Muazzez İlmiye Çığ kitaplarından Sumerli Ludingirra kitap alıntıları sizlerle…
Sumerli Ludingirra Kitap Alıntıları
Biz insanları bir türlü anlamıyorum. Kısacık yaşam günlerimizi ülkemize ve insanlığa yararlı işler yaparak geçirsek; sen ben diyerek birbirimize yok etmeye, meydana getirdiğimiz bu güzel ülkeyi ve sanat eserlerini kırıp dökmeye çalışmasak ne olurdu!
Bir sır verilince dağılması kolay olur.
O günlerin özlemini zaman zaman çekiyorum ; fakat yine de tekrar o günlere dönmeyi, yaşadığım bunca acı tatlı yılları tekrar yaşamayı istemiyorum nedense !
Bizde evlilikler çok eski zamanlardan beri tanıklar önünde yazılı olarak yapılan bir sözleşme ile yasal olur. Sözleşmesi olmayan bir evlilik yasal sayılmadığı için boşanma hâlinde tazminat alınmaz.
Bu odada babamın dedesinin babası ile annesi gömülü imiş. Oraya zaman zaman yiyeceklerimizden, içeceklerimizden birer parça koyarız. İnancımıza göre bunlar verilmediği zaman ölülerimizin gölgeleri yeryüzüne çıkıp sokaklarda, evlerde başıboş dolaşırlar ve önlerine gelene saldırırlar.
İkinci kutsal odamız, ölüleri gömme yeridir. Eskiden ailede ölenler, evin içindeki bu odaya gömülürmüş. Gömülen yer gereğinde açılacak gibi yapıldığından her ölen aynı yere konurmuş. Şimdi bu gelenek yok. Ölüler, kentin dışındaki bir mezarlığa götürülüyor.
İnancımıza göre her ailenin hatta bireylerin koruyucu bir Tanrısı vardır. O; dualarımızı, isteklerimizi büyük tanrılara ulaştırır.
Giriş kapısına asılı, kilden yapılmış bir cin kabartması; evimize girecek kötülüklerden bizi korur.
Biz temizliğe çok önem verdiğimizden bol bol yıkanırız. Tapınaklara asla yıkanmadan gitmeyiz. Atalarımız çok çok eskiden odun külü ve yağdan oluşan ve su ile köpürüp kirleri temizleyen bir madde yapmışlar. Temizlikte hep onu kullanırız.
Bizler kitaplık ve arşivlerimizi gözümüz gibi koruruz. Ülkemize zaman zaman saldıran düşmanların ilk işleri saraylarda, tapınaklarda ve evlerde bulunan bu kitapları ve belgeleri kırıp parçalamaktır. Herhalde böylece bizlere geçmişimizi unutturmayı ve kendilerini saydırmayı amaçlıyorlar. Onun için böyle bir saldırı karşısında halkımızın korumakta en çok özen gösterdiği şey, bu kitaplar ve belgelerdir. Onlar hemen küplere doldurularak boş bir kuyuya sarkıtılır veya yere gömülür. Bazen şurada burada yıllar önce gömülmüş küpler bulunur.
Niçin tanrılarımız bizi birbirimize düşürsün? Onlar bize akıl vermiş fakat bazı insanlarımızda öyle ünlü olma isteği var ki, kendi soydaşları ile birleşip güçlenecekleri yerde onların ölüleri üzerine basıp yükselmeyi yeğliyorlar. Korkunç!
Bir beyiniz, bir kralınız olabilir ama asıl korkulacak vergi memurudur.
Düşman ülkesine gidip onu yağma ederseniz düşman da gelip sizin ülkenizi yağma eder.
Ölsek bile özgürlüğümüz için onlarla savaşalım mı, yoksa yaşamak için boyunduruklarına mı girelim?
Bizim inancımıza göre herkesin ne kadar yaşayacağı, yaşadığı sürede başından geçecek olaylar daha biz doğmadan tuğlamıza yazılmıştır.
İnsan ne kadar uzun olsa göğe ulaşamaz,
İnsan ne kadar geniş olsa yeri kaplayamaz
İnsan ne kadar geniş olsa yeri kaplayamaz
• Çok yiyen uyuyamaz.
• Açık ağza sinek girer.
• Kalpte olan düşmanlık getirmez, dildir düşman eden.
• Bir kez yalan söylersen doğruyu söylesen de inanılmaz.
• Yürürken ayağını sıkı bas.
• Arkadaşlık bir gün sürer, akrabalık sona dektir.
• İyi giyinen kimsenin önünde herkes eğilir.
• Köpeksiz köyde tilki bekçidir.
• Zamanını boşa geçirdin, ne işe yaradı?
• Mademki biliyorsun, neden öğretmiyorsun?
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Şiirlerimizin çoğu tanrılarımızı, tapınaklarımızı, krallarımızı övmek amacıyla yazılmaktadır. Bunlar kutsal günlerde, törenlerde çeşitli çalgılar eşliğinde ilahi olarak söylenir.
Bilgeliğin koruyucusu Tanrımız yüce Enki, ‘Bütün sanatların içinde en zor olanı yazı sanatıdır.’ demiş. Atalarımıza göre de, ‘yazı; sanatın babası, konuşmanın ve bilginin annesi’ imiş.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bizde fala çok inanılır. Bu falların başında hayvan ciğerine bakıp onu yorumlamak gelir. Krallarımız savaşa çıkacakları zamanın uygun olup olmadığını ciğer falı ile saptarlar. Ayrıca suya ve yıldızlara bakılarak gelecek hakkında bilgi alınır.
‘Fakir olmaktansa ölmek daha iyidir, ekmeği olsa tuzu olmaz, tuzu olsa ekmeği olmaz, koyunu olsa eti olmaz, eti olsa koyunu olmaz.’
Son zamanlarda kente çeşitli yerlerden gelenlerle, ahlak bozulmaya başladı. Hele krallarımızın, yabancı ülkelerden getirdikleri esirleri, devlet işlerinde çalıştırılmak üzere Nippur’a yakın bir yere yerleştirilmeleri, bunu daha da çabuklaştırdı.
Bizim ulusumuz arasında bir kadınla zorla beraber olmak çok fena sayılır. Kanunlarımızda böyle yapanlara ağır cezalar var
Annenizin sözüne Tanrımızın sözü gibi kulak verin.
Anneme olan sevgimi, hayranlığımı herkese söylemek, açıklamak isterdim; ama ne olursa olsun tam anlatamazdım.
Çocukluğuma ait anım, annemin gülen, gülerken ışıl ışıl parlayan gözleriyle tatlı yüzüdür.
Yaşamım benden uzaklaşıyor.
Neden biz insanlar bu kadar fena, bu kadar acımasız, bu kadar vahşiyiz? diye düşündüm. Hayvanlar bile yapmıyor bizim yaptıklarımızı. Büyük emekler ve zevklerle meydana getirilen o güzelim yapıları yerle bir etmek, sevgi ile büyütülen insanları öldürüp kana bulamakla ne kazanılıyor ki?
Bir beyiniz, bir kralınız olabilir, ama asıl korkulacak vergi memurudur.
Ne olurdu ulusumuzun insanları sen, ben demeyip, ben daha büyüğüm, ben daha iyi bilirim yarışmasına girmeden birleşselerdi, bunların hiçbiri başımıza gelmez, güçlü bir devlet olup saygınlığımızı yitirmezdik.
Düşman ülkesine gidip onu yağma ederseniz, düşman da gelip sizin ülkenizi yağma eder.
İnsan bildiğini neden başkasına öğretmesin?
Bizim devletimizin ve halkımızın başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiştir. Onları bir bir anlatmaya kalksam kitaplar almaz; siz de bıkarsınız okumaktan
Öğretmenlikten ayrıldığım zaman yaşamımın sonu geldi diye birdenbire büyük bir umutsuzluğa kapılmıştım
Gökte görünen bir saban gibi,
Üstü bezle kaplı bir bakır kazan gibi,
Bir taban üzerinde duran kaz gibi,
Üstü bezle kaplı bir bakır kazan gibi,
Bir taban üzerinde duran kaz gibi,
İçine gözler kapalı girilen,
İçinden çıkıldığında gözler apaçık olan,
‘Ev’, nedir o ‘ev’?
Çocukları, öğretmeyi çok seviyorum.
Sumerliler kendi ülkelerinde azınlık olmaya başladı. Ne korkunç bir durum ulusumuz için.
yazı: sanatın babası, konuşmanın ve bilginin annesi.
Yaşım ilerledikçe öğrenilecek pek çok bilgi olduğunu fark etmeye başladım. Ben de onların hepsini bilmek istiyordum.
Bizim için yalnız yazı öğrenmek yeterli değil, anlatılmak istenileni de düzgün ve anlaşılır şekilde yazmak gerek.
Ah, şu gençlik! Bugün ne kadar yalın gelen o olaylar, zamanında ne heyecan veriyordu insana! O günlerin özlemini zaman zaman çekiyorum; fakat yine de tekrar o günlere dönmeyi, yaşadığım bunca acı tatlı yılları tekrar yaşamayı istemiyorum nedense!
İnsanın aynı duygu içinde şiirler yazmasına olanak yok veya ben yapamadım.
Bizim ulusumuz, dilimiz, geleneklerimiz, sosyal yaşantımız unutuluyor artık.
Ben bir Sumerli öğretmen, şair ve yazarım. Yaşım yetmiş beşi bulduğundan öğretmenliği bıraktım çoktan; fakat şairlik ve yazarlığım ölünceye dek sürecek herhalde.
“Bir beyiniz, bir kralınız olabilir ama asıl korkulacak vergi memurudur”
Neden biz insanlar bu kadar fena, bu kadar acımasız, bu kadar vahşiyiz? diye düşündüm. Hayvanlar bile yapmıyor bizim yaptıklarımızı. Büyük emeklerle ve zevklerle meydana getirilen o güzelim yapıları yerle bir etmek, sevgi ile büyütülen insanları öldürüp kana bulamakla ne kazanılıyor ki?
Neden biz insanlar bu kadar fena, bu kadar acımasız, bu kadar vahşiyiz? diye düşündüm. Hayvanlar bile yapmıyor bizim yaptıklarımızı. Büyük emeklerle ve zevklerle meydana getirilen o güzelim yapıları yerle bir etmek, sevgi ile büyütülen insanları öldürüp kana bulamakla ne kazanılıyor ki?
Neden biz insanlar bu kadar fena, bu kadar acımasız, bu kadar vahşiyiz? diye düşündüm. Hayvanlar bile yapmıyor bizim yaptıklarımızı. Büyük emeklerle ve zevklerle meydana getirilen o güzelim yapıları yerle bir etmek, sevgi ile büyütülen insanları öldürüp kana bulamakla ne kazanılıyor ki?
Tanrımız yüce Enki, Bütün sanatların içinde en zor olanı yazı sanatıdır. demiş.
Biz ozan ruhlu bir milletiz herhalde ki, her konuyu şiir şeklinde yazmaktan hoşlanıyoruz.
Bir sır verilince dağılması kolay olur.
Tablet 22
Tablet 22
Kalpte olan düşmanlık getirmez, dildir düşman eden.
Bizim halkımızın en büyük özelliklerinden biri de bilginleri okumuşları bir kral kadar saymaları, onlara önem vermeleridir.
Bizim halkımızın en büyük özelliklerinden biri de bilginleri okumuşları bir kral kadar saymaları, onlara önem vermeleridir.
Çok çok eski çağlarda ülkemizin kralları istediklerini yapamıyormuş. Bir konu hakkında karar almak için halk içinden seçilen yaşlılar ve gençlerden oluşan iki meclise başvurmaları gerekli imiş. Şimdi nerede sormak, krallar istediklerini yapmakta özgürler..
Bizim inancımıza göre, herkesin ne kadar yaşayacağı, yaşadığı sürede başından geçecek olaylar, daha biz doğmadan tuğlamıza yazılmıştır.
Bilgeliğin koruyucusu Tanrımız yüce Enki, Bütün sanatların içinde en zor olanı yazı sanatıdır demiş. Atalarımıza göre de, yazı; sanatın babası, konuşmanın ve bilginin annesi imiş.
Sevgili Tanrıçamız İnanna dilbad (venüs yıldızı) yıldızından gelmiş veya onunla bir ilişkisi varmış. Biz o yıldızı çok çok sıcak olarak biliyoruz. O kadar sıcak yıldızın sıcaklığını atalarım nasıl bilmiş, anlayamıyorum. Hakikaten sıcak mı? Onu da bilmem olanaksız. İnancımıza göre, yıldızın sıcaklığı Tanrıçamıza büyük bir ateşlilik ve cinsel güç veriyormuş. Bu yüzden ona Aşk Tanrıçası adı verilmiş. Sevgiyi, sevmeyi öğreten o bize..
Sarı saçlı, mavi gözlü insan nasıl olur, bir türlü gözümde canlandıramıyorum; pek hoş olacağını da düşünemiyorum. Benim ülkemde böyle birini hiç görmedim. Biz kara saçlı, kara gözlüyüz..
Okurken binlerce yıl önceyi değil de, bugünü yaşıyormuş gibi oluyor insan..
Oradan ayrılırken kendi kendime, ‘Neden biz insanlar bu kadar fena, bu kadar acımasız, bu kadar vahşiyiz?’ diye düşündüm. Hayvanlar bile yapmıyor bizim yaptıklarımızı. Büyük emekler ve zevklerle meydana getirilen o güzelim yapıları yerle bir etmek, sevgi ile büyütülen insanları öldürüp kana bulamakla ne kazanılıyor ki? Arkasından aynı sonuç onları yapanlara da geliyor. ‘Düşmana saldırırsan o da sana saldırır’ atasözümüzün dediği gibi. Ama yine ders almıyoruz işte.
Bazı insanları bir türlü anlamıyorum. Kısacık yaşam günlerimizi ülkemize ve insanlığa yararlı işler yaparak geçirsek; sen ben diyerek birbirimizi yok etmeye, meydana getirdiğimiz bu güzel ülkeyi ve sanat eserlerini kırıp dökmeye çalışmasak ne güzel olurdu! Ülkemiz, bu güne kadar acı tatlı pek çok gün geçirdi. Bundan sonra ne olacağını hiç birimiz bilemeyiz.
Yıllarca o kadar insanı okuttuk, eğittik; bütün ödülümüz de, onların bize teşekkür etmesi, değil mi?
Ludingirra’nın Yaşamöyküsü
Tablet 23
Ne garip, unuttuğumuzu zannettiğimiz bazı olaylar birden gözlerimizin önünde canlanıveriyor ve onları adeta yeniden yaşıyoruz.
Ludingirra’nın Yaşamöyküsü
Tablet 20
Halk büyük bir sıkıntı içinde kıvranırken Urugakina büyük bir kurtarıcı olarak meydana çıkmış ve Lagaş’a inanılamayacak bir düzen getirmiş. En önemlisi de erkeklere verilen ücretin yarısı alan kadın işçilere erkekler gibi tam ücret verilmesini sağlamış.
Ah, şu gençlik! Bugün ne kadar yalın gelen o olaylar, zamanında ne heyecan veriyordu insana! O günlerin özlemini zaman zaman çekiyorum; fakat yine de tekrar o günlere dönmeyi, yaşadığım bunca acı tatlı yılları tekrar yaşamayı istemiyorum nedense!
Ludingirra’nın Yaşamöyküsü
Tablet 4
“Ne olurdu ulusumuzun insanları sen, ben demeyip, ben daha büyüğüm, ben daha iyi bilirim yarışmasına girmeden birleşselerdi, bunların hiç biri başımıza gelmez, güçlü bir devlet olup saygınlığımızı yitirmezdik.”
İnsanın aynı duygu içinde şiirler yazmasına olanak yok veya ben yapamadım.
Bir atasözümüze göre evde huzursuz bir kadın cinlerden fena imiş.
Sümerlerde bir atasözü:
Bir beyiniz, bir kralınız olabilir, ama asıl korkulacak vergi memurudur.
Yalnız öğrenmekten başka bir düşüncesi olmayan zevk, neşe dolu çocukluk ve delikanlılık günlerim sona ermişti artık. Birçok sorumluluğu üzerine almaya hazır bir adam olmuştum. İşte o günden sonra yaşamın insanlara getirdiği acı, tatlı olaylar içinde bugüne kadar kavruldum durdum. Onlar, sıkıntılı günlerimin bana neşe veren, beni yaşama bağlayan tatlı anıları oldu.
“Biz insanları bir türlü anlamıyorum. Kısacık yaşam günlerimizi ülkemize ve insanlığa yararlı işler yaparak geçirsek; sen ben diyerek birbirimizi yok etmeye, meydana getirdiğimiz bu güzel ülkeyi ve sanat eserlerini kırıp dökmeye çalışmasak ne olurdu!”