İçeriğe geç

Sürgünden Soykırıma – Ermeni İddiaları Kitap Alıntıları – Yusuf Halaçoğlu

Yusuf Halaçoğlu kitaplarından Sürgünden Soykırıma – Ermeni İddiaları kitap alıntıları sizlerle…

Sürgünden Soykırıma – Ermeni İddiaları Kitap Alıntıları

2004 yılında merkezi Viyana’da bulunan Viyana Ermeni Türk Platformu’nun her iki ülke bilim adamlarını bir araya getirme teşebbüsü, Temmuz 2004’te 100’er belge değişimi gerçekleştirilmiş olmasına rağmen, Ermeni tarafının, muhtemelen Türk tarafınca verilen dosyanın Ermeni iddialarını çürütecek nitelikte olması dolayısıyla, toplantıdan son anda vazgeçmesi üzerine başarısızlıkla neticelenmiştir.
Başlangıçta 600 binlerle ifade edilen, daha sonra 800 bin’e, bir milyona v nihayet 1.5 milyona çıkarılan Ermeni kayıplarına karşılık, savaş sonrasında ölmediği belirlenen ve değişik ülkelere göç etmiş bulunan bir milyon ikiyüz bin kişi tespit edilmiştir.
Ermeni tehciri sırasında görevini kötüye kullanan 1673 memur hükümet tarafından mahkemeye verilmiş. Yargılamalar sonucunda 67 kişi idama,524 kişi hapse,68 kişi kürek,para,paranga ve sürgün cezalarına çarptırılmıştır. Mahkeme kararları da gösteriyor ki hükümetin Ermenilerin iddia ettiği gibi soykırım düşüncesinde olmadığını ortaya koyuyor.
Zorunlu göçten, Ermeni örgütlerine destek vermeyen Ermeniler, sanatkârlar, iş adamları, askeri personel, yaşlı kadın ve erkekler ile kimsesiz çocuklar, Protestan ve Katolik Ermeniler muaf tutulmuştur.
Ermenilerin, yürüttükleri faaliyetler ile kendi ülkelerine karşı dış güçlerle işbirliği yapmaları techir gibi bir kararın alınmasında önemli bir rol oynamıştır.
Madde 1- Nakli gereken halkın sevk edilmeleri, o bölgedeki devlet memurlarınca yerine getirilecektir.

Madde 2- Nakledilecek Ermeniler, bütün kıymetli taşınabilirlerini ve hayvanlarını birlikte götürebileceklerdir.

Madde 3- İskan bölgelerine sevk edilen Ermenilerin, yolculukları sırasında, can ve mallarının korunması, yiyeceklerinin ve rahatlarının sağlanması, yolları üzerinde bulunan vilayet görevlilerine aittir. Bu konudaki herhangi bir gecikme ve ihmalden her kademe devlet görevlileri sorumludur.

Madde 4- İskan bölgelerine varan Ermeniler, durum ve şartlara göre, ya bireysel olarak mevcut köy ve kasabalara eklenecek evlere veya hükümet tarafından belirlenecek köylere yerleştirilecektir. Yeni kurulacak köylerin sağlığa zararlı olmayacak ve ziraatin yapılabilecek yerlerde kurulmasına bilhassa dikkat edilecektir.

Madde 5- İskan bölgelerinde, şayet köy kurulması için boş veya boşaltılmış devlet arazisi bulunamazsa, devlete ait çiftlik ve köyler bunun için tahsis edilecektir.

Madde 6- Ermenilerin yerleştirilecekleri köyler ve kasabalar ile yeniden kurulacak köylerin sınırlarının, Bağdat demir yoluna 25 km uzakta bulunması şarttır.

Madde 7- İlave suretiyle köy ve kasabalara yerleştirilen Ermeniler ile yeni kurulan köyde iskan edilenlerin nüfus kayıtlarına esas olacak şekilde, her bir ailenin ismi, tanındıkları lakapları, hangi sanata sahip oldukları, iskan bölgesine ne zaman geldikleri, ayırt edilmeksizin bütün bireyleri tek tek kaydedilerek defter haline getirilecektir.

Madde 8- Kararlaştırılan yerleşim bölgesine ulaşan bir kimsenin, bağlı bulunduğu komisyonun bilgisi olmaksızın ve devletin güvenlik güçlerinden belge almaksızın başka bölgelere gitmesi yasaktır.

Madde 9- Kararlaştırılan bölgelere ulaşan ahalinin, yerleştirilinceye kadar yiyecek ve içeceklerin temini, muhtaç durumda bulunanların evlerinin yapılması, muhacirin tahsisatından karşılanmak üzere kesin olarak hükümetce yerine getirilecektir.

Madde 10- Yiyecek-içeceklerinin temini, yerleştirilmeleri ve bununla ilgili uygulamaları ile halkın sıhhatli komutanı da itina gösterilmesi, ayrıca sevk edildikleri için gönüllerini hoş tut olması, bulundukları bölgenin en üst düzeydeki idarecileri başta olmak üzere Muhacirin Komisyonuna aittir. Muhacirin Komisyonu bulunmayan yerlerde kuralına uygun olarak kurulacaktır.

Madde 11- Yiyecek-içecek ve yerleştirme işleminin aksatılmadan yerine getirilmesi için gerekli memurlarının tayini valilere aittir.

Madde 12- Yerleştirilen her aileye, ekonomik durumu ve ihtiyacı göz önüne alınarak yeterli miktarda toprak verilecektir.

Madde 13- Arazinin niteliği ve tahsisi işleri Muhacirin Komisyonu tarafından yerine getirilecektir.

Madde 14- Tahsis edilen arazinin sınırı ve kaç dönüm olacağı belirlenecek ve sahibine geçici tahsis belgesi ile verilecek, daha sonra tapu ve emlak işlerine esas teşkil edecek şekilde düzenli olarak deftere kaydedilecektir.

Madde 15- ziraat yapan veya sanat sahibi olan ihtiyaç sahiplerine, belli miktarda sermaye veyahut alet-edevat verilecektir.

Zorunlu göç, Çanakkale, Kafkasya ve Suriye’de savaşan Osmanlı ordularının lojistik destek yollarına yakın yerleri ve bu yolları birbirine bağlayan üçgen içerisinde yer alan yerleşim alanlarındaki Ermeniler ile örgüte destek veren tüm Ermenileri kapsamıştır. Zorunlu göçten, Ermeni örgütlerine destek vermeyen Ermeniler, sanatkarlar, iş adamları, askeri personel, yaşlı kadın ve erkekler ile kimsesiz çocuklar, Protestan ve Katolik Ermeniler muaf tutulmuştur. Göç ettirilmelerine karar verilenlerin, savaş alanına uzak olan Osmanlı topraklarından Suriye ve Şehr-i Zor bölgesine nakledilmeleri kararlaştırılmıştır. Naklin kolaylıkla gerçekleştirilmesi için ana yollar ve tren yollarının seçildiği belgelerden anlaşılmaktadır. Göç emri verilen Ermeniler, çoğu defa 2000’er kişilik kafileler halinde sevk edilmişlerdir. Kafileler, imkan nispetinde jandarma koruması altında gönderilmiştir.
Osmanlı ordularının Çanakkale, Kafkasya ve Suriye cephelerinde savaştığı bir sırada, bu üç bölge arasında faaliyet gösteren Ermeni örgütleri, mühimmat ve yiyecek konvoylarına sabotaj düzenlemiş, cepheye yollanan takviye birliklere baskınlar yaparak, telgraf hatlarını kesmiştir.
Ermeni Komiteleri’nin Türkiye’deki şubelerine şu talimatı verdikleri görülmektedir: “Rus ordusu sınırdan ilerler ve Osmanlı ordusu geri çekilirse her tarafta birden eldeki vasıtalarla başkaldırılacaktır. Osmanlı ordusu iki ateş arasında bırakılacak, resmî binalar bombalanacak, iaşe depolarına sabotaj düzenlenecek; aksine Osmanlı ordusu taarruza geçerse Ermeni askerleri Ruslara katılacak ve silah altına alınanlar kıtalarından kaçarak, Türk birliklerinin geri cephelerine zarar vermek ve ülke içinde çeşitli olaylar çıkarmak için çeteler kurulacaktır.”
Birinci büyük savaşta, yani 1914-18’de savaşın en yoğun olarak cereyan ettiği coğrafyalardan biri de Osmanlı Imparatorluğu idi. İmparatorluğun üç cephede, Çanakkale, Kafkasya ve Suriye-Filistin bölgesinde verdiği mücadele, tarih araştırmacıları için, âdeta bir laboratuvar niteliği taşımaktadır. Meselâ Çanakkale Savaşları, Türklerle Ingiliz ve Fransızlar arasında geçmesine rağmen, savaşta, Yeni Zelanda, Avustralya, Hindistan gibi ülkelerin askerleri de yer almıştı . Keza Kafkasya Cephesi’nde Türk-Rus çatışması içinde Gürcüler ve Ermenilerle ciddi savaşlar vuku bulmuştur. Suriye-Filistin cephesi ise Ingiliz, Fransız, Arap ve Türkler rin çarpışmalarına sahne olmuştur. İşte senaryosu kendileri tarafından yazılan, devlerin rol aldığı ve en ince siyaset oyunlarının oynandığı böyle bir ortamda, Osmanlı vatandaşı olan Ermeniler de, İtilaf Devletleriyle işbirliği içine girerek fiilen savaşa dahil olmuştur.
Aslında bütün bu soruların tek bir cevabının olduğu ortaya çıkıyor. 1915’te meydana gelen olaylar, Ermeni Diasporası tarafından siyasi nitelik verilerek çarpıtılıyor ve tamamen
abartılı bir propaganda malzemesi şeklinde sunuluyor. Bu durumda Osmanlı Devleti tarafından organize edilen sistemli bir katliamın yaşanmadığı, buna karşılık göçün meşakkatinden ve hastalıklardan bir çok Ermeni’nin hayatını kaybettiği sonucu çıkıyor.
Soykırım iddiasmda bulunanların en önemli tutarsızlıklarından biri de, öldürüldüğünü iddia ettikleri Ermenilerin sayısının 1915’ten itibaren sürekli farklı rakamlarla ifadeedilmesi ve yükseltilmesidir. 600 binlerden başlayan ra-
kamlar, günümüzde 1,5 milyona, hattâ bazı kimseler tarafından iki milyona çıkarılmıştır. Halbuki, o tarihlerde yabancı devletlerce yapılan nüfus araştırmalarında, Osmanlı
Devleti’nde yaşadığı iddia edilen Ermenilerin toplam nüfusu ortalama 1,5 milyon olarak gösterilmekte, hattâ Ermeni Patrikhanesi bile 1,915,000 rakamını vermektedir. Nitekim pek çok kesim tarafından güvenilir bulunan Patrik Malachia Ormanianın tespitlerinde de Ermeni nüfusu 1,895,400 olarak gösteriliyor. Keza katliamı savunan Dr. Johannes Lepsius da Ermeni nüfusunun 1.845.450 olduğunu yazıyor. Bu durumda ancak 300-400 bin Osmanlı Ermenisi’nin hayatta kalması gerekirdi. Oysa ki, 1919 yılı itibariyle, Osmanlı topraklarından diğer ülkelere gerçekleşen
göçlere rağmen, Amerikan arşiv belgelerinde bulunan ve Ermeni Patrikhanesi’nce, diğer ülkelere göçenler hariç, sadece Anadolu’da yaşayanlar ve evlerine geri dönenler
644,900 olarak verilmekte, İstanbul İngiliz Büyükelçiliği ise, 1922 yılı itibariyle bütün dünyadaki Osmanlı Ermenilerinin
sayısını 1,200,000 olarak göstermektedir.Bu durumda 1,5 milyon Ermeni’nin öldürüldüğünü iddia edenlere şu soru sorulabilir. Katledildiği iddia edilen Ermeni sayısı 1,5 milyon ise, 1,200,000 Osmanlı Ermenisi nasıl olup da hayatta kalmıştır? Keza, hastalığa bağlı olmaksızın bu denli yüksek sayıda Ermeni öldürülmüşse, bu Ermenilere ait toplu me-
zarların olması gerekmez mi? Bu durumda, en az 3,000 ilâ 5,000 arasında toplu mezar olurdu ki, Anadolu’nun her yerinden toplu mezar çıkması kaçınılmazdı. Meselâ Nazi Almanyası’nda katledilen Yahudiler gizlenebilmiş midir?
Soykırım olduğunu iddia edenlerin, bugüne kadar soykırım ı ispat edecek ciddi bir belge
veya bulgu sunamamalarını da dikkate almamız gerekiyor. Şinasi Orel ve Süreyya Yüce tarafından sahte oldukları ispat
edilmiş olan Talât Paşa’ya ait olduğu iddia edilen telgrafların hangi sebeple ortaya atıldığını da sorgulamamız gerekiyor. Zira sonradan hazırlandığı tespit edilen bu telgraflar üzerinde yapılan incelemede, bu türden telgraflarda olması gereken Osmanlı bürokrasisinin mutat işlem kayıtlarının
bulunmadığı, telgrafın gönderildiği iddia edilen valinin, o tarihte o vilâyette valilik yapmadığı, her Osmanlı belgesinin en üstünde yer alan besmelenin olması gerekenden farklı bir
biçimde yazıldığı ve en önemlisi de Talat Paşa’nın imzasının sahte olduğu ortaya çıkarılmıştır. Oysa ki Talât Paşa’nın biz-
zat imzasını taşıyan gerçek şifre telgraflarda, hangi Ermenilerin sevk ve iskâna tabi tutulacağı, yolculukları esnasında
can ve mallarının korunması ile tebliğler yer almaktadır. Bir örneğini ekte sunduğumuz telgraflar, ayrıca Ermenilerin göç ettirilmesiyle ilgili son derece gizliliği olan ve ilgili resmi makamca belirlenen ve sadece onlarca bilinen harfler ve kelimelere karşılık olan rakamların yer aldığı orijinal belgeler olup, bu kadar gizlilik içinde gönderilen belgelerin hiçbirinde imha veya onu ima eder nitelikte bir ifadenin bulun-
madığı, aksine koruma hususunda talimat ve tedbirlerin yer aldığı dikkati çekiyor (Bkz. BELGE 13)223. Yukarıda tespit edilen hususlar bir şekilde Ermeni iddialarının dayanaktan
yoksun olduğunu ortaya koyuyor.
Osmanlı Devleti’nin, muhtaç göçmenlere yar-
dım için oluşturulan yabancı yardım kuruluşlarına Ermenilerin iskân edildikleri kampların kapılarını açması, dolayısıyla sadece Suriye’de 486 bin kişiye yardım edilmesine izin vermesi, Ermenileri imha niyetinde olmadığını gösteriyor. Buna bağlı olarak, göç bölgelerindeki Ermenilerin tümü yerine belli bir kesiminin zorunlu göç kapsamına alınması, diğerlerinin evlerinde bırakılması, etnik temizlik veya soykırım iddialarını tümüyle ortadan kaldırıyor. Nitekim
özellikle ülkenin İstanbul, İzmir, Aydın, Bursa, Kütahya, Edime gibi şehirlerinden, terör mensupları dışmda kalanların zorunlu göç kapsamı dışında kalması, sürgünün Ermenilerin Ermeni oldukları için yapıldığı iddiasını ortadan kaldırıyor. Ayrıca göç uygulamalarında, soykırım sözleşmesinde ifade edildiği biçimde, topluca imha edilmeye yönelik bir art niyet olup olmadığı, göç edeceklere hazırlanmaları için süre verilmesi gösteriyor. Hele hele göçe tabi tutulanların, gittikleri yerlerde, geldikleri şehirler de kaydedilmek suretiyle, nüfus defterlerinin düzenlenmesi talimatının verilmesi, hayatlarını devam ettirebilmeleri için ziraate uygun bölgelere yerleştirilmeleri ve toprak tahsisi, sanat erbabına alet-edevat ve sermaye verilmesi, sürgünün imha düşüncesiyle yapılmadığını ortaya koyuyor. Özellikle, talimatnamelere aykırı davranan ve kafilelerin güvenliğine dikkat etmeyen ve suiistimalde bulunan görevlilerin, bizzat Talat Paşa’nm imzasını taşıyan telgraflarla derhal işine son verilmesi ve divan-ı harbe sevk edilmeleri, münferit hadiselerin de üzerine gidildiğini, suçlu bulunanların cezalandırıldıklarını gösteriyor (Bkz. BELGE 19/1-2). Savaşın sona ermesi ve güvenlik problemlerinin ortadan kalkmasının ardından göçmenlerin geri dönmelerine izin verilmesi, yetimhanelerde veya zengin aileler yanında bulunan Ermeni çocukların da misyoner kuruluşlar gözetiminde ailelerine teslim edilmesi, sevk ve iskânın güvenlik gerekçesiyle yapıldığını ortaya koyuyor.
Osmanlı Devleti Ermenilere nasıl bir uygulama yapmıştır?:

1- Osmanlı Devleti, Nazilerin uygulamalarının aksine, topraklarında yaşayan Ermenilerin tümünü sürgün etmemiş, savaşın olağanüstü şartlarından dolayı isyan eden, düşman ülkelerle anlaşan ve tehdit unsuru olan belli bir coğrafyadakileri nakletmiştir. Nakilde, Osmanlı Devleti’ne karşı silahlı harekette bulunmayan ve bu tür gruplarla işbirliği yapmayan Katolik ve Protestanlar ile yaşlı, kadın ve çocuklardan büyük bir grup (300 ilâ 500 bin arasında) yerlerinde bırakılmıştır. Özellikle İstanbulEdime, Aydın, îzmir, Bursa, Kütahya, Antalya gibi şehirlerdeki, komite üyesi olanlar hariç Ermeniler sevk edilmemiştir.

2- Anadolu’daki bütün Ermeni nüfus Suriye’ye sevk edilmemiş, daha az zararlı telakki edilenler kendi kasaba ve köylerine yakın beldelere yerleştirilmiştir.

3- Nakledilenler yine Osmanlı sınırları içinde yer alan bir coğrafyaya göç ettirilmiş, göçe tabi tutulanlara, Nazilerin evlere baskın yaparak sorgusuz-sualsiz toplama kamplarına sevk etmeleri yerine, göç hazırlığı yapmaları için bir hafta ile 15 gün arasında süre verilmiştir.

4- Göçen Ermenilerin tüm ihtiyaçlarının (yiyecek, sağlık, bilet temini, seyahat sırasında duyacakları diğer ihtiyaçları v.s.) Muhacirin tahsisatı ndan karşılanması kararlaştırılmış, savaş dolayısıyla yer yer aksamalar görülmesine rağmen, istekte bulunan vilâyetlere bütçeden ek ödenek çıkarılmış, bir şehir ve kasabada yaşayan Ermenilerin tamamı sürgüne gönderilmemiş, hastalar, yetimler, Katolik ve Protestan mezhebi mensuplarıyla, zanaat sahipleri ve
orduda görev yapanlar zorunlu göç kapsamı dışında tutulmuştur.

5- Ermenilerin şevki sırasında (1915), Osmanlı ordusunda silah altında bulunan çok sayıda Ermeni asker sevk edilmeyerek geri hizmete alınmış, 24 Temmuz 1917 tarihi itibariyle bunlardan 522’si, hâlâ ordu komutanlarının tercümanlığında ve pek çoğu da kritik addedilecek bölüklerde görevde tutulmuştur.

6- Göçe tabi tutulanlara, Nazilerin toplama kamplarının aksine, gittikleri yerlerde, devlet tarafından evler yapılması, hayatlarını devam ettirebilmeleri için ziraate elverişli yerlere yerleştirilmeleri, sanat erbabına alet-edevat ve sermaye verilmesi gibi ihtiyaçları, imkânların elverdiği ölçüde karşılanmaya çalışılmış, göçmenlerin geldikleri vilâyetlerin belirlenerek, nüfus kayıtlarının çıkarılması yönünde çalışmalar yapılmıştır.

7- Nazi kamplarımn aksine, hasta göçmenler için kamplarda hastahaneler kurulmuş, göçmenlerin sağlık problemleri ile ilgili olarak Osmanlı Devleti’nin yanı sıra çeşitli ülkelerin sağlık ekiplerine de kamplarda görev yapmaları için izin verilmiştir. Hattâ çoğu kamplarda Ermeniler de görev yapmıştır.

8- Kimsesiz çocuklar ve yetimler, yolun meşakkatinden etkilenmemeleri için yetimhanelere ve bazı zengin ailelerin yanma yerleştirilmişler, bu yetimhanelerin yönetimi 1917’den itibaren misyonerlere bırakılmış, 1918’de geri dönüş izninin verilmesinden sonra yine misyonerlerin gözetiminde ailelerine ve yakın akrabalarına teslim edilmişlerdir (Bkz. BELGE 19/1-2)

9- Aşiretlerin ve sivil halkın saldırısına karşı kafilelerin korunması için jandarmalar görevlendirilmiş, suiistimalde bulunan görevlilere işten el çektirilerek divan-ı harbe sevk edilmiş ve cezalandırılmışlardır (Bkz. BELGE 20/1-2; BELGE 21).

10- Zorunlu göçten kurtulmak için Müslümanlığı kabul ettiğini söyleyenler de göç ettirilmiş, bu şekilde din değiştirenlere savaş sonrasında çıkarılan bir yasa ile, istedikleri
takdirde eski dinlerine dönebilecekleri bildirilmiştir.

11- Savaş, kuraklık, çekirge istilâsı, seferberlikten dolayı iş yapabilecek hemen bütün erkeklerin silah altına alınması gibi sebeplerle, tarladaki zirai ürünün kaldırılamaması veneticede meydana gelen yiyecek sıkıntısı ve bunun sonucu bulaşıcı hastalıkların yayılması pek çok göçmenin ölümüne yol açmış, bunun üzerine, başta Amerika olmak üzere çeşitli devletlere mensup yardım kuruluşları ve Kızılhaç’ın yardımlarına izin verilmiştir (Bkz. BELGE 13).

12- Savaşın sona ermesiyle birlikte, devlet tarafından çıkarılan geri dönüş kanunu ile göçmenlerin evlerine dönmeleri sağlanmış, Ermeni Patrikhanesi’nin tespitlerine göre
Sevr öncesinde, tehcir kapsamı dışında kalanlarla evlerine geri dönenlerin miktarı 644.900 olarak tespit edilmiştir. (Bkz. BELGE 14). Dönüş sırasında göçmenlerin tüm ihtiyaç-
ları devlet tarafından karşılanmış, evlerine muhacir yerleştirilmiş olanların evleri tahliye edilerek kendilerine iade edilmiş, dönenlerin eşyaları teslim edilmiş (BELGE 22), dönüşten sonra yirmi gün müddetle iâşeleri temin edilerek, vergi borçları ertelenmiş veya affedilmiştir.

Osmanlı Devleti, Batılı ülkelerin Ermenilerin topluca katledilecekleri iddialarına karşı daha o tarihte, yani 27 Mayıs 1915’te yayınladığı bir bildiriyle, Ermenilerin nakli kararının asayiş sebebiyle alındığını ve Ermenilerin tümünün
sevk edilmemesinin devletin imha niyetinde olmadığını gösterdiğini ilân etmiştir.
İskân-ı Aşâir ve Muhacirin Müdüriyet-i Umûmiyesi’nin bütçesine tehcir kararından sonra yeni ödenek aktarılmış olması, hükümetin Nisan veya Mayıs 1915 tarihinden önce Ermenilerin tehcirine dair bir plânı olmadığını ortaya koyarken, mahkeme kararları da Ermeniler hakkında iddia
edildiği gibi bir etnik temizlik veya soykırım olarak nitelendirilebilecek bir düşüncesinin olmadığını ortaya koymaktadır. Nitekim sevk ve iskânla ilgili vilâyetlere gönderilen talimatnameye aykırı davrananlar mahkemelere sevk edilerek cezalandırılmıştır. Özellikle, suçlanan devlet görevlilerinin mahkemeye sevk yazılarının bizzat Talat Paşa’ın imzasını taşıması, Ermenilere karşı işlenen suçların hükümetin bilgisi dışında cereyan ettiğini göstermesi bakımından önemlidir. Bu göstergeler ve mahkumiyet kararlan ile bir çoğunun infaz edildiğini gördüğümüz idam cezaları, tehcir olayının ve Birinci Dünya Savaşı sırasında meydana
gelen Ermeni kayıplarının bir soykınm olarak adlandırılmayacağım açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Çeşitli yerlerdeki Divan-ı Harb-ı Örfi’ye sevk edilen kimselerden, 19 Şubat-12 Mart-22 Mayıs 1916 tarihlerinde sonuçlandırılan yargılamalara göre 67 kişi idama, 524 kişi
hapse, 68 kişi kürek, para, paranga ve sürgün cezalarına çarptırılmıştı; diğerlerinden 227 kişi hakkında beraat verilmiş, 109 kişinin mahkemesi sürmekte, 4 kişi velisine teslim
edilmiş, 624 kişi hakkında da henüz bir işlem yapılmamıştı. Bunlar içerisinden 528 kişi asker, polis ve Teşkilât-ı Mahsusa elamanı, 170’i de sıhhiye müdürü, tahsildar, kaymakam, belediye reisi, sevk memuru, telgraf müdürü, nüfus
memuru, Emvâl-i Metruke reisi gibi kamu görevlileriydi; 975 kişi ise çete mensubu ve halktan kimselerdi.
Osmanlı belgelerinden hükümetin, bu hususa ciddî surette eğildiği ve meydana gelebilecek suiistimalleri araştırmak için komisyonlar kurduğu dikkati çekmektedir197. Sivas’ta bulunan Mazhar Bey’e 3 Ekim 1915’de mah-
rem kaydıyla çekilen bir şifre telgrafta, heyetlerin vardıkları yerlerde gerekli incelemeleri yaptıktan sonra, neticelerini devamlı olarak merkeze rapor etmeleri istenmiş, 5 Eylül 1915 tarihinde ise, Ermeni kafilelerine saldıranlardan kaç kişinin cezalandırıldığı sorulmuştur. Bu arada sevkıyatın yapıldığı illerdeki görevlilere de Ermeni kafilelerine saldırıda bulunanların yakalanarak cezalandırılmaları ve kafileleri koruyan muhafızların sayılarının arttırılması talimatı verilmiştir
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Elimizdeki mevcut belgelerin içeriği, Ermenilerin, yolların olumsuzşartlardan en az etkilenmeleri, mümkün olduğunca en az
kayıpla şevkin tamamlanması, plânlanan yerlere ulaşmaları ve yerleştirildikleri yeni yerlerde hayatlarına devam etmeleri, savaş sonrasında da evlerine dönmeleri konusunda
gerekli kolaylığın sağlanmasının hedeflendiğini göstermektedir. Bilhassa Ermeni göçmenlere, gerek ABD’den gönderilen para yardımlarının Osmanlı Hükûmeti’nin izniyle dağıtılması, gerekse Kızılhaç yetkilileri ile yardım kuruluşlarının yardım etmelerine izin verilmesi ve bilhassa bu tür yardımlar için ilgili yabancı kuruluşlara çağrı yapılması, savaşın olağanüstü şartlarına rağmen, Osmanlı Hükûmeti’nin Ermeniler hakkında bir art niyet beslemediğini belgelemektedir.
20 Mart 1919 tarihli bir Osmanlı belgesine göre 232.679 Ermeni ve Rum’un geri döndükleri, evlerinin, mallarının ve resmi dairelerde geçici olarak muhafaza edilen eşyalarının iade edildiği yer almaktadır.
Savaşın sona ermesinden sonra Ermenilerin
eski yerlerine geri dönüşlerinde de devlet tarafından harcamalar yapılmıştır. Nitekim 18 Aralık 1918 tarihinde çıkarılan Geri Dönüş Kararnamesi’nde188, yerlerine iade edileceklerin, yollarda perişan olmamaları ve dönüş mahallerinde mesken ve iâşe sıkıntısı çekmelerinin önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması; Ermenilerden muhtaç olanların dönüşlerinde sevk ve iâşe masraflarının Harbiye tahsisâtından karşılanması gibi maddeler yer almaktaydı. Ayrıca yerlerine dönenler için 20 günlük yiyecek ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılanması da kararlaştırılmıştı. Nitekim bu konularda vilâyetlere gerekli talimat yollanmıştır. Bilindiği üzere bu karar sonrasında eski yerlerine dönenlerle birlikte Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin sayısı, Sevr’in hemen öncesinde 644.900 olarak belirlenmektedir.
Henry Morgenthau’un hatıratında, Ermeni
Protestanlarmm vekili Zenop Bezciyan’la olan görüşmesinde anlamını bulmaktadır: Ermeni Protestanlarımn vekili Zenop Bezciyan uğradı. Schmavonian kendisini benimle tanıştırdı.
Okul arkadaşıymışlar. [İçerilerdeki] şartlar hakkında bana çok şey anlattı. Zor’daki Ermenilerin hallerinden oldukça memnun ol-
duklarını söylemesine şaşırdım; işlerini kurup, hayatlarını kazanmaya başlamışlar bile Bana çeşitli kampların nerelerde olduğunu gösteren bir liste verdi ve yarım milyon kişinin buralara nakledildiğini sandığını söyledi. Kış bastırmadan onlara yardım edilmesi gerektiği hususunda ısrarlıydı ”.
Harcamanın boyutları, İskân-ı Aşâir ve Muhacirin Müdüriyet-i Umûmiyesi’nin 1915 senesi bütçesi olan 10 milyon kuruşa, Kafkasya’dan Anadolu’ya sürgün edilen
Müslüman muhacirler ve Suriye’ye sevk edilen Ermenilerden dolayı 68 milyon kuruşluk ek ödenek tahsis edilmiş olması göstermektedir. Zira müdüriyetin 1915 yılı bütçesinin 78 milyon kuruşa çıkarılmasıyla178, bu yıla ait müdüriyetin bağlı olduğu Dahiliye Nezâreti bütçesinin dörtte üçüne tekabül etmesi, hükümetin Ermenilerin ihtiyaçlarının karşılanması konusunda ne kadar hassas davranmış olduğunun da bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.
7 Eylül 1915 tarihinde Dördüncü Ordu Kumandanı Cemal Paşa ile Suriye Vilâyeti’ne yollanan şifre telgrafla da, Ermenilerin ihtiyaçlarının giderilmesi için vilâyet emrine muhacirin tahsisâtmdan 10.000 liranın gönderildiği, miktarın yeterli gelmemesi halinde yeni tahsisat talebinde bulunmaları ifade edilmektedir. 8 Kasım 1915 tarihinde ise, Dahiliye Nezâreti’nden gönderilen bir talimatnamede, Haleb’e ulaşan göçmen sayısının artmasından dolayı, kafilelerin yiyecek ihtiyacında ve şevklerinde sarf edilmek üzere Emvâl-i Metrûke hasılatından Halep Vilâyeti’ne 600.000 kuruş tahsis olunduğu gibi, ayrıca Eskişehir’den de 200.000 kuruş gönderileceği, ihtiyaç olması
halinde yeniden tahsisat talep edilmesi istenmiştir.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Bütün o savaş yıllarında hiç kimsenin, Ermenilerin bile, Türkler kadar kanı akmamıştır. Artık savaş yılları sona ermiştir.
Konya, Adana, Halep, Suriye, Ankara vilâyetleri ile İzmit ve Eskişehir mutasarrıflıklarına nazır adına Subhi Bey imzasıyla yollanan telgrafta: Belirlenmiş bölgelere sevk edilmekte
olan Ermeniler hakkında araştırma ve incelemede bulunmak üzere Aşâir ve Muhâcirîn Müdürü Şükrü Bey, tesbit edilmiş olan Liva/Vilâyetlere giderek, bu hususun âcilen temini yolun da muhâcirîn tahsisâtından bu kene de (vilâyet ve sancaklara yollanan yukarıdaki meblağ yer almaktadır) kuruşluk havalename göndermekle ve adı geçen ahalinin idare ve yiyeceklerinin muntazam bir surette temini ile bir an evvel ve rahatları
teminen belirlenen iskân bölgelerine nakledilmeleri son derece önemli bulunduğundan, gereğinin yerine getirilmesi için her neye ihtiyaç duyuluyorsa yerine getirilmesi ve istasyonlarda Ermenilere verilmek üzere, mümkün olan miktarda ekmek ve zahire depolanarak sefâlet çekmelerine meydan verilmemesi ve mal sandığı mevcudu yeterli gelmezse telgrafla tarafımıza bildirilmesi talimatı verilmiştir.
Ermeni göçmenlerin ihtiyaçlarının giderilmesi için Muhacirin Komisyonu görevlendirilmiştir. Buna bağlı olarak da yiyecek temini için İskân-ı Aşâir ve Muhacirin Müdüriyeti’ne çeşitli emirler ve tâlimatlar verilmiştir. İhtiyaçların tespit ve temini için Talat Paşa tarafından İskân-ı Aşâir ve Muhacirin Müdürü Şükrü Bey bizzat görevlendirilerek, şevke tabi tutulanların ihtiyaçları ile ilgili her türlü tedbirin alınmasını istemiştir. Buna bağlı olarak Şükrü Bey’in bizzat incelemeleri sonucunda gördüğü lüzum üzerine vilâyetler emrine bir çok defa para yollandığı anlaşılmaktadır. Toplam 2.250.000 kuruş tahsis edilmiştir. hinde İzmit, Eskişehir, Kütahya, Karahisar, Hüdavendigâr, Konya, Ankara, Adana ve Halep’e gönderdiği şifre telgrafla, vilâyetlere yukarıdaki meblağın yollandığını bildirmiştir. Bu telgrafta ayrıca, istasyonlarda bulunan veya yukarı mevkilerden gelecek Ermeniler için muhacirin tahsisâtmdan sarfiyat yapılması ve üç-dört günlük ekmek hazırlanması, sefalete sebep olunmaması talimatı da verilmiştir.
Zorunlu göç sırasında, açlık ve hastalıktan meydana gelen kayıpları dahil Anadolu’daki Ermeniler, savaşın devam ettiği dört yıl içinde yaklaşık elli bin civarında kayıp vermiştir. Zorunlu göçün dışında kalan, yani Osmanlı Devleti tarafından sürgün edilmediği halde savaşın tehlikelerinden korunmak için Kafkasya’ya korkularından göç edenlerden ise, çeşitli kaynakların belirttiğine göre,
160 binin üzerinde kayıp meydana gelmiştir Kafkasya’daki tespitler doğru olarak kabul edilecek olursa Anadolu, Suriye ve Kafkasya’daki Ermeni kayıplarının yaklaşık
250-300 bin civarında olduğu söylenebilir.
Bu şekilde zorunlu göç sırasında, açlık ve hastalıktan meydana gelen kayıpları dahil Anadolu’daki Ermeniler, savaşın devam ettiği dört yıl içinde yaklaşık elli bin civarında kayıp vermiştir. Zorunlu göçün dışında kalan, yani
Osmanlı Devleti tarafından sürgün edilmediği halde savaşın tehlikelerinden korunmak için Kafkasya’ya korkularından göç edenlerden ise, çeşitli kaynakların belirttiğine göre, 160 binin üzerinde kayıp meydana gelmiştir. Kafkas-
ya’daki tespitler doğru olarak kabul edilecek olursa Anadolu, Suriye ve Kafkasya’daki Ermeni kayıplarının yaklaşık 250-300 bin civarında olduğu söylenebilir.
Ermeni kayıplarıyla ilgili olarak Osmanlı Arşivi belgelerinde, bazı eşkıya gruplarının saldırısı sonucu, 6.500-7.000 Ermeni’nin öldürüldüğü kayıtlıdır. Kafilelere yapılan saldırılar üzerine hükümetin valililiklere yeniden uyarı göndererek imkân nispetinde güvenlik gücü verilmesi ve zaptiye gözetiminde seyahat ettirilmelerinin sağlanması, kafilelere yapılacak saldırılardan vilâyet yöneticilerininsorumlu tutulacağı, aksi yönde hareket edeceklerin şiddetle cezalandırılacakları uyarısında bulunduğu görülmektedir. Nitekim bu türden ihmalleri önlemek için bölgede görev yapan tahkikat komisyonları kurulmuş ve ihmali görülenlere işten el çektirilmiş ve divan-ı harbe sevk edilmiş, kafilelere saldırıda bulunanlar mahkeme edilerek, suçlu bulunanlar mahkum edilmiştir.
Dünya’daki mülteci Ermenilerin tespiti ve yardıma muhtaç olanlara bütçe ayırmak amacıyla İstanbul’daki İngiliz Büyükelçiliği’nin, bir Amerikan yardım kuruluşu olan Near East Relief Society’nin de bu konudaki çalışmalarını dikkate alarak hazırladığı 1922 yılma ait bir nüfus araştırması, dünya genelinde toplam 3.004.000 Ermeni bulunduğunu ortaya koymaktadır. Belgeden bu nüfustan,817.873’ünün Osmanlı Ermenisi olduğu ve başka ülkelere yerleştikleri, ayrıca Müslümanlaştırılmış 95.000 kadm ve çocuğun bu nüfusa dahil edilmediği, İstanbul ve Anadolu’da da 281.000 Ermeni’nin bulunduğu öğrenilmektedir. Bu durumda o tarihte toplam 1.193.873 Osmanlı Ermenisi’nin halen yaşadı-
ğı anlaşılmaktadır. 1914 yılma ait nüfus
verileri hatırlanacak olursa, 1,5 milyon Ermeni’nin öldürüldüğü iddialarının, Birinci Dünya Savaşı’nın etkin propagandalarının hangi ölçüde etkisi altında kaldığını değerlen-
dirmek yerinde olacaktır.
Yapılan araştırmalar, Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki Ermeni nüfusu ile ilgili incelemede bulunanların veya Ermeni nüfusu hakkında yorum yapanların, bu göç edenleri
de ölenler sınıfına dahil ettiklerini ve kayıp sayısını arttırdıklarını ortaya koymaktadır. Gerçekten de belgeler, yerlerine dönmeyenlerden büyük bir çoğunluğun Ortadoğu, Rusya, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, Güney Amerika ülkeleri ile Avustralya, Hindistan ve İran’a göç ettiklerini göstermektedir. Denizaşırı ülkelere göç edenlerin büyük kısmı geri dönmemiş ve göç ettikleri ülkelere yerleşmişlerdir. Ortadoğu dışındaki ülkelere olan göçler deniz yoluyla gerçekleşmiş olması dolayısıyla, meselâ Amerika’ya olan göçlerle ilgili olarak o tarihte ABD limanlarına giren gemilerin yolcu listelerine bakmak bize bu konuda yeterli bilgi vermektedir. Meselâ 1899’dan 1925’e kadar resmi kayıtlara göre, 62.713’ü erkek olmak üzere toplam 76.605 Ermeni’nin ABD’ye kabul edildiği gözlemlenmektedir. Göç edenlerin büyük çoğunluğunun 1900 yılından sonra gittiği ve 1914’e kadar bunların toplam sayısının 51.950 olduğu kayıtlardan anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu şekilde gidenler de kayıplar listesinde yerini almıştır.
20 Mart 1919 tarihli bir belgeye göre, 232.679 Ermeni ve Rum’un geri döndükleri, evlerinin, mallarının ve resmi dairelerde geçici olarak muhafaza edilen eşyalarının iade edildiği yer almaktadır. Hatta bazı kimselere uğradıkları zarara karşılık tazminat ödenmiştir. Buna benzer bir istatistik de İngiltere Karadeniz Ordusu İstihbarat biriminin Savaş Kabinesi’ne sunduğu raporda yer almaktadır. İngiliz Arşivi’nde bulunan bu belgede, Anadolu’daki bazı şehirlerin 1914 nüfusu ile, aynı şehirlerin 1919 nüfusları bir cetvel halinde sunulmuş
tur. 1919 yılma ait Erzurum nüfusunun
yer almadığı bu cetvelde verilen rakamlar, Ermenilerin iddia edildiği kadar kayıp verdiği tezini yalanlarken, nüfuslarla ilgili çoğu propagandaya yönelik iddiaların, hangi boyutlara ulaştığını da göstermektedir.
Amerikanın Halep Konsolosu Jackson ise, Suriye ve Şehr-i Zor’a geldiğini belirttiği 500 bin göçmenden 486 binine Halep’te oluşturdukları iki yardım kuruluşu aracılığıyla yardım edildiğini, Şam’da da bir yardım merkezi kurmak istediklerini ve başına da rahip Vahran Tahmizian’ın getirileceğini 8 Şubat 1916 tarihinde büyükelçi Henry Morgenthau’a gönderdiği raporunda bildirmektedir.
Bu raporda verilen rakamlar, tehcir uygulamasının henüz sona erdiği Şubat 1916 tarihini taşıması nedeniyle büyük önem taşımaktadır. Zira Ermenilerin katliam iddiaları, tehcirin yapıldığı Mayıs-Aralık 1915 tarihine odaklanmaktadır. Jackson ”un Suriye’ye geldiğini belirttiği Ermeni göçmenlerin sayısı Dr. J. K. Marden tarafından da teyit edilmektedir.
Fahri konsolos Greg Young gibi bazıları da, Suriye valisinin izniyle kampları dolaşmış ve sevk edilenlerle ilgili bizzat şahit olduğu olayları rapor etmiştir. Bu raporunda Young, kamplarda hastahaneler kurulmuş olduğunu ve hasta Ermenilerin tedavi edildiğini yazmaktadır. Osmanlı arşiv kayıtlarında, Mezopotamya’ya zorunlu iskâna tabi tutulan Ermeniler için, devlet tarafından evler inşa edilmesi ve ziraat yapabilecekleri yerlere yerleştirilmeleri, sanat sahibi olanlara alet-edevat ve sermaye verilmesi gibi bilgiler bulunmaktadır. Nitekim Ermeni Protestanların vekili Zenop Bezciyan’ın, Amerika büyükelçisi Henry Morgenthau’a, yarım milyon Ermeni’nin Suriye ve Şehr-i Zor’da yerleştiklerini, işlerini kurup, hayatlarını kazanmaya başladıklarını bildirmesi, Osmanlı belgelerinde yer alan tebliğin bir anlamda uygulandığını teyid etmektedir.
Rus ordusunun Erzurum ve çevresini işgal ettiği sıralarda, tehcir uygulamasına rağmen çok sayıda Ermeni’nin zorunlu göçe tabi tutulmadığı ve bunların Ruslar tarafından Kafkasya’ya götürüldüğü, İngiltere’nin Batum Konsolosu P. Stevens’ın 25 Şubat 1916 tarihli Londra’ya gönderdiği raporda yer almaktadır.
Nitekim tehcirin sona erdiğine dair vilâyetlere gönderilen emirlerde, sevk edilmemiş Ermenilerin bulundukları yerlerde yerleştirilmeleri için talimat verilmiştir. Bu arada yollarda, yaklaşık 30-40 bin civannda göçmenin hastalıktan, 7- 8 bin kişinin de eşkıya saldırısından hayatını kaybettiği an-
laşılmaktadır.
25 Kasım 1915’te Konya’dan VVilfred M. Post’dan W. Peet’e gönderilen mek-
tupta da .Demiryolu çalışanlarının bildirdiğine ve başka kaynaklara göre Pozantı’dan 500.000 sürgün geçiş yaptı deniliyor. Henry Morgenthau hatıratında bu 500 bin rakamını, Ermeni Protestanlarımn vekili Zenop Bezciyan’la olan görüşmesinden şöyle aktarıyor: “Ermeni Protestanlarımn vekili
Zenop Bezciyan uğradı. Schmavonian kendisini benimle tanıştırdı. Okul arkadaşıymışlar. [İçerilerdeki] şartlar hakkında bana çok şey anlattı. Zor’daki Ermenilerin hallerinden oldukça memnun olduklarını söylemesine şaşırdım; işlerini kurup, hayatlarını kazanmaya başlamışlar bile .Bana çeşitli kampların nerelerde olduğunu gösteren bir liste verdi ve yarım milyon kişinin buralara nakledildiğini sandığım söyledi. Kış bastırmadan onlara yardım edilmesi gerektiği hususunda ısrarlıydı .
Osmanlı arşiv kayıtlarında, tehcir kapsamında
olan Ermenilerin sayısı 450.000 civarında verilmektedir. Bu sayı Zenop Bezciyan ve Boghos Nubar Paşa tarafından da doğrulanmaktadır. Bulgar Başpiskoposu Chevont Tourian’ınErmeni delegasyonu başkanı olan Boghos Nubar Paşa’ya, 25 Ağustos 1915 tarihinde gönderdiği yazıda, öldürülen, kaybolan, zorla Müslüman yapılan ve çeşitli şehirlerden sürgüne yollanan Ermenilerin Ermenistan’daki ve Küçük Asya’daki sayısının 500 bin olduğunu bildirmiştir.
Bugün Ermeni diasporasınm veya onlara yakın kimselerin yayınlarında bir milyon Ermeni’nin Osmanlı Devleti tarafından tehcir edildiği ileri sürülmektedir. İddia sahiplerinin dayandıkları kaynak, o sırada Anadolu’da tehcir bölgesi dışında görev yapan ve ülkelerine propagandaya dayalı bilgiler gönderen bazı konsoloslar ve misyonerlerdir. Bu konsolos ve misyonerlerin raporlarında bir şey dikkati çe-
kiyor ki, o da verilen bilgilerin çok azmin kendi müşahedeleri olduğu, çoğunun ise duyumlara dayandığıdır. Bu sebeple olsa gerek, bu raporların bazılarında, bir milyon Ermeni’nin sürgün edildiği kaydediliyor.
Bizzat sevkıyat güzergâhında görev yapan ve tehcir hareketini izleyen Amerika’nın Mersin konsolosu Edwart I. Nathan, 11 Eylül 1915 tarihli raporunda, 30 Ağustos 1915 tarih ve 478 numaralı gönderiyi yazdıktan sonra, kuzeyden buraya daha binlerce Ermeni ulaştığını ve Halep bölgesine transfer edildiğini belirtmektedir. Nathan, Morgenthau’ya gönderdiği rapora, Tarsus’tan Adana’ya kadar bütün güzergâhların Ermenilerle dolu olduğunu ve Adana’dan itibaren bilet alarak trenle seyahat ettiklerini, kalabalık yüzünden çektikleri zahmet ve sefalete karşılık hükümetin bu işi son derece intizamlı bir şekilde idare etmekte olduğunu,
şiddete ve intizamsızlığa yer vermediğini, göçmenlere yeteri kadar bilet sağladığım, muhtaç olanlara yardımda bulunduğunu da eklemiştir.
Esasen sevk ve iskân kararının geçici olduğunu, Dünya Savaşı’nm bitiminden sonra, yani 18 Aralık 1918’de, Ermeniler için geri dönüş izninin verilmiş olması da ortaya
koyuyor. Zira, çıkarılan kararnameyle evlerine dönen Ermenilere tüm emlâkinin iadesi, {Geri dönenlerin emlâklerinin iade edildiğine dair Osmanlı Arşivi’nde pek çok belge bulunmaktadır. Bunun için bkz. Osmanlı Belgelerinde Ermeniler, 1915-1920, Devlet Arşivleri yay., Ankara 1995, s. 218, 222, Belge 244, 249.} İslâmiyet’i kabul etmiş olanların istedikleri takdirde eski dinlerine dönebilecekleri, yetimhanelerde ve zengin aileler yanında bulunan çocukların aileleri ve yakınlarına teslimi, sevk ve iskândan kastın, “bu unsurun hükümet aleyhine faaliyetlerde bulunmalarını önlemek ve bir Ermenistan teşkili hakkındaki emellerine engel olmak olduğunu gösteriyor.
Osmanlı Devleti’nin vilâyetlere yolladığı talimatnameler dışında daha sonraları da, sevk edilenlerle ilgili bazı açıklayıcı yazılar gönderdiği dikkati çekiyor. Meselâ 29 Ağustos 1915 tarihinde vilâyetlere gönderdiği şifre telgrafta zorunlu göç ve sebebi şu şekilde açıklanmaktadır

Ermenilerin bulundukları yerlerden çıkarılarak tayin edilen mıntıkalara şevklerinden hükümetçe takib edilen gaye, bu unsurun hükümet aleyhine faaliyetlerde bulunmaları ve bir Ermenistan Hükümeti teşkili hakkındaki milli emellerini takib edemiyecek bir hale getirilmelerini temin esasına matuftur. Bu kimselerin imhası söz konusu olmadığı gibi, sevkiyat esnasında kafilelerin emniyeti sağlanmalı ve muhacirin tahsisatından sarfiyat yapılarak iaşelerine ait her türlü tedbir alınmalıdır. ( .) Daha önce de tebliğ edildiği gibi asker aileleriyle ihtiyaç nisbetinde sanatkâr, Protestan ve Katolik Ermenilerin sevk edilmemesi hükümetçe kesin olarak kararlaştırılmıştır. Ermeni kafilelerine saldırıda bulunanlara veya bu gibi saldırılara önayak olan jandarma ve memurlar hakkında
şiddetli kanuni tedbir alınmalı ve bu gibiler derhal azledilerek Di van-ı Harblere teslim edilmelidir. Bu gibi olayların tekrarından vilâyet ve sancaklar sorumlu tutulacaklardır .

Göç ettirilmelerine karar verilenlerin, savaş alanına uzak olan Osmanlı topraklarından Suriye ve Şehr-i Zor bölgesine nakledilmeleri kararlaştırılmıştır. Naklin kolaylıkla gerçekleştirilmesi için ana yollar ve tren yollarının seçildiği belgelerden anlaşılmaktadır. Haritada görüldüğü gibi, beş merkez,
ana toplama alanı olarak belirlenmiştir.
Sevk ve iskâna tabi tutulacaklara, hazırlık yapmaları için, konsolos raporlarında da yer aldığı gibi genel olarak bir hafta ile onbeş gün arasında süre verilmiştir. Göç emri verilen Ermeniler, çoğu defa 2000’er kişilik kafileler halinde sevk edilmişlerdir. Kafileler,imkân nispetinde jandarma koruması altında gönderilmiştir“. Ayrıca sevk ve iskân kararı alman şehirlerdeki Ermenilerin tümü Suriye’ye nakledilmemiş, örgütlerle doğrudan ilişkisi görülmeyenler, çevre Anadolu şehir ve kasabalarına nakledilmişlerdir.
Zorunlu göç, Çanakkale, Kafkasya ve Suriye’de savaşan Osmanlı ordularının lojistik destek yollarına yakın yerleri ve bu yolları birbirine bağlayan üçgen içerisinde yer alan yerleşim alanlarındaki Ermeniler ile örgütlere destek veren tüm Ermenileri kapsamıştır. Zorunlu göçten, Ermeni örgütlerine destek vermeyen Ermeniler, sanatkârlar, iş adamları, askeri personel, yaşlı kadın ve erkekler ile kimsesiz çocuklar, Protestan ve Katolik Ermeniler muaf tutulmuştur.
Anadolu’nun çeşitli vilâyetlerinde ve bölgelerinde meydana gelen isyanlar üzerine Osmanlı Devleti, Başkumandanlık ve Bakanlığın müracaatı üzerine üç maddelik bir kanun çıkarmıştır. Bu kanunla ordu ve bağımsız kolordu ve fırka kumandanlarına, karşı koyma, silahlı saldırı ve mukavemet gösterenlere şiddet kullanılması; askeri kurallara aykırı davranışta bulunanlarla, casusluk ve ihanetleri söz konusu olacak köy ve kasabalar halkını ayrı ayrı veya topluca
başka yerlere sevk ve yerleştirmeleri yetkisi verilmiştir. İşte 27 Mayıs 1915 tarihinde alman sevk ve iskân kararı , bu kanuna dayandırılmıştır.
İsyanların devam etmesi üzerine, Almanya’nın da yönlendirmesiyle Ermenilerin, savaş alanı dışında bulunan, ancak Osmanlı topraklarından olan Suriye’ye nakli kararı alınmıştır. Bu durum Avusturya-Macaristan diplomatik belgelerinde özetle şu şekilde yer almaktadır: Sert tedbirlerin alınmasının suçu Ermenilerindir. Ermeniler savaş başladıktan sonra Türk memurlarına ve Türk ordusuna karşı, akla gelebilecek her türlü düşmanca faaliyetlerde bulundular. Ayrıca Rusların gelmesinden sonra Van vilâyetinde Müslümanları acımasızca katlettiler .
Mısır’daki İngiliz Askeri Ofisi’ne Dedeağaç üzerinden ulaşüğı ifade edilen haberde, 24
Nisan 1915 gecesi üç Ermeni din görevlisi ile aralarında Ermeni gazetesi Puzantion un sahibinin de olduğu toplam 1800 Ermeni yakalanmıştır. Tutuklular Ankara’ya gönderilecektir. Tutuklananlann 500’ü Taşnak, 500’ü Hınçak ve kalanları da Ramgavar
partizanlarıdır denilmektedir. Tutuklanan Ermenilerin Müttefik ordularına hizmet eden Ermeni gönüllüler veya Müslüman katliamı sorumluları olduğu İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral’e gönderilen şifre telgraflarda da kaydedilmektedir.
Uyarıların dikkate alınmaması üzerine bu
olayları başlatan ve Ermenileri silâhlandıran komite yuvalarını dağıtmak için 24 Nisan 1915’te vilâyetlere ve mutasarrıflıklara acele ve gizli kaydı ile bir talimat yollandığı
görülüyor. Bu talimatta, Ermeni komite merkezlerinin kapatılması, evrakına el konulması ve komite elebaşılarının tutuklanması gibi hususlar yer alıyor. Bundan sonra, bugün Ermenilerin soykırım günü olarak nitelendirdikleri tutuklamalar gerçekleşmiştir.
Rus Büyükelçisi’nin İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na yazdığı 24 Şubat 1915 tarihli bir memorandumda şöyle dile getirilmiştir: “Zeytunlu bir Ermeni’nin Kafkasya’da Kont Worontzoff-Dachkojf ile temas kurduğu, Türk ordularının ulaşım hatlarına baskın yapmak üzere 15.000 kişilik bir kuvvet topladıkları, ancak silah ve cephanelerinin yeterli olmadığı, İngiliz ve Fransızlar tarafından İskenderun Limanı üzerinden bunun yapılabileceği
Mısır’daki İngiliz Askeri Karargâhına Suriye Kıyısı’ndaki Fransız Amiralinden gelenbilgiye göre de, 28 Nisan 1915 tarihine kadar Zeytun’daki isyan bir aydır devam etmektedir ve toplam 300 jandarma öldürülmüştür.Buna karşılık 58 Ermeni hapsedilmek üzere Antakya’ya gönderilmiştir ve ayaklanma devam etmektedir.
İlk isyan 17 Ağustos 1914’te seferberliğin ilânından sonra, kumandan ve subayları kendileri tarafından tayin edilmek üzere ayrı bir Ermeni alayı kurmak isteyen Zeytunlu Ermenilerce çıkarılmıştır. Maraş kışlasından kaçan silahlı Ermeni erler, çeteler kurarak dağlara çıkıp terhis edilen yüz kadar asker ile Maraş jandarma komutam ve 25 eri öldürmüştür. 28 Mayıs 1915 tarihli bir Fransız arşiv belgesinde, dağa çıkan Ermenilerin, kendilerine karşı gönderilen birlikleri yok
ettikleri ve halen 20.000 Türk askerine karşı savaştıkları ifade edilmektedir
Osmanlı ordularının Çanakkale, Kafkasya ve Suriye cephelerinde savaştığı bir sırada, Osmanlı ordularının Çanakkale, Kafkasya ve Suriye cephelerinde savaştığı bir sırada, bu üç bölge arasında faaliyet gösteren Ermeni örgütleri, mühimmat ve yiyecek konvoylarına sabotajlar düzenlemiş, cepheye yollanan takviye birliklere baskınlar yaparak, telgraf hatlarını kesmiştir.
1914’ten itibaren Fransızların da, Ermenilere Kilikya’da bir devlet kurmak için söz verdikleri ve bunun için haritalar yaptıkları ve onlarla sıkı bir işbirliğine girdikleri arşivlerden belgelenmektedir. Nitekim Fransa, Musa Dağı Ermenilerini Kıbrıs’a naklederek burada Monarga Lejyoner Kampı’nda eğitip kendi askeri üniformasını giydirmiştir. Esasen Fransızların Musa Dağı Ermenilerine destek vererek, yaklaşık 5000 Ermeni’nin dağlara çekilmesinde ve Osmanlı Devleti ile mücadele etmesinde de rol oynadıkları anlaşılmaktadır. Bu konuda Ermeni gazeteleri de, Musa Dağı’na çıkan Ermenilerin 3500 kişi olduğunu, 55 gün boyunca Türklere karşı direndiklerini, kendilerinin 15-20 ölü vermesine karşılık, 1000 kadar Türk öldürdükleri haberini vermektedir”
İstanbul’daki Alman Büyükelçi vekili Neurath da, 26 Haziran 1915 tarihli raporunda, Türk hükümeti, Doğu Anadolu’daki Ermeni halkım, yoğun olduğu eyaletlerde ihtilâl çıkarmalarını engellemek için askeri sebeplerden dolayı sürgün etmiştir şeklinde bir açıklamada bulunmaktadır. Gerçekten de Neurath’m dediği gibi, Ermenilerin o zamana kadar yürüttükleri faaliyetler ile kendi ülkelerine karşı olan dış güçlerle işbirliği yapmaları, tehcir gibi bir kararın alınmasında önemli rol oynamıştı.
İstanbul’da Avusturya-Macaristan İmparatorlu-
ğu Askeri Ateşesi Joseph Pomiankowski de Ermenilerle Ruslar arasındaki ilişkiyi şu şekilde açıklamaktadır: Talat ve Enver Paşa, hemen harp başlar başlamaz, Ermenilerin düşman tarafını tutmaları, bilhassa Osmanlı ordusuna karşı düşmanca girişimlerde bulunmaları halinde şiddetli karşı önlemler alınacağı hususunda kesinlikle uyardı. Buna rağmen Ermeniler, Türklere karşı düşmanca faaliyetlerde bulunmaktan, bilhassa
Türk silahlı kuvvetlerine saldırmaktan geri kalmadılar. Başlangıçta çok sayıda Ermeni asker ve bazı Ermeni subayları, başlarında bir Ermeni milletvekili olduğu halde kaçıp Rusya’ya gittiler. Bunlar, Rus sınırını geçen Ermenilerle birlikte Ermeni gönüllü
alaylarına katıldılar. Rusların safında Türk hududunu geçerek Müslüman halka barbarca saldırılarda bulundular. Ermeni haydut çeteleri Osmanlı ordusunun gerisine, ikmal kuvvetlerine, postalara ve bağımsız birliklere hücum ettiler. Türk hükümeti ve ordu ileri gelenleri, Ermenilerin genel bir ayaklanmaya girişecekleri hususunda endişe etmekte haksız değildi. Gerçekten de bu isyan Nisan 1915’te Van’da patlak verdi.
Trabzon’daki Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Konsolosu Moricz de, 30 Ocak 1914 tarihli bir raporunda, Rusların, Ermeniler üzerindeki etkisiyle ilgili olarak şöyle demekteydi: Ruslar, Ermenileri harekete geçireceklerdir. Bu maksatla çok para harcıyorlar, gizlice âsilerin hizmetine silah sevk ediyorlar ve bir Ermeni ayaklanmasının patlak vermesine aracılık ediyorlar.
Günümüzde sıkça kullanılan tehcir kelimesi, Osmanlı tarih terminolojisinde bugünkü tabirle tam olarak, ülke içinde bir yerden başka bir yere nakil anlamını taşıyan zorunlu göç karşılığında kullanılmış olup, Osmanlı Devleti’nce Ermenilerin zorunlu göçü, belgelerde sevk ve iskân olarak adlandırmıştır. Bu sebeple tehcirin anlamı, çoğu kimselerin ve özellikle Ermeni diasporasının kullandığı, yurt dışına çıkarma anlamındaki deportation la eşdeğer değildir. Zira Ermeniler, yine Osmanlı Devleti’ne ait olan Suriye Vilâyeti’ne nakledilmişlerdir.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun İstanbul Büyükelçisi Pallavidni de, hükümetine gönderdiği 28 Haziran 1913 tarihli raporda, Ermenilerin sayısının Küçük Asya’da hiçbir zaman 1.600.000’den daha fazla olmadığını ve vilâyetlerdeki olaylar üzerine, Rusların yaptığı şikâyetlerin çok abartılı olduğunu yazıyor.
Ermenistan başbakanı olan Hovannes Katchaznouni, Ermeni Devrimci Federasyonu Taşnaksutyun Partisi’nin yurtdışındaki temsilcilerinin Nisan 1923’te düzenledikleri konferansta sunulmak üzere hazırladığı konuşma metninde, kendisinin de kurucuları içinde yer aldığı Taşnak Partisinin yanlış politikasını ve Türklerin uzattığı barış elini nasıl reddettiklerini, örgütün yaptığı katliamları anlatıyor. Hattâ Taşnak Parti’sinin kapanması gerektiğini belirtiyor. Katchaznouni konuşmasında şunları aktarıyor: 1914 kışı ve 1915 ilkbaharı bütün Rusya Ermenileri ve Taşnaklar için coşku ve ümit dönemi oldu. Savaşın müttefikler tarafından kazanılacağına şüphe yoktu. Türkiye mutlaka mağlup olmalı, bölünmeli ve sonuçta yerli Ermeniler
serbest kalmalıydı. Biz şartsız olarak Rusya’ya yönelmiştik. Hiçbir esas olmadan zafer heyecanı içindeydik; sadakatimize, çabamıza ve yardımımıza karşılık, Çar hükümetinin Türkiye’den kurtarılmış Ermeni vilâyetlerini bize vereceğini ve Kafkasya Ermenistanı’na da özerklik tanıyacağına emindik. Kafamızı duman sarmıştı. Kendi arzularımızı başkalarına bağlamıştık; sorumsuz kişilerin içeriksiz sözlerine büyük önem vermiştik, hipnoz altındaymışız gibi gerçeklen anlamadık ve arzulara teslim olduk”.

Katchaznouni daha sonra sürgünle ilgili olarak ise şunları yazıyor: Ermeni gönüllü birliklerinin savaşa katılmaları Türkiye Ermenilerinin kaderinde nasıl bir rol oynadı sorusunu sormak şimdi gereksizdir. Sınırın bu tarafından (Bugünkü Ermenistan sınırları çev.) biz farklı bir çizgi benimseseydik bile, bu acı-
masız sürgünün olmayacağını yine de hiç kimse söyleyemez. Aynı şekilde Türklere karşı düşmanca davranışımız olmasaydı, sürgünün niteliği ve boyutunun aynı olacağını da kimse söyleyemezdi .

.Örgütlerin en büyük dezavantajı, bir devlet kurabilmek için yeterli miktarda nüfusa sahip olmamalarıydı. Nitekim devlet kurmayı düşündükleri ve Ermenilerin diğer Osmanlı topraklarına göre daha yoğun olduğu Vilâyât-ı sitte’de (Van, Bitlis, Erzurum, Sivas, Elâzığ, Diyarbakır) bile Ermeni nüfusu ancak %19 civarında idi. Bu durumda yapılacak tek bir yol vardı; o da bu bölgedeki nüfusu
kendi lehlerine çevirmek. Bunun için en kısa ve kesin yol, bölgedeki Müslümanları buralardan kovmaktı21. İşte bu sebeple bu örgütler, Müslüman ahalinin göç etmeleri için ko-
miteler aracılığı ile baskılara başladılar, isyanlar, çeşitli sabotajlar ve katliamlara giriştiler. Bu şekilde 1915 yılı Haziran ayma, yani tehcire kadar binlerce Müslüman öldürülmüştür.
Ermeni Komiteleri’nin Türkiye’deki şubelerine şu tâlimatı verdikleri görülmektedir: Rus ordusu sınırdan ilerler ve Osmanlı ordusu geri çekilirse her tarafta birden eldeki vasıtalarla başkaldırılacaktır. Osmanlı ordusu iki ateş arasında bırakılacak, resmi binalar bombalanacak, iaşe depolarına sabotajlar düzenlenecek; aksine Osmanlı ordusu taarruza geçerse Ermeni askerleri Ruslara katılacak ve silah altına alınanlar kıtalarından kaçarak, Türk birliklerinin geri cephelerine zarar vermek ve ülke içinde çeşitli olaylar çıkarmak için çeteler kurulacaktır .
Rusya’nın İstanbul Büyükelçisi Zinovyev’in Rusya Dışişleri Bakanı S.D. Sazanof’a 26
Kasım 1912 tarihinde gönderdiği gizli raporundan, Ermenilerin ve Rusların hedeflerinin daha bu tarihlerde netleştiği anlaşılıyor:
Bu anlatılanlar Ermeni halkının gittikçe Rusya tarafını tutmakta olduğunu göstermektedir ve bu isteğin gerçekten de içten
ve samimi olduğu ortadadır. Rusya’ya olan sempati Ermeni burjuvası ve aydınları arasında da yaygındır. İhtilâlci partiler artık
gittikçe itibarını kaybediyor ve yerine konservatif programıyla yeni partiler kuruluyor. Van, Bâyezid, Bitlis, Erzurum ve Trabzon
konsoloslarımızın bildirdiklerine göre bu vilâyetlerdeki Ermenilerin hepsi Rusya tarafındadırlar ve bizim ordularımızı bekliyorlarveya Rusya’nın kontrolü altında reformlar yapılmasını istiyorlar. 21 Kasım’da Bâyezid Konsolosu’nun bildirdiğine göre, bütün Ermetliler Türkiye’ye karşı düşmanca tavırda bulunuyorlar ve Rusya’nın hamiliğini, Ermeni topraklarını işgal etmelerini bekliyorlar. Ermeni Patriği Rusya’ya Türkiye’deki Ermeni halkını kurtarması için yalvarmaktadır. Bana göre, biz bu koruyucu tavrımızı devam ettirmeliyiz. Şu-
nu da unutmayalım ki, Türkiye’nin Ermeni vilâyetlerinde durum çok istikrarsızdır. Her an ayaklanmalar ve karışıklıklar ortaya çıkabilir. Eğer bir katliam meydana gelirse, bu halkın militanları bizden destek alabileceklerine güvenmezlerse Üç Devlete başvuracaklardır. Bu durumda biz şansımızı kaybederiz; fırsat Avrupa devletlerine geçecektir .
1915 tarihine kadar Ermenilerin sadece teröre bulaşmış olanlarıyla Osmanlı Devleti’nin mücadele ettiği görülüyor. Nitekim bu mücadeleler, bütün Batılı ülkelerin diplomatlarınca da yakından takip edilmiş
olmasına rağmen, devlet adamlarına suikast tertip eden, isyan çıkaran ve bombalamalarda bulunan Ermeni örgütlerine karşı menfi yönde bir tavır takınılmaması, buna karşılık ıslahat için sürekli baskı uygulanması, bu örgütlerin faaliyetlerinin bu devletler tarafından desteklendiğini veya en azından sempati ile bakıldığını ortaya koymaktadır.
1887’de Cenevre’de Marksist Ermeniler tarafından kurulan Hınçak Partisi, 1890’da İhtilâlci Hınçak Partisi adını aldı. Partinin programındaki ilk hedef, Anadolu’daki Ermenilerin siyasi ve milli bağımsızlığını sağlamaktı. Anadolu’da ihtilâlle gerçekleştirilecek hedeflere ulaşmak için ta
kip edilecek usûl; propaganda, kışkırtma, terör, teşkilâtlanma ile işçi ve köylü hareketidir. Kışkırtma vasıtaları hükümete yönelik gösteriler, vergi vermemek, ıslahat istemek ve
devlete karşı düşmanlık şeklinde belirlendi. Terörün hedefi, Bâbıâli ile hükümette görev yapan Türk ve Ermeniler, casus ve muhbirler idi. İhtilâl, Osmanlı Devleti savaş halinde
iken gerçekleştirilecek ve Anadolu’daki Ermenilerin bağımsızlığı sağlandıktan sonra Rusya ve İran Ermenileri ile federatif bir Ermenistan kurulacaktı. 1890 yazında Tiflis’te Ermeni İhtilâl Federasyonu(Taşnaksutyun) kuruldu. Kısa adı Taşnak olan bu partinin 1892’de açıklanan programına göre hedefi, sonuca isyanla ulaşmak, ihtilâlci çeteler kurmak, halkı silâhlandırmak, hükümet yetkilileri ve kurumlan ile muhbir ve hainlere karşı hareketler düzenlemek olarak tespit edildi.
1895’de çıkan Sason İsyanı, Ermeni propagandasının milletlerarası boyut kazanmasında önemli bir rol oynadı.
Buna karşılık, kurulan bir Milletlerarası Tahkikat Komisyonu, 20 Temmuz 1895’te yayınladığı raporunda Sason olaylarında Ermenilerin masum olmadığını açıkladı.
Ermeniler, Sason İsyanı’nın Bâbıâli üzerinde Avrupa’nın fiili bir müdahalesine yol açmaması üzerine, aynı yıl içinde, özellikle Hınçak komitesi üyelerinin örgütlemesiyle, İstanbul, Divriği, Trabzon, Eğin, Develi, Akhisar, Erzincan, Gümüşhane, Bitlis, Bayburt, Urfa, Erzurum, Diyarbakır, Siverek, Malatya, Harput, Arapkir, Sivas, Merzifon, Maraş, Muş, Kayseri, Yozgat ve Zeytun dahil Anadolu’nun 27 yerinde olaylar çıkarmayı başardılar. Bu olaylarda Türklerden başka kendilerine katılmayan Ermeniler de öldürüldü; işyerleri ve evleri kundaklandı.
Ermeniler için 1877-78’de meydana gelen Osmanlı-Rus savaşı yeni bir dönemin başlangıcı sayılabilir. Zira Ayastefanos Antlaşması’nm 16. maddesine giren Ermeni ıslahatı maddesi, daha sonra İngiltere ve Fransa’nın baskısıyla Berlin Antlaşması’nın 61. maddesi olarak kabul edildi. Aslında bu maddeyle Rusya, İngiltere ve Fransa, aralarındaki rekabete Ermenileri de katarak, konuya uluslararası bir nitelik verdiler. Bu durumdan cesaretlenen ve çoğu misyonerler tarafından kurulan okullarda eğitilmiş bazı Ermeniler de harekete geçerek yurt içinde ve dışmda ihtilâlci Ermeni partileri ve dernekleri kurmaya başladılar.Hayır cemiyetleri görüntüsü altında oluşturulduğu izlenen bu dernekler, kısa süre sonra bağımsız bir Ermenistan kurmayı amaçlayan birer terör unsuru haline dönüştü.
Türklerle Ermeniler gerek Selçuklu Devleti, gerekse Osmanlı Devleti dönemlerinde yaklaşık 850 yıl önemli bir problem olmadan birlikte yaşadılar ve aynı devletleri paylaştılar. Nitekim Osmanlı Devleti döneminde 29 paşa,
22 bakan, 33 milletvekili, 7 büyükelçi, 11 başkonsolos v.s. olmak üzere pek çok Ermeni yüksek devlet görevlerinde yer almıştı. Bu durum 1915’e kadar devam etti.
Birinci Dünya Savaşı (Birinci Paylaşım Savaşı), medeni dünyanın (!) âdeta birbirini boğazladığı, 40 milyon insanın hayatını kaybettiği bir vahşetin adıdır.
Zeytunlu bir Ermeni’bin Kafkasya’da Kont Worontzoff-Dachkoff ile temas kurduğu, Türk ordularının ulaşım hatlarına baskın yapmak üzere 15.000 kişilik bir kuvvet topladıkları, ancak silah ve cephanelerinin yeterli olmadığı, İngiliz ve Fransızlar tarafından İskenderun Limanı üzerinden bunun yapılabileceği .
Ermenilerin, yürüttükleri faaliyetler ile kendi Ülkelerine karşı dış güçlerle işbirliği yapmaları techir gibi bir kararın alınmasında önemli bir rol oynamıştır.
Geçmişte ve günümüzde olduğu gibi, hırslarına mağlup olanlar yüzünden tarih tekerrür etmektedir.
Milletlerin daha geniş topraklara hükmetme, daha nüfuzlu ve daha zengin bir toplum olma hırsı insanı ve insani değerleri geri plana iten bir anlayış doğurmuştur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir