İçeriğe geç

Sisler Bulvarı Kitap Alıntıları – Attila İlhan

Attila İlhan kitaplarından Sisler Bulvarı kitap alıntıları sizlerle…

Sisler Bulvarı Kitap Alıntıları

eflatun gözlerin olduğunu bilmiyordum
geceyarısını yaşamaktan yorgunum
ayazın avucunda unutmuştun ellerini
önünden geçtiğim halde beni tanımadın
hatırlanmayacak kadar eski ve güzel olmak
bütün yıldızları unutup kutup yıldızı’nı bir görüşte
tanımak
ben gidip başıma belâlar aramışım
o kalkıp mevlâsını bulmuş
Ömründe bir dakika olmalıydı
O dakika mesut olmalıydı.
Bunun çaresine bakmalıydık
Yoksa yüzümüz olmazdı
Doğru dürüst ölemezdik
Ölüler bizi ayıplardı
Kalbin cebimde bir yerimdeydi denize düşürdüm
Ben gidip başıma belalâr aramışım
O kalıp mevlâsını bulmuş
sisler bulvarı’nda seni kaybettim.
sisler bulvarı ayaklanıyor
artık kalbimi susturamıyorum.
Kolay diyorsun,gel bir de
Sen yaşa sensizliğimi .
eiffel’in dibinde durduk ben bir cıgara yaktıni
saint-dominique sokağında şehir ışıklarını yaktı
içim büyük karanlıktı ellerimi göğe uzattım
soluk bir sisin arkasından yüzün gözüküyordu
gece inmişti takım takım yıldızlar gözüküyordu
şimdi sen başka bir şehirdeydin saçlarını kesmiştin
dudaklarını boyamıştın bu seni tamamen
değiştimişti
rüyana erkekler giriyordu hem çıplak giriyordu
aklına ben geldiğim zaman utanıyordun
onların arasında değildim çünkü ben yoktum
ben paris’te kalmıştım adresim ezberindeydi
her cumartesi istesen bir kart gönderebilirdin
ne var ki bunu hiç bir zaman yapmayacaksın
kendimden kurtulmak için gölgemi koridorda astım
pazar günü sözleşmiştik beni mutlaka bekliyecekti
şimdi kalkıp gitsem mırç’ı bulacağım malum
sonra vini-prix’den üç litre şarab alacağımız
şarabın yanına bir şişe rom-negrita alacağımız
sarhoş olacağımız malum şarkı söyleyeceğimiz
sonra mırç zehra’dan bahsedecek ben susacağım
camlardan bakınca paris’in damlarını göreceğiz
bana ancak sabahlan telefon edebilirsiniz
sen bir paket gauloise aldın bir paket mavi
gauloise
bense on frangımı amerikan bilardosuna kaptırdın
seine kıyısında mırç büyük bir hayal kuru yordu
seine kıyısında üçümüz sarhoş bir hayal
kuruyorduk
mavi bir ışık vardı ben işte onu kaybettim
ben gölgemi kaybettim max jacob’un şiirlerini
sen avucunda bir lokma rüzgar tutuyordun
bu rüzgar için şairliğimi hınzırlı ğımı kaybettim
aklımdan sen geçiyorsun bir bulut gibi geçiyorsun
dün gece ezberimden çehreni defterime çizdim
sen belki hakikaten bir bulut gibi yolcusun
marsilya’da bir akşam soğuktan tir tir titredim
p. cheyney’in bir kitabını bir kahvede soluksuz
bitirdim
vapur ertesi gün saat beş’te kalkacaktı
ölümüm herkesinkinden başka türlü olacak
bunu allahım gibi aşikar biliyorum
kim ne derse desin biliyorum içime gün gibi
doğuyor
on bir gün aç ve susuz gözlerinin içine bakacağım
on ikinci gün jiletle damarlarımı keseceğim
benim acılarım ilahlar gibi şiirlerimi doğuruyorlar
onları karanlıkta bembeyaz gözleriyle görüyorum
karanlıkta seni görüyorum dudaklarına ellerimi
sürüyorum
seni kollarımın arasında tutuyorum ağzından
öpüyorum
ikimiz birdenbire austerlitz garı’na gidiyoruz
austerlitz garı önüne bakıyor bizden utanıyor
bir trene binmek rastgele defolup gitmek
istiyorum
trenin barında alnımı yağmurlu camlara dayamak
küstah bir duble birayla karşılıklı oturup ağlamak
kalemimde mürekkep kalmıyor insanlar beni
görmüyorlar
insanlar kendilerini kaybetmişler onlara acıyorum
ümitsiz bir akrep gibi ben aynı zamanda
· mağrurum
samaritain’in ışıklan ocağıma düşmüş yalvarıyor
bir roman için fevkalade oldukları düşünülebilir
cenova’ya indiğim sabah seni katiyyen
göremezdim
aklım başımda değildi küfür gibi huzursuzdum
herkes beni unutmuştu ben kimseyi unutmamıştım
zehra’yı unutmamıştım allahsız gözlerini
unutmamıştım
sol böğrüme sanki çıplak bir hançer saplamışlardı
şimdi benim gözlerim paris’te marivaux
sinemasında
bir çift kara maça gibi yorgun ve uykusuz
ellerim derseniz marsilya’da garsonla hesaplaşıyor
martini-cin seksen frank on frank da servis
kalbim derseniz onun nerede olduğunu
bilmiyorum
ağlıyorum onun nerede olduğunu bilmiyorum
hiç kimse kalbim in nerede olduğunu bilmiyor
nihayet seni terkedip gitti diyebilirsiniz
ne olur kim olduğunu bilsem pia’nın
ellerini bir tutsam ölsem
böyle uzak uzak seslenmese
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
otelleri bomboş bulmasam
içlenip buzlu bir kadeh gibi
buğulanıp buğulanıp durmasam
ne olur sabaha karşı rıhtımda
çocuklar pia’yı görseler
bana haber salsalar bilsem
içimi büsbütün yıldız basar
bir hançer gibi çıkıp giderdim

ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
singapur yolunda demeseler
bana bunu yapmasalar yorgunum
üstelik parasızım pasaportsuzum
ne olur sabaha karşı rıhtımda
seslendiğini duysam pia’nın
sırtında yoksul bir yağmurluk
çocuk gözleri büyük büyük
üşümüş ürpermiş soluk
ellerini tutabilsem pia’nın
ölsem eksiksiz ölürdüm

al kalem ver kalem
hâlâ şimşek çizgileri çekiyorum
ateş yediğim alev yuttuğum doğru   bir ben yanmıyorum
usandık bıktık eski kahırlardan bitmez tükenmez bir hasretlik sardı bizi yollar tutulmuş ferhad misâli yolcu olamazsın ölüm eskimiş kabil değil yenilemek tersine çevirmek bir eldiven gibi içimizi..
kendimden kurtulmak için gölgemi koridorda astım..
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
benim bu çektiklerimi bir çocuk var ki anlıyor kendimi yerden yere vuruşumu içimdeki zehiri bir çocuk var ki anlıyor benim gibi kahroluyor
odasında şiirlerim fukara mumlar gibi yanıyor
st. vincent de paul kilisesi benim otelin arasına
düşer
saat kulesi her gece uyur uykumdan uyandırıyor
her seferinde seni tekrar bordeaux’ya yolcu
ediyorum
saadetin ıstırap çekmek olduğunu ben keşfettim
çarmıhta bir isa gibi ben ıstırap çektim
bir sulfat acılığı sinerse pannaklarına şiirlerimden
gözyaşları sinerse eğer küstahça kafiyeli
anla ki ölümle hayat arasında zaman gibi
mesudum
kendimi öldürecek haldeyim seni öldürecek
saadetimden
donna – maria! bir kahvede isyan halinde
bulduğum
çekik gözleryle ermenice küfürler yazıp çizen
çocuk
sen! bordeaux’ya yorgun bir flamingo gibi
yolladığım
geceleri benim için dua ctmelisinii.
renault’daki grevciler toptan sokağa atıldılar
paris’in duvarlarını boydan boya afişler kapladı
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
yalın kılıç bir kasım sabahını paris’te yaşadım
sokaklarda sonbahar şiirleri salkım salkım
faubourg saint-denis’de işte yine pazar kurulmuş
beş franga çorba içtiğimiz julien’in kapısı önünde
kımuzı ve siyah ve sarı saçlı bir kadın dunnuş
muzaffer patatesler satıyor üç renkli neşesi içinde
camların arkasında ekmekçi kızlar mavi beyaz
raflarda uzun uzun herifler gibi taze ekmekkr
üstüne bir yağmur yağdırmak hevesi uyanır içinde
ben bu mısraları yazarım tout-va-bien kahvesinde
concorde’da bütün fıskiyeler birden ayaklanacak
eğri bir demir gibi ensende hissedeceksin ebem
kuşağını
paris’in göklerinden uzanıp bir yıldız kopardım
kırmızı bir karanfilmiş gibi yıldızı saçlarına
taktım
onbeş dakika sonra bordeaux’ya bir tren kalkacak
garın merdivenlerinde benim için ağlayacaksın
ellerim yağmura açılmış sakallarım ıslak
ben ki cehennemde bir allah gibi yalnızım
dün gece chitelet’de metro’nun yanıbaşında
durdum
yağmur bilmediğim başka bir gökten yağıyordu
yağmur saint-jacques kulesine doğru yağıyordu
yanımda olduğun zaman her zamankinden
yalnızım
şimdi bir nefeste cafe de l’ccluse’ü hatırladım
seirie kıyısındaki küçük nehir kahvesini
kapısında bir gemici feneri asılmış duruyor
seine gemicileri her akşam burada toplanırlar
onlar için bir takım maceralar düşünürüm
seine sanki petrolmuş gibi iştahlı ve obur akıyor
dupont’daki kızlar yalnız cıgara içerek yaşıyorlar
utrillo’nun bir sokağından seni çektim çıkardım
elin yüzün kirlenmiş üstün başın toz içinde
sana mardi gras için bir japon maskesi aldım
sen bana kaptan diyorsun herkes bana kaptan
diyor
sahici bir kaptanmışım gibi tükürüyorum
bu geminin yelkenlerine herifin biri paris yazmış
luxembourg garı’nın dirseğindeki çiçekçiyi
bileceksin
yeşil muşamba ceketli sarışın küskün kızcağız
en dokunulmaz kızı en temiz fikrimce paris’in
pablo’ya sorarsanız bir taksi şoförüyle yatıyor
pablo!.. ah pablo! .. onunla bir tanışsanız
önüne gelene salamanca’da bir şeyler anlatıyor
babasını orada bir duvar dibinde bırakmış
halbuki konuştuğu za nan fransız sanırsınız
saint-michel’de bir talebe kahvesindeyim yalnız
gündüz olcluğu halde bütün ışıkları yakmışlar
bir cumartesi günü saat dört buçuğa beş var
ellerim kırılsa ben senin için bu şiirleri yazmasam
dinamit taşımış gibi sözlerini taşımasam
avenue wagram’da bir akşam yeter bana ağustos’ta
yapraklara serilmiş yirmi beş franklık yıldızlar
bir mısra yeter geceleyin bir tren gibi pınl pırıl
sen kendine yetmiyorsun hiç kimse sana yetmiyor
birini bitirmeden aklın öteki yolculukta
kahvelerden birine girip bir grog ısmarlasam
seni öldünnek için çareler tasarlasam
sükut bembeyaz buz tutsa bıyıklarımda
mağrur bir totem gibi sussam konuşmasam
ve türküm kaybolsa sessızliğin hırçın türküsü
ve ben unutulsam ve yazdığım şiirler
senin için yazdıklarım herkes için yazdıklarım
eski padişahlar gibi unutulsa birer birer
ve ben seni unutsam hiç hatırlamasam hiç mi hiç
ihanetini hatırlamasam şehvetini hatırlamasam
ellerim oldum olasıya seni unutsalar
yarı gecenin içinden bir zenci süt beyaz bakıyor
rue lafayette’de dünden bugüne geçiyorum
eflatun gözlerini bir grog kadehinde unuttum
ben değiştim biliyorum hem sakal bıraktım
soğuk gözlerinde buğulanmıştı ölsen
tanıyamazdın
hatta ricardo bile hani vatansız ricardo
burnumun dibinden geçti geçen gün beni
tanıyamadı
oysa au vieux chatelet’de akşam sabah beraberdik
üçümüz viyana kahvesi ve sıcak rom içerdik
üstelik o krapfen severdi güzel olurmuş rivayet
neden ve nasıl sevdiğini anlıyamadım gitti
yalnızlıktan da kurtulup yalnız kalmak isterim
montmaıtre metrosu civarında seni gözden
kaybettim
o zenci yine arkanda mıydı hiç dikkat etmedim
ağzında yoksul bir ıslık ıslak bir cıgara gibi
sidney bichet’nin caz havalarını çiğneyip tüküren
o saklasın varsın seni sevdiğini biliyorum ben
yüzünün renginden geliyor bütün üzüntüsü
bir gazete aldım ama evde okuyacağım
kaptan
1.
eflatun gözlerin olduğunu bilmiyordum
gece yansını yaşamaktan yorgunum
ayazın avucunda unutmuştun ellerini
önünden geçtiğim halde beni tanımadın
ben değiştim biliyorum hem sakal bıraktım
şiirlerim külrengi kumrular gibi uçuyorlar
bakır çalığı göklere katiyyen tahammülüm yok
hele paris’in gökleri aklımı başımdan alıyor
bana seni senden evvelki poitiers’li kızı
hatırlatıyor
ayazın avucunda unutmuştun ellerini
karanlığın arkasında kıvılcım gözlü orospular
gölgelerine yaslanmış evliya gibi bekliyorlar
ışıklar kırmızı yandığı zaman duracaksın
on iki sıfır beş’te izmir’deydim allahım
şiir deniz gibi kımıldıyordu
kulaklarımın içinde çığlık çığlığa bir akşam
şu bulutları bir yerde görmüştüm tanıdım
nereden tanıdığımı öğrenemeyeceksiniz
sen benim şiirlerimi okudukça ağlayacaksın
seni hiç görmeseydim seni keşke hiç                                                 görmeseydim şu benim iki gözüm aksalardı kıpkızıl kör                                                       olsaydım..
gündüz olduğu halde bütün ışıkları yakmışlar
bir cumartesi günü saat dört buçuğa beş var
ellerim kırılsa ben senin için bu şiirleri yazmasam
dinamit taşırmış gibi gözlerini taşımasam..
..bu camların nokta nokta hüznü
bu bizim berhava olmuşluğumuz
bir nokta bir hat kalmışlığımız
bu rezil bu çarşamba günü
intihar etmiş kötümser yapraklar
öksürüklü aksırıklı bu takvim
ben hiç böylesini görmemiştim
vurdun kanıma girdin itirazım var
ben
çocuklar gibi sevdim devler gibi ıstırab çektim
damarlarımda dünyanın bütün rüzgarları
elinin arkasında güneş duruyordu
aylardan kasımdı üşüyorduk
ağacın biri bulvarda ölüyordu
şehrin camları kaygısız gülüyordu
her köşe başında öpüşüyorduk

sisler bulvarı’na akşam çökmüştü
omuzlarımıza çoktan çökmüştü
kesik birer kol gibi yalnızdık
dağlarda ateşler yanmıyordu
deniz fenerleri sönmüştü
birbirimizin gözlerini arıyorduk

sisler bulvarı’nda seni kaybettim
sokak lambaları öksürüyordu
yukarda bulutlar yürüyordu…

yola bir düşüldü mü ömür boyunca gidilir ekmeğin ve şarabın peşinden
turnaların peşinden büyük şehirler büyük aşklar çığlık çığlığa terkedilir
ben çocuklar gibi sevdim devler gibi ıstırab çektim
damarlarımda dünyanın bütün rüzgârları..
anamdan yolcu doğmuşum
yedi dağın yolları kalbimden geçer
salkım salkım mısralar gelir içimden dudaklarımda yağmur damlaları
alır beni yollar beni alır gider
anamdan yolcu doğmuşum..
sen gülmek istersin ne çâre kahrolur devran
Sen söyle iki gözüm
Hangi merhem çâredir şu bizim yaramıza
Eylül’den itibaren geceler hazindir, uzundur.
o mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız
Sisler bulvarı öksüz ben öksüzüm
Yağmurun altında yalnızım
Ağzım elim yüzüm ıslanıyor
Tren düdükleri iç içe giriyorlar
Aklımı fikrimi çeliyorlar
Aksaray’da ışıklar yanıyor
Sisler bulvarı ayaklanıyor
Artık kalbimi susturamıyorum
Aklım başımda değildi, küfür gibi huzursuzdum. Herkes beni unutmuştu, ben kimseyi unutmamıştım.

Sisler Bulvarı, Attila İlhan

dikenin
kalbime battığı bir sonbahar günüdür
sen elini bulutların içinde gezdirirsin bulutlar senin gözlerinin üstünde yürürler içini kurtlar kemirir
bence malûmdur
sisler bulvarı öksüz ben öksüzüm yağmurun altında yalnızım
ağzım elim yüzüm ıslanıyor
tren düdükleri iç içe giriyorlar
aklımı fikrimi çeliyorlar
aksaray’da ışıklar yanıyor
sisler bulvarı ayaklanıyor
artık kalbimi susturamıyorum
ben ki yaşadıklarımı büyük dinler gibi yaşıyorum
sen artık bir din değilsin bunu biliyorsun
kalbim bakır bir mangır gibi boynuma asılmış
ondan kurtulmak için sürgünlere gitmeye razıyım
Aysel git başımdan ben sana göre değilim
Ölümüm birden olacak seziyorum.
Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Aysel git başımdan istemiyorum.
Bir trene binmek rastgele defolup gitmek istiyorum.
Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız
Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
Yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız
Bir trene binmek rastgele defolup gitmek istiyorum..
Sen ki üşümüş gökte o yalnız bulutsun
Kıskanmadığın cömert bir maviliğin ortasında o
Bildiğin yalnızlığın ellerinden tutmuşsun
Desen ki unutulmuşsun..
benim bu çektiklerimi bir çocuk var ki anlıyor
kendimi yerden yere vuruşumu içimdeki zehiri
bir çocuk var ki anlıyor benim gibi kahroluyor
odasında şiirlerim fukara mumlar gibi yanıyorlar
yanımda olduğun zaman her zamankinden                                                             yalnızım
Artık kalbimi susturamıyorum
Kim ne derse desin içimde delice bir his .
yoksa bütün unutulanlar zaten ölmüş müdür
çocuklar gibi sevdim devler gibi ızdırap çektim..
yanımda olduğun zaman her zamankinden yalnızım
ellerim kırılsa ben senin için bu şiirleri yazmasam
dinamit taşırmış gibi gözlerini taşımasam
ve ben seni unutsam hiç hatırlamasam hiç mi hiç
ihanetini hatırlamasam
şehvetini hatırlamasam
ellerim oldum olasıya seni unutsalar
Kör talih bu kimi gider kimi kalır
Ben ölmeylen kahpe dünya yıkılır.
kimin gücü yeterse kahretsin parasızlığı
sefalet akıyor gürül gürül sokaklardan
Bir trene binmek rastgele defolup gitmek istiyorum.
Trenin barında alnımı yağmurlu camlara dayamak,
Küstah bir duble birayla karşılıklı oturup ağlamak.
türkü söylemek yaşamanın başka türlüsü
gönlünce bir türküsü var madem ki herkesin
bu bizim yaşamışlığımızın türküsü
sokaklar benim ben sokakların
bir türkü gezinir dilimin ucunda
ben ki cehennemde bir allah gibi yalnızım.
ellerim kırılsa da ben senin için bu şiirleri yazmasam
dinamit taşırmış gibi gözlerini taşımasam
şimdi seni karanlıkta bir liman çekiyor
unutulduğun unutulmadığın bilinmediğin bir liman
Gece yarısını yaşamaktan yorgunum.
bin dokuz yüz elli bir senesi sonunda
sokaklar benim ben sokakların
hepyekten düşeşe günahlarım ve salkım saçak
demek
sen bu dünyadan çocukların anladığını anlıyorsun
zaman ihtiyarlıyor ya sen hâlâ çocuksun
insanlar kendilerini kaybetmişler onlara
acıyorum..
seni hiç görmeseydim ismini hiç duymasaydım
belki kendime göre rezilce saadetlerim olurdu..
Kolay diyorsun, gel bir de sen yaşa sensizliğimi.
Ölüm gezer gölge misali arkanızdan.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir