İçeriğe geç

Tavasin Kitap Alıntıları – Hallac-ı Mansur

Hallac-ı Mansur kitaplarından Tavasin kitap alıntıları sizlerle…

Tavasin Kitap Alıntıları

&“&”

Vecd, sırlarda ortaya çıkan bir heyecandır. Şevki meydana getirir ve vücudun organları vecd’den dolayı ürperir. Yahut kalbe doğan manevi düşünceler esnasında kişi vecdden dolayı hüzünlenir.
&‘Ayn’, onun çabalarının büyüklüğünü simgeler; &‘ze’, ziyaretlerinin gittikçe artmasını; &‘elif’, aldığı yolu, ikinci &‘ze’ ise onun ulaştığı yücelikteki yalnızlığını simgeler; &‘ye’, sonsuz acıya doğru yürüyüşünü ve &‘lam’, acı çekmekte direnişini simgeler.
Bir şey, ancak karşıtının yardımıyla kavranabilir. Kötünün ne olduğunu bilmeyenler iyinin ne olduğunu bilemezler.
Benim savım, içten olan’ın savıdır ve ben, aşk konusunda içten olanlardan biriyim. Beni sonsuza dek ateşiyle cezalandırsa da başkasına secde etmem ve başka bir kişinin ya da bedenin önünde kendimi alçaltmam.
Tanrı, nur olarak görünür. Bu inançların kökleri binlerce yıllık bir tarihe sahiptir. Eski Mısır’da Tot inancına göre ruhlar, parlak bir ışık kaynağı olan, ölümsüzlük yeri Zuhal yıldızından koparak, ölümlülük yeri dünyaya düşerler. Dünyada sınavdan başarıyla geçen ruh, Zuhal’e geri döner.
“Ama senin için ‘nerede’nin yeri yoktur.
Senin bağlı olduğun bir yer yoktur.”
Arardım gözlerimin anlamını toprakta
Ama bulamazdım onların gizinin adını.
Tanınmaz gecelerde, geçerlerken kuşlarım
Bekleyeceğim, karanlığı ışıtarak,
Yitik kaygılarımın başında
Yezidîlik, gerçekte vahdet-i vü­cut (varlığın birliği) inancına sahip bütün tasavvuf tari­katları gibi her şeyi bu arada Şeytan’ı da Tanrı sayan bir inançtır. Melek Tâvus dedikleri Şeytan yezîdiliğe göre, Tanrı’nın celâl (kızgınlık) niteliğinin varlaşmasıdır.
Hallac’a vecd hakkında soruldu. Hallâc şöyle ce­vap verdi: Vecd, sırlarda ortaya çıkan bir heyecandır. Şevki meydana getirir ve vücudun organları vecd’den dolayı ürperir. Yahut kalbe doğan manevi düşünceler esnasında kişi vecdden dolayı hüzünlenir.
Hallaç der ki; Kim kalbe gelen düşünceler esnasın­da Allah Teâlâ’yı manevi olarak murakabe ederse (ma­nevi olarak gözlemlerse) de Allah bütün organlarının hareketi esnasında onu masum kılar.
Yaratılmış olanların kavrayışı, gerçeklikle ilişkili değildir; gerçeklik de, yaratılmış olanlarla ilişkili değil­dir. Düşünceler, kişiye özgüdür; yaratılmışların bu öz­nellikleri gerçeklerle ilişkili değildir. Gerçeğin algılan­ması bu denli güçtür, ama Gerçekliğin gerçekliğinin al­gılanması bundan kat kat güçtür. Üstelik Tanrı, gerçek­liğin ötesindedir ve gerçeklik, Tanrıyı kapsamaz.
O, kendi içinde gördüğünden başka bir şey bildir­medi, kendi davranışının gösterdiği gerçek dışında bir şeyin örnek alınmasını buyurmadı. Kendisi, Tanrının varlığında bulundu, başkalarını da Tanrı’nın varlığına kavuşturdu.
Hallac-ı Mansur “Ene’l-Hak!.. Ene’l-Hak!.. Ene’l-Hak!..” (Ben Hakkım!) diye diye inlerdi. Halk ikiye bölündü. Bir kısmı zâhire göre hükmetti, Hallac-ı Mansur’u inkâr etti ve sözüyle dinden çıktığını ileri sürdü. Bir kısmı da Hallac-ı Mansur’un bu sözüyle benliğini reddettiğini ve Hakkı dilediğini savundu. Hallac-ı Mansur mahkemeye çıkarıldı, hapse atıldı, kendisine işkence edildi. “Ene’l-Hak deme! Hüve’l-Hak (Hak Odur) de!” dediler. Hallac, “Bizim için de Hak Odur!” dedi. İbn-i Atâ haber gönderdi: “Özür dile ki zindandan çıkarsınlar!” Hallac, “Ben ne dedim ki özür dileyeyim? Ben Halık’ı bırakıp halka yalvarmam!” dedi. Bir yandan da “Ene’l-Hak! Ene’l-Hak!” diye feryat ediyordu. Bağdat uleması Hallac’ın katledilmesi için fetva verdi. Nihayet fetva gereğince Hallac idam edildi.
O’nun buyruğundan kaçacaksan , hangi yolu tutacaksın kılavuzsuz, ey hasta insan? Filozofların düşünceleri, O’nun yüce aklının önünde ancak gevşek bir kum tepesidir.
Tanrı ona buyurdu: «Secde et!» O da şöyle dedi: «Senden başkasına secde etmem.» Tanrı dedi ki: «Lânetim senin üzerine yağsa bile mi?» O da şöyle de­ di: «Benim için, bir ceza değil bu.»
«Karşı çıkmamla, senin katıksızlığını onaylıyorum, aklım seni anlamıyor. Adem’in sana benzerliği nedir ve ben ki İblis’im, senden farkım nedir!»
Görkem Denizine düştü, kör oldu ve dedi ki:
«Sen­ den başkasına ulaşan yolum yok benim. Ben, alçak gö­nüllü bir aşığım.»
Tanrı şöyle dedi: «Kendini gurura kaptırdın.»
O da, şunları söyledi: «Aramızda bir anlık bir bakış olsaydı, bu, beni gururla ve buyurgan yapma­ ya yeterdi; ama seni sonsuz zamandan önce tanıyan, benim; &‘Ben ondan daha iyiyim’, çünkü sana daha uzun bir zaman boyunca hizmet ettim. Varlıkların iki türü içinde de, seni benden daha iyi tanıyan yoktur. Senin niyetin bende vardı, benim niyetim sende, bunların iki­ si de Adem’den önce vardılar. Senden başkasının önün­ de secde etsem de, etmesem de, aslıma dönmem kaçı­nılmazdır, çünkü sen beni ateşten yarattın ve ateş, ateşe döner; böyledir senin kurduğun denge, verdiğin karar.
«Senden uzak olmak diye bir şey yok benim için, çünkü biliyorum uzaklığın ve yakınlığın bir olduğunu.
«Terkedildiysem, benim gözümde, beni terkedişin benim yoldaşım olmuştur; işte bu yüzden, terketmek ve gerçek aşk, daha da birdir.
«Senden başkasının önünde secde etmeyen bu vaz­ geçmez tapınmacı için uygun gördüğün Yargı’yla ve Erişilmez Öz’ünle yücesin sen!»
Yaratılmış olanların kavrayışı, gerçeklikle ilişkili değildir; gerçeklik de, yaratılmış olanlarla ilişkili değil­ dir. Düşünceler, kişiye özgüdür; yaratılmışların bu öz­ nellikleri gerçeklerle ilişkili değildir. Gerçeğin algılan­ ması bu denli güçtür, ama Gerçekliğin gerçekliğinin al­ gılanması bundan kat kat güçtür. Üstelik Tanrı, gerçek­ liğin ötesindedir ve gerçeklik, Tanrıyı kapsamaz.
&”Ey müslümanlar, beni Allah’tan kurtarınız… Allah benim kanımı size helâl kılmıştır; beni öldürünüz..
Belirli ad, belirsiz ada ilişkin anlayışın içindedir ve belirsiz ad, belirli ada ilişkin anlayışın içindedir. Belirsizlik, ermişin işaretidir, bilgisizlik de onun yöntemi.
O, beni yalıtladı, bana kendimi unutturdu, beni alt üst etti, beni kovdu, cennetliklere karışmayayım diye. Onu kıskanışım yüzünden beni öbürlerinden uzaklaştırdı. Benim biçimimi
bozdu, çünkü beni şaşkınlığa düşürdü; beni şaşkınlığa
düşürdü, çünkü beni sürgün etti. Ona yaptığım hizmetten dolayı beni sürgün etti; ve kendisine yakınlığımdan
dolayı, beni, yasaklanmış bir duruma koydu. Onun görkemini övdüğüm için, benim değersizliğimi sergiledi.
«Senden uzak olmak diye bir şey yok benim için,
çünkü biliyorum uzaklığın ve yakınlığın bir olduğunu.
Seni nasıl yüceltmeliyim, bilmiyorum.»
Hangi niyetlerin uygun olduğu konusundaki yaygın sözlere karşı anlayışın anlayışına sahip olan
kimse için.
Akıl seni, zaman içinde belirli bir varoluşun
içine yerleştiremiyor,
Ama senin için «nerede»’nin yeri yoktur
Senin bağlı olduğun bir yer yoktur.
Benlik, bir öznedir; ama belirlenmiş nesne de, ger­çekte bir öznedir; öyleyse nasıl belirlenir?
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
Yabancı, çöle girdi ve onu geçti ve kucakladı, tü­münü içine aldı. Ne dağda, ne ovada, alışkın olduğu ya
da yararlı bir şey bulmadı.
Sendedir benim ulaştığım, sanadır kendimi sürükleyişim.
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
Bilginlerin en dikkatlileri, İblis konusunda sessiz kaldılar; ermişler öğrenmiş oldukları şeyi bildirme gücünü kendilerinde bulamadılar. İblis, tapınmada onlardan kararlıydı ve Öz’ün Dışavurumuna onlardan daha yakındı.
Ama önceden kötünün ne olduğunu bilmeyenler, iyinin ne olduğunu bilemezler.
Yoldaşım ve öğretmenimdir İblis’le Firavun.
İblis şöyle dedi: Beni (Adem’e) secde etmekten alıkoyan, Tek Sevgili’ye bağlılığımı bildirişimdi."
Cennetin halkı içinde, tekliğe en çok inanan ve en çok tapınan, İblis’ti.
Tanrı Tanrı’dır. Evren de evren.
Hiç önemi yok!
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
gösterişli davranışlar, kişilerin işidir;
konuşma ise, yalancıların ilgi alanı; derin düşünme, umutsuz insanların yaptığı şeydir…
Benim Tanrı’yla ilişkimi yadsıyan kişi, beni görmemiştir ve sapkın der bana.
Yoldaşım ve öğretmenimdir, İblisle Firavun.
**
Ben öldürülsem, çarmıha gerilsem, ellerim ve
ayaklarım kesilse; yine de sözlerimden asla geri dönmezdim.
Tûr’un yamacında Musa, İblis’le karşılaştı ve ona sordu: «Ey İblis, secde etmekten seni alakoyan neydi?
O da, şöyle dedi: «Beni secde etmekten alakoyan, Tek Sevgili’ye bağlılığımı bildirişimdi; eğer secde etseydim senin gibi olurdum; çünkü senden, «dağa bak» diye yalnızca bir kez istekte bulunuldu, sen de baktın. Bana gelince, benden Adem’e secde etmem bin kez istendi, ama secde etmedim; çünkü bildirdiğim niyete bağlı kaldım.
Cennetin halkı içinde, tekliğe en çok inanan ve en çok tapınan, İblis’ti.
Hayallerden kendini uzak tut
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Akıl seni, zaman içinde belirli bir varoluşun içine yerleştiremiyor…
Reddedin yaratılmış varlığınızı, Tanrı olursunuz, O da siz; gerçeklik olarak.
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
Gerçeklik, çok gizlidir, açıklanamaz; ona giden yollar dar…
Sen, kendine tapılabilecek tek varlık­sın.
Ama insanoğlu, dolaylı tanıklığa başvurur, sığınağa kaçar, kıvılcımlardan korkar, niyeti bozulur ve yoldan çıkar.
Tanrı ona buyurdu: <Secde et!> O da şöyle dedi:<Senden başkasına secde etmem.> Tanrı dedi ki: <Lanetim senin üzerine yağsa bile mi?> O da şöyle dedi: <Benim için bir ceza değil bu.>

<Karşı çıkmamla, senin katıksızlığını onaylıyorum, aklım seni anlamıyor. Adem’in sana benzerliği nedir ve ben ki İblis’im, senden farkım nedir!>

Senden uzak olmak diye bir şey yok benim için, çünkü biliyorum uzaklığın ve yakınlığın bir olduğunu.
Beni sonsuza dek ateşiyle cezalandırsa da başkasının önünde secde etmem ve başka bir kişinin yada bedenin önünde kendimi alçaltmam, çünkü onun karşısında bir varlık tanımıyorum! Benim savım, içten olanın savıdır ve ben aşk konusunda içten olanlardan biriyim."
Ve benim sınırım O’nun varlığı üzere olmuştur.
Sıradan halkın düşüncesi, kuşkular denizine batar;
seçkinlerin düşüncesi, kavrayışlar denizine. Ama bu iki deniz kurur ve gösterdikleri yollar silinir; bu iki düşün­ ce yiter ve iki sütun devrilir; yokluk, kanıt ve bilginin iki dünyası kaybolur.
Bir şey, ancak karşıtının yardımıyla kavranabilir;
tıpkı ince ak ipek kumaşların, siyah kıllarla birlikte do­ kunabilmesi gibi. Bundan dolayı Melek, iyi işleri gös­terir ve der ki &‘Bunları yaparsanız ödüllendirilirsiniz.’ Ama önceden kötünün ne olduğunu bilmeyenler, iyinin ne olduğunu bilemezler.
Söylemimden dolayı, beni basit bir ihram giymeye zor­ ladı. İçgörüyle Onu keşfettiğim için beni bıraktı. Bir’li- ğin içinde olduğum için beni açığa vurdu; beni kesip attığı için, birleştirdi. Beni kesip attı, çünkü isteğime engel olmuştu.
Tanrı tarafından görülmekle Tanrı’yı gördü.
Arınmışlığı sordu bana, şöyle dedim: «Kes kanat­ larını, yokoluş makasıyla. Madem beni izleyemiyor- sun.»
Eğer İyi Yönlendirilen, dolaylı bilgiyle hoşnut kı- lınsaydı, aynı yolu arayan bir kimse, dolaylı bir belir­ tiyle yetinmez olur muydu?
Tanrı, yarattıklarına kendisini teslim etmedi.
O anımsandı ve anımsanır «önce» den ön­ce, «sonra»’dan sonra, özlerden ve niteliklerden önce.
Tanrı, Şeytan’a sordu:
-Secde etmiyor musun, ey alçak!
O da, şunu söyledi:
-Daha doğrusu,aşık
demeliydin. Aşıklar hor görülür; bu yüzden, beni alçak, aşağılık diye adlandırıyorsun.
Tûr’un yamacında Musa, İblis’le karşılaştı ve ona sordu:
-Ey İblis, secde etmekten seni alıkoyan neydi?
O da, şöyle dedi:
-Beni secde etmekten alakoyan, &‘Tek Sevgili’ye bağlılığımı bildirişimdi; eğer secde etseydim senin gibi olurdum; çünkü senden, &‘dağa bak’ diye yalnızca bir kez istekte bulunuldu, sen de baktın. Bana gelince, benden Adem’e secde etmem bin kez istendi, ama secde etmedim; çünkü bildirdiğim niyete bağlı kaldım.
Musa dedi ki:
-Buyruğa karşı geldin.
İblis şöyle yanıtladı:
-Bir sınavdı o, buyruk değil.
Cennetin halkı içinde, tekliğe en çok inanan ve en çok tapınan, İblis’ti.

Tanrısal Öz, İblis’in karşısında belirdi. İblis, gönül gözüyle bir kez bile ona bakmaktan alıkonuldu; İblis, sofuca bir yalıtmayla tapınmaya başladı Sevilen Bir’e.

Tanrı ona buyurdu:
-Secde et!»
O da şöyle dedi:
-Senden başkasına secde etmem.
Tanrı dedi ki:
-Lânetim senin üzerine yağsa bile mi? O da şöyle de di:
-Benim için, bir ceza değil bu. Karşı çıkmamla, senin katıksızlığını onaylıyorum, aklım seni anlamıyor.

Mansur, Tanrı’nın, Muhammed’in yüreğini nurlandırdığını (yüreğin kutsallığı), yine Muhammed’in ve kendisinin ağzından konuştuğunu (sözün kutsallığı) savlamaktadır. Yüreğin (gönlün) ve dilin (sözün) kutsallığı, Eski Mısırda da kabul edilmiştir:

«Ptah, yaratmak istediği tanrılar ve varlıkları, ilk önce kalbinde tasavvur etmiş ve dille (kelamıyla), arzuladığı şeylerin olmasını sağlamıştır. Böylece Ptah’ın değişik görüntüleri olan tanrılar dünyaya gelmişlerdir… Ptah’la birlikte dilin ve kalbin diğer organlardan üstün olduğu ve insan düşüncesinin merkezinin kalp olduğu, onun tasavvurunu dilin yürürlüğe koyduğu düşüncesi yerleşmiş oldu… Karnak’taki Amon tapınağında Ptolemeler devrinden (M.Ö. 306-168) kalma bir metin, bize Tanrı Ptah’ın, gerçekleşmesi gereken şeyler için &‘Ol’ deyince hemen gerçekleştiğini iletmektedir. Bu da, Tanrı’nın, kalbiyle tasavvur ettiğini kelamıyla yürürlüğe koyduğunu göstermektedir. "

Harflere kutsallık yükleme, onlardan anlamlar çıkarma demek olan Hurufilik, Pitagoras’çılığa ve Yahudi Kabala’sına dayanmaktadır. Bu anlayışa göre, elif harfi, «Allah» adının ilk harfi olup, Tanrı’nın varlığını simgeler. Tüm harfler ve biçimler gibi elif de, noktanın uzantısı olduğundan, Tanrının ilk belirmesi (madde dünyasında görünmesi) nokta biçimindedir. "
Ey güvendiklerim beni öldürünüz benim ölümümde hayatım vardır."
Önceden kötünün ne olduğunu bilmeyenler, iyinin ne olduğunu bilemezler."
Bir şey ancak karşıtının yardımı ile bilinebilir."
Reddedin yaratılmış varlığınızı, O(tanrı) olursunuz, O da siz.
Siz bilmeyenler, bir tutmayın &‘Benim’ ile Tanrısal &‘Ben’ i ( ne şimdi, ne gelecekte, ne de geçmişte).
Tüm bilgi, Onun okyanusundan tek bir damladır; tüm akıl onun ırmağının yalnızca bir avuç kadarı; tüm zamanlar onun Yaşamının yalnızca bir saati.
Musa dedi ki: «Buyruğa karşı geldin» İblis şöyle yanıtladı: «Bir sınavdı o, buyruk değil.» Musa dedi ki:
«Ama suretini değiştirdiğinde günah işlemiş olmadın mı?» İblis yanıtladı: «Ey Musa, bu, görünüşlerin ya- nıltmacasından başka bir şey değil; ruhsal durum buna bağlı değildir, buna göre değişmez. Tanrısallık bilgisi, başlangıçtaki gibi, doğru kalır; bireyler değişse bile, o değişmez.»
Beni o kadar yaklaştırdın ki sana;
seni, ben sandım…
Tanrı, kutsal ülkeye indi ve Cebrail’e, dünyanın dört bucağından toprak getirmesini buyurdu: Toprak, hava, ateş ve su. Onlarla bir adam yaptı ve kendinden ona bir ruh bağışladı. Sonra Cebrail’e, Adem’i Cennet’e yerleştirmesini buyurdu, orada meyveyle bütün yeşil bitkileri yiyebilsin diye; ancak buğday yemesi yasaktı.
Yüz yıl sonra Ta’us Melek, Tanrı’ya dedi ki: «Adem, nerede ve nasıl üreyip çoğalacak?» Tanrı ona «Yetki ve yönetimi sana bırakıyorum bu konuda» dedi. O za­man Melek Tavus, gidip Adem’e sordu: «Hiç buğday yedin mi?» O da yanıtladı: «Hayır, çünkü Tanrı bunu bana yasakladı, &‘Ondan yememelisin’ dedi» Melek Ta’us şöyle dedi ona: «Yesen, senin için çok daha iyi olur.» Ama Adem’in, yedikten sonra karnı şişti, ve Ta’us Melek onu Cennet’ten çıkardı, ve bıraktı, ve göğe
çıktı. O zaman Adem, karnının şişkinliği yüzünden acıyla kıvrandı, çünkü bedeninde çıkış deliği yoktu. Ama Tanrı bir kuş gönderdi, o da Adem’in bedeninde bir çıkış deliği açtı, böylece Adem rahatladı. Ve Cebra­il yüz yıl ona görünmedi, ve o mutsuz oldu, ağladı. O zaman Tanrı, Cebrail’e buyurdu ve o gelerek Adem’in sol koltuk altından Havva’yı yarattı.
Bize khass (marul) ha­ram kılınmıştır, çünkü kadın peygamberimiz olan Khassa’nın adını anımsatmaktadır; kuru fasulye de ha­ramdır, koyu mavi boya kullanmamız yasaktır; Yunus peygambere saygısızlık etmiş olmamak için, balık ye­memiz haramdır; Ceylanları da yemeyiniz, çünkü onlar peygamberlerimizden birinin sürüsü olmuşlardır. Ayrı­ca, Şeyh ve müritleri, tavuskuşuna saygısızlık etmemek için, horoz da yemeyiniz; çünkü tavuskuşu, daha önce sözü edilen yedi tanrıdan biridir ve biçimi horozu andı­rır. Yine Şeyh ve müritleri, helvacıkabağı yemekten sa­kınınız. Bundan başka, ayakta işemek, ya da oturmuş haldeyken giyinmek, ya da Müslümanların yaptığı gibi helada taharetlenmek, ya da onların banyolarında gusül etmek, bize yasaklanmıştır.
Ben öldürülsem, çarmıha gerilsem, ellerim ve ayaklarım kesilse; yine de sözlerimden asla geri dön­mezdim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir