Bora Abdo kitaplarından Seni Seviyorum. Çok, kitap alıntıları sizlerle…
Seni Seviyorum. Çok, Kitap Alıntıları
Kaybetmek, kazanmayı unutanların değil bilmeyenlerin işidir.
İnsafsız hikâyeler anlatarak beni babamın yanında ağlatan yazarları sevdim hep ben. Akreple yelkovanın bir gün birbirlerine ters yönde ilerlemelerinin ve yine bir gün aynı boyda olmalarının umudunu taşıdım hep. Yine asla bir saatin içine sıkışmamalarının da.
Terk edilmenin nasıl hazin ve boktan bir duygu olduğunu bilemezsiniz.
Çabuk anlaşılan şey uzun ömürlü değildir.
Ben dedi, bu hastalıklı zihnim yüzümden hiç âşık olamadım, hiç sevemedim.
Ben dedi, bu hastalıklı zihnim yüzünden çok âşık oldum, çok sevdim diye de ekledi.
Ben dedi, bu hastalıklı zihnim yüzünden çok âşık oldum, çok sevdim diye de ekledi.
Yalnızlık, tek başına kalmışlık değildir hiçbir zaman, tek başına kalma isteğidir.
Çünkü sevmek denen şeyi ve aşkın o karanlık deliliğini tatmıştım.
Aslında insanın en büyük özelliği hayal kurmasıdır. Hepimiz bir hayaliz. Birbirimizin acı hayali. Bu yaşatıyor kahrolası âlemde bizi.
Bilmem ki niçin ürkeriz ölümden. Ölmek yaşamak kadar fena mı?
Yaşamdan, yaşamaktan ve yaşayanlardan iğreniyorum.
Her günüm bayram olsa da umutsuz kalbim yine de gülmez.
ve unutamadığı için de ölüme bu denli yakın durduğunu hissediyor.
İsimlerimiz de neden ölmüyor bizimle?
İnsanlar, onların arasına karıştığımda ölüyorum ben.
Kaybetmek, kazanmayı unutanların değil bilmeyenlerin işidir..
Bir umut yok olunca ikincisini hayal etmekte başka türlü bir umutsuzluk..
İntihar, iyi şiirlerin ödülüdür.
Dünya kadar yorgun ve onun kadar çürüğüm.
Herkes yaşıyor. Biz kendimizi tüketiyoruz.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
İnsanlardan neden bu kadar erken ümidimi kestim bilmiyorum.
Sanki dünyanın içinde değil de ondan apayrı ve daha uzak bir yerdeyim.
Çek çıkar beni bu dalgın hikâyenin en ölümcül yerinden, çıkar, alnına sür.
Ve seni anlayabileceğini umduğun tek insana sırtını dönmek nasıl zordur.
Bunca yıl bu anı bekledim Melâl. Ve kim bilir kaç sene daha bekleyeceğim seni bir kez daha öpebilmek için.
Ben Melâl’in içine bir geceye, bir limana girer gibi girmiştim.
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
Sevmek değil ona sahip çıkmak önemli
Eğer benden tam altmış bin yıl sonra yeniden kadınları öldürmeye başlayacaksa erkekler, bu tanrıların artık yarattıklarını umursamamasından, sevdadan değil ama kendilerini avlandıkları ve öldürme hakkını ciğerlerinde hissettikleri için ve bunu annelerinden ve tanrıçalarından öğrendikleri için erkeklerin kendisini tanrı gibi görmeye başlamasından kaynaklanacağını da anlamıştım.
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Yalnızlık, tek başına kalmışlık değildir hiçbir zaman, tek başına kalma isteğidir.
O zamanlar İstanbul boğazı ve Haliç yoktu ama ben dünyanın onca sabahının içinden çok eski bir gece bulup bir denizin kıyısında oturup sevdiği kadını düşünerek öbek öbek ağlamanın ve avunamamanın ne olduğunu bildim. Yanlızlık, tek başına kalmışlık değildir hiçbir zaman, tek başına kalma isteğidir.
Çok korkuyorum. Ölünce de aklımdan çıkmazlarsa diye.
Gençliğinden kalbi sağırlaşarak uzaklaşırken artık kendi de olmamak. İliğine kadar başka birine dönüşmek sonra.
İkimiz kaldık artık. Ama bu beni daha da yalnızlaştırıyor. İkimiz, tek başınayız da. Şimdi anladım, yalnız olabilmek için bir kişiye daha ihtiyacı var her insanın.
İnsanlar, Allah’la arama girmişti onlar. Onları sevemediğim için Allah’a da kırılıyordum. Onların Allah’ı sevmemde en büyük engel olduklarını biliyordum.
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
Kapalı ve karanlık duran bu dağınık şehre ait değilim. Üstünü örtüyle örtmüşler; hiçbir sırrını ve hüznünü bilmiyorum. O da benimkileri bilmiyor tabi.
“Alıştım mutsuzluğuma. Mutsuzluğumun pencerelerinde çiçekli perdeler var, buğulu camları var, kendi göğümde fırtınalarım var, sobam, ateşle sınadığım kestanelerim. Kestanelerim; sevgilimin boynundaki çürükler gibi yalnız ve kimsesiz. Güzel.”
Saatleri durdurdum. Geçmişimde eksik olan tik takları çoğalttım. Çocuklara salıncak kurmaya gidiyoru. Geceleri nara atan ve kadınlarca sarkıntılık edenlerin bellerinden su almaya gidiyorum. Ölünce sır kalmaz ve yalnızca ölenler unutur. Başkaları dirilir sonra.
Sesini sussam.. Leylak sesi sinmiş sesini.
Kaybetmek, kazanmayı unutanların değil bilmeyenlerin işidir.
Doğuştan gözyaşlarına dönüğüm ben,
kulaklarım gülücüklerden inciniyor.
kulaklarım gülücüklerden inciniyor.
Yalnız olabilmek için bir kişiye daha ihtiyacı var her insanın.
Mağaramdaki ağaçları yaktım ve ay ışığını söndürdüm. Kadını boğdum. Çünkü beni mutlu etmişti.
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
Kokla,diye mırıldanıyor.Derimin altından,göğüs kafesimin içinden tüten buğuyu kokla.
Bütün öldürenler gibi biz de zamanla birbirimize benzedik. Kelimeleri ikimiz de artık aynı vurguyla söylüyoruz. Biz aynı anda zaman, dediğimiz zaman, iki bedenin ağzından çıkan aynı zamanı yaşarsınız sizler. O ölüm zamanınızdır.
Çabuk anlaşılan şey uzun ömürlü değildir.
Sessizlik, sessizliğin içinde daha batar çünkü odasında ve dağınık akşamüstlerinde.
Çok korkuyorum. Ölünce de aklımdan çıkmazlarsa diye.
Ölünce sır kalmaz ve yalnızca ölenler unutulur. Başkaları dirilir sonra.
Bir kadın taş sessizliğine varırsa benim gibi biri tarafından deli sevilmiştir.
Gençliğinden kalbi sağırlaşarak uzaklaşırken artık kendi de olamamak. İliğine kadar başka birine dönüşmek sonra.
Bu dünyadan kanatları kuru ölü bir kelebek gibi geçip giriyorum ben.
Sabahlar, kan kusmak için var.
Bir şiirde değilim, diyor şimdi. Bir şiir benim içimde.
Diş perileri babalardır oğlum. Onlar, çocuklarını hiç yalnız bırakmazlar. Nereye giderlerse gitsinler, hep peşlerinden gelirler.
İnsanlar, onların arasına karıştığımda ölüyorum ben. Sessizleşiyorum.
.
..
.
..
İnsan sesleri sesimi kısıyor.
Şair olduğum için intihar ediyorum,
..
Şiir, şairi intihar etmezse sözdür,
..
Şiir, şairi intihar etmezse sözdür,
Şiiri şiir yapanın okuyanın intiharı değil şairinin intiharıdır,
.
İntihar, iyi şiirlerin ödülüdür.
Doğuştan göz yaşlarına dönüğüm ben,
kulaklarım gülücüklerden inciniyor.
Tokadizade Şekip Bey (1871-1932)
kulaklarım gülücüklerden inciniyor.
Tokadizade Şekip Bey (1871-1932)
Sana babamın şizofreni hastası olduğunu, yetmiş iki yaşında başka bir hastalığı için doktora gittiğimizde tesadüfen öğrendiğimizi söyleyecektim. Doktorlar ve hemşireler onun karakterinin verdiği sıkıntıdan, artık illallah edip psikiyatra sevk ettiklerinde babamın otuzlu yaşlarında bu hastalığının patladığını ve bunca yıl bundan habersiz yaşadığını. Babamın iki kez intihar ettiğini bunu da bizden sakladığını. Ben bunu otuzlu yaşlarımda öğrendiğimde babamın yüzünden üniversiteyi bitiremediğimi. Beni hep başarısızlıkla suçladığını. Kimselere güvenmemem gerektiğini neden bana ısrarla aşılamaya çalıştığını anladım. Şu son dört sene içinde ben de iki kez intihar ettim. Ve aynı babam gibi bunu karımdan ve çocuklarımdan sakladım. Miyase’yi öldürdüğüm için akıl almaz işkenceler gördüğümü de.
Sobanın başında geçip kitabı açtım ve okumaya başladım. Baharın gelmesini bekledim.
Şimdi anladım, yalnız olabilmek için bir kişiye daha ihtiyacı var her insanın.
Herkes yaşıyor. Biz kendimizi tüketiyoruz.
İnsanlar, Allah’la arama girmişti onlar. Onları sevemediğim için Allah’a da kırılıyordu. Onların Allah’ı sevmemde en büyük engel olduklarını biliyordum.
Suyun ve annemin arasındaki tek ve en büyük benzerlik sanırım bu kırık ve bu kırık sesti.
Kapalı ve karanlık duran bu dağınık şehre ait değilim. Üstüne örtü ile örtmüşler; hiçbir sırrını ve hüznünü bilmiyorum. O da benimkileri bilmiyor tabii.
(düşün lütfen yüzünün herhangi bir yerinden yeryüzüne yayılan ışığı düşün, yanağında asılı kalan sesi ve içinde yuvalanmış sisi düşün, tahta ve içi görünen kuşları, kuş kadar soğuk, soğuk kadar yaz, yeryüzünü düşün)
Ben yanyana yürürken sana bakardım. Sonra seni görmemeye başlardım. Bak yitirirdim demiyorum. Görmezdim. Küçücük elin avucumun içinde kalbimi de tutarken, sen birden yok olur, sesin ve küçük sorularında yok olur, yerine kendi bıyıklı yüzüm gelirdi. Sırtımda yine meşin kırmam olurdu. Ben ve ben ikimiz yan yana yürümeye başlardık; kendime anlattığım tüm o insanların hayatlarını senin de en az benim kadar anlayacağını biliyordum çünkü.
Haritalarda, yeryüzünde ve kimsenin aklında olmayan bir şehir tasarlıyordum sana. Hatıralarımızın kanının dökülmediği bir şehir.
Pencereden ıslak parmaklıklara ve sokağın sonundaki hurdalıktaki paslı makinelere bakıyordu. Demir ve büyük vidaları boşluklarında minik çiçekler ve otlar yeşeriyordu. Pasın ve kirin içinde, ince dallı ve damarlı bitkiler yaşama tutunmaya çalışıyordu. İnsanlar gibi, diye düşündü. İnsanlar, onların arasına karıştığımda ölüyorum ben. Sessizlesiyorum. Bir manavın önünde uzun uzun meyveleri seyrederken buluyorum kendimi, ya da elbezlerini mandalları dakikalarca izliyorum. İnsan sesleri sesimi kısıyor, diye düşünüyordu. Bir çocuk sobanın başında donmaya çalışıyordu. Siyah beyazdı çocuk. Yüzü ve yanakları kirliydi. Kirpikleri uzundu ve karanlığın içinde yemyesildi gözleri. Anahtarlar, her boyda tornavidalar, vidalar, çekiçler ve çiviler vardı belleğinde. Üşümek ile ısınmak aynı şeylerdir, diye düşündü.
şappadak köşesinde görmüştüm seni, çeşmenin üstünde şaprak gibi kalın ve şapşal gibi bir bakış da vardı güzel gözlerinde ama şapırtıyla şapır şupur birşeyler içiyordun, rakıydı, anasondu kokan şaloplar yüzüyordu denizde ve şalvarı şıpsevdi şeşbeş şekilperesti şamarlıyordu şangır şungur şiirler şartlayan şaibeli şer şair.
İkimiz kaldık artık. Ama bu beni daha da yalnızlaştırıyor. İkimiz, tek başınayız da. Şimdi anladım yalnız olabilmek için bir kişiye daha ihtiyacı var her insanın.
Sen sevmezsen beni, çocuğumuz da sevmezse, hiç kimse sevemez beni bir daha. Erikler de kızarmaz. Çek çıkar beni bu dalgın hikayenin en ölümcül yerinden, çıkar, alnına sür.