İçeriğe geç

Sokak Kızı Kitap Alıntıları – Panait Istrati

Panait Istrati kitaplarından Sokak Kızı kitap alıntıları sizlerle…

Sokak Kızı Kitap Alıntıları

Ah! Uğursuz kader! Ne diye hep en soylu ruhlara saldırmaktan zevk alırsın.
İnsanın gönlünde bir sevda varken ölmek ne hazindir, ne acıdır.
Seni tekrar yaşamaya ihtiyacım var, ey benim çocukluğum, çünkü, ölüm yaklaşıyor ve dün, daha dün bir çocuktum ben!..
Başımıza bela olan bu zavallı beyin yerine ne diye bize bir kalp daha koymayı akıl etmedin!
İnsan neyse odur…
… muhabbet delisi insanlarda sevmek ihtiyacı, gönül yaralarını saklamaya zorlayan utanç duygusundan daha güçlüdür.
İnsanları da birlikte sevmeden ışığı sevemez kişi. Bütün insanları değil. Kimse onların hepsini birden sevmez. İsa bile onları bu kadar ahmakça sevmiş değildir.
Burada bir sonsuzluk tanrısı gibi gökte kanat geren akbaba’dan gıvıl gıvıl kaynaşan sineklere kadar her şey yeryüzünün güzel hayatını zehir eden insana haykırırlar:

BİZİM ARAMIZDA KÖTÜLÜK EDEMEZSİN!

Evet, her adımda böyle iç çekenleri işitir, ürperirsiniz her zaman, çünkü mutlu bir kayıkçının Boğaz’da kürek çekerken tutkuyla koyverdiği basit bir türkü gibi içtendir bu da. Böyledir işte, burası Türkiye’dir. Aman bre! İstanbul’dur, İstanbul’un ruhudur.
İstanbul’u severim. Yeryüzünde duyarlı insanı sıkmayan ender kentlerden biridir. Sevinç ve hüzün dolu bir şiirdir İstanbul, sevinci de hüznü de içtendir. Yalnızca Boğaziçi’nde sıradan bir şarkı çarpıcı bir coşkuyla yankılanır, yalnızca İstanbul’da insan gönlü yaralıların çektiği ahların en güzelini, en tamını, en anlatılmazını adım başı işitebilir: Aman bre! Türklerin ve onların dilini konuşan tüm Doğuluların ünlü ünlemidir bu.
Hiç! Sade insan kırıntıları. Sonradan onlara verdiğim adla kısaca, kırıntılar
İnsanları ısıtmak için harcadığım ateşi bir taşı ısıtmaya harcasaydım, daha iyi bir sonuç elde ederdim.
Bugün kabiliyetlerimiz bizi bütün dünyaya hükmedecek yere getirdiğine göre, adaletin onu kesin olarak frenleyeceği güne kadar hırslarımızı ancak iyilik daraltabilecektir.
Etrafımda insanlar eksik değildi, yığın yığın insanlar vardı, ama sana öküz gibi bakan, bazen yanına da sokulan, fakat içini açmaya kalkıştın mı yüzüstü bırakıp giden hemcinsinden ne hayır gelir sana?
Sanat, bizim kusurlarımıza karşı açılmış bir savaştır.
Ve bunun bize bağışladığı mutluluğu hayatta başka hiç bir şey veremez; çünkü hayatın yüküne katlanmayı hiçbir şey cömertlik kadar mümkün kılmaz. Ama ah! Bunun için de dünyaya özel bir yetenekle gelmek şart. Bugün kabiliyetlerimiz bizi bütün dünyaya hükmedecek yere getirdiğine göre, adaletin onu kesin olarak frenleyeceği güne kadar hırslarımızı ancak iyilik daraltabilecektir.
Ne zaman ki bütün insanlığın derdiyle dertlenirsek, kendi olanaklarımıza göre bunu ifade edersek ve bencilliğimizin sebep olduğu kötülüklerle savaşırsak, ancak o zaman insan ve sanatçı olmaya başlarız: Sanat, bizim kusurlarımıza karşı açılmış bir savaştır.
Bir insanı ve bir sanatçıyı toprağa verdikten sonra ortodoks kilisesinden dönerken kendi kendime böyle diyordum.
‘Bir insan ve bir sanatçı!’ Hayatta bu çeşit yaratıklara pek mi sık rastlanır?
Bir eserin değeri, verdiği hazla ölçülür, yoksa getirdiği para ile değil.
-Ah! Uygarlık! derdi arasıra. Şimdi anlıyorum ne mal olduğunu! Keşke insanlar vahşi kalsaymışlar!
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Şimdi anladım ki, kadınların en iyisi şefkat ve muhabbetten çok kaba kuvvete rağbet ediyor.
hâlâ ağlayabiliyordu. O, yaşları kalbine akan, içini yiyen, kemiren insanlardandı.
İnsan kendisini deli gibi seven birine aşk maceralarını anlatmaz ve iki âşık birden öpülmez.
Zavallı insancıklar! En küçük bir aksilik, hiçliğinizi meydana vurmanıza yeter
Anlamlı yüzlerden yoksun ve kendinizi tanımayacak kadar kör olan zavallılar, mutlu olunuz, ama acaba diyorum, bu sakınganlığınız bir beyin yarasından çok, bir kalp sakatlığından ileri gelmiyor mu? Acıyorum size, insancıklar!
Zavallı insancıklar! En küçük bir aksilik, hiçliğinizi meydana vurmanıza yeter Saadetiniz gibi acınızda da korkaklık vardır. Göklere kadar çıkan haz çığlıklarını bilmezsiniz siz Hiçbir iniltiniz cehennem kuyularına kadar inmez.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Ah, zavallı insanlar! Keyfine bakmaktan başka bir düşüncesi olmayan; Okyanusun sonsuzluğundan ve hayatın büyüklüğünden habersiz, güneşten kavrulmayan, fırtınadan heyecanlanmayan zavallılar. Allah size bir kalp ve bir beyin vermişse bunu sırf sonsuz rahmetinin yüceliği yanında tanrısal alaycılığının yakıcılığını hissedesiniz diye vermiştir.
Vermek, vermek, işte hayatta en büyük mutluluk! Özellikle zamanında, her şeyi zamanında vermek.
Ağacın tepesinde hiçbir elin koparmak için erişemeyeceği, hiçbir ağzın olgunlaştığı zaman yiyemeyeceği bir yükseklikte gururla duran incir kurur, taşlaşır ve gökleri seyrederken ölür gider.
Vermek, vermek, işte hayatta en büyük mutluluk! Özellikle zamanında, her şeyi zamanında vermek. Kahkaha vermek, gözyaşı vermek Heyecanları yaşamak, acıları yaşamak Uçup giden mutluluk ışınını geçerken yakalamak, nemli gözler gülmenizi yalvarırken candan gülmek, sonra mutluluğa doymuş, kalbinizin bütün coşkunluğuyla ağlamak, ağlamak! Bir süre ağlamak sonra gülmek.
kibir ve gurur cezasız kalmıyor ve insanın verecek bir şeyi kalmadığı zaman artık kimseyi mutlu edemiyor.
İster yoksul ol ister hali vakti yerinde, alnınızın terini silmek için bir an kendi haline terkettiniz mi, hemen kederlenen bir dost kadar insanı hayattan iğrendiren bir şey olamaz.
Ama olur olmaz sebeplerden kederlenen bir dosta neşe imal etmek de kolay değilmiş hani!
Zavallı ve görkemli gençlik! En olmayacak kararları hemen vermesini ancak sen bilirsin. Acı gerçek önünde gözlerini güzel güzel kapamasını da yalnız sen bilirsin.
Her şey çocukluktan gelir, her şey onun üstüne bina edilir; apaçık gözlerinin önünde hayatla ilk karşılaştığımız andır bu.
– Dostlarım, buradaki insanlar bu kadar doğru sözlerden hoşlanmazlar. İnsan, karşısında asılmış biri dururken ipten söz açmaz, hem bizler asılıp da gene de sağ kalanlarız.
Derdin ettiği yaman, dertsizin hali duman.*

*Romen atasözü.

Mevsimin son yaprakları, güçlükle tutundukları dallarda sanki kana bulanmışlar gibi.
Ölü yaprakla mevsimi güz Yüreğim kadar hüzünlü ekim ayı Kuru bir rüzgârın şehirde dolaştırdığı ölü yapraklar ve hüzün.
Tanrı’nın melek taburlarının saflarında saf ruhlara ihtiyacı olduğu bilinir
böyle bir şeytanın kalbinde acımaya ne kadar yer olduğunu kim bilebilir?
‘Defolun’ sözü kalbimi burkuyordu Defolun Ne gücüne gidiyordu insanın!
gökte kanat geren akbabadan givil givil kaynaşan sineklere kadar her şey, yeryüzünün güzel hayatını zehir eden insana haykırırlar:
– Bizim aramızda kötülük edemezsin!
Binlerce kilometrekarelik bataklık bir alanın göbeğinde bulunuyorduk; burası insanın çalışkan ellerinin işlemek olanağını büsbütün kaybettiği, içine girilmez sazlıklarla kaplıdır. Cömert bir zorba olan Tuna onu, yağmurlu mevsimlerde hep önünde durulmaz suların tehdidi altında tutar. Burada göğün de yer kadar vahşi bir görünüşü vardır; sessizlik insana dehşet verir; sonsuzluklar sevgiye susamış kalplere hayatı olanaksız kılar. Kımıldayan bir yaprak, sallanan bir başak, boşluğu yırtan bir atmaca çığlığı, insana, yeryüzünde nasıl bir hiç olduğunu hissettirir. Küremizin saf “hükümdarı buraya binbir sıkıntı, binbir zahmet ve yara bere pahasına girebilir. Burada bir sonsuzluk tanrısı gibi gökte kanat geren akbabadan givil givil kaynaşan sineklere kadar her şey, yeryüzünün güzel hayyatını zehir eden insana haykırırlar:

– Bizim aramızda kötülük edemezsin!

İnsanın canı çektiği bir şeyi yiyememesi ne kötülükler doğurduğunu bilirsin, çünkü arzu bizden gelmez.
Bunları elde etmek güçtür, çünkü Yaradan, insanın boşuboşuna tepelediği sazlık hayvanlarının rızkını da unutmamıştır ve bu eşsiz yemişleri insan hırsının erişemeyeceği yerlere saklamıştır.
Ah!..Çocukluk, çocukluk!..Seni tekrar yaşamaya ihtiyacım var
ölüm yaklaşıyor ve dün, daha dün bir çocuktum ben!..
Akıl, mantık, Yaradanın işidir. Biz sadece boyun eğer ya da eğmeyiz, işte o kadar. Kader budur. Doğulu buna, alınyazısı der.
Bugün iyice biliyorum ki, yaradılışımıza göre damarlarımıza akan hayat suyu, daha nefes almaya başladığımız andan, hükmünü yürütmek hakkını ister ve bizim mantık, akıl, akıl yürütme dediğimiz şeylerle hiçbir ilişiği yoktur.
Çocukluk, gençlik, olgunluk ve ihtiyarlık dört ayrı hayat, dört ayrı yaşam tarzıdır; bunların birini ötekinin kalıbına dökmeye çalışmak hepsini öldürmek demektir.
Çocukluk ve hele ilk gençliğin başlangıcı, kimsenin anlamadığı hayat basamaklarıdır. Aynı çağları kendileri de yaşamışlardır, ama analar babalar, evliler, bekârlar, bu yaştakilerin halinden anlamazlar; isabet ki anlamazlar, yoksa hayat çekilmeyecek kadar birörnek olurdu:
riyasız gözlerimizde, arzularımızın çeşnisini, benzerliğimizin mucizesini keşfetmiştik.
Biz, türlü şekillerde bize benzeyeni severiz; arzularımızı severiz.
İnsanları da birlikte sevmeden ışığı sevemez kişi. Bütün insanları değil. Kimse onların hepsini birden sevemez. İsa bile onları bu kadar ahmakça sevmiş değildir.
çok almak için çok vermek gerek.
yaşama arzum uğruna, aynı tepsi üstünde kaderimin bana sunduğu kalın acı dilimlerini kabul ediyordum.
Tanrım, eserin var olsun!
Biz onu kusurlu buluruz çünkü budalayız, ama bizi bağışla ve anlamsız hükümlerimize kulak asma! Bir tek şeye yanarım; çok dolu olan şu zavallı beynin yerine bize neden ikinci bir yürek koymayı düşünmedin!
Nefis yaratık yine de kendini savunmaya kalkıştı. Bunun işe yaramayacağını biliyordu, çünkü, sevme ve düşüncelerini açıkca söyleme gereksinimi, sevecen insanlarda, eziklikleri saklamaya iten utançtan daha güçlüdür. Her zaman bana toplum adamı, ot yiyen, su içen, yumuşakçaları çok seven ve en küçük yarasını bile saklayan şu zavallı toplum adamlarından bir olduğunu kanıtlamak istedi.
Ölü yapraklar mevsimi güz Yüreğim kadar hüzünlü ekim ayı Kuru bir rüzgarın şehirde dolaştırdığı ölü yapraklar ve hüzün.
Hiçbir şey istemeyen, durmadan kendinden bir şeyler veren kadınlar, mutlu olun; Tanrı size öbür dünyada cennetin kapılarını açsın ve sizi sağ yanına oturtsun, çünkü cömertliğinizi aşan bir şey daha bilmiyorum!
İnsanın gönlünde bir sevda varken ölmek ne hazindir, ne acıdır.
Çocukluk, gençlik, olgunluk ve ihtiyarlık dört ayrı hayat, dört ayrı yaşam tarzıdır; bunların birini ötekinin kalıbına dökmeye çalışmak hepsini öldürmek demektir.
Muhabbet delisi insanlarda sevmek ihtiyacı, gönül yaralarını saklamaya zorlayan utanç duygusundan daha güçlüdür.
Kaynak suyu gibi duru, yıldırım gibi güçlü, güzel bir hayat peşindeyiz.
Hayatta canımın çektiği hiçbir şey, benim için yanaşılmaz olmadı.
yaşama arzum uğruna, aynı tepsi üstünde kaderimin bana sunduğu kalın acı dilimlerini kabul ediyordum.
Kabul ediyordum, çünkü hissediyorum ki, yalnız güneşi almak için elini uzatanların önünden hayat, bütün tepsiyi çekip götürüyordu.
ama ben acı dilimlerini bile bile kalınlaştırarak mutluluk payını arttırıyordum
Seni tekrar yaşamaya ihtiyacım var, ey benim çocukluğum, çünkü, ölüm yaklaşıyor ve dün, daha dün bir çocuktum ben!..
Hırslarımızı ancak iyilik daraltabilecektir.
İstanbul’u severim. Yer­ yüzünde duyarlı insanı sıkmayan ender kentlerden biridir.
Sevinç ve hüzün dolu bir şiirdir İstanbul, sevinci de, hüznü de içtendir. Yalnızca Boğaziçi’nde sıradan bir şarkı çarpıcı bir coşkuyla yankılanır, yalnızca İstanbul’da insan gönlü yaralıların çektiği ahların en güzelini, en tamını, en anlatılmazını adım başı işitebilir: Aman brel Türklerin ve onların dilini konuşan tüm Doğuluların ünlü ünlemidir bu.
Yok; hepimiz az çok kendini beğenen zavallılarız. Ama, insanlığın acılarını paylaştığımız, kendi olanaklarımızla bunu dile getirdiğimiz, bencilliğimizin neden olduğu kötülüklere karşı savaştığımız zaman, insan olmaya, sanatçı olmaya başlarız: Sanat bizim yetersizliğimize karşı açılmış bir savaştır.
Sanat yüreğimize merhem olur; hiçbir şey bu mutluluğu veremez yeryüzünde, çünkü yaşama katlanmanın gönül yüceliğinden daha iyi bir yolu yoktur.
Bir hiç karşılığında, hoşuna giden içten bir gülüş, yüreğini eriten hoş bir söz, gözlerini yakan ateşli bir bakış karşılığında kendini vermesini bilen kadın: Tanrı senden razı olsun! Tanrı sizlerden razı olsun İskenderiye’nin, Kahire’nin sürtükleri, numara yapmayan aşk kadınları.
Ey acınası koca herifler! Kokuşmuşluk içinde keyif çatmaktan başka şey düşünmeyen, Okyanus’un sonsuzluğundan, yaşamın büyüklüğünden habersiz, güneşten zarar görmeyen, fırtınadan heyecana kapılmayan sümsükler Tanrı size bir yürekle beyin verdiyse bunu sırf sonsuz bağışlayıcılığının yanı sıra olağanüstü alaycılığındaki yakıcılığı duyumsamanız için vermiştir.
Sümsükler! Acınacak durumdaki koca herifler! En ufak bir terslik, kendi hiçliğinizi açığa vurmanıza yeter Siz her şeyden korkarsınız, sevinçten de, acıdan da Ne gökleri tutan bir sevinç çığlığı atarsınız Ne de uçurumlarda yankılanan bir nara Anlamlı bir yüzden yoksun ve kendini tanıyamayacak kadar kör olan sümsükler, mutlu olun, ama sakınganlığınız bir beyin bozukluğundan mı, yoksa daha çok yürekteki bir sakatlıktan mı geliyor, merak ediyorum. Acınacak durumdasınız koca herifler!
Vermek, vermek, yaşamdaki en büyük mutluluktur! Özellikle zamanında vermek, her şeyi zamanında. Kahkaha vermek, gözyaşı vermek Coşkuları yaşamak, acıları yaşamak Kaçıp giden sevinç ışığını geçerken yakalamak, gülmeniz için yalvaran nemli gözlere candan gülümsemek ve sonra, ve sonra sevince doymuş yüreğinizle çılgınca ağlamak! Bir süre ağlamak Sonra gülmek.
Bir eserin değeri, verdiği hazla ölçülür, yoksa getirdiği para ile değil.
Ey erkekler! Dost olabilen kadın, eşlerin en iyisinden üstündür, oynaşın en kösnülüsünden daha yetkindir, onun dostluğu bir erkeğin diğerine göstereceği tüm dostluğu bin fersah geride bırakır; çünkü kadın, bizi besleyen, mutlandıran toprak gibi karmaşık ve her bakımdan zengindir!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir