İçeriğe geç

Taş ve Gölge Kitap Alıntıları – Burhan Sönmez

Burhan Sönmez kitaplarından Taş ve Gölge kitap alıntıları sizlerle…

Taş ve Gölge Kitap Alıntıları

Peygamberlere verilsin âlemin sırrı, ben yalnızca kendi sırrımı bilmek istiyorum.
Hatırlamak, seni hatırlamaksa anlamlı. Başka hatırlama istemiyorum.
Gökte her insanın bir yıldızı varmış, burada öyle diyorlar. Bir tek benim yıldızım kayıp, yerini yitirmiş, boşlukta dolanıyor.
“Tanrı varsa ölüm yoktu.Ama Tanrı yoksa ölüm tek hakikat hâlini alırdı.”
Bilmek dünyanın kolay işi artık, çağımız o meseleyi bilim ve teknikle çözüyor, şimdi insanlar hissetmenin sırrına ermek ihtiyacında.
Biliyor musun, bundan sonra seni düşünürken kafamın içinde endişe yarasaları uçuşmayacak.
İnsan ancak bulunca aradığının ne olduğunu anlıyormuş.
Bazı şeylerin nedenini bilmeyiz, yalnızca yaşarız. Denizi sevmek gibi, rakı içmek gibi, aşka düşmek gibi.
Sen uzun uzun konuşunca öyle mutlu oluyorum ki, her seferinde, keşke bütün ömrüm boyunca yanımda kalıp böyle konuşsa diyorum.
İnsan denizi görmeden ölmemeliymiş diye düşündü.
Hayattaki zamanı anlamak zor, rüyadaki zamanı anlamaksa imkânsızdı.
.. bir an onun gözlerinde kendisine benzeyen bir bakış yakaladı, sevgi denen cevherin insan bedeninde çoğalıp başka bedenlere aktarıldığına dair bir bakış.
Bazen kötü şeyler de insanları birbirlerine yakınlaştırır.
Hani yaşlıların geçmişi, gençlerinse geleceği uzundu? Ne oldu gençlerin geleceğine?
Su içebilen herkes zemzem de içebilir, şarap da içebilir.
Hani, dedi, yaşlıların geçmişi gençlerinse geleceği uzundu? Ne oldu gençlerin uzun geleceğine? Ben bile zamanın ipine tutuna tutuna yaşlılığa erdim de bu çocukların ne bugünü ne yarını belli. Diriyken de ölü gibiler, parmaklarının arasındaki zamanın ipi ha koptu ha kopacak. Yakında bu mezarlıkta genç ölülerin sayısı yaşlıların sayısını geçecek neredeyse.
Gerçek, sevgi gibiydi, önce hissetmek sonra anlamak gerekirdi.
İnsan geceleyin kendisiyle yalnız kaldığında hissederdi saf sızıyı.
Herkesin ruhuna uygun mezartaşı yaptığını söylediler. Bana da yap bir tane. Benim mezartaşım şunu söylesin kainata: Tanrı’nın tek kötülüğü, var olmamasıdır. Buna göre bir mezartaşı yap.
Bu ülke aslında cehennem, biz öldükten sonra cehenneme düştük, günahlarımızın cezasını çekiyoruz. Buradan çıkış da mümkün değil.
Peygamberlere verilsin alemin sırrı, ben yalnızca kendi sırrımı bilmek istiyorum. Neden bundan mahrumum?
’68 gençliği Paris’ten bütün Avrupa’ya yayılan eylemlere giriştiğinde İstanbul’daki gençler Deniz Gezmiş’in önderliğinde hazır bekliyordu. Gençler üniversiteleri işgal ettiler, polisle ve sağcı gruplarla çatıştılar. İstanbul’a gelen Amerikan 6. Filosu’nu sağcı öğrenciler sahilde namaz kılarak karşılarken Deniz Gezmiş ve arkadaşları askerleri tek tek yakalayıp denize attılar. Deniz Gezmiş efsaneydi, tehlikeliydi ve sık sık hapse giriyordu. Adı ülkenin küçük köylerinde bile ermiş gibi anılıyor, insanlar bir evliyayla karşılaşmış gibi her yerde onu gördüğünü söylüyordu. Yeni doğan çocuklara kız olsun erkek olsun onun adı veriliyordu. Deniz, hedefini her geçen gün daha ileriye yerleştiriyor, sınırı geçerek Filistin’deki mücadeleye katılıyordu. CIA de peşindeydi. Tarihin en ünlü CIA ajanlarından Aldrich Ames Türkiye’ye atandığında Deniz Gezmiş’in bir ev arkadaşını etkisine alıp onun aracılığıyla yakın takibe geçmişti. Ülkedeki politik gündem onun adının etrafında dönüyordu. Deniz Gezmiş, elli yıl önce kurulan Cumhuriyet’in başka bir evreye geçmesi gerektiğini, yoksulların daha fazlasına, sosyalizmin eşitliğine ihtiyaç duyduğunu söylüyordu. Askerler 1971’de yeni bir darbe yapınca, Deniz Gezmiş’in bir numaralı hedef tahtasına yerleştirilmesi şaşırtıcı değildi. Bütün ülkeye afişleri asıldı, başına para ödülü kondu. Hayatında hiç cinayet işlemediği halde yakalanır yakalanmaz idama mahkum edildi. Deniz Gezmiş arkadaşlarına, idama giderken son isteğinin çay içmek ve Rodrigo’nun Gitar Konçertosu’nu dinlemek olduğunu söyledi ve hep bu anı bekledi. Onu gece yarısında uyandırdılar. Hücresinden alıp başgardiyanın odasına getirdiler. Kağıt kalem verdiler. Deniz Gezmiş veda mektubunda, Baba, annemi teselli etmek sana düşüyor, dedi ve ekledi, önemli olan çok fazla yaşamak değil, yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir. Bu nedenle ben erken gitmeyi normal karşılıyorum. Yaşı yirmi beşti.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Mezopotamya Ovası boyunca yayılan ve Pers Körfezi’nden Akdeniz’e kadar uzanan topraklar tarıma, yazıya ve tekerleğe analık etmişti. Burada Gılgamış Destanı yazılırken Greklerin atası Homeros daha doğmamıştı. Su kanalları, ticaret yolları ve dünyanın yedi değil on yedi harikasını inşa ediyorlardı. Adları Sümer’di, Babil’di, Asur’du ve nasıl olduysa aradan geçen çağlarla onların yerini bu topraklardaki çıplak, cahil, yoksul insanlar aldı.
Şimdi sokağın başından birileri gelip bu kalabalığa ateş açsa, yetmez, devam edip aşağı gitse diğer sokaktakileri de öldürse, o da yetmez, bütün şehri öldürse ve ölülerin evlerine girip altınlarını ve kızlarını alsa ve bundan da mutluluk duysa, savaş öyle bir şey
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kavga tanıdığın insanlarla yapılır, savaşta ise tanımadığın insanları öldürürsün.
“Hangisi çoban yıldızı?” Dedi.
“Şurada,tepenin tam ortasından yukarıya doğru bak, oradaki parlak yıldız.
“Şu gümüş renkli yıldız mı?”
“Evet, o”
“Sen nereden biliyorsun?”
“Bilmesi kolay, o gümüş yıldız çok parlaktır. Daima güneşin olduğu taraftadır, akşam batıda sabah doğuda görünür. Güneşten ayrılmaz.”
“Basitmiş.”
“Evet basit,” dedi Avdo. “Ben de senden öyle ayrılmam işte.”
Hani , dedi, yaşlıların geçmişi gençlerinse geleceği uzundu? Ne oldu gençlerin uzun geleceğine? Ben bile zamanın ipine tutuna tutuna yaşlılığa erdim de bu çocukların ne bugünü ne yarını belli. Diriyken de ölü gibiler, parmaklarının arasındaki zamanın ipi ha koptu ha kopacak.
“Belki de,” dedi Sarışın Denizci, “bazı şeylerin nedenini bilmeyiz yalnızca yaşarız. Denizi sevmek gibi, rakı içmek gibi, aşka düşmek gibi.”
Bu ülke aslında cehennem, biz öldükten sonra cehenneme düştük, günhlarımızın cezasını çekiyoruz. Buradan çıkış da mümkün değil.
Sahip olunca güzelliği ele geçiriyorsun, sonra güzellik sıradanlaşıyor.
Radyoda adları sayılan otuz üç şair, yazar ve türkücü artık Sivas ölüleri olarak bilinecekti. Ömürlerini kitap yazarak veya türkü söyleyerek geçirmiş, ölüme ummadıkları bir günde yakalanmışlardı. Pir Sultan Abdal şenliğine katılmak için gittikleri Sivas’ta, Cuma namazından çıkan on bin kişinin saldırısına uğramışlar, kaldıkları otelin ateşe verilmesiyle can vermişlerdi. Devlet yöneticileri, ellerinde benzin bidonlarıyla oteli kuşatan kalabalıktan ziyade saldırıya uğrayan aydın ve sanatçıları suçlamış, bazı gazeteler yeni yapılan Pir Sultan Abdal heykelinin halkın dini hassasiyetlerini zorladığından söz etmişti. Yaşasın Şeriat! sloganları eşliğinde tutuşturulan ateşin ve Sivas’ın sokaklarında sürüklenen heykelin görüntüleri televizyon ve gazetelerde yayınlandığında bütün ülke sarı hummaya tutulmuşçasına ürperdi.
Işık ya da karanlık değil, hava ile toprak değil, su ile ekmek hiç değil, hayatın gerçek efendisi ateştir
Albay idam sehpasına çıkarken cellada değil yanıbaşındaki ulu kavağa baktı. Karısına yazdığı mektuptaki kararlı sözleri kendi kendine yineleyerek, Hiçbir şeyin sonu gelmiş değildir, dedi.
Allah yardımcımız olsun, kimbilir memleket ne zaman huzura erecek?
Eskiden köyde çocuklara İsmet adı verilirken artık Adnan adı konuyordu.
Peygambersiz insan mı olurmuş?
Olur elbette, sen peygamberi olanlara da bakma, çoğunun asıl inandığı yalnızca kendileridir de herkesten gizlerler.
Diriler bazen iyidir, ölüler ise sonsuza kadar iyidir.
Gavsono, mülteci demek. Kendi toprağından kopan, başka toprağa savrulan kişiye denir. Rüzgarın önündeki yaprak gibi. Toprağını yitirmek belleğini yitirmektir.
Savaşta da hayatlar altüst hale gelir. Aileler, şehirler, devletler dağılır. Sonra bir gün savaş bittiğinde artık hiçbir şey eskisi gibi değildir.
Çocukluğunu hatırlamayan, kendisini bilemez.
İnsanların mahrum kılındığı bilgiler içinde insan kalbinden daha anlaşılmazı yoktur.
HOMEROS, Odysseia.
Sen Hakk’ı yabanda arama sakın / Kalbini pak eyle, Hak sana yakın, diyen Pir Sultan’ın sözleri o günden bugüne yayılmaya devam etti, tıpkı ondan duyulan korkunun devam etmesi gibi.
Kızım, insan iki yerde gelecekten emin olamaz, bir hapishanede bir de hastanede.
Mutluluk kısa, mutsuzluk uzun, kederse sonsuzdu şarkılarında.
İnsan bu hayatta çaresiz kalınca varlığını yitirir, bir gölgeye dönüşür, İsa da kendisini bir gölge sanıyordu. O gölgenin hiçbir şeyi yoktu, yalnızca bir kalpten ibaretti. Acı çekiyor, umut ediyor, özlüyordu.
Tanrı varsa ölüm yoktu. Ama Tanrı yoksa ölüm tek hakikat halini alırdı. Cevap ölümün bağrındaydı, kimbilir?
Senin kısmetin şimdi bir yerde duruyormuş seni izliyordur, kaderin senin için yazdığı zamanı bekliyordur.
İnsan ancak bulunca aradığının ne olduğunu anlıyormuş.
İkiniz de sevdiniz. Ablam kaybetti de sen kazandın mı sanki?
İnsan yarın neler yaşayacağını bilemiyor.
Babalar oğullarının kendileri gibi olmasını ister ama onları tanımazlardı, ya oğullar babalarını ne kadar tanırdı?
Gelenek kader demekti bozkırda. Mikail Ağa, elini kana bulamış, Ankara’da kaçak hayatı yaşamış, celladın soğuk tırnağına bir güz gecesi yakalanmıştı.
Her şarkıda geçmişe daldı, hayaller kurdu. Hayalleri de gecmişle ilgiliydi, geleceği olmadığını hissettiğinden hayallerinde geleceğe yer veremiyordu.
Tarağın üzerindeki şahmeranın gülümsemesine bakıp mutlu oldum. Onun bana gülümsemediğini ise geç anladım. Kaderim bana oyun oynadı. Dilerim şahmeranın gülümsemesi senin içindir.
Şimdi senin ihtiyacın olan siyah ölüm ise sabretmek, her tür belaya karşı ümidini yitirmemekti. Canım kardeşim, siyah ölüm senin sınavındır, bu dünyada sabırla yaşadın, bundan sonra da sabrederek yaşayacaksın.
insanı yücelten dört tür ölümden söz ederdi. Yeşil ölüm var olanla yetinmek, kızıl ölüm kendi benliğine karşı mücadele etmek ve beyaz ölüm dünya malından uzak durmaktı.
Mevlana Hazretleri bir gün kuyumcular çarşısından geçerken çekiç seslerindeki müziği duymuş, olduğu yerde kollarını açıp devran dönmeye başlamıştı. Yobazların onu kınamasının, onu günahkâr saymasının değeri yoktu. Mevlana’nın bize gösterdiği gibi gerçek her an, her yerde bulunabilirdi.
-Çok şey öğrensem de kendimi hiç bulamamaktan korkuyorum.-
-Başımın üstü yıldızlarla kaplı. Gökte her insanın bir yıldızı varmış, burada öyle diyorlar. Bir tek benim yıldızım kayıp, yerini yitirmiş, boşlukta dolanıyor. Ben kendi yıldızımı arıyorum.-
-Hayaller gerçeklerden daha hızlıydı, ama gerçeklerin hayallere umulmadık yollardan yetişme becerisi vardı.-
-İnsan kendisine darılır mı?-
-İnsanlar neye göre dost seçer? Bu soruyu ara sıra düşünürüm ama cevap bulamam.
– Belki de dedi Sarışın Denizci, bazı şeylerin nedenini bilmeyiz, sadece yaşarız. Denizi sevmek gibi, rakı içmek gibi, aşka düşmek gibi.
-Öleceği yeri bulmuştu. Ömrü boyunca yaşayacağı yeri bulmaya dolanıp dururken asıl öleceği yeri aradığını anladı.-
-İnsan bu hayatta çaresiz kalınca varlığını yitirir, gölgeye dönüşür.-
Ne yapabilirdi ki Reyhan? Kötüler her yandaydı ve kalabalıktı. Onlar dağın taşıyla, ovanın kuşunu vururlardı. Dağ taş onların değil, ova kuş onların değil, yine de her şeye göz koyarlardı. Yüz yıldır, bin yıldır aynıydılar. Kötü kalpli ve kurnazdılar.
Avdo, diriler bazen iyidir ölüler ise sonsuza kadar iyidir, ben buna inanarak mezartaşı yaparım.
Ben senden yalnızca iki şey isterim, iyi biri olmanı ve çalışkan olmanı. İnsana bu yaraşır.
Peygambersiz insan mı olurmuş?
Olur elbette, sen peygamberli olanlara da bakma, çoğunun asıl inandığı yalnızca kendileridir de herkesten gizlerler.
Acı çekiyor, umut ediyor, özlüyordu. Senin de öyle olmanı istemiyordu. Ateşe yalvarıp seni o kadar çok peygambere emanet etti ki, herhalde içlerinden biri sana göz kulak olacaktır.
İnsan bu hayatta çaresiz kalınca varlığını yitirir, gölgeye dönüşür.
Bizim yaptığımız her şey ölüler içindir, eğer ev yaparsak orası içinde oturanlara mezar olur. Biz ev yapmayız, ev ustaları da mezar yapmaz, yoksa sanatımıza lanet bulaşır.
Ya ölmüş de kendimizi hâlâ canlı sanıyorsak?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir