İçeriğe geç

Son Doğal İnsan – Nereden Geldik Nereye Gidiyoruz? Kitap Alıntıları – Robert A. Norman

Robert A. Norman kitaplarından Son Doğal İnsan – Nereden Geldik Nereye Gidiyoruz? kitap alıntıları sizlerle…

Son Doğal İnsan – Nereden Geldik Nereye Gidiyoruz? Kitap Alıntıları

Cehaletimiz o kadar derin, varsayımlarımıza güvenimiz öyle yüksek ki, organik varlıkların soyunun tükenebildiğini duyduğumuzda şaşırıyoruz ve nedenlerini göremediğimiz için, dünyayı ıssızlaştıracak felaketlere yol açıyoruz.

-Charles Darwin (Türlerin Kökeni)

Zihinlerimiz aforizmalar ve benzetmelerle dolup taşarken, en azından bazılarımız dünyanın mantıklı bir resmini oluşturmaya çalışıyoruz. Bit’ler ve bayt’larca bilgi içinde boğulsak da bilgelikten yoksunuz. Bir başka değişle, çoğumuzun neden burada olduğumuz ya da ne yaptığımız hakkında hiçbir fikri yok ama yaşamlarımızın karanlığı içinde debelenerek inliyor, kurtarıcı ışığı arıyoruz. Thoreau’nun dediği gibi;
Çoğu insan suskun bir umarsızlık içinde sürdürür yaşamını ve içlerindeki şarkıyı söyleyemeden girer mezara.
Önümüzde bazı seçenekler var. Bunlardan biri, şu anda yönelmiş olduğumuz, günlük hayatımızın -kendisi de gitgide fakirleşen- doğadan giderek uzaklaştırıldığı ve biz insanların daha hasta, daha az mutlu ve bu nedenle daha kaygılı hale geldiği bir dünya. Diğer türlerde görüp özendiğimiz nitelikleri yeniden kazanmak için kimyasallardan medet umarak, sorunlarımızı giderek daha çok ilaçla tedavi etme yoluna gittiğimiz bir dünya bu.
İlk insanlar yaklaşık 100.000 yıl önce Afrika’dan ayrıldıklarında, insan kocaman Dünya’da bir nokta kadar yer kapladığından, atalarımızın ne yiyip içtikleri veya nasıl davrandıkları çok da önemli değildi. Ne var ki kısa sürede aşırı düzeyde artan nüfusumuzla çevremizi öyle bir kirletip tahrip ettik ki, homo sapiens Afrika’dan çıkan organizmalar içinde gerçekten de en tehlikelisi diyebiliriz. Evet, Dünya bizim mirasımız ve doğanın dünyası seyredilmeye doyulamayacak kadar muhteşem olabilir ancak doğa; renk, arkadaş, melek, anne, baba, kitap veya hikayelere göre ayrımcılık yapmaz; sonuçta yalnızca evrimsel süreçlerin parmak izleridir önemli olan.
Evrim, kadim bir süreçtir; insan belleği ve dikkati ise kısa ömürlüdür. Dünyayı bizim için tehlikeli kılan da işte bu gerçektir.
İnsanı öldüren hastalıklar, en az onu koruyup hayatta kalmasını sağlayan içgüdüler kadar doğaldır.
Zaman takviminde ‘uygar’ insanın yamyamdan birkaç saniye, vahşi hayvandan birkaç dakika ileride olduğunu hatırlarsak, bilinçdışında yamyamlığın henüz tamamen ortadan kalkmamış olduğunu fark etmek şaşırtıcı olmayacaktır.
Evrim kadim bir süreçtir; insan belleği ve dikkati ise kısa ömürlüdür. Dünyayı bizim için tehlikeli kılan da bu süreçtir.
Toplum sağlığından, yüksek riskli bireylere özgü aşıların uygulanacağı kişiselliştirilmiş tıp modeline doğru bir paradigma kayması yaşanıyor.Bu tür önlemlerin kaçınılmaz sonucu ise maliyet artışı ve kamusallıktan uzaklaşma olacaktır kuşkusuz.
Toplum sağlığından, yüksek riskli bireylere kişiye özgü aşıların uygulanacağı kişiselleştirilmiş tıp modeline doğru paradigma kayması yaşanıyor. Bu tür önlemlerin kaçınılmaz sonucu ise maliyet artışı ve kamusallıktan uzaklaşma olacaktır kuşkusuz.
Ancak bilimde övgü , fikri ilk ortaya atana değil, dünyayı o fikre ikna edene gider. Yeni ve değerli bir tohum bulan kişinin kendisi değil , o tohumu ekip, biçip, öğütüp dünyayı besleyen alır övgüyü
İnsan türünün en önemli özelliği, sınırlarını genişletmesidir.
40 Yıl sigara içip, aşırı yağlı beslenen ve hiç egzersiz yapmayan hasta, bir sihirli değnek dokunuşuyla iyileşivermek istiyor. toplumun teknolojik ilerlemeden beklediği bu mu? Bizim hiçbir şey yapmamıza gerek kalmasın Herşey kendiliğinden hallolsun . Biz yalnızca pili değiştirelim kaçağı önleyelim, genlerimizi değiştirelim ve yola devam edelim öyle mi?
Dünyamızda aç gezen ve yeterli sağlık hizmetine ulaşmayan 1 Milyar insan varken , maliyeti milyarlarca doları bulan ve yalnızca en yüksek payı verene sunulan genetik tedaviilerinin peşinden koşmak kibiirli bir davranış sayılmaz mı?
Yaşlanma, yaşayan bir organizmanın hastalık durumunu, giderek daha hafif olumsuzlukların daha büyük zarar vermesiyle şiddetlendirerek, sonuçta organizmayı işleyemez hale getiren süreçtir.
Yaşlanma, hastalıklara ve olumsuz olaylara duyarlılığın artmasına bağlı olarak hayatta kalabilme ve fizyolojik işlevleri sürdürebilme yeteneğinde azalmanın sebep olduğu, canlıların sağlıklarındaki kötüye gidiş olarak tanımlanır.
Yaşam süresi, bir türün üyelerinin hayatta kalabilecekleri maksimum sürelerin ortalamasını belirtir.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Bir kişiyi yaşlı olarak tanımlamak için uluslararası çerçevede kabul edilmiş ir standart yoktur. Aynı şekilde, belirli bir düzeyin üstüne çıkınca kişinin toplumlasal sınıfını resmi olarak erişkinden yaşlıya değiştirecek özelliklerin belirlenmesine yönelik bir girişimde de bulunulmamıştır.
Hastalıklarla artışı sınırlanmayan nüfusun patlama noktasına ulaşması halinde, gelecekteki savaşlar yiyecek ve su gibi temel gereksinimler üzerine yapılacak.
Doğa her zaman en iyisini bilir.
Davranışlarımızın gelecekte ne gibi sonuçlar doğuracağını kesin olarak bilemeyiz. Bu neden le mantık kurallarına göre düşünür, örneğin şöyle deriz .eldeki süreç ve bütçe göz önünde bulundurulduğunda verebileceğimiz en iyi kara bu.
Bakteri ve virüslerin neden olduğu enfeksiyon hastalıkları hep var olagelmiştir. Doğal seçilim süreci neden insan ırkını bu patrojenlerden korumadı peki? Sebebi bu canlıların bizlerle birlikte. evrim geçirmekle kalmayıp, Escberichia coli gibi küçük bakterilerin 20 dakikada bir üremeleri, dolayısıyla da sayılaının katlanarak atmasıdır. Bu durum onlara, bizim yüzyıllar içinde yapabileceğimizden daha fazla mutasyon doğal seçilim fırsatı sağlar.
Avrupa nüfusunun büyük kısmını yok eden veba, insan türünü korumak için diğer hastalıkların neden evrimleştiğni gösteren iyi bir örnektir.
Bir hekim hastalıktan çok organı, hatta bir bütün olarak insanı değerlendirmek zorundadır.
Bakteriler yüzyıllar boyunca plansız, düzensiz süreçlerle evrimleşerek, antibiyotiklere direnç kazanmalarını sağlayan betalaktam halkaları gibi araçlar edinmiş, mikroskobik işgüzarlar gibi görünmüş olablirler size.Nihayetinde doğal seçim evrim için yeterli olabilir fakat bu onun ideal olduğunun anlamına gelmez. Bakteriler ve virüzler bunu bilirler ve eğer kendi haline bırakılmış olsa soyu tükenecek olan üstün insanı yaratmak niçin elbirliği içinde çalışır.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Biyolojinin temel kurallarından biri şudur. Bütün organizmalar dış ortamlarındaki besin maddelerini kullanarak enerji üretirler. Besinler enzimler tarafından sindirildikçe kimyasal bağlar oluşur ve kırılır, bu da enerji,in salınmasına yol açar.
Hastalık evren boyunca bizmle birlikte var olmuş ve bizi güçlendirmiştir. Bunu anlamak hastalıkla savaşmamızla yardımcı olmakla kalmaz, aynı zamanda yaşam tarzlarımızı değiştirerek hastalıkları yenebilmemizi de sağlar.
Lord Voldemort, İyiyle kötü diye bir şey yoktur, güç vardır sadece, bir de o gücü elde edemeyecek kadar zayıf olanlar, der. Hastalık ve sağlık da benzer şekilde kaçınılmaz rakiplerdir.
Benjamin Fraklin, Yaşlılığa bağlı olnalar da dahil olmak üzere bütün hastalıklar elbette önlenip iyileştirilebilir ve istendiği taktirde yaşam süremiz, Nuh tufani önce standartlarda uzatılabilir. demişti.Tıbbın ütopyası hastalıların ortadan kaldırılmasıdır.
Hastalıkların ortaya çıkmasında etkili olan belli başlı üç etken, mikroplar, genler ve coğrafyadır.
Modern batı tıbbında hastalık, kanıta dayalı tedavilerle iyileştirilmeye çalışan biyolojik veya biyokimyasal bir durumdur. Geleneksel Çin veya Hint şifacıları ve hatat Hippokrates ise, hastalıkları insan bedeniyle doğa arasında bir dengesiz olarak görürler.
Tıp sanatı, doğa hastalığı iyileştiriken hastayı avutmaya dayanır.
VOLTAİRE
Kitle toplumunda tıp; ekonomi bilimi, merkezi ve yerel idare, hukuk, sosyal hizmetler ve medyadan ayrılamz hale gelmişlerdir.
Tek ödeyenli sağlık sistemi öteki dünyada bir sorun oluşturmayacaktır belki ama eğer bu dünya bir yansımaysa, belki de tek çözüm bir dua sefeberliği olabiliğr.
Zaman takviminde uygar insanın yamyamdan bir kaç saniye, vahşi hayvandan birkaç dakika ileride olduğunu hatırlarsak, bilinç dışında yamyamlığın henüz tamamen ortadan kalkmamış olduğunu fark etmek şaşırtıcı olmayacaktır.
Dr Oliver Sacks, New Yorker da yayımlanan Altered States ( Değişen Durumlar) makalesinde şöyle der: Günü günğne yaşamak insanoğluna yeterli gelmez; bizler aşıp taşmak, coşmak, kaçmak isteriz; anlaşılmaya, anlayışa ve açıklamaya gereksinim duyarız; yaşamlarımızdakş kalıpları etraflıca görebilmemiz gerekir.Umuda gelecek duygusuna ihtiyacımız vardır.
Bakteri Leeuwenhoek tarafından keşfetmiş olsa da bunların Homo Sapiens’in hastalıklarıyla ilişkilendirilmesi iki yüz yıl sonra Pasteur tarafından gerçekleştirildi.Yeri gelmişken söyleyelim, Pasteur bu keşfinden sonra pislik ve enfeksiyona karşı marazi bir korku duymaya başladı; hatta öyle ki bulaşma riskinden korkusuna el sıkışmaktan bile kaçınır hale geldi.Pasteur aynı zaman da temizlik imandan gelir anlayışının yaygınlaştığı bir dünyanın yaratılmasında katkıda bulundu. Bu anlayış öyle ulvi bir coşkunlukla gerçekleşti ki, mikrop ve türevlerinin dezenfektanlarla, temizlenmenmesi günümüzde televizyon reklamlarında aralıksız karşımıza çıkan ve her gece inanılmaz faliyetlerle yayılmaya çalışan bir çeşit ibadete dönüştü.
Gutenberg’in yeri değiştirilebilir harfleri icat etmesi dünyada bir çığır açtı. İcatı izleyen ilk on yılda 50 milyonun üzerinde kitap basıldı.
İcatlarda bulunmak türümüzün ilk örneklerinden bu yana bizim için bir yaşam tarzı.Belki de kendimizi, bir kuşaktan diğerinkine aktarılan icatlarla ilerleyen bir tür olarak tanımlayabiliriz. Tekerlekten genetik müdahaleye kadar, kültürümüzüz hep icatlarla şekillendirdik.
Biz icat yeteneği olan, yaratıcı bir türüz ve oyalanmak için pek çok etkinliğe ihtiyacımız var.
Hastalığın tarihi insanlık kadar eskidir.
İnsanlar hastalıklarından, en az hastalıkların onlardan faydalandığı kadar
faydalanırlar.
Aldous Huxley
Modern tarım endüstrisi sayesinde istediğimiz yiyecek istediğimiz zaman elimizin altında. İnsanların yiyeceklerini oldukça kısa bir zaman dilimi içinde hasat ettiği, hazırladığı ve tükettiği günler gerilerde kaldı. Şimdi, işlenip uzun süre saklanmaya hazır hale getirildikleri süreçte gerçek besin değerlerini kaybetmiş, sonra da yüksek besin değerine sahip olduklarına inanmamızı sağlamak için yeniden eklenen “besin öğeleriyle” zenginleştirilmiş “hazır gıdalarımız” var.
Koroner kalp hastalığı vakalarının %80’i, Tip 2 diyabet vakalarının %90’ı ve kanserlerin üçte biri, daha sağlıklı bir beslenmeye geçmek, fiziksel aktiviteyi artırmak ve sigarayı bırakmakla önlenebilir.
Hastalıklarla artışı sınırlanmayan nüfusun patlama noktasına ulaşması halinde, gelecekteki savaşlar yiyecek ve su gibi temel gereksinimler üzerine yapılacak.
Toplumların yaşlanması ve aterosklerozla ilişkili hastalıkların giderek daha yoğun şekilde tedavi edilmesi sonucu nüfusun dünya kapasitesinin dörtte üçüne ulaştığı düşünüldüğünde, dünyada aşırı nüfus artışı gerçek bir risktir.
Her gün 10.000 den fazla kişi 50 yaşına giriyor .
Zamanın oku sadece bir yönde , ileriye doğru ilerler ve takvim yaşımızın artışı hepimizde olumsuz etkilere yol açar.
Kalp krizi ve inme , her yıl yaklaşık 12 milyon kişinin ölümüne neden olurken, 3.9 milyon kişi de yüksek tansiyon ve diğer kardiyak hastalıklar nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Dünya genelinde 1 milyardan fazla yetişkin fazla kiloludur ve bunların en az 300 milyonu klinik olarak obezitedir.
Kardiyovasküler hastalıklar , diyabet ,obezite ,kanser ve solunum yolu hastalıklarını da içeren bulaşıcı olmayan hastalıklar, bir yılda gerçekleşen 57 milyon ölümün yüzde 59’undan sorumlular; küresel hastalık yükününün de yüzde 46’sını oluşturuyorlar.
Bunun üzerine Dünya Bankası Başkanı Dr. Yong Kim, 2015 Dünya Ekonomik Formu katılımcılarını Dünya, gelecekte patlak verebilecek , Batı Afrikada’ki Ebolya’a benzer ölümcül salgınlara karşı tehlikeli düzeyde hazırlıksızdır. Diyerek uyarmıştır.
Ebola farklı ve çok agresif bir virüstür AIDS’in belirti vermeden vücutta kalış süresi on yılı bulabilir ,Ebola’da ise bu dönemin süresi bir aydan azdır. . 2015 yılı Mart ayı ortalarındaki verilere göre Ebola ; Gine, Liberya ve Siera Leone’de 24.000 den fazla kişiye bulaşmış ,500 ‘ü sağlık çalışanı olmak üzere 10.000 ‘e yakın kişi salgından hayatını kaybetmiştir.
Evrim kadim bir süreçtir, insan belleği ve dikkati ise kısa ömürlüdür. Dünyayı bizim için tehlikeli kılan da işte bu gerçekliktir.
Etkilerinden korunmak istediğimiz virüs veya bakteriden küçük bir parça DNA alınır . Daha sonra bu parça maya hücrelerinin DNA ‘sına sokulur . Böylelikle maya hücreleri virüsten protein üretebilir hale gelirler ve üretilen protein saflaştırılarak etken madde olarak kullanılır.
Pandemi için ; Bizler birbirlerine sarılacak insanlar değildik . Duygusal rahatlama gerekiyorsa ,hiçbir fiziksel temasın iyi bir kokteylin iyileştirici gücüyle yarışamayacağına inanıyorduk.

Davis Sedaris

Cansız aşılarda en büyük sorun etkilerinin uzun süreli olmamayışıdır, canlı aşılardaki sorun ,kararsız olabilmeleri ve birbirleriyle etkileşime girebilmelidir. İnsanla ilgi sorun , değişken olması ve bağışıklık sisteminin bir kişiden diğerine değişen oranlarda yetersiz veya öngörülemez nitelikte oluşudur.
Pasteur 1800’lerin sonunda ,kurutulmuş tavşan omuriliğinden elde etti cansız kuduz virüsüyle önce hayvanlarda , ardından insanlarda kuduz hastalığını önlemek amacıyla denemeler yaptı.
Bakteriler ve virüsler de türümüzün çöküşüne neden olabilir tabii ama onlar bile besin zincirini yok etmenin işlerine yaramayacağını bilecek kadar akıllılar. Hava kirliliği, yangınlar hastalıklar. Artık havalandırması iyi çalışmayan bir odanın içerisinde yaşıyor gibiyiz.
Atwood (Cesur Yeni Dünya’ya) yazdığı önsözünde, kitapta baskı ve şiddet yerine hipnotik koşullandırmanın, fabrika üretim hatlarını besleyen aşırı ve lüks tüketimin, biyolojik mutluluk sağlayan uyuşturucuların sunulduğu ılımlı totaliterliğin hüküm sürdüğü bir dünya gördüğünü yazmıştı.
İnsanlar neden hikayeler anlatır. Cevap açıktır . Hikayeler bizi mutlu eder.
Küçük çocukları bir odaya koyarsanız , kendiliğinden ortaya çıkan sanatı görürsünüz . Doğaçlama ustaları gibi , dramatik bir senaryo üzerinde fikir birliğine varır, karakterlerin rollerinden gerekli düzeltmeleri yapar , performansları ile ilgili fikir alışverişinden bulunur ve onu oynarlar.
Bir yaşında bir bebek herhangi bir muzu telefon gibi kulağına götürür. Oyuncak ayısının üzerine örterek uyutabilir.
İki yaşında çocuk kendisini otobüs şöförü annesini yolcu olduğunu düşünerek taklit yapabilir.
Ayrıca iki yaşındakiler karakter yaratmayı da bilirler, miyavlayan bir kedi ya da kraliçeyi oynar. Üç dört yaşında ise altın çağlarına gelirler.
Bir yaş civarında çocuklarda tuhaf ama bir o kadar da büyülü bir şey tomurcuklanır. Üç ,dört yaşlarına geldiklerinde bu tomurcuk tamamen açar ve yedi ya da sekiz yaşlarında da solmaya başlar.
Hikaye anlatımı ,televizyonda yayınlanan spor karşılaşmalarının omurgasıdır.

İnsanın hikaye oluşturma ve tüketmeye duyduğu zorunluluk , edebiyattan, rüyalardan ve fanteziden çok daha derinlere akar. İliğimize kadar hikayelerle doluyuz.

Olimpiyat oyunlarında sporcuların mücadeleleri ile ilgili haber yorumları ,yarı belgesel tadındadır. Başlama silahı ateşlendiğide ,rakipleri destansı bir savaşta mücadele eden kahramanlar gibi düşünmeye başlarız. Böylece zaferin ve yenilginin acısını daha fazla derinden hissederiz.
Televizyonda yayınlanan spor müsabakalarının gittikçe daha çok kadın tarafından izlenmeye başlanmasının nedeni , yayıncıların bu programları kişiler arası bir drama gibi sunmaya öğrenmesinden dolayıdır.
Bir yazar kelimeleri önümüze serer ama bu kelimeler hareketsizdir. Hayat bulmak için bir katalizöre ihtiyaçları vardır. İşte bu katalizör, okurun hayal gücüdür.
Bir insana kitap sattığında ,sadece 12 onsluk kağıt, mürekkep ve yapıştırıcı satmıyorsun : Aşk ve arkadaşlık , mizah ve kara gecelerde denizde seyreden bir gemi .
Beyni bileşenleri bozulduğunda çalışmayı durduracak bir bilgisayar olarak görüyorum. Bozulmuş bilgisayarlar için cennet veya öteki dünya yoktur; bu, karanlıktan korkan insanlar için bir peri masalıdır. (Stephen Hawking, The Guardian)
Cansız aşılarda en büyük sorun, etkilerinin uzun süreli olmayışıdır. canlı aşılardaki sorun, kararsız olabilmeleri ve birbirleriyle etkileşime girebilmeleridir; insanla ilgili sorun, değişken olması ve bağışıklık sisteminin bir kişiden diğerine değişen oranlarda yetersiz veya öngörülemez nitelikte oluşudur.
.. Bizi biyolojik değil de kültürel bir evrim kurtarabilir ancak.
O halde, daha iyi bir gelecek için en büyük umudumuz karşılıklı sevgi ve saygıyı; bilgi ve eğitime öncelik verilmesini; doğal kaynakların korunup, çevremize verdiğimiz zararın en aza indirgenmesini teşvik eden değerlerin geliştirilmesidir.
Önemli bir dönüşümün eşiğindeyiz. Şu anda içinde bulunduğumuz zaman dilimi, insanlık tarihi açısından neden bu kadar önemli? Önemli, çünkü hala “kısmen veya tamamen doğal” son nesil olabileceğimiz bir noktadayız.
Son yıllarda ayna nöronların keşfi nörobilimcileri ve psikologları hayrete düşürdü.
Bunlar, karşımızdaki kişinin acısını sezinleyebileceğimizi ve artık yerinde olmayan bir uzuvdan geliyormuş gibi duyulan fantom ağrılarını hissedilmesini sağlayan nöronlar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir