İçeriğe geç

Serçelerin Ölümü Kitap Alıntıları – Kadir Daniş

Kadir Daniş kitaplarından Serçelerin Ölümü kitap alıntıları sizlerle…

Serçelerin Ölümü Kitap Alıntıları

bir gün kurşunu kendime sıkacağım. çünkü en güzel türküyü bir kurşun söyler. çünkü alışan anlamıyor demektir. ölüm saatini bildiren doktorlar, namusum şerefim üstüne yemin ederim ki ölümün nasıl bir şey olduğunu hiç düşünmemiştir. ölümü bilincin kapanması sanıyorlardır. çünkü ölümü anlamıyorlar. çünkü hiç kimse hiçbir şeyi anlamıyor.
arafta kalmıştım. bir saat sarkacıydım. bir sallanıyor kaygıya çarpıyor, bir sallanıyor umuda çarpıyordum.
yalnız ölmek, iki kere ölmektir.
çünkü mümkün dünyalarda normal, her şeyin kötüye gitmesidir.
hatırlamak, tuzla buz olmuş bir sırça sürahiyi tekrar birleştirmektir. feci zor iştir. proust sürahinin son kırığını yerine taktıktan sonra kafasını biraz geri çekip eserine bakmış, şimdi ölebilirim, demişti. öldü de, proust’u hatırlamak öldürdü. proust’u öldüren hatıralardı. ona ellerinde küçük bıçaklarla saldırdılar, ciğerlerine köhne vakitlerin rutubetini enjekte ettiler. adamcağız kendini mesut sanıyordu. en doğrusu tavşanlar, koalalar ve tembel hayvanlar gibi geçmişi tek kalemde silmektir.
insan neden nefret ettiğini bilse kendinden başka kimseden nefret edemez. bu yüzden nefretin gözü kördür ya. perdelidir. nakışlı nakışlı, katmer katmer perde. bilmediğim bir şeyi kontrol edebilir miyim? kendini bilen, kendini kontrol edebilen var mı?
İnsan neden nefret ettiğini bilse, kendinden başka kimseden nefret edemez. Bu yüzden nefretin gözü kördür ya
Bir sen varsın, bir ben varım, bir de senlerle benler var.
Yeryüzünde anlaşmanın, konuşmanın, iletişim kurmanın imkansız olduğunu kavramıştı. Bu feci güldürü içinde bir şeyler söylemeye kalkmak da gösterilensiz gösterenlerle, medlulsüz delillerle konuşmak olacağından en mantıklı işin elimizi kolumuzu sallayarak sayıklamak, şarkı söylemek, kekelemek, saçmalamak olduğunu fark etmişti.
Cenin pozisyonunda kıvrılıp kıyamet günü suyun beni doğurmasını, mahşer günü denizin beni tarihle birlikte, tarihin mütevazı bir parçası olarak kusmasını bekleyecektim.
Ulan dedim, hepiniz bal gibi de biliyorsunuz ki ister durgun suları titretmeyecek kadar küçük, ister dağları kaldırıp göçürecek kadar büyük olsun, herhangi bir acı kelimelere sığmaz.
İlk kez aynada aynayı değil, aynanın yansıttıklarını değil, yüzümün aksini değil de kendimi görüyordum. Dehşete düştüm.
Zaten belli bir yaştan sonra herkes babasını öldürmelidir.
Sizin hiç avucunuzda serçe öldü mü? Benim öldü. İnsan avucunda serçe ölmeden insan olamaz. Yani olur elbette ama avucunda serçe ölen insanlar bazı şeylerin farkına varır.
İkimiz bir soğan olacaktık, hangimizin bir katını soysalar, altından diğeri çıkacaktı.
Öpücüklerim yere düşen bozuk paralar gibi çın çın ötüyordu.
Aşkın kızılcık şerbetleri vardır, bir bardak buzlu kolaya benzer, köpürür, minicik kabarcıkları tıslayarak yüzeye tırmanıp dışarı hoplar, siyah bir iksirdir aşkın badesi. Yine içiyorduk onu. Bir ben içiyordum, bir o içiyordu.
Seyrettiğimiz sarhoş ve çılgın bir fecir değil, şaşaalı bir guruptur. Çünkü vaka silsilesi birsamdır, her olay akıbetten ibarettir. Baş yoktur, baş da sondur, son da sondur. Yaşananlar sonundan başlar sonuna varır. Hatta hiçbir şey yaşanmaz, âlem bir noktadır, nokta da zaten nihayetin ta kendisidir. Nihayetse hiçtir. Hiç.
Suyun altından yüz yüze gelip ortada buluştuk. Birbirimize kuş verdik. Bu tür busenin adı kuştur, çünkü bu küçük öpücük dudak dudağa değdiğinde kuş gibi cik diye öter.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Hatırlamak, tuzla buz olmuş bir sırça sürahiyi tekrar birleştirmektir.
bardağın ağzına değdiği yer öpülmüş yanak gibi yumuşardı.
Herkes hiç kimse pislemiyormuş gibi davranır.
siz başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın şarkısını söyleyen kadın mısınız.
Ulan dedim, hepiniz bal gibi biliyorsunuz ki ister durgun suları titremeyecek kadar küçük, ister dağları kaldırıp göçürecek kadar büyük olsun, herhangi bir acı kelimelere sığmaz. Dünyada hiçbir şey ifade edilemez, hiçbir şey dile getirilemez, hiçbir şey anlatılamaz. İnsan ancak kendi kendine mırıldanır, sayıklar.
Ben sekiz milyar insan olmama rağmen sekiz milyar kere on tane parmağım kızımın tadamayacağı, ıskaladığı şeyleri saymaya yetmedi. Kızım sekiz saat yaşadı, yalnızca ızdırap çekti. Hesaba vurunca bir ömür yaşadı dediler. Yalan. Sekiz saatten hesaplayın bakalım, kaç tane ömür yaşadınız?
Çünkü alışan insan anlamıyor demektir.
Çünkü mümkün dünyalarda normal, her şeyin kötüye gitmesidir.
.
.
.
Çünkü vaka silsilesi birsamdır, her olay akıbetten ibarettir. Baş yoktur, başta sondur, son da sondur. Yaşananlar sonundan başlar, sonuna varır. Hatta hiç bir şey yaşanmaz alem noktadır, noktada zaten nihayetin kendisidir. Nihayete hiçtir. Hiç.
Su aygırı geçmişi yer, ondan sonra da minnacık kuşlara dişlerinin arasından mazinin kırıntılarını, yağını, artıklarını temizletirler. Çünkü geçmiş kötüdür. Çünkü geçmiş bize kainatta birden fazla ânın olduğu illizyonunu verir. Halbuki zaman tek bir andan ibarettir. Mesela hepimiz çoktan öldük. Her şey yitirildi
İnsan neden nefret ettiğini bilse kendinden başka kimseden nefret etmez. Bu yüzden nefrettin gözü kördür ya.
Herkes hiç kimse pislemiyormuş gibi davranır. Çünkü insan gaitasini görebilse kendi öz etinin tadı ağzına gelecek. Ufûneti burun deliklerine hücum edecek.
Dünyada her şey dedikodudan ibarettir. En sabit sandığımız gerçekler, olgular rivayettir. Yeryüzünde, yeryüzü diye bir şey varsa tabii, kaybolmamak için kendimize palavralar sıkar, inanır, efsaneden müteşekkil evrenlerin içinde yaşarız. Her şey mittir. Her şey yitiktir. Sadece farkında değiliz.
Geldi mi üst üste gelir.İnsanın bir kere ters gitmesin işi,muhallebi yerken kırılır dişi.
Hepiniz bal gibi de biliyorsunuz ki ister durgun suları titretmeyecek kadar küçük, ister dağları kaldırıp göçürecek kadar büyük olsun, herhangi bir acı kelimelere sığmaz.
Dünyanın en güzel müziği,evladının kalp atışlarıymış
İki tane güneş vardı,yahut karımı da sayarsam üç
Yalnız ölmek , iki kez ölmektir
Hastane kapılarında yazmalı kadınlar ağıt yakıyor, adamlar gık demeden kucaklarında karton kutuyla hastaneden çıkıyordu. Skandal bir olaysa muhabirler mikrofonlarını uzatıp sorular soruyorlardı, adamlar cevap vermiyordu. Adamların aklında yavruları oluyordu, muhabirlerin maaş, kameramanların da omuzlarında ki acı. Kameramanlarla hamalların omuzlarında nasır olur. Normal, sıradan insanlarınsa kalbinde nasır olur. Alışkanlığın nasırı.
İnsan ağlayamayacak kadar kısa yaşayıp da ölür mü ?
Alın dedim, kızımı alın. Kaçtım. Merdivenlerden yuvarlandım. Pişman oldum. Kafamı duvarlara vurdum Bir daha içeri girmeye çalıştım. Kızım saniyelerle ölçülen ömrünü yalnız noktalamamalıydı. Yalnız ölmek, iki kere ölmektir. Kızımın ölümü aklıma kazınmalıydı. Göz kapaklarımın içine kızımın ölümünü çizmelilerdi, gözümü ne zaman kapasam kızımın ölümünü görmeliydim. Onun yerine şimdi ne zaman gözümü kapasam, boş göz kapaklarımı görüyorum. Karanlığa mahkûm oldum. Halbuki öbür türlü kızım hep yanımda olacaktı. Ben onun yanında olamasam da o benim yanımda olacaktı..
“Babaların kızları eks olmaz, ölürler, çatır çatır ölürler, ölürken babalarını da öldürürler.”
“Proust acaba ne için hatırlıyordu? Ben hatırlayarak su alan gemiyi kurtarmaya çalıştım. O zamanlar, hatırlamanın adamı katlettiğini bilmiyordum.”
-Yoksa sizin tek karakteriniz mi var?
..
+Ben içimde ordu besliyorum.
Buzdolabı mıydım neydim, iki üç senede bir değişiyordum.
Bir insan nasıl olur da yüzlerce hemcinsinin kalbinin, beyninin içine bakar ama dünyayı hâlâ nesnelerden müteşekkil bir yer, bir gezegen, bir nesne elle tutulabilir bir şey olarak algılayabilir? Ben nesne değilim baba. Ben şey değilim. Benim karın boşluğumda boşluk yok. Benim içimde nesne olmayan bir şeyler var.
Ağlarsam ölecektim.
Çünkü ağlarsam rahatlardım
Ulan dedim, hepiniz bal gibi de biliyorsunuz ki ister durgun suları titretmeyecek kadar küçük, ister dağları kaldırıp göçürecek kadar büyük olsun, herhangi bir acı kelimelere sığmaz.Dünyada hiçbir şey ifade edilemez, hiçbir şey dile getirilemez, hiçbir şey anlatılamaz.İnsan ancak kendi kendine mırıldanır, sayıklar.İnsan ömrünce ancak kendi kendine manasız bir şarkı söyler.
Kızınız defnedilirken onu toprağa sen koymak ister misin diye sorulduğunda yerinizden zıpkın gibi fırlamalı ve kızınızı kendi ellerinizle toprağa vermelisiniz.Çünkü kızınız ölmüştür, onu son yolculuğuna pestenkerani bir definle uğurlayıp kurtulamazsınız.Artık cehennemde yaşıyorsunuzdur ve acılarınızı birazcık azaltmanın yolu, acılarınızı birazcık arttırmaktan, yani kızınızla beraber kendinizden bir parçayı da gömmekten, onunla beraber birazcık ölmekten geçer.
Kızımın ölümü aklıma kazınmalıydı.Göz kapaklarımın içine kızımın ölümünü çizmelilerdi, gözümü ne zaman kapasam kızımın ölümünü görmeliydim.Onun yerine şimdi ne zaman gözümü kapasam, boş göz kapaklarımı görüyorum.Karanlığa mahkum oldum.Halbuki öbür türlü kızım hep yanımda olacaktı.Ben onun yanında olamasam da o benim yanımda olacaktı
çünkü mümkün dünyalarda normal, her şeyin kötüye gitmesidir.
geçmiş bize kâinatta birden fazla anın olduğu illüzyonunu verir.Halbuki zaman tek bir andan ibarettir.
Dünyada düzen diye bir şey yoktur. Düzen düzenli olmanın tam zıddı durumdadır. Kaosun iliklerinde yaşarız, kaos iliklerimizdedir.
Yalnız ölmek, iki kere ölmektir.
Hayatta geleceğimizin cemrelerinin sezdirmeden düştüğü bazı anlar vardır.Uzun uzun yılların tohumu birkaç saniye zarfına düşer, göz açıp kapayıncaya kadar filizlenir, ruhumuz duymaz.Bir fay hattı kırılır, denizlerimizin dibinde deprem olur, biz ancak seneler sonra tsunamisine boğuluruz.
Hatırlamak, tuzla buz olmuş bir sırça sürahiyi tekrar birleştirmektir.
bu feci güldürü içinde bir şeyler söylemeye kalkmak da gösterilensiz gösterenlerle, medlulsüz delillerle konuşmak olacağından en mantıklı işin elimizi kolumuzu sallayarak sayıklamak, şarkı söylemek, kekelemek, saçmalamak olduğunu fark etmişti.
_____arafta kalmıştım.Bir saat sarkacıydım.
Bir sallanıyor kaygıya çarpıyor, bir sallanıyor umuda çarpıyordum.
İnsan neden nefret ettiğini bilse kendinden başka kimseden nefret edemez.
Ben ilk defa kırk yaşında, kızım öldükten sonra aynanın karşısına geçip aynaya değil de, kendime baktım.
Geldi mi üst üste gelir.İnsanın bir kere ters gitmesin işi,muhallebi yerken kırılır dişi.
Kameramanlarla hamalların omuzlarında nasır olur.Normal,sıradan insanlarınsa kalbinde nasır olur.
Babaların kızlarını bir ömür korumaları gerekir.
Dünyada düzen diye bir şey yoktur.Dünya düzenli olmanın tam zıddı durumdadır.Kaosun iliklerinde yaşarız,kaos iliklerimizdedir.
Ne var ki baharı hep sürecek sanmak ahmaklıktır.
Bir saat sarkacıydım.Bir sallanıyor kaygıya çarpıyor,bir sallanıyor umuda çarpıyordum.
Yalnız ölmek,iki kere ölmektir.
İki tane güneş vardı,yahut karımı da sayarsam üç.
İster durgun suları titretmeyecek kadar küçük, ister dağları kaldırıp göçürecek kadar büyük olsun, herhangi bir acı kelimelere sığmaz.
Babaların kızlarını bir ömür korumaları gerekir.
Benim hayatta kalmam ayıp. Ama ölüp kurtulmam da ayıp.
Çünkü konuşulamayan hakkında susmak lazım gelir.
Yalnız ölmek, iki kere ölmektir.
Babaların kızları eks olmaz, ölürler, çatır çatır ölürler, ölürken babalarını da öldürürler.
Dünyanın en güzel müziği insanın evladının kalp atışlarıymış, bildim.
İki tane güneş vardı, yahut karımı da sayarsam üç.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir