İçeriğe geç

Sosyalizmin Alfabesi Kitap Alıntıları – Leo Huberman

Leo Huberman kitaplarından Sosyalizmin Alfabesi Kitap Alıntıları sizlerle…

Sosyalizmin Alfabesi Kitap Alıntıları

Kısaca, sosyalizmin özü şudur: Ülke artık bir küçük azınlığın mülkü olmaktan ve bu azınlık tarafından kendi çıkarı için kötü ve yanlış yönetilmekten kurtarılmış, halk yararına, halk tarafından yönetilen, halkın sahip olduğu bir yurt haline getirilmiş olacaktır.
yeteneğin işe yaradığı doğrudur; ama bundan daha önemli olanı ne olarak doğduğunuz, toplumdaki mevkiniz ve servetinizdir.
işçi, kuramsal olarak, istediğini yapabilen “özgür” bir kişidir. oysa gerçekte, işçinin özgürlüğü iyice sınırlıdır. işverenin ileri sürdüğü ezici koşulları kabul etmek ya da açlığı seçmek arasında özgürdür.
hayatın güzel şeyleri, sonu gelmez bir ırmak halinde, zengin ve ayrıcalıklı küçük bir sınıfın havuzuna akar; yoksul ve ayrıcalıksız kalabalık sınıfın ise kaderi, korkunç güvensizlik, alçaltıcı sefalet ve fırsat eşitsizliğidir.
kapitalist sistem, üretimi, herkesin gereksinimini karşılamak amacına dayandırmak yerine azınlığın kar sağlama amacına dayandırdığı için, akla aykırıdır.
Tek çıkar yol toplumun iktisadi, siyasal ve toplumsal yapısında köklü bir değişiklik sağlamaktır ve bunu gerçekleştirmenin yolu işçi sınıfının yapacağı devrimdir.
“Adil bir işgünü karşılığında adil bir ücret” biçimindeki muhafazakar parola yerine, bayraklarına, “ücret sistemine paydos” devrimci parolasını yazmalıdırlar.
Marx, her zaman ve her yerde şu noktayı üzerine basarak belirtmiştir: Eski sınıflı toplumdan yeni sınıfsız düzene geçiş işçi sınıfının, proletaryanın eseri olacaktır. Marx sosyalizme ulaşmada proletaryayı aktif unsur olarak gördü; çünkü proleterya, yani nüfusun çoğunluğu, kapitalizmin çelişkilerinden en çok acı çeken sınıftı ve kendi durumunu düzeltebilmesi için bir başka yol da yoktu.
Modern devlet iktidarı, bütün burjuva sınıfının ortak işlerini yöneten bir kuruldan başka bir şey değildir.
Bunun içindir ki, Manifesto’da ortaya konan tahlil şu cümleyle başlar: “Bugüne kadar ki bütün toplumların tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir.
İktidardaki sınıf, iktidarını sürdürmek ister ve yeni üretim biçimi ile uyuşan yeni sınıfla çatışma haline girer. Böyle bir durum devrimle sonuçlanır.
İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilinçlerini belirleyen toplumsal varlıklarıdır.
Bunalım döneminde sistem öylesine çöker ki, kendi içindeki işçiler tarafından beslenip gidilip barındırılacağına, İşsizlerin doyurulması, çıplakların giydirilmesi ve başlarının bir yere sokulması yükümlülüğü, zorunlu olarak, çeşitli yardımlar, uydurulmuş işler ve benzeri şeyler yoluyla toplumun sırtına yüklenir.
Mal üretimi için ilk dürtünün kâr elde etmek olduğu bir sistemde, kârın her şeyin üstünde ve her şeyden, insan hayatından bile önemli sayılması kaçınılmaz bir şeydir. Gerçekte de öyledir. Kapitalist toplumda paraya insandan daha fazla değer verilmesi hiçte ender görülen bir şey değildir.
Derinizin rengi karaysa yalnızca eğitiminiz daha kötü olmakla kalmaz, doğum sırasında ölme olasılığınız daha yüksektir, hastalığınızın sizi öldürme olasılığı daha yüksektir, ömrünüz daha kısa olacaktır, içinde yaşadığınız ev daha kötü olacaktır, bir iş bulma ve bulduğunuz işte kalma şansınız daha düşük olacaktır, geliriniz de daha az olacaktır.
Kapitalist sistemin bir diğer adaletsizligi, çalışmadan yaşamaktan utanç duymak şöyle dursun, bununla övünen bir asalak sınıfı hoş görmesidir. Kapitalist sistemin savunucularına göre, bu asalakların kendileri çalışmasa da, paraları iş görür; işçilerden aldıkları haraç, göze aldıkları “risk”in ödülüdür.
Ne var ki, onlar paralarını tehlikeye sokarlarken, işçiler hayatlarını tehlikeye atarlar.
İşçi, kuramsal olarak, istediğini yapabilen “özgür” bir kişidir. Oysa gerçekte, işçinin özgürlüğü iyice sınırlıdır. İşverenin ileri sürdüğü ezici koşulları kabul etmek ya da açlığı seçmek arasında özgürdür.
Hayatın güzel şeyleri, sonu gelmez bir ırmak halinde, zengin ve ayrıcalıklı küçük bir sınıfın havuzuna akar; yoksul ve ayrıcalıksız kalabalık sınıfın ise kaderi, korkunç güvensizlik, alçaltıcı sefalet ve fırsat eşitsizliğidir.
Kapitalist sistem, üretimi, herkesin gereksinimini karşılama amacına dayandırmak yerine azınlığın kâr sağlama amacını dayandırdığı için, akla aykırıdır.
Kapitalist sistemin israfçılığını, hiçbir şey savaş kadar iyi gösteremez.
Dikkatli bir kanun deneti altında tutulmaları ve halkın hizmetinde olmaları gereken büyük şirketler hızla halkın efendisi haline geliyorlar.
Hepimiz özgürlükten yana olduğumuzu ilân ediyoruz; aynı sözcüğü kullanıyoruz, ama aynı şeyi kastetmiyoruz. Bazıları için özgürlük, canının çektiği şeyi yapmak, emeğinin ürününü dilediği gibi kullanmaktır. Buna karşılık, başkaları için aynı sözcük, bazı insanların başkalarına istediklerini yapmaları, başkalarının emeklerinin ürününü diledikleri gibi kullanmaları anlamına gelebilir."
Kendi ölümüne yol açacak silahlan hazırlamadan kapitalizm yaşayamaz.
Fırsatın olmadığı yerde, yetenekli olmak yetmez. Ve fırsat da, gerçekten yok.
Devlet, bir sınıfın öteki sınıf üzerinde egemenliğini kurmak ve sürdürmek için bir araç olduğuna göre, ezilen çoğunluk için gerçek özgürlük var olamaz.
Zengin azınlığın, emekçi çoğunluk üzerinde, toplumsal ve ekonomik egemenliğinin sürüp gitmesini sağlayacak güce sahip bir kurumun varlığı zorunludur.
Böyle bir kurum vardır: bu, devlettir.
Kapitalizmin öldürücü hastalığı olan bunalım ve depresyonu tedavi etmenin tek yolu vardı: SAVAŞ.
Öteki çoğu ülkelerin halklarına göre, bizim halkımızın, daha yüksek bir hayat standardı olduğu doğrudur. Ancak bu, bizim, varlık içinde olduğumuzu değil, onların yoksulluk içinde olduğunu gösterir.
Gerçek şudur ki,vatandaşlarımızın mutlu bir azınlığının lüks içinde yaşamalarına karşın, Amerikalıların çoğu sefalet içindedir. Gerçekte bizim yüksek hayat standardımız" boş bir övünmedir, halkımızın çoğunluğu ile bir ilişkisi yoktur.
Yoksulu daha yoksul, zengini daha zengin yapmak için bundan daha yetkin bir mekanizma zor bulunurdu.
Hiç bir yasa, insanı, kendisi ile rekabete zorlayamaz.
Kapitalist üretim, halkın gereksinmeleriyle başlayıp bitmez. Para ile baslar, para ile biter.
Kapitalist toplumda, üretim araçları sahipleri ile işçiler arasında varolması zorunlu ilişki, bıçakla gırtlak arasındaki ilişki gibidir.
Kapitalistler için önce mülkiyet sonra insanlık, işçiler için ise önce insanlık -yani kendileri- sonra mülkiyet gelir.
Kapitalist toplumda en büyük geliri elde eden en çok çalışan değil, en fazla şeye sahip olandır.
Herkesten yeteneğine göre, herkese emeği kadar..(sosyalizm)
Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinimi kadar.. (komünizm)
1929 ekonomik bunalımına, çoğu zaman, bir dünya ekonomik bunalımı denir. Oysa, öyle değildir. Üretimin felce uğraması ve onunla birlikte gelen işsizlik ve halk yığınlarının sefaleti, dünyanın her yanında bulaşıcı bir hastalık gibi yayıldı, ama bir ülke dışında. Bu bunalım Sovyetler Birliği’nin sınırlarına çarptı ve geri döndü.
Sovyet halkı, sosyalist planlı ekonominin ördüğü setlerin arkasında güvenlik içindeydi.
Çalışmak istediği halde iş bulamayan pek çok insanın sefaleti, çalışmadan temettü elde eden azınlığın zenginliği karşısında, daha da kahredici oluyordu.
Bu milyonlarca lanetli insan, en gerekli ihtiyaç maddelerini acaba elde edebilir miyiz umuduyla, yeteneklerini ve güçlerini kullanma olanağını verecek bir fırsatı beklemenin azabı içinde kıvranırken, çalışmanın ne olduğunu hiçbir zaman bilmemiş ve öğrenmek isteğini de duymamış bir takım daha şanslı insanlar, üretim araçlarına sahip olmaları sayesinde rahatlık ve lüks içinde yaşıyorlardı.
Savaş, hayatta güzel olan ne varsa acımasızca ve şeytanca yakıp yıktığı gibi, hayatın kendisini de yok eder.
Devlet bir sınıfın diğer bir sınıf üzerinde egemenlik kurmasına ve bu egemenliği sürdürmesine hizmet eden bir araç olduğundan, ezilen çoğunluk için hakiki özgürlük gerçekte var olamaz
Kişilerin zengin ve yoksul olup olmadığına, toplumun yukarı ve aşağı katlarında bulunup bulunmadığına bakılmaksızın, devletin sınıflar üstü olduğuna, halkın tümünü temsil ettiğine inanmamız istenir. Oysa, gerçekte görülen şudur: Kapitalist toplum özel mülkiyete dayalı olduğundan, özel mülkiyete karşı herhangi bir saldırı, devletin, gerektiğinde şiddet uygulamaya kadar varan direnciyle karşılaşır.
Sosyalizm, insanlığa en büyük acıları veren
kötülüklerden kurtulmak demektir; ücretli kölelikten,
sefaletten, toplumsal eşitsizlikten, güvensizlikten, ırk
ayrımından, savaştan kurtuluş demektir.
Sosyalizm, uluslararası bir harekettir. Programı dünyanın
bütün ülkelerinde aynıdır: barbar rekabet sistemi yerine,
işbirliğine dayanan ortak zenginlik için uygar işbirliğini
koymaktır. Her insanın refahının bütün insanların refahı ile
gerçekleşebileceği insanların kardeşliğine dayanan toplumu
kurmaktır.
Sosyalizm, gerçekleşemeyecek bir düş değildir. Toplumsal
evrim sürecinde bir ileri adımdır. Ve gerçekleşme zamanı gelmiştir.
Düşük ücretler, yüksek kârları mümkün kılar; ama, aynı zamanda, mallara olan talebi azalttıkları için kâr elde edilmesine olanak bırakmaz.
Bu, çözülmez bir çelişkidir.
Kapitalist sistem çerçevesi içinde hiçbir çıkış yolu yoktur. Çöküşler zorunludur.
Ancak gerçek şudur ki, yılda bir milyon dolar ya da üstünde geliri bulunan “tipik” vergi yükümlüsü, birçok fabrika işçisi ya da öğretmene göre, gelirinin düzenli olarak daha küçük bir oranını yıllık vergi olarak ödüyor.
Ama zirvedeki en zenginler, gelirlerinin büyük kısmını alıp götüren çok yüksek vergiler ödemek zorunda değil midir? Kendilerine sorarsınız öyle diyeceklerdir; ne var ki, bu doğru değildir.
Herhangi bir şirketin hisse senedi sahiplerinin sayısı gerçekten büyük olabilir. Ama bunun önemi yoktur. Önemli olan, kaç kişinin ne kadar hisseye sahip olduğudur.
Kapitalist, daha fazla kâr elde etmeyi sadece daha fazla sermaye biriktirmek ve böylece daha fazla kâr edebilmek için istiyor değildir; kendisini böyle hareket etmeye sistem zorlamaktadır.
İşsiz ve aç bir insan özgür müdür? Kitap ve kültür dünyasının kapıları kendisine kapanmış okuma yazma bilmeyen cahil bir insan özgür müdür? Yılın 52 haftasında çalışmak zorunda olan, dinlenme, tatil, gezmek için birkaç günü bir araya getiremeyen bir insan özgür müdür? Gece gündüz, iki yakasını bir araya
getirme tasasında olan bir insan özgür müdür? Her an işini kaybetme korkusu içinde olan bir insan özgür müdür? Yetenekli ama yeteneklerini geliştirecek öğrenim olanaklarından yoksun bir insan özgür müdür? Bolluk, güvenlik ve gezip tozma anlamındaki bu geniş özgürlüğün tadını, sadece zenginler çıkartabilir. Yoksullar özgür değildir. Ayrıca yukarda gördüğümüz gibi, kapitalizmde özgürlüklerini de kazanamazlar. Corliss Lamout’un yerinde bir deyişiyle sosyalizm için mücadele, özgürlükten pay alma" mücadelesidir.
Fırsatın olmadığı yerde, yetenekli olmak yetmez. Ve fırsat da, gerçekten yok.
Emperyalizm savaşa yol açar. Ama savaş hiçbir şeyi kalıcı olarak çözmez. Bir masa çevresinde artık pazarlık yoluyla çözülemez hale gelmiş olan düşmanlıklar, yüksek tahrip güçlü silahlar, atom bombaları, sakat kalmış insanlar ve paramparça olmuş cesetler üzerinden yürütülen pazarlıklarla ortadan kalkmaz.
“Emperyalizm, büyük sanayicilerin, ülke içinde satamadıkları ve kullanamadıkları mal ve sermayelerini yönlendirebilecekleri yabancı piyasa ve yabancı yatırım alanları bularak, servet fazlalarını dışa akıttıkları kanalı genişletme çabasıdır.”
… bir katmana mensup olanlarınü farklı toplumsal kökenlerden geliyor olabilmeleri, bir sınıfa mensup olanların (hepsi değil ama) büyük çoğunluğunun ise o sınıfa mensup olarak doğmuş olmalarıdır."
… sosyalizmde ulaşılabilecek ekonomik özgürlüğe, arzu edilen siyasal özgürlüklerin ekleneceğinin hiçbir garantisi yoktur."
Hiçbir yasanın bir şeyi yapmanızı yasaklamaması, sizin o şeyi yapacak konumda olduğunuz anlamına gelmez."
Kağıt üstünde bize ait olan özgürlükler, gerçek yaşamda her zaman bize ait değildir."
Yeterli konut, toplumsal hizmetler, sağlık, eğitim, ve sosyal refah için gerekli parayı bulmak her zaman çok zor olur, ama askeri gereksinimler için her zaman bol para vardır."
İktisadi egemenliği elinde tutan -üretim araçlarının sahibi olan- sınıf, siyasal egemenliği de elinde tutar. Hükümet biçimi hiç fark etmez."
Sosyalist bir toplumda işçiler sadece kuramsal bir hak sahibi olmakla kalmaz, aynı zamanda özgürlüklerini günlük yaşantılarında kullanma fırsatını da elde ederler."
Özgürlük, hayatı dopdolu yaşayabilme anlamına gelir; bu da, beslenme, giyinme ve barınma gereksinimlerimizi düzgün bir biçimde karşılamaya yetecek ekonomik güce ve ayrıca, düşünme yeteneğini beslemek, kişiliğini geliştirmek, kimliğini ifade etmek için yeterli olanaklara sahip olmak demektir."
Sosyalistler sınıf mücadelesini "körüklemez"; yaptıkları, zaten var olan sınıf mücadelesini anlatmaktır."
Sosyalizm, kapitalizmden komünizme giden yol üzerinde zorunlu geçiş aşamasıdır."
Üretim araçlarının kamu mülkiyetine alınması nasıl sosyalizmin temel özelliklerinden biri ise, merkezi planlama da sosyalizmin bir diğer temel özelliğidir."
Bugüne kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir.
Hak, adalet, özgürlük vb. gibi kavramlar, yani her toplumda var olan fikirler dizisi, o belirli toplumun ulaştığı belirli ekonomik gelişme aşamasına uygun olur."
İnsanların düşünme biçimini, yaşama biçimleri belirler."
Yeteneğin işe yaradığı doğrudur; ama bundan daha önemli olanı ne olarak doğduğunuz, toplumdaki mevkiniz ve servetinizdir."
… "ihtiyaçların pençesinde kıvranan insan, özgür insan değildir."
Kapitalist ekonomide barış zamanında sağlanamayan tam üretim, savaş zamanında başarılır."
… sınıflı bir toplumda "özgürlük" ve "devlet" sözcükleri bir araya gelemez."
… sınıflar var oldukça, devlet sınıflar üstü olamaz; efendilerin yanında yer almak zorundadır."
Kişilerin zengin ve yoksul olup olmadığına, toplumun yukarı ve aşağı katlarında bulunup bulunmadığına bakılmaksızın, devletin sınıflar üstü olduğuna, halkın tümünü temsil ettiğne inanmamız istenir."
Kapitalistler sınıfına, işçi sınıfı üzerinde egemenlik kurabilme olanağı sağlayan özel mülkiyet ilişkileri zincirini korumak ve sürdürmek, devletin görevidir."
Kapitalizmin ölümcül bunalım ve durgunluk hastalığının bir çaresi vardı: SAVAŞ."
İşverenin kar kaynağı, karşılığı ödenmemiş emektir."
İşverenin kar kaynağı, karşılığı ödenmemiş emektir."
İşgücünün değeri, başka herhangi bir malın değeri gibi, kendisini üretmek için toplumsal olarak gerekli emek zamanıyla belirlenir."
Üretim araçlarına sahip olup olmamanız, toplum içindeki yerinizi belirler."
Zengin ya da yoksul, güçlü ya da zayıf, beyaz, kara, sarı ya da esmer, nasıl ve nerede olurlarsa olsunlar, insanlar yaşamak için gerekli olan nesneleri üretmek ve bölüşmek zorundadır."
Devlet, bir sınıfın öteki sınıf üzerinde egemenliğini kurmak ve sürdürmek için bir araç olduğuna göre, ezilen çoğunluk için gerçek özgürlük var olamaz. Duruma ve koşullara bağlı olarak şu ya da bu derecede özgürlük verilecektir, ama son tahlilde, özgürlük" ve "devlet" sözcükleri, sınıflı bir toplumda biraraya getirilemez.
Kâr sağlamak için, kapitalist, işçilerine olabildiğince az ödeme yapmak zorundadır. Ürünlerini satmak için, kapitalist, işçilerine olabildiğince çok ödeme yapmak zorundadır. İkisini birden yapamaz. Düşük ücret yüksek kâr sağlar, ama aynı zamanda mal talebini azalttığı için kârı olanaksız hale getirir. Çözümlenemez bir çelişki. Kapitalist sistem çerçevesi içinde çıkar yol yoktur. Depresyon kaçınılmazdır.
Kapitalist üretim, halkın gereksinmeleriyle başlayıp bitmez. Para ile başlar, para ile biter.
Kapitalistler için önce mülkiyet sonra insanlık, işçiler için ise önce insanlık -yani kendileri- sonra mülkiyet gelir. Kapitalist toplumda iki sınıf arasında daima bir çatışma olmasının nedeni de işte budur.
Sosyalizmin amacı, her türlü sömürüye son veren sınıfsız bir toplum kurmaktır.
Dolar ile yaşam karşı karşıya geldiler–dolar kazandı.
”Bölünmez, herkese özgürlük ve adalet sağlayan tek bir ulus” yerine, kapitalizm, yapısı gereği, bir sınıfa özgürlük ve adalet getirip, ötekine getirmeyerek, bölünmüş iki ulus yaratıyor. Halkın, kardeşlik ve dostluk içinde bir arada yaşayacağı birleşmiş bir toplum yerine, kapitalist sistem, bütünleşmemiş bir topluluk yaratıyor…
Sömürge halklarına karşı tutum, zamana ve yere göre değişmiştir. Ama zulüm ve baskı genel yasaydı. Hiçbir emperyalist ulus masum değildi.
İşçiler daha da yoksullaştılar, çünkü ”tekelciler, işçilere, üretkenliklerine eşit ücret ödemiyorlardı.”
Hammadde üreticileri (örneğin çiftçiler), ”tekelcilerin, bazen ödedikleri düşük fiyatlar” yüzünden daha da yoksullaştılar.
Tüketiciler, ”tekelcilerin koydukları yüksek fiyatlar yüzünden” daha da yoksullaştılar.
Öte yandan ise hisse senedi sahipleri, ”tekelcilerin bu yolla elde ettikleri, gereğinden fazla yüksek kârlardan” dolayı, daha da zengin oldular.
Kapitalist sınıf, gelirini, başkalarını kendi hesabına çalıştırarak elde eder; oysa işçi sınıfı, gelirini, yaptığı iş için aldığı ücret biçiminde sağlar.
İktidara sıkı sıkıya yerleşmiş ve ayrıcalıklardan, bol kazançlardan yararlanmaya alışmış bir egemen katman, aşağıdan kitlesel baskıya karşı yerleşik çıkarlarını koruyup sürdürmenin yollarını bulur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir