İçeriğe geç

Şiir Okuma Kılavuzu Kitap Alıntıları – İsmet Özel

İsmet Özel kitaplarından Şiir Okuma Kılavuzu kitap alıntıları sizlerle…

Şiir Okuma Kılavuzu Kitap Alıntıları

Şiir, has bir şairin ürünüyse has bir okuyucuya ulaşır. Ben aforizma şeklinde dile getiriyorum bunu yıllardan beri: Şiir şairin neresinden çıktıysa okuyucunun da orasına ulaşır.
Burada açıkça anlaşılması gereken şiirin ideolojiler arası bir yerden konuşmasının ona sağlam bir basamak sağlamayacağıdır. Şiirin basamağı bizzat ideolojilerin de varoluşlarını borçlu oldukları, o dili konuşan halkın bir bakıma kavrayış gücünü temsil eden bir bilgi basamağıdır. Şairin bilgisi onun ait olduğu halkın neyi olduğuyla ilgilidir. Şair içinde yer aldığı halkın neydir? Bu soruyu her şairin tek başına cevaplaması gerek.
“Kendilik bilgisi“ ve “kendini bil“ aralarında kelime benzerliği kurulmuş olmasına ve her ikisinin de akrabalıklar kuruyor olmalarına rağmen birer karşı-alan olmaktan kurtulamazlar. Kendini tasarlama ihtiyacındaki insan şiirle içli dışlı olmaya can atar. Kendini bilen insan da gittikçe azalmayı öğrenir. Kendilik bilgisi insana, insanlara olan ihtiyacı artırır. Kendini bilen insan yardımın insanlardan gelmeyeceğini de bilir.
Şairsen sende bir şeyin fazla, bir şeyin eksik olması gerek. Fazla olan toplumun olağan eğilimlerindeki çürütücü özellikleri görebilecek kadar yukarıdan, üst kattan bakıştır. Eksik olan toplumun uğradığı her beladan etkilenecek kadar aşağıda kalış, alta düşüştür.
Güle dair bir neden yok, gül açar, çünkü açar,
Ne gözetir kendini, ne görülmek arzular.
Hiç akıldan çıkarılmaması gereken doğru şudur ki şiir konusunda genellemeler düzeyinde kalan her açıklama noksandır. Şiirden ve belki de bütün sanatlardan söz ederken konulan, konulmaya çalışılan kurallar her somut durumda sarsılabilir. Her şairin belirgin bir dünyası, her şiirin oturmuş, belirgin bir maddesi vardır. Eğer şiir üzerine konuşulacaksa genel sözlerin, her özel durumda yeniden gözden geçirilmesi, en azından o özel durum uğruna daha da derinleştirilmesi kaydıyla konuşulmalıdır.
Şiirin özgürlüğe ihtiyacı yoktur fakat özgürlüğün şiire ihtiyacı vardır.
Şiir okumak, insanların hayatında bir yer tutacaksa öğrenilebilir bir şey olmalı. Bir insan şiir okumayı seçmişse, bu okuma süresince ve sonucunda kişiliği, kimliği ve yeryüzünde sahip olduğu yer bakımından şiirden bir kazanç sağlamayı düşünüyorsa, yapacağı bu işi tesadüflerin umursamaz akışı içinde değil de, kararlılık içinde gerçekleştirme yolundaysa o insanın şiir okumak için bir kılavuza ihtiyacı vardır. Ama bir insanın şiir okuma konusunda sahip olduğu kararlılık kendi başına bir kılavuz değil midir? Evet, öyledir.
Ne zaman insan karanlık bir yerde saklanmaya itilmiş, insan ilişkileri karışık, karıştırıcı, bozucu niteliklere bürünmüş, insanın bir başka insana söyleyeceği söz anlamını kaybetmiş, insan davranışları yapaylık, içtensizlik yüklü hale gelmişse, insanlar şiir okumak, şiirle uğraşmak, şiirden öğrenmek gereğini duymuşlardır. 
İnsanoğlu mısralarda, şiirlerde hiç kimsenin elinden alamayacağı bir “yurt” bulur. Böyle bir yurdu olmasından güven duyar. Hayvan için çığlık, mırıltı, haykırış, homurtu, inleme neyse insan için de şiir odur.
Anlam başka hiçbir yazılı metnin değil, şiirin kanatları altındadır. Şiirin veremediği bir şey kaldıysa çare tükenmiş demektir. Şiirde bulamadığını başka yerde bulacağını sanmanın bir anlamı yoktur.
Ucunda ölüm olmayan şeyi ciddiye almak zorunda değiliz.
Özgürlük için şiir yoksa, şiir adına yazılanlar zalimlere birer ihsan yerine geçebilir.
Açıkçası, şiire muhtaç olmak, olabilmek bir başarıdır.
Başlangıcından beri şiir başkaldıranların, baskıya, zorbalığa karşı koyanların sesidir. Haksızlığa uğrayanların bir haykırışıdır şiir.
Dünyaya ne hâlimiz varsa görelim diye gelmedik; dünyaya gelişimiz hâlimizin ne olduğunu görelim diyedir. Şiirle hâlimin ne olduğunu merak ettiğim için meşgul oldum.
Ucunda ölüm olmayan şeyi ciddiye almak zorunda değiliz.
İnsan beyni günde elli binden daha fazla düşünce üretmek zorunda olmasına rağmen piyasada niçin bu kadar aptal var?Çünkü beynin sana günde elli binden fazla düşünce üretmek zorundasın demiş ama aynı düşünceyi tekrar tekrar üretmek yasaktır dememiş!
İstediğin cennet ise mer’iyyet sahasına ibadetten başka meşguliyet girmemeli.
Şiir ,aklın açtığı yaraları onarır.
İnsanoğlu yeryüzünde hep şairane kalır, ama biz soy şiirden, hâlis şiirden yoksun kaldığımız sürece kendi durumumuza konan adı bilmeden geçer gideriz.
İnsan mısralarda, şiirlerde hiç kimsenin elinden alamayacağı bir yurt bulur.
Kendi olmayı önemsemeyen insan, dünyadaki yerini alma onuruna da kavuşamaz.
İçinde yaşadığımız dünya vakur bir insan için şiiri kaçınılmaz bir uğraşı kılan, kılması gereken bir dünyadır.
İnsan kendi doğrularını dış dünyanın somutluğu içinde bulursa şiire yüz vermez.
İnsan için sınırlarını aşamayacağı bir yaşama biçimi yoktur, ama sınırları aşmak da aşmamak da insanın elindedir.
İnsanlar öteki canlılar gibi içinde bulundukları ortamın gereklerinin kaçınılmaz kıldığı konumu üstlenmek durumunda olmadıkları için insan olma vasfına sahip, toplumsal kurumlara, sanatlara, bilime, felsefeye sahiptirler.
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.
Aşklarım, inançlarım işgal altındadır.
Tabutumun üstünde zar atıyorlar.
Cebimdeki adreslerde umut kalmamıştır.
Çünkü onlar yaranın görünüşünden de yararlanma olayından da nefret ettikleri halde, sırf yaralıyı sevdikleri için bu işe girişiyorlar.
İnsan olmak aslında Müslüman olmakla eşdeğer bir şeydir.
Türkiye üzerinde oyun oynayan insanların alamadıkları tek kale kaldı:Şiir!
Türkiye’de dolarla ölçülen değerle şiirle ölçülen değer arasında tercih yapan insanların birbirinden ayrılmaları hatta birbirlerinden kopmaları , Türkiye’nin lehine olacak bir şeydir.
Şiir okumak isteyen kimse gelenekçiliğin ve ilericiliğin entelektüel yükünü bir yana bırakmadıkça giriştiği işin altından kalkamayacaktır, Şiirin ne gelenekle, ne de beklenen hayatla başı hoş değildir. Geçmiş ve gelecek şiir için (ve içinde) yabancılaştırıcı öğelerdir. Şiir okumanın hasadı ancak bilinmeyen eski ile tanışılmamış yeni arasında toplanır. Şiir okumak, ancak şimdi nin olağanüstü vuruculuğu, tadılan somut yaşama anının tazeliği ve uyarıcılığı ile doğru çizgiye oturur.
Şiir de bütün öteki sanatlar gibi asıl hareketin kendisine özgü dışa vuruşudur. Bir tamamlama, bir kaçınılmaz fazlalık, yerini bulamamış insanlığın çalkantısından doğmuş bir köpüktür.

Bana kalırsa en doğru sözü Picasso söylemiş bu alanda: Sanat hakikat değildir, sanat bize hakikati anlamayı öğreten yalandır.

Şiir hayatiyeti korumak için ortaya atılır.
Yaşanılan bütün çirkinliklere, kötülüklere, haksızlıklara rağmen insanda savunulmaya değer, canlılığı korunmaya değer bir şeyler olduğuna içten içe ve kesinlikle inanıldığı zaman şiir serpilir ve çiçek açar.
Bu acıyı Cesar Vallejo olarak çekmiyorum. Şu anda ne sanatçı, ne bir insan, hatta ne de bir canlı varlık olarak acı çekmiyorum. Bu acıyı bir Katolik, bir Muhammedi yahut dinsiz olarak çekmiyorum. Yalnızca acı çekiyorum bugün. Adım Cesar Vallejo olmasaydı da çekecektim bu acıyı. Sanatçı olmasaydım aynı acıyı duyacaktım yine. İnsan da olmasaydım, hatta canlı varlık da, böylesine çekecektim acıyı. Katolik de olmasam, tanrıtanımaz da olmasam. Muhammedi de olmasam yine acı içinde olacaktım. Bugün en dipten başlayarak acı çekiyorum. Yalnızca acı çekiyorum bugün.

Açıklamasız bir acı içindeyim şu anda. Öyle derin ki acım bir sebebe bağlanamaz, sebepsiz de olamaz. Sebep ne olsun ki? Ona sebep olabilecek önemde ki şey nerde? Hiçbir şey sebebi değil, hiçbir şey ona sebep olacak güçte değil. Bu acıdan doğan şey ne işe yarar? Benim acım bir tuhaf kuşların kuzey ve güney ruzgârlarından döllenip saldıkları tarafsız yumurtalardandır. Sevdiğim kız ölseydi, acım çektiğim acı olmakta devam ederdi. Boynumu kesselerdi usturayla, ben yine şimdi duyduğum acıyı duyardım. Bu hayatta değil bir başka hayatta olsaydım, çekeceğim bundan başka bir acı olmazdı. Bugün en yücelerden başlayarak acı çekiyorum. Yalnızca acı çekiyorum bugün.

Açların acısına bakıyorum da benimkinden nasıl da uzakta görüyorum onu. Açlıktan ölecek olsam, bir ot olsun biterdi mezarımdan. Aynı şey âşıklar için de öyledir. Aşığın kanı, hangi kaynaktan ve ne yöne aktığı belli olmayan benim kanım yanında nedir ki?

Şimdiye dek evrendeki her şeyin kaçınılmaz olarak baba-oğul bağlantısı içinde olduklarını düşünürdüm. Oysa bugün işte bakın ne babadır benim acım ne oğul. Batan gün olmaya tümseği yok, fazlasıyla sinesi var doğan gün olmak için ve loş bir yere konacak olsa hiç ışık salmayacak, aydınlık bir yere koysan gölgesi olmaz. Bugün acı çekiyorum, olsun ne olacaksa. Bugün acı çekiyorum yalnızca.

Şiirler, bir dünya görüşünün kaynak metinleri değildir. Hangi metnin bir dünya görüşünün kaynağı olduğunu söylerseniz, o metnin artık şiir olmadığını söylemiş olursunuz. Biz bir şiiri herhangi bir dünya görüşü sahibi olmak ya da bir dünya görüşü içinde haklı delillerle kendimizi beslemek için okumayız. Bu yüzden de şiirin iyi ya da kötü oluşu o şiirde yer alan yargıların doğru veya yanlış kabul edilmesiyle ilgili değildir. Eğer benimsediğimiz düşünceler, sahip olduğumuz değer yargıları dolayısıyla şiir okuyacaksak vakit kaybetmiş olacağız. Hiçbir şiir bize bir dünya görüşünün ana metinleri kadar açık ve doyurucu malzeme sunamaz. Çünkü hiçbir şiir düşünceyi dile getirmede düzyazının sağlamlığını kazanamaz.

Benimsediği düşüncelerin şiirlerde terennüm edilmesini özleyen insan ne zavallıdır! Düşüncelerinin anlatım imkânını şiirlerin çerçevesine sığıştırmak yahut şiirlerde düşüncelerini seyretmek çaresizliğine düşmüştür. Peki, ya şairlerin kendilerini birer icra sanatçısı , birer muganni saymalarına ne demeli?

Günümüz aydınları -yani şiir okuma eylemine girişeceği umulan kümedeki insanların çoğunluğu siyasetin, bilim kurumlarının baskısı altındadır. Anladığım kadarıyla da böyle baskılara hepsi eyvallah etmişlerdir. Sineye çektikleri bu baskılar yüzünden aydınlar -hiç olmazsa düşünme yeteneklerini muhafaza edenleri ideolojileri el üstünde tutmak, çağın gerektirdiği hurafeleri savunmak zorunda kalıyorlar.

Bu insanların şiir okumaları, okuduklarını siyasetin söz dağarcığına, bilimsel hurafelerin kuru mantığına, tercüme etmekten ibaret. Böylece şiirle azdırılmış bir ideoloji, ideolojiyle yere çalınmış bir şiir özentisi kaplıyor zihinleri. Bu yozlaşmanın tek nedeni şiir okumaya girişeceği beklenen kişinin kafasındaki siyaset kalıplarının, soyut inanç kalıplarının müdahaleciliğidir. Bu donuk hayaller, şiirin devingen gerçeğini karartırlar.

Başka bir şey daha var: O da bazı şairlerin kendilerini siyasi doğruları, inanç soyutlamalarını savunabileceklerine inandırmış olmalarıdır. Ama ideolojik doğrular her zaman şiirin taşıdığı canlı işaretten daha aşağı düzeydedir. Şair başkasından öğrendiği doğruları savunmaya kalktı mı, ya o doğruların darlığında tıkanacak ya da şiirin vereceği asıl şey neyse onu feda edecektir.

Bence şiiri her şeye bulaştırmak, her şeyi de şiire batırmak doğru değil. Böyle bir tutumu benimseyecek olursak hem şiiri sanki hiçbir belirgin vasfı yokmuş gibi kimliksizleştiririz, hem de şiirin belirgin vasıflarını yalnızca biçim özellikleri düzeyine indirmiş oluruz, yani şiir dilin süslü bir durumu olur sadece.

Şiir ancak kendi onuruna sahip çıkarak bize kadar gelirse şiirdir. Başka bir etkinlik içinde şiir aramak fanteziden öte anlam taşımaz. Eğer bilimde, felsefede, diğer sanatlarda, siyasette, gündelik hayatta şiir olan bölgeler varsa söylenen veya yazılan şiire ne gerek var? Şair kim?

Bale ayakların şiiridir, diye bir söz duyarsınız. Biri kalkar, XX. yüzyılın şiirinin sosyoloji olduğunu söyler, reklamlardan iyi şiir olmaz deyiverir. Öteden beri devrim önderlerine, halk kahramanlarına, bilginlere, kâşiflere, mucitlere tek mısra yazmadıkları halde şairlik yakıştırılagelmiştir. Bir romanın şiirsel bir dille yazıldığı işitmediğimiz bir söz değildir. Hatta şairler de şiiri şiir dışı ürünler, verimlerle rahatça eş tutmuşlar: Les Misérables sont un vrai poéme. (Sefiller gerçek bir şiirdir) demiş Rimbaud. Lawrence Durrell Science is the poetry of intellect. (Bilim, aklın şiiridir) demiş. Şiirsel bir söylev, şiirsel bir mimariyle karşılaştığını söyleyen insan sayısı bir haylidir. İnsanlar yüce saydıkları, kendilerini kaptırdıkları, çok etkilendikleri ya da en çok benimsedikleri birçok davranış, birçok durum ve birçok nesne ile şiir arasında bir yakınlık kurmayı sevmişler. Bence şiiri insanın öteki ürünleri içinde eritmek yanlış. Yanlış, ama yersiz değil. Böylesi yakıştırmaları, benzetmeleri yapanlar münasebetsizliklerinden ötürü yapmıyorlar; gerçek ile söyledikleri arasında bir münasebet var. Şiirin temel özelliğine, ırasına dayanarak insanlar şiir dışındaki insan etkinliklerinde de şiir buluyorlar. Ama onun şiir olmadığını açıklıkla bildiklerinden olsa gerek şiirsel diye bir şey uyduruyorlar.
“Şiir canını halktan alacak ve halka can verecek”
“Yaşayabilmek için gerçek veya sahte, tutarlı veya tutarsız, dar veya geniş kapsamlı bazı düşünme kalıpları benimseriz.

Benimsediğimiz bu düşünme kalıpları derece derece bizim bilim anlayışımızı, ideolojilerimizi, dünya görüşümüzü oluşturur.

Hayvan için çığlık, mırıltı, haykırış, homurtu, inleme neyse insan içinde şiir odur.
Şiir insan için serbest bir alandır. Şiir insan için serbest bir alan olmakla da kalmaz, bu dünyanın karanlık güçleriyle işbirliği yapmaksızın, bu pis zorbalara yaltaklanmadan insanlar arasında anlaşmaya dayanan, sevgiyi ve ruhça dayanışmayı mümkün kılan bir ilişkiler zincirinin de başlatıcısı olabilir. Çünkü şiir bu dünyada dahi insanın kendini tanıyabilmesini mümkün kılan bir imkândır.
İnsan kendi doğrularını dış dünyanın somutluğu içinde bulursa şiire yüz vermez. Kendini bir başkasına yansıtarak görmek istiyorsa, kendini bir başkasına söyleyerek işitmek, başkasına öğreterek kendini öğrenmek istiyorsa şiire başvurur. Böyle bir isteğin insanın içinde kabarması için insanın kendi doğruları ile dış dünyanın somutluğu arasında bir uyumsuzluk, bir basınç farkı olması gerekir. Insanoğlu kendi dilini kullanmadan yaşayamayacağını anlarsa, böylesine critique (kritik) bir durumda sayarsa kendini, şiirle bağ kurar. Insan olma durumunu ve vakarını hesap dışı bırakacak ölçüde yozlaşmış bir insanlık kendi dilini kullanma onuruna layık da değildir..
Bazıları şiirin büyük olduğunu söyler. Şiirin büyüklüğünü öne sürenler biraz övüngen tabiatlı kişiler olsa gerek. Çünkü şiir insanın büyüdüğü alanda büyüklüğü anlaşılan veya büyüklüğü kabul edilen şeydir. Birey olarak da, tür olarak da insan kendi önemini ileri sürmek gereğini duyduğu zaman şiire sarılmıştır. İnsanoğlunun en sahici dili şiirdir ve insan en soyutlanmış ve fakat en somut görünümüyle şiir çerçevesi içinde belirginleşir. Her kim şiir önemlidir, büyüktür derse, aslın da ben önemliyim, ben büyüğüm diyordur.
Her şiir insanın bütüne olan hasretini kamçılar
Şiiri bir bütüne ait olduğumuz duygusundan kalkarak okuruz. İçimizde şiir okuma isteğini taşıyabilmemiz için bizim şiir kabul edecek bir yanımız olduğunu varsaymamız gerekir.
Ne zaman insan karanlık bir yerde sayıklamaya itilmiş, insan ilişkileri karışık, karıştırıcı, bozucu niteliklere bürünmüş, insanın bir başka insana söyleyeceği söz anlamının kaybetmiş, insan davranışları yapaylık, içtensizlik yüklü hale gelmişse, insanlar şiir okumak, şiirle uğraşmak, şiirden öğrenmek gereğini duymuşlardır. Böyle de olmak zorundadır. Çünkü şiir anlatılmaz bir şeyin anlatılmaya çabalanmasının sonunda, anlatılabilir bir şeyin yeniden anlamlı kılınması için gösterilen bir çabanın sonunda, yeterince anlaşılmayan bir şeyin etkili bir anlatıma kavuşturulması uğrunda harcanan çabaların sonunda ortaya çıkar. Öyleyse dilin bütün önemini muhafaza ederek kullanıldığı bir ortamda değil dilin kendi anlatım kolaylığını kaybettiği, insanların günlük yaşayışlarında kelimelerin anlatım gücüne ulaşamadıkları, kullanılan dilin gerektirdiği ilişkilere olan güvenin sarıldığı bir ortamda şiir, insanların özlediği, istediği ve işlerine yarayacağına inandığı bir etkinlik olarak belirir.
İşte, bu yazıları hayatiyete gözlerimizi çevirmeye bir yararı olur belki diye hevesle kaleme alıyorum. Hevesimi artıran şey zihnimin en taşkın dönemlerini şiirle doldurmuş olmam, en üretken yıllarımı şiire emek vererek geçirmiş olmam değildir. Yalnızca şiiri tanıyor olmak onuruna sahip çıkmak isterim. Diyeceklerimi şiiri tanıyan ve seven bir kimse olarak söyleyeceğim, böylesi bana zevk ve coşku veriyor. Şiiri tanımak ve sevmek başlı başına bir iştir çünkü..
Şiir hayatiyeti korumak için ortaya atılır. Yaşanılan bütün çirkinliklere, kötülüklere, haksızlıklara rağmen insanda savunulmaya değer, canlılığı korunmaya değer bir şeyler olduğuna içten içe ve kesinlikle inanıldığı zaman şiir serpilir ve çiçek açar.
..Şiirin yüzünü hiç kimsenin hatırlayamadığı bir dünyada, birinin kalkıp şiirin tanınmaya değer bir yüzü olduğunu, ortalıkta dolaşan renkli ve solgun yüzlerce hayaletin yalnızca maskeler olduğunu söylemesi lazım.
Sevmek, sevdiği için korumak, sığınmak, sığındığı için teselli olmak, hoşnutluk aramak ve bu yüzden hoşnutları aramak insanlara çok yakışan tutumlardır. İnsan kendine yaraşan bu tutumları şiir okuyarak pekiştirebilir.
Sevmek, sevdiği için korumak, sığınmak, sığındığı için teselli olmak, hoşnutluk aramak ve bu yüzden hoşnutları aramak insanlara çok yakışan tutumlardır. İnsan kendine yaraşan bu tutumları şiir okuyarak pekiştirebilir.
Şairin bilgisi onun ait olduğu halkın neyi olduğuyla ilgilidir. Şair içinde yer aldığı halkın neyidir? Bu soruyu her şairin tek başına cevaplaması gerek.
İslâmcı, Türkçü veya Marksist her insan tekinde Batı’ya karşı bir tedirginlik, bir olumsuzlama gözlüyoruz. Ama onlar aynı za manda Batı dünyasında doğmuş ve gelişmiş silahlardan başkasına sahip değiller. Hatta varlıklarını bile Batı’ya borçlu hepsi. Şiir de öyle.
Ne tür eğitimden geçmiş olursak olalım, hangi gelir grubu içinde, hangi toplumsal konumda bulunursak bulunalım insan olarak hepimiz düşünce dünyamızı yüzyüze geldiğimiz olaylar karmaşasına, evrenin kaosuna bir düzen yakıştırmak kaygusuyla kurarız. Eşyanın ve olayların şu veya bu tertip içinde ve bizimle şöyle veya böyle irtibatlı olduğunu varsaymazsak anlamlı hareketlerde bulunamaz ve hattâ yaşayamayız.
Bir halkın şiiri diyor T.S. Eliot hayatını halkın konuşmasından alır ve karşılığında ona hayat verir .
Türk toplumunda şiir adına süregelen maceraya yeniden bakmalıyız modern Türk şiirinin en son ve en özgün atılımının yaşandığ 1960 öncesi şiirinin doğasını iyi kavramalıyız.
Dünyaya ne halimiz varsa görelim diye gelmedik; dünyaya gelişimiz halimizin ne olduğunu öğrenelim diyedir
Bugün en dipten başlayarak acı çekiyorum.
Yalnızca acı çekiyorum bugün.
Batı düşüncesine Descartes’in getirdikleri intellect alanın daki gerek dindar, gerekse dindışı bütün gelişmeleri sağlam ve doyurucu bir dille sonuca bağladı. Bu felsefe Yeni Dünya’ya, Ba tılı hayata öylesine uygundu, günlük hayatın işleyişine öylesine yeterli bir açıklama getiriyordu ki bugün bile Descartes’in varsa yımlarına dayalı bir yaşayış üzerimizdeki egemenliğini koruyor. Kartezyen düşünce zihin ile maddeyi kesin olarak birbirinden
ayırıyor, insanı da böylece ikiye bölüyordu. Cogito ergo sum, kanıtı yine kendisi olan düşüncenin kayıtsız gücünü ilan etmişti. Madde ölüydü ve onun üzerinde egemenlik kurulabilir; düşünce, kendi dışındakini (bedeni, doğayı, evreni) nesnellikle betimleyebilirdi. Descartes’la gelen zihniyet ölçen, kategorilere ayıran özelliğiyle hayatın bütün alanlarına hızla yayıldı. Newton bu felsefi taban üzerine evrenin mekanik açıklamasını kolaylıkla oturtabildi. Optik başta olmak üzere birçok bilim dalı kartezyen düşünce yoluyla önemli (hiç kuşku yok ki bir felsefe benimsenmesiydi
gerçekleştirilemeyecek) ilerlemeler sağladı. Şiirde de etkisi olmuş muydu Descartes’in? Çok sonraları Rousseau, «Descartes’in felsefesi şiirin gırtlağını kesti» (la philosophie de Descartes avait coupé la gorge à la poésie) demekle haklı mıydı?
Eski Dünya’da şiir içinden doğduğu topluluğun anlamıyla ve değerler bütünüyle uyumlu bir nabız vuruşu olarak vardır.
Sokrates’in Savunması’nda şairler üzerine söylenen birkaç sözü buraya aktarmak konuyu aydınlatma bakımından yararlı olacaktır. Şöyle diyor Sokrates: «Devlet adamlarından sonra tragedya yazanlara, dithyrambos şairlerine, her çeşidinden şairlere başvurdum. Kendi kendime: ‘Artık bu sefer göreceksin, onlardan çok daha bilgisiz bir kimse olduğunu anlayacaksın, diyordum. Yazılarından, en işlenmiş olduğunu düşündüğüm parçalanı seçtim; ne demek istemiş olduklarını gidip kendilerinden sordum, bir şey öğreneceğimi umuyordum. Yargıçlar, inanırmısınız? Doğruyu söylemeye utanıyorum; ama söylemeliyim. O şairlerin, eserleri hakkında söyledikleri, orada bulunan hemen herkesin diyebileceğinden daha iyi değildi.
O zaman anladım ki, şairler eserlerini bilgiyle değil, bir çeşit içgüdü ile, tanrıdan gelme bir ilhamla yazıyorlar; tıpkı bir sürü güzel şeyler söyleyip de dediklerinden bir şey anlamayan tannı-sözcüleri, biliciler gibi.
Dante’den önce şiirdir diye bilinen metinler modern değerlendirme gözönüne alınırsa şiir niteliği taşımaktan uzaktır (kaldı ki Baudelaire’e kadar modern şiirden de söz edemeyeceğiz).
1963 yılının sonlarında Turgut Uyar kendi şiirinin, dolayısıyla ülke şiirinin çıkmazda» olduğunu vurgularken şöyle diyordu: «( ) Ülkemizde edebiyatın, hatta bazı ölçülerde toplumun birçok sorunları açık kapalı, şiirde tartışılır, şiirde çözülür yahut çözülmez veya bu sorunlardan şiirde vazgeçilir.» Şairin tam isabetle belirttiğine göre, «( ) şiirin çıkmazı ( ) insanın çıkmazına sıkı sıkıya bağlıydı ülkemizde. gt; gt;
Nous avons un fade roman.

Pourguoi? Parceque nous n’avons pas de poésie.
(Yavan bir romanımız var. Neden?

Çünkü şiirimiz yok)

MICHELET

Birdenbire, gecenin yarısında
canalıcı müziklerle, seslerle geçen görünmez çalgıcıları duyup da
artık talihin bitti diye, yaptıkların çöküverdi; kanıtlandı diye
hayatının sahteliği, sakın ağlama.
Çok önceden hazır gibi, bir yiğit gibi, Vedalaş uzaklaşan İskenderiye ile.
Hele hiç aldatma kendini
bu bir düştü, yanlış işittim, deme aşağlanma böyle boş umutlar içinde.
Çok önceden hazır gibi, bir yiğit gibi
böyle bir kente yaraştığını belli edercesine,
güvenli adımlarla yaklaş pencereye ve coşkuyla dinle, ama korkakların yakınmaları, yakarmalarıyla değil, yüreğinin derinlerini açarak bu gizemli çalgılara
dinle canalıcı sesleri.
Ve yitirdiğin İskenderiye’ye elveda.

K. KAVAFİS

Başlangıcından beri şiir başkaldıranların, baskıya, zorbalara karşı koyanların sesidir. Haksızlığa uğrayanların bir haykırşıdır şiir.
Şairler her nasılsa genel anlayışın maddi-manevi diye ayırdığı, gerçek-düş diye ikiye bölduğu
hayatın parçalanmazlığını anlamış veya analytique bir kafanın yapacağı çözümlemeleri anlayamamış insanlar dir.
Oysa şiirde belli ve özgün mantık öylesine billurlaşmıştır ki metnin kendisi ancak bir şeydir, başka bir biçim içinde varlığını sürdüremez, başka kelimelerin bileşimine tercüme edilemez.

Şiirde geçerli olan mantık ancak şiir okurden ne oldu ğu bilinebilen bir zihin durumudur. Şiire özgü mantık düze nini belki bir kereye mahsus olmak üzere ve yalnızca bir şeyi kavrayabilelim, kendimize maledelim diye kurabiliyoruz. Şiir mantığının genel-geçer kuralları yok, yürünecek yolu biz kendimiz bulup çıkarıyoruz. Çünkü biz şiiri onun esrarını kendi esrarımızla kaynaştırabilme çabasıyla okuyoruz.

şiir bizi kuralları konulmuş mantık alanından uzakça bir alanda yakaladığı zaman gösterebilir.
De la musique avant toute chose, demiş Verlaine, diyeceksiniz. Ne demek istediğini gerçek anlamıyla kavrayıncaya kadar inanmayın bu şairin sözüne.
Şiir dil aracılığıyla dilin anlatım olanaklarının aşılmasıdır, yani kendini oluşturan öğelerin üstünde varlık kazanan, insana imkân tanıyan bir şey. Kelime, sınırlı bir birim değildir. Renk, çizgi, ses gibi ölçüye gelmez. Bir anlamda kelime insandır
Imgelem şiirde kelimenin, kelimelerin kendi başlarına ve öteki kelimelerle olan bağlantıları içinde kazandıkları kuvvettir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir