İçeriğe geç

Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit Kitap Alıntıları – Nihat Behram

Nihat Behram kitaplarından Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit kitap alıntıları sizlerle…

Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit Kitap Alıntıları

Erdem kan içinde, işkence odalarında
Ey mavi gök! Ey yağız yer bilesin ki
Yüreğimiz kabına sığmamakta
Örsle Çekiç arasında yoğrulduk
Hıncımız derya gibi kabarmakta
Yasaktı hak istemek; açlıktan, yoksulluktan, acıdan söz eden kelimeler yasaklanmıştı. Düşmanca bakıyorlardı beşikteki bebeğe bile
Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor; belki biz olmayacağız ama bu çelik aldığı suyu unutmayacak
Ey, ölümsüz halkımız için toprağa düşenlerimiz
Ey, yüce oğulları halkımızın
Gururla ve sabırla dinlenin şimdi
Kavganızı sürdürüyor yoldaşlarınız
Kazanmak için yenilgilerde yıkılmamak gerekiyor.
Bir marşın kelimeleri ki umudun ışığıdır,
Gücün ve direncin
Yaramın üstünde yürümeyi öğretti bana
Cellatın bıçağı.
Yürümeyi, hem de yorulmadan.
Direnmeyi öğretti. Direnmeyi
1973’lerin Türkiye’sinde bütün ışıklar söndürülmüş,katillerin kahkahalarıyla sarsılıyordu geceler.
Cellat uyandı yatağında bir gece
‘Tanrım” dedi, “Bu ne zor bilmece”
Öldükçe çoğalıyor adamlar
Ben tükenmekteyim öldürdükçe
Ataol Behramoğlu
Soruyorum;
kalaslara bağlanarak bir adam kırbaçlanırken
ve hurdhaş edilirken beyni
ve yumruklar ve yumruklar ve yumruklar ve cam kırıklarıyla dolduran gırtlağından dökülürken inildeyen kelimeler
aradıkları neydi,
neden ilgilendiriyordu katilleri
inildeyen ama yılmayan şeyler
Nihat Behram
Demiri de, kömürü de sökeriz amman Buğdayı da, pirincide ekeriz amman Faşizme içimizden kan damlayan kılıcız Bir gün gelir kinimizi dökeriz amman
Gittiğin her yerde
Bu işkencelerden söz et
Bu cehennemde yaşayan
Kardeşinden,
Öteki kardeşine ilet
Öylece!
Neruda
İşkence suçlularını da şikâyet edecek değilim.
Çünkü işkence tezgâhı ve kadroları, hakim devlet me­kanizmasının bir parçasıdır. Benim başvuracağım tek şikâyet mercii varsa o da, halkımızın bitmez tüken­mez devrimci gücüdür.
1973’lerin Türkiye’sinde bütün ışıklar söndürülmüş, katille­rin kahkahalarıyla sarsılıyordu geceler.
1973’ün Türkiye’si karanlık birtakım dehlizlerden oluşuyor­du. Duvarlarında kan ve insan çığlığı olan dehlizler. Duvarla­rında pranga halkaları. Zincirler Demir çubuklar Duvarla­rında işkence görmüş insanların yüzleri tanınmayacak hale so­kulmuş resimleri. Kan yıkamak için kiralanmış paspas işçileri;
doktor gömlekli ölüm bekçileri. Boyna, enseye, ağıza, kulakla­ra, beyne, cinsiyet organlarına saplanan elektriğin kablo bağ­layıcıları; ayakları patlayanların sırtına binen hayvani ağırlık­lar; sahtekâr moral hocaları
Ve sonunda bütün işkencecilerin beklediği zaman geldi.
İbo’nun sorgulanmaya elverişli olduğuna karar verildi. Hasta­neden alınıp, elleri kolları zincirli olarak Diyarbakır işkencehanelerine götürüldü.
Sonra uyudu İbo. Uykusunu ilaçla pekiştirmişlerdi. Sabah uyandığında ayaklarında bir sızı hissetti. Sargılıydı ayakları. O uyurken kesmişlerdi
Dövüşenler de var bu havalarda
El, ayak buz kesmiş, yürek cehennem Ümit, öfkeli ve mahzun
Ümit, sapma kadar namuslu
Dağlara çekilmiş kar altındadır
Ahmed Arif
.. Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun
Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız
Ahmed Arif
Tunceli’yi âdeta komandolar kuşatmıştı. Belden yukarıları soyunuk olarak sokaklarda “Komando dağları sardı, haller ya­mandır” diye nakaratlı bir türkü eşliğinde koşuyor, eğitim ya­pıyorlardı.
İbo, “Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor; belki biz ol­mayacağız ama bu çelik aldığı suyu unutmayacak ” diyordu.
Bizi uyandıran Tek ışık Dünyanın ışığıydı bu!
Evlerine girdim, Yemek yiyorlardı sofralarında;
Çalışmadan dönmüşlerdi, Gülümsüyor ya da ağlaşıyorlardı.
Ve de tümü birbirine benziyordu.
Gözlerini ışığa çeviriyor Yollarını arıyorlardı
Neruda
Sokaklarda devriyeler geziyor yeni komutlar geliyor tümenlerle köylülerle ilgili, çifter çifter nöbette fabrika önlerinde polisler:
açlığın, zulmün, karanlığın yanı başında yeni bir yara: ihanetler.
Nihat Behram
Gün günü kovaladıkça kitlelerdeki sosyal, ekonomik huzur­suzluk da gitgide yoğunlaştı
Yaramın üstünde yürümeyi öğretti bana cellâtın bıçağı.
Yürümeyi, hem de yorulmadan.
Direnmeyi öğretti. Direnmeyi
Mahmut Derviş
Kimi gençler önder ola­rak sivrilmişti. Hükümet güçleri ve hükümetçe destekli sivil fa­şist güçler özellikle, sivrilen bu gençleri avlamaktaydılar. Bir çok genç öldürüldü
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Herkesin özgürce yaşadığı bir dünyanın özlemiyle, İs­tanbul’un bağrına yara gibi oyulmuş o loş izbelikte, 1973’ün güz günlerini sayı­yorduk.
Baskıcı güçler on beş yıl kitabı­mın üstünde tepindi. Dile getirdiği gerçekler, ateşlenmek istenen acı, karanlıkta kalsın istendi. Yıllar ve yıl­ lar, sayısız mahkeme salonlarında, sorgu odalarında, sivil-asker savcıların, bilirkişilerin, tehditkâr sorgucu polislerin ağır saldırılarına hedef oldu. Yine de hasa­dını engelleyemediler.
“Benim çocuğum insanları biz siz diye ayırmaz; bu dava mezhep davası değil ”
Canımın gizlisinde bir can idin ki
Kan değil, sevdamız akardı geceye
Sıktıkça cellâd,
Kemendi
Duymak
Gözlerinde duymak üç-ağaçları
Susmak,
Gözlerinde susmak,
Ustura gibi
Gözlerin hani?

Ahmed Arif

Gittiğin her yerde
Bu işkencelerden söz et
Bu cehennemde yaşayan
Kardeşinden,
Öteki kardeşine ilet
Öylece!

Neruda

1973’ün Türkiye’si karanlık birtakım dehlizlerden oluşuyordu. Duvarlarında kan ve insan çığlığı olan dehlizler. Duvarlarında pranga halkaları. Zincirler Demir çubuklar Duvarlarında işkence görmüş insanların yüzleri tanınmayacak hale sokulmuş resimleri. Kan yıkamak için kiralanmış paspas işçileri; doktor gömlekli ölüm bekçileri. Boyna, enseye, ağıza, kulaklara, beyne, cinsel organlarına saplanan elektriğin kablo bağlayıcıları; ayakları patlayanların sırtına binen hayvani ağırlıklar; sahtekâr moral hocaları
Canımda damıttım
seni ey zulüm
sancısını
inceden
kum gibi taşıdığım
kasığımda Amerikan kemendi
bağıra bağıra geceler boyu
kaskatı kesilip
kan işediğim

Ahmed Arif

Bizi uyandıran
Tek ışık
Dünyanın ışığıydı bu!
Evlerine girdim,
Yemek yiyorlardı sofralarında;
Çalışmadan dönmüşlerdi,
Gülümsüyor ya da ağlaşıyorlardı.
Ve de tümü birbirine benziyordu.
Gözlerini ışığa çeviriyor
Yollarını arıyorlardı

Neruda

“Bizler yaşadığımız sürece yoldaşlarımızın ve bütün yurtseverlerin faşizme karşı verdiği cesur ve kararlı mücadeleyi yürütmekle görevliyiz.
“Faşistler şimdiye kadar ülkemizde 100’e yakın devrimciyi yok etti. Bunların büyük çoğunluğu canlarını, kahramanca çarpışarak, halkın kurtuluş davasına bağışladılar. Halkımızın zulme karşı yükselen hıncı, evlatlarının dökülen kanlarıyla daha da arttı.
Bir şiiri şöyleydi İbo’nun:

ÖLEN YOLDAŞLAR İÇİN

Siz ki canınızı verdiniz halkımız için
Siz ki her şeyinizi verdiniz bu kavga uğruna
Göğsümüzde onurla dalgalanan
Kavganın bayrağına siz ki al rengini verdiniz
Ey, ölümsüz halkımız için toprağa düşenlerimiz
Ey, yüce oğulları halkımızın
Gururla ve sabırla dinlenin şimdi
Kavganızı sürdürüyor yoldaşlarınız

Sokaklarda
devriyeler geziyor
yeni komutlar geliyor tümenlerle köylülerle ilgili,
çifter çifter nöbette fabrika önlerinde polisler:
açlığın, zulmün, karanlığın
yanı başında yeni bir yara: ihanetler.

Nihat Behram

Beni baskınlar götürür
gerillanın şahdamarı halkıma
korkunç ve soylu bir tutkudur dayatma
yalnız bu kadar da değil
yarin hayali gibi üstelik
nazlıdır
usuldur
ince
bilgedir
biz ki ustasıyız vatan sevmenin
umut
saklımızda ölümsüz bayrak
kırmızı-kırmızı
dalga-dalgadır

Ahmed Arif

İbo 6. Filo ve Kanlı Pazar gibi olaylarda önde yürüyen devrimcilerden biri olduğu gibi, o dönem de fabrikalarda ve köylerde çalışan sayılı devrimcilerden de biriydi.
“Baba dedi, sana bir itirazım yok benim; yoksulluğun benim içimde de en büyük acı, ama tıpkı senin gibi bütün halk böyle yoksul, bin beteri var üstelik Yalnız bir şey söyleyeceğim, üzerinde silahın varsa çek beni vur, elimi kaldırmayacağım, ama düşüncelerimden dönmemi isteme benden ”
“Gözümün önüne İbrahim geliyor,” demişti, “bir zamanlar o da aynı elbiselerle gösterilere çıkardı. Şimdi ayakları kesilmiş, kolu kanadı kırılmış, yürüyebilir mi, yürüyemez mi belli değil, zincirli mi boş mu belli değil; karanlık hücrelere kapatılmış Onu düşünüyorum ”
Beni yiğitler götürür
katlarına sevda ile varılan,
yiğitler ki
dişlerini tükürmüş
yiğitler ki
hayaları burulan

Ahmed Arif

YASAK YAŞI ON BEŞ
İşte İbo’nun Ayağını Bastığı Toprak: Dağ ve Zindan
İşte Direncin Karşısında Zalimin Çaresiz Kalışı
Ve İşkenceye Karşı Direnişiyle Efsaneleşen Bir Hayat
Yüreğimiz kabına sığamamakta, örsle çekiç arasında yoğrulduk, hıncımız derya gibi kabarmakta..
Yasaktı hak istemek açlıktan,yoksulluktan acıdan söz eden kelimeler yasaklanmıştı..
Haklı insanlar , halktan yana kişiler tarihin yazgısından asla korkmazlar.
Karadeniz kıyısındaki Kızıldere köyünde kuşatılan,yine bu dönemin eylem önderlerinden on genç,tank ve ağır silahların ateşiyle,cesetleri bile tanınmayacak şekilde katledildiler.
“Yasaktı hak istemek; açlıktan, yoksulluktan, acıdan söz eden kelimeler yasaklanmıştı.”
Ey mavi gök! Ey yağız yer bilesin ki
Yüreğimiz kabına sığmamakta
Örsle Çekiç arasında yoğrulduk
Hıncımız derya gibi kabarmakta
Yasaktı hak istemek; açlıktan, yoksulluktan, acıdan söz eden kelimeler yasaklanmıştı.
Siz ki canınızı verdiniz halkımız için
Siz ki her şeyinizi verdiniz bu kavga uğruna Göğsümüzde onurla dalgalanan
Kavganın bayrağına siz ki al rengini verdiniz
Ey, ölümsüz halkımız için toprağa düşenlerimiz
Ey, yüce oğulları halkımızın
Gururla ve sabırla dinlenin şimdi
Kavganızı sürdürüyor yoldaşlarınız
“Baba dedi, sana bir itirazım yok benim; yoksulluğun benim içimde de en büyük acı, ama tıpkı senin gibi bütün halk böyle yoksul, bin beteri var üstelik Yalnız bir şey söyleyeceğim, üzerinde silahın varsa çek beni vur, elimi kaldırmayacağım, ama düşüncelerimden dönmemi isteme benden ”
Çünkü, politik görüşler, yanında veya karşısın­da olunabilir ve tartışılabilinir yandır. Yanında olunamayacak şey, tartışılamaz olan şey işkencedir.
En güçlü silahımız, coşkumuzdu. İnançlarımızdı. Hayata ve gerçeklere olan güvenimizdi. Zulme karşı duyduğu­muz nefretti.
Cellat uyandı yatağında bir gece
‘Tanrım” dedi, “Bu ne zor bilmece”
Öldükçe çoğalıyor adamlar
Ben tükenmekteyim öldürdükçe
.. Canımın gizlisinde bir can idin ki
Kan değil, sevdamız akardı geceye
Sıktıkça cellâd,
Kemendi
Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız
açlığın, zulmün, karanlığın yanı başında yeni bir yara: ihanetler.
Yaramın üstünde yürümeyi öğretti bana
cellâtın bıçağı.
Cellat uyandı yatağında bir gece
Tanrım dedi, Bu ne zor bilmece
Öldükçe çoğalıyor adamlar
Ben tükenmekteyim öldürdükçe
Ataol Behramoğlu
Haklı insanlar, halktan yana kişiler tarihin yargısından asla korkmazlar.
1973’ün Türkiye’si karanlık birtakım dehlizlerden oluşuyordu. Duvarlarında kan ve insan çığlığı olan dehlizler. Duvarlarında pranga halkaları. Zincirler Demir çubuklar Duvarlarında işkence görmüş insanların yüzleri tanınmayacak hale sokulmuş resimleri.
Omuzlarının kuşattığı gövdesi içinde ona sadece yorulmak bilmez vuruşlarıyla yüreği kalmıştı. Bir de uğruna ölüm de olsa, geri dönmeyeceği, ödün vermeyeceği düşünceleri
Belki gücümüz az ve biz de kırılacağız fakat devrimciler halkın inleyişleri karşısında sessiz duramaz.
Aydınlara özgü bilgiçlikten, eylemsiz gevezelikten; kuru, coşkusuz bağlılıklardan, kararsızlıklardan, hantallıklardan kusarcasına iğreniyordu. Bir dal, bir akarsu gibi doğaldı her şeyi. Özellikle yaşadığı şu son aylar, kişiliğindeki halktan olan erdemleri iyice netleştirmiş ve pekiştirmişti.
-Gel oğlum teslim ol, seni bir kurşuna kurban edecekler, bak niceleri vuruldu.
– Ölenler de senin oğlun
Bir yanım İstanbul’daydı, bir yanım binlerce yıl uzağında İstanbul’un. İstanbul, uzaktan sadece göğünü görebildiğimiz bir şehirdi. Onu da ancak, ulaşabilirsek eğer, pencerelerin demir parmaklıkları arasından görebiliyorduk.
Ey mavi gök! Ey yağız yer bilesin ki
Yüreğimiz kabına sığmamakta
Örs ile çekiç arasında yoğrulduk
Hıncımız derya gibi kabarmakta
Bir yanım İstanbul’daydı, bir yanım binlerce yıl uzağında İstanbul’un.
İstanbul, uzaktan sadece göğünü görebildiğimiz bir şehirdi. Onu da ancak, ulaşabilirsek eğer, pencerelerin demir parmaklıkları arasında görebiliyorduk
Donmuş ayakları, aç susuz midesi, yaralı boynu , dermansız kolları ve ezik ezik edilmiş omuzlarının kuşattığı gövdesi içinde ona sadece yorulmak bilmez vuruşlarıyla yüreği kalmıştı. Bir de uğrunda ölüm de olsa, geri dönmeyeceği , ödün vermeyeceği düşünceleri

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir