç görse o da kâfir
Ama bize gelince, bütün yollar açıktır
Heyhat, dilediğine kul ol!
Kâh gelir Nebi’yi tanrı yaparız.
Kâh gelir İmamları Nebiden üstün tutarız
Kabirlere gider, adaklar eder
Şühadanın ruhlarından yardım dileriz,
Ve, ne Tevhid inancımıza bir halel gelir
Ne İslam’ımıza bir kusur ne de imanımıza futür!
birinden ikişer çift yaratmıştır; geceyi gündüze bürümektedir. Şüphesiz bunlarda
düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.
4. Yeryüzünde birbirine yakın-komşu olan kıtalar vardır; üzüm bağları, ekinler, çatallı ve
çatalsız hurmalıklar da vardır ki, bunlar aynı su ile sulanır; ama ürünlerinde (ki verimde
ve lezzette) bazısını bazısına üstün kılıyoruz. Şüphesiz, bunlarda aklını kullanan bir
topluluk için gerçekten ayetler vardır.
5. Eğer şaşıracaksan, asıl şaşkınlık konusu onların şöyle söylemeleridir: Biz toprak iken mi,
gerçekten biz mi yeniden yaratılacağız? İşte onlar Rablerine karşı küfre sapanlar, işte
onlar boyunlarına (ateşten) halkalar geçirenler ve işte onlar -içinde ebedi kalacakları-
ateşin arkadaşları olanlardır.
Açıklama:Boyuna geçirilmiş demir tasma mahpusluk alameti olduğu için boyunlarında demir
laleler tabiri burada onların cehaletin, inadın, nefislerinin köleleri olduğunu ve atalarını
körü körüne izlediklerini göstermek üzere mecazen kullanılmıştır. Yani, düşünceleri
önyargıları tarafından etkilendiğinde, inanmayı kaçınılmaz kılan ne kadar sebep olursa
olsun, ahiret’e inanmazlar, onu inkar ederler.
insanların çoğu iman etmezler.
2. Allah O’dur ki, gökleri dayanak olmaksızın yükseltti; onları görmektesiniz. Sonra arşa
istiva etti ve güneş ile aya boyun eğdirdi, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp
gitmektedirler. Her işi evirip düzenler, ayetleri birer birer açıklar. Umulur ki,
Rabbinize kavuşacağınıza kesin bilgiyle inanırsınız.
Açıklama:
Önceki ayetler iki şeyi ispat etmek üzere zikredilmişlerdir: a) Alemin tek bir Halıkı,
tek bir Müdebbiri vardır. b) Herkesin ilahi mahkemesinde yargılanacağı, mükafat ve
mücazat göreceği bir Ahiret hayatı olacaktır. Birincisi gayet açıktır, zaten kevni ayetler
fazla düşünülmeye ihtiyaç hissettirmeksizin bu sonuca götürdüğünden burada
zikredilmiştir. Oysa ikincisi yani ahiret hayatı burada hassaten zikredilmiştir. Çünkü bu
hayat müşahade edilmenin ötesindedir. Bu yüzden şu özellikle vurgulanmıştır ki, bu ayetler
Ahirette Rabbinize mülaki olacağınıza ve bu dünyada yaptıklarınızın hesabını vereceğinize
yakınen kanaat edersiniz belki diye tafsil edilmiş ve bir bir açıklanmışlardır.
Şimdi bu kevni ayetlerin ahiret hayatını nasıl ispat ettiğini mütalaa edelim. Bunlar iki
şekilde konuya delil oluştururlar:
1) Güneş gibi, ay gibi büyük gök cisimlerinin tamamiyle Allah’ın iradesine nasıl boyun
eğdiklerini düşündükçe kalplerimiz bunları yaratan, hareketlerini düzenleyerek
yörüngelerine oturtan Allah’ın, kuşkusuz ki, tüm insanlığı öldükten sonra tekrar diriltmeye
kadir olduğunu yakînî biçimde kavrayacaktır.
2) Yeryüzündeki nizam da yaratıcısının hikmet sahibi olduğunu ispatlamaktadır. Bu
yüzdendir ki, hikmet sahibi bir yaratıcının insanı yaratıp, onu akıl ve hikmetle donatıp güç
ve kuvvet bahşedip sonra onu hiçbir sorumluluk taşımadan, iyi ya da kötü yaptıklarının
hesabını vermeden istediğini yapmakta serbest bırakacağı düşünülemez. Çünkü insanın bu
dünyada işlediği tüm iş ve amellerin hesabını kesinlikle görecek olması yine O’nun
hikmetinin bir gereğidir. Bu ise, O’nun azgınlık edenlere haddini bildirip gadre
uğramışların kaybını tazmin etmesini, iyi amellerde bulunanlara mükafat, kötü amellerde
bulunanlara ceza verilmesini icap ettirir. Kısaca O’nun hikmeti icabı, herkes hesap vermek
üzere huzura çağrılacak ve kendisine şöyle denecektir: Çeşitli yeryüzü kaynakları ve
harika yetenekler ve bu mükemmel vücudun taşıdığı sen; ellerine verilmiş olan emaneti
nasıl kullandın?
Kafasız ve zalim bir dünya yöneticisinin memleket işlerini adamlarına emanet edip sonra
hesap sormayı unutması düşünülebilir. Fakat böyle bir şey Hakim ve Alim olan Allah’tan
asla beklenemez.
İşte, gök cisimleri üzerinde, bizi ahiret hayatının hem mümkün hem de zaruri olduğuna
ikna edecek şekilde düşünmenin ve müşahadelerde bulunmanın yolu ve delili budur.
68. Babalarının kendilerine emrettiği yerden (Mısır’a) girdiklerinde, (bu,) -Yakub’un
nefsindeki dileği açığa çıkarması dışı onlara Allah’tan gelecek olan hiç bir şeyi
(gidermeyi) sağlamadı. Gerçekte o, kendisine öğrettiğimiz için bir ilim sahibiydi. Ancak
insanların çoğu bilmezler.
dilerse o olur; insan hiçbir karşı-planla O’nun stratejisini (mekr) altedemez, olmasını
engelleyecek yahut oluşumunu değiştirecek herhangi bir önlem alamaz. Aksine, hep olan
odur ki, insan kendi amacı için devreye soktuğu ve kendi amacına hizmet edeceğine
inandığı bir çok vasıtanın sonunda kendi amacı aleyhine işlediğini, ilahi amaca hizmet
ettiğini anlayıverir. Hz. Yusuf’un kardeşleri onu kuyuya attıkları zaman, alınabilecek en
köklü tedbiri aldıklarını düşünüyorlardı. Oysa aslında Hz. Yusuf’u (a.s) Mısır’a yönetici
yapacak olan ilahi planın yolunu döşemekteydiler ve sonunda onun huzurunda boyun
bükeceklerdi. Aynı şekilde Aziz’in karısı da intikam almak düşüncesiyle Hz. Yusuf’u(a.s)
zindana göndermişti, fakat aslında ona Mısır’ın yöneticisi olma fırsatını sağlamış
olmaktaydı ve sonunda kendi apaçık günahını itiraf etmenin utancını yaşayacaktı.
tasarruf edebilme talebi, hayatın dini ve dünyevi şeklinde iki ayrı bölmeye ayrılması
teorisine yeni bir şey eklenmediğini göstermektedir. Aşağı-yukarı 3500 sene önce Şuayb
kavmi, bugün batılının ve batılılaşmış toplulukların ısrar ettikleri bölünmede (din-dünya)
ısrar etmişlerdi. Dolayısıyla batılı(laşmış)ların bu tür bir ayrımı evrimsel bir sürecin
sonucu olarak insan tarafından gerçekleştirilmiş zihni ilerleme fikriyle insanlığın
aydınlanma sının bir sonucu olarak görmeleri yanlıştır, batıldır. Çünkü ortada aydınlanma
yok, karanlık vardır; bugünün karanlığı da yine binlerce yıl öncesinin karanlığı kadar
yoğundur ve İslam geçmiş devirlerde olduğu gibi şimdi de bu karanlığın karşısındadır.
Muhatabı kesmemesi için ricada bulunuyor diye, kesmemezlik edemez; aksine şunu söyler: Bu organ artık senin vücuduna ait değil, çünkü çürümüş. Tabii bu söz, çürümüş organ fiilen o vücuda ait değil anlamına gelmez, ancak şunu içerir. Bu organ vücudun bir parçası olarak artık fonksiyonunu icra edemiyor. Görevlerini yerine getiren sağlıklı organlara bakarak, çürümüş organın artık bu vücuda ait olduğu söylenemez. İşte aynı şekilde Hz. Nuh’a (a.s) O senin ehlinden değil dendiğinde, oğlunun kendi öz sulbünden olmadığı söylenmek istenmemiştir. Bozuk ahlak ve muamelatı yüzünden artık senin salih ehlinden sayılamaz. Küfür ve iman çatışmasında kafirlerin safında yer alanları cezalandırmak üzere tufan geldiğinde, senin oğlun müminlerle beraber kurtulmayı reddetti. Bu, senin zürriyetinle kafirler arasında bir çatışma olsaydı durum farklı olurdu fakat bu salihlerle salih olmayanlar arasındaki bir çatışmadır ve tufandan salihler kurtulacaktır. İşte kastedilen şey budur.
bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, biz sizin
üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiç bir şey
Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık
bir kitapta (kayıtlı) olmasın.
Hûd- 10
Hûd – 5
Bu Allah’ın yollarınızı düzeltin diye
size lütfuyla tanıdığı mühletten ibarettir.
savamamışlardır.
inatçı ve dik kafalı kimselerdir.
ihsân (fazl) sahibidir;
ancak onların çoğu şükretmezler.
Yûnus- 60
yalnızca seslerini işitiyorlar,
tıpkı hayvanlar gibi kelimelerin seslerini
duyuyorlar; fakat kendilerine söylenene
kulak kabartmıyor, dikkat etmiyorlardı.