Erkan Göksu kitaplarından Selçuklular kitap alıntıları sizlerle…
Selçuklular Kitap Alıntıları
Bir gün Alparslan namaz kılmak için gittiği bir mescitte Nizamülmülk için yazılmış bir ihbar mektubu bulur.Mektuba göre büyük vezir rüşvetçi,yolsuzluk yapan biridir.Bu mektup karşısında Sultan Alparslan,Nizamülmülk’e şöyle der;
Bu mektubu al.Eğer burada yazılanlar doğru ise ahlakını güzelleştir,yanlışlarını düzelt.Yok,eğer yaşan söylüyorlarsa onların hatalarını bağışla.Tedbirini al ve onları öyle mühim işlerle meşgul et ki,böyle fitne ve fesat işlerine vakit bulamasınlar.
Bilge Kağan’la Kül Tigin gibi Hani Bilge Kağan, Kül Tigin’in ölümü üzerine, “Gören gözüm görmez, bilir aklım bilmez oldu,” demişti ya Bu iki kardeş de birbirlerine böyle bağlılar.
Orta Çağ’da birçok devlet kuran Türkler, birbirinden çok farklı coğrafyalarda hakimiyet tesis etmişler; buna bağlı olarak da farklı dillerde konulan ve yazan, çok farklı din ve millete mensup müelliflerin eserlerine konu olmuşlardır.
Mehmet Altan Köymen’in tespitine göre Selçuklu hakimiyet coğrafyası 10 milyon km2 lik bir alana yayılmaktaydı. Bugün bu coğrafya üzerinde yirmi beş civarında devlet bulunmaktadır.
Fethin babası, yani Ebu’l-Feth lakabını Malazgirt’te almıyor yani…
Evet. Zaten Malazgirt o dönemde bir fetih gibi algılanmıyor ki! Ancak tarihî süreçte önemi ortaya çıkacak. Kendisine bu unvan Ani Kalesi’nin fethi sebebiyle veriliyor. Sultan Alp Arslan, akabinde Ani’ye bir kumandan tayin ederek Anadolu’daki ilk Selçuklu askerî teşkilatının çekirdeğini oluşturdu. Ardından şehirde bir cami inşa ettirerek bölgedeki İslamlaşmanın temelini attı. Ani’nin fethi çok önemliydi, zira oranın düşüşü Bizans’ın Anadolu’nun muhafazası için sınırlarda oluşturduğu emniyet kuşağının büyük yara almasıydı. Bizans’ın emniyet kuşağında büyük bir gedik açılmış ve buradan Anadolu içlerine doğru yapılacak Selçuklu harekâtı için önemli bir geri emniyet ya da güvenlik üssü kazanılmıştı.
Meşhur Macar tarihçi Laszlo Rasonyi der ki, “ Dünya tarihinde, Türklüğün İslam’a intisabı kadar başta önemsiz görünen, fakat sonuçta tesiri büyük olan başka bir hadise gösterilemez.”
Aslında meseleyi daha karmaşık hale getiren Tuğrul Bey’in çocuğunun olmamasıydı. Fakat Çağrı Bey’in son zevcesinden doğan, dolayısıyla Alp Arslan’ın kardeşi olan en küçük şehzade Süleyman, annesinin Çağrı Bey’in vefatı üzerine amcası Tuğrul’la evlenmesinden ötürü Tuğrul Bey’in üvey oğlu durumuna gelmiş ve annesi ile vezir Amidülmülk Künüri’nin gayretleri sonucunda da veliaht tayin edilmişti.
Nizamülmük bir lakaptı. “Mülke nizam veren” ve ya”ülkeye düzen veren, ülkenin düzeni” manasında.
Vezirin asıl adı Ebu Ali Hasan B. İshak et-Tusi’dir. Hasan-I Tusi de denir.
Bilhassa son zamanlarda Selçuklu tarihine doğan ilginin bir neticesinde kaleme alınan popüler eserler, dizi ve sinema senaryoları verdikleri hatalı bilgilerle Selçuklu tarihine yönelik ciddi algı kırılmalarına sebep olmaktadır.
Eski Türkçede ata , baba demektir. Ata nın yerini baba kelimesinin alması yakın zamanlarda oldu. Bugün halen Türkistan coğrafyasında baba değil, ata denir.
Dukak öyle güç ve kudrete sahip ki,Oğuz Yabgu’su bile hiçbir önemli devlet işini onunla meşveret etmeden karara bağlamıyor.
Ama baba kaybetmenin yaşı yoktu ve babası giden herkes, dayandığı dağı da kaybederdi
Dandanakan Savaşı’ndan sonra hızlanan batı fütuhatı Maveraünnehir, Horasan ve İran’ı aşıp gelen göç dalgalarının Azerbaycan ve öteki uç bölgelerinde yığdığı muazzam Türkmen nufusun Anadolu’ya geçmesi Selçuklular eliyle olmuştur. Özellikle Malazgirt Zaferi’nden sonra büyük bir hızla Anadolu’ya giren Selçuklular sadece askeri ve siyasi bakımdan değil kültürel ve nedeni bakımdan da Anadolu’ya Türk damgasını vurmuş ve bu coğrafyada bin yıldır devam eden Türk varlığının temellerini atmışlardır. Bu itibarla Dandanakan Savaşı Büyük Selçuklu Devleti için olduğu kadar Türkiye Selçuklu, Osmanlı ve hatta Türkiye Cumhuriyeti Devleti için de bir kuruluş tarihi olarak değerlendirilebilir.
Bilge Kağan, Kül Tiğin’in ölümü üzerine,”Gören gözüm görmez,bilir aklım bilmez oldu.” demiştir.
Döneme ait kaynakların yarı efsane yarı masal şeklinde verdikleri bilgilere göre Selçuklular’ın bilinen ilk atası Dukak/Tukak’tır.
Eski Türk hakimiyet anlayışına göre devleti yönetme yetkisi hanedan üyelerine Tanrı tarafından verilir ve buna, ‘Kut’ denirdi. Bu durumda bütün hanedan üyelerinin kut’a erişme hakkı ve şansı vardı. Bu nedenle tahta kin oturacağı ilahi takdire bırakılır veliaht tayini dikkate alınmazdı. Tahta geçmek isteyen hanedan üyeleri brbiri ile mücadele eder kim galip gelir ve kut’a layık olduğunu gösterirse tahta o oturur böylece hak eden kut’a yani devleti yönetme yetkisine kavuşmuş olurdu.
Tarih; cesur, yetenekli, idealist ve inanmış adamların akla ve mantığa uymayan nice başarılarıyla doludur.
Bilhassa son zamanlarda Selçuklu tarihine doğan ilginin bir neticesinde kaleme alınan popüler eserler, dizi ve sinema senaryoları verdikleri hatalı bilgilerle Selçuklu tarihine yönelik ciddi algı kırılmalarına sebep olmaktadır.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Nizamülmük bir lakaptı. “Mülke nizam veren” ve ya”ülkeye düzen veren, ülkenin düzeni” manasında.
Vezirin asıl adı Ebru Ali Hasan B. İshak et-Tusi’dir. Hasan-I Tusi de denir.
Meşhur Macar tarihçi Laszlo Rasonyi der ki, “ Dünya tarihinde, Türklüğün İslam’a intisabı kadar başta önemsiz görünen, fakat sonuçta tesiri büyük olan başka bir hadise gösterilemez.”
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Selçuklu tarihinde ikinci imparatorluk devri Sultan Sencer döneminde başladı.
Unutulmamalı ki, ilim ve sanat, takdir edilmediği yerden göçer. İlmi ve sanatı, alimi ve sanatçıyı fark edip takdir etmek de başlı başlı başına büyük bir meziyettir.
Terken, cenaze namazını bile kıldırmamış koca sultanın. Sen Kaşgar’dan Akdeniz’e kadar ülkelerin sultanı ol; herkes seni cihan sultanı diye selamlasın; emrinde binlerce hizmetkarın, on binlerce askerin olsun; ama vefat ettiğinde cenaze namazın bile kılınmasın! Kimse yasını tutmasın, taziye merasimin yapılmasın!
Ancak faili ve azmettiricileri kim olursa olsun, o kara saplı hançerin, sadece Nizâmülmülk’e değil, Selçukluların ve tabii ki, İslam aleminin böğrüne saplandığı ve netice itibarıyla bu suikastin din ve devlet düşmanlarının işine yaradığı unutulmamalıdır.
Zaten Nizâmülmülk’ün öldürülmesinin hemen ardından oldukça kısa bir süre sonra Melikşah da ölüyor. Yani bir bakıma Nizâmülmülk’ün dediği çıkıyor, vezirin sarığından sonra sultanın tacı da düşüyor.
Sultan Alp Arslan, babası Çağrı Bey’in Merv’de , Merv Camii’nin yanında bulunan türbesine gömüldü. Vefat ettiğinde kırk üç yaşındaydı.
Diogenes ülkesine döndü ama bir imparator olarak değil, sefil bir tutsak olarak
Ama baba kaybetmenin yaşı yoktu ve babası giden herkes, dayandığı dağı da kaybederdi.
Unutmayalım ki tarih; cesur, yetenekli, idealist ve inanmış adamların akla ve mantığa uymayan nice başarılarıyla doludur. Büyük liderleri ve kahramanları sıradan insanlardan ayıran da bu özellikleri değil midir?
Kartala bir ok değmiş, o da kendi yeleğinden
Yapılması gereken, kılıç ve kefeninizle amcanızın huzuruna gitmenizdir.
Benim sarığımla onun tacı birbirine bağlıdır. Eğer benim vezirlik sarığım giderse, bilsin ki onun da hükümdarlık tacı gider.
Nizamülmülk’e, bu lakabı dönemin Abbasi halifesi el-Kaim Bi’emrillah vermiştir.
Terken, cenaze namazını bile kıldırmamış koca Sultan’ın.
Ülke almak ve yurt tutmak cesaret işidir. Hükümdarlık, korkaklıkla alınmaz. Bin can feda etmek gerekse de ben savaş ve cenkten başka bir işte yokum. Unutmayın ki, devlet de bu uğurda ölmek de meliklerin işidir.
mesela Tabakat-ı Nasıri’de aynen bu şekilde geçer: İran ve Turan. Yani Türk ülkesi anlamındaki Turan, modern çağlarda ortaya çıkmış siyasi ve ideolojik bir kelime değildir. Bakınız daha 1025’te, yani 11. yüzyılın başlarında da kullanılıyor.
Gün geçtikçe şöhreti artan Selçuk, sadece Yabgu’yu değil, o dönemde devlet idaresinde büyük etkisi olan Hatun’u ve diğer devlet erkanını da rahatsız ediyor.
Fakat beklenmedik şekilde savaşa girişmekte tereddüde düştü. Zira yanından hiç ayırmadığı müneccimlerine savaş hakkındaki görüşlerini sormuş; onlar da yıldızlara baktıklarını, bugünün sonunda kendisi için bir zafer görünmediğini söylemişlerdi.
Kartal, sıradan insanlardan çok, padişahlara özeldir. Çünkü kartalı başka hayvanlardan ayıran bir muhteşemliği vardır. Karga da dışarıdan bakıldığında büyük görünür ama kartaldaki muhteşemlik onda bulunmaz. Bu özelliğinden dolayı kartal, birçok toplumda diğer ikonografik özelliklerinden daha çok, bir hükümdar imgesi olarak önem kazanmıştır.
Bakın tarihte kurulmuş en önemli Türk devletlerinden biri olan Büyük Selçuklu Devleti’nin sultanı Sencer, önce bir Türk boyu ya da budunu olan Karlukluların, Karahıtayları davetiyle Katvan Savaşında ilk darbesini alıyor. Ardından henüz kendisini toparlayamadan yine bir Türk beyi olan Harezmşah Atsız’ın isyanı ve Selçuklu ülkesini istilasıyla bir kez daha sarsılıyor. Ve en sonunda yine kendi kavmi olan Oğuz Türklerinin isyanıyla tükenip gidiyor. Bu durumda, Kartala bir ok değmiş, o da kendi yeleğinden/teleğinden demeyelim de ne diyelim ?
Tarih boyunca değişmeyen bir kaidedir bu. İbn Haldun bunu çok güzel formüle etmiş zaten. Ona göre devletler, özetle önce zaferler çağını; ardından da rakiplerinin ortadan kaldırıldığı, devletin kurumsallaşıtığı ilerleme çağını yaşar. Bir müddet sonra devleti idare edenler, kendilerine bırakılan huzur ve rahatı devam ettirmek için kendilerinden öncekileri taklit etmeye başlarlar. Bu süreç aynı zamanda rehavet dönemidir de. Sonrasında ise elde mevcut olanların umutsuzca israf edildiği, bir zevk ü sefa çağı başlar
Bu arada kılıç ve kefenle huzura gitmenin, Türk adetlerine göre bir af ve aman dileme, itaat gösterme seremonisi olduğunu söyleyelim.
Zira daha önce belirttiğimiz gibi İslam dünyası, Haçlı istilasına maruz kalmıştı. Her ne kadar, neredeyse tamamı Türk kökenli sultan, melik ve emirler ellerinden geldiği kadar mücadele vermişlerse de İslam dünyasında onlara karşı ortak bir haraket oluşturulamamış.
Unutmamalı ki ilim ve sanat, takdir edilmediği yerden göçer.
Aylardan Ağustos, günlerden Cuma
Gün doğmadan evvel İklim-i Rum’a
Bozkurtlar ordusu geçti hücuma
Önde yalın kılıç Türkmen başbuğu
Ardında Oğuz’un elli bin tuğu
Andırır Altay’dan kopan bir çığı
Yeni şevk ile gürledi gökler
Ya Allah, Bismillah, Allahuekber
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu
Roman Diogenes sayıca ezici bir üstünlüge sahip Bizans birliklerinin, açık arazide Türk ordusunu ezip geçeceginden, dağınık barbar! akıncılar olarak gördüğü Türk kuvvetlerine bin yıllık Roma kudretini ıspatlayacağından emindi.
Gelişmelere dikkatlice bakıldığında görünen şu: Sultan Alp Arslan’ın Bizans ordusunun harekatından, sayı, teçhizat ve amacından haberdar oluşundan itibaren atdığı her adım, verdiği her karar ve yaptığı her manevra kararlı, tutarlı ve kendinden emin bir stratejinin ürünüydü.
Alp Arslan Geleceği varsa gelsin, alacağı varsa alsın. Biz hazırız ve onu bekliyoruz! diyerek elçiyi sert bir şekilde geri gönderdi.
Romanos Diogenes ordusunu, imparatorluk ordusunun temel unsurları dışında Slavlar, Gotlar, Bulgarlar, Franklar, Ermeniler, Gürcüler, hatta Balkanlardaki Türk kökenli Peçenek, Uz, Kıpçak ve Hazar Türklerinin de aralarında bulunduğu ücretli askerlerden oluşturmuştu.
Ama baba kaybetmenin yaşı yoktu ve babası giden herkes, dayandığı dağı da kaybederdi
Son seferine çıkmak için hazır olan Sultan hiç tereddüt etmedi. Büyük huzur ve huşuyla, lebbeyk deyip kendisi için gönderilen o muhteşem ata bindi. Azrail, onun fani alemdeki kapısına yokluk çivisi çakarken, o çoktan uçmağa varmıştı.
Halifelerin bu tutumları, yani şartlara bağlı olarak ya da daha açık bir ifadeyle çıkarlarına uygun olarak bazen iyi, ama fırsatını buldukça son derece kötü niyetli davranışları hemen her Selçuklu sultanı zamanında tekrarlandı. O kadar acıdır ki, II. Tuğrul’un kesilen başı Bağdata gönderilmiş ve hazane-i silahta muhafaza edilen Bağdatın en büyük düşmanı Arslan Besâsîrî’ nin başının yanına konmuştur. Yani Bağdata kötülükte Arslan Besâsîrî ile denk tutulmuştur.
Aslında savaşda devlet kurulmaz ya da yıkılmaz. Ama devletin kuruluşu veya yıkılışı için gerekli şartlar da ancak bir savaşin neticesinde ortaya çıkabilir.
Selçuklu birlikleri Sultan Mesut’un etrafını çevirdi. Onu ele geçirmek üzere hamleler yapıyor, ancak son derece iyi bir savaşcı olan Sultan Mesut’un kısa mızrak ve gürz darbeleri karşısında çaresiz kalıyorlardı.
Ancak Türkmen hayatı, güç tabiat şartları karşısında hayatta kalma sanatıydı.
Beyhakinin ifadesiyle, Tuğrul Bey bile, birçok gün ayağından çizmesini ve sırtından zırhını çıkaramadı. Uykuya vardığındaysa kalkanını başına yastık yapardı. diyor.
Zevk ve sefa ile meşğul olan bir padişah, saltanata layık değildir.
Bu arada yeri gelmişken çevganın ne olduğundan da bahsetmek gerekir. Türkler arasında çok eski ve yaygın bir oyundur. At üstünde ucu eğri, baston şekilli sopalarla oynanıyor. İki takım sahadaki topu çevganlarla kontrol edip sürerek birbirlerinin, bugünkü tabirle, kalelerine atmaya çalışıyorlar. İngilizlerin Türkistanda görüp biraz değiştirerek benimsedikleri ve dünyaya tanıtdıkları polonun atasıdır.
Turan kelimesi o dönemde kullanılıyor mu ?
Tabii ki kullanılıyordu. Kaynaklarda mesela Tabakât-ı Nâsıride aynen bu şekilde geçer : İran ve Turan. Yani Türk ülkesi anlamındaki Turan, modern çaglarda ortaya çıkmış siyasi ve ideolojik bir kelime değildir. Aynı şekilde Türkistan kelimesi de öyle.
Unutmayalım ki tarih ; cesur, yetenekli, idealist ve inanmış adamların akla ve mantığa uymayan nice başarılarıyla doludur.
Bir de Selçuklu yıldızıyla İsrail yıldızı arasında bağlantı kuranlar var.
Efendim, o yıldız, Süleyman mührü ya da Davud yıldızı denilen şekildir. Müslümanların hem kitabı hem de şifahi kültüründe ne derece geniş bir Hz. Davud ve Hz.Süleyman imgesi olduğu ortadadır. Selçuklular da söz konusu figürü çok sevmiş ; her türlü sanat eserlerinde kullanıp, kendilerine özgü stilize bir karaktere büründürmüşlerdir.
Dukak ona Selçuk ismini koyup kendisini son derece iyi yetiştiriyor. Selçuk büyüdükçe yiğitliği ve iş birliğiyle bütün dikkatleri üzerinde topluyor.
Döneme ait kaynakların yarı efsane, yarı masal şeklinde verdikleri bilgilere göre Selçukluların bilinen ilk atası Dukak/Tukak’tır.
Unutmayalım ki tarih; cesur, yetenekli, idealist ve inanmış adamların akla ve mantığa uymayan nice başarılarıyla doludur. Büyük liderleri ve kahramanları sıradan insanlardan ayıran da bu özellikleri değil midir?
Kartal ve çift başlı kartal ikonografik bir öğe olarak diğer toplumlarda olduğu gibi Türklerde de muhtelif yerlerde kullanılmıştır. Ancak bu ikonografik öğenin bilhassa Selçuklular ile Türkiye Selçukluları döneminde devlet sembolü veya hakimiyet alameti olarak kullanıldığı düşüncesi başlı başına bir anakronizmdir.
Modern çağlarda, bilhassa milli veya ulus devletlerinin ortaya çıkması ile gündeme gelen devlet sembolü veya bayrakların renk, şekil ve ölçüleri yasalarla belirlenmiş olup zamana, duruma veya şahıslara göre değiştirilmesi söz konusu değildir. Halbuki Ortaçağ Türk-İslam devletlerinde günümüzün devlet sembolü veya bayrak anlayışına muadil olarak görülen tuğra, bayrak, sancak, alem, liva, rayet ve çetr gibi alametleri doğrudan doğruya devlete değil; bazen bir sülale, hanedan, boy ve aşirete; bazen de şahıslara has tertip edilmiştir.
Horasan, Irak’tan başlayıp Hint sınırına kadar olan toprakları içine alan geniş bir coğrafi bölgedir. Cüven, Beyhak, Toharistan, Gazne, Sicistan, Kirman, Nişabur, Herat, Merv, Belh, Abiyurd ve Sirhan gibi şehirler Horasan dahilinde kabul edilir. Horasan ismi eski Farsçada güneş anlamına gelir ve güneşin doğduğu yer, güneş ülkesi ve doğu bölgesi anlamını taşır.
Selçuk Bey büyük oğlu ve muhtemelen veliahtı Mikail’i, küçük yaştaki torunları Tuğrul ve Çağrı Bey ise babalarını kaybettiler. Selçuk Bey oğlu Mikail’in şehit olmasının ardından torunlarını kendi himayesine alıyor ve onların eğitim-öğretim ve yetiştirilmesini üstleniyor.
Hemen bir Elçi gönderip Cent valisine iyi dileklerini ve İslamiyeti kabul etmek istediklerini bildirdiler. Onlara İslamiyeti anlatıp öğretecek alim bir zat ya da din adamlarının görevlendirilmesini istediler. Böylece Cent halkına güçlü bir dostluk mesajı verilirken Selçuk da Türkmenlerin İslamiyetle tanışması gerçekleşmiş oluyordu.
Samanoğullarının etkisiyle Maveraünnehr’de başlayan İslamlaşma Cent’e kadar ulaşmış, bölge halkının hatta idarecilerinin bir kısmı Müslüman olmuştu. Şu halde Selçuk Bey ve beraberindekiler yeni yurtları olan Cent’de sadece siyasi, sosyal ve ekonomik olarak değil; dini bakımdan da farklı bir yapı ile karşı karşıya kaldılar.
Dukak’ın ölümünden sonra Oğuz Yabgu Devleti’nde boşalan sübaşılık makamına Selçuk getiriliyor. Böylece Oğuz Yabgu Devletinin ordusunun başkomutanı haline geliyor.
Oğuz Yabgusu ile Dukak Bey’in başlangıçta gayet iyi bir ilişkileri vardı. Fakat daha sonra bozuluyor. Anlatıldığına göre bunun sebebi Yabgunun günahı olmayan bir Türk topluluğuna, bazı kaynaklara göre de müslüman bir topluluğa zarar vermeye çalışmasıdır.
Selçukluların bilinen ilk atası Dukak’tır ve Selçuk Bey’in babasıdır. Dukak Bey Hazar Denizi ve Aral Gölü arasında kurulmuş Oğuz Yabgu devleti içinde son derece önemli bir mevkide, büyük ihtimalle sübaşılık yani başkumandanlık makamında bulunan Demir yaylı lakapla biridir. Demir yaylı ifadesi bir unvan değil bir lakaptır
Selçuklular, Türkistan’ da doğan Türk devlet geleneğini Horasan, İran ve Orta Doğu tecrübesi ile zenginleştirerek Anadolu’ya kadar taşımak ve bu geleneği bütün bu coğrafyalarda icra etmek gibi önemli bir tarihi misyona sahiptir
Ortada, ilk amacı Türkleri Anadolu’dan atmak olsa da nihai amacı bölgedeki Müslüman varlığını yok etmeye yönelik bir Bizans harekatı var. Biz kalkmış kim vardı, kim kaç kişiydi nin tartışmasını yapıyoruz. Tabii ki bölgenin Müslüman toplumlarından biri olan Kürtler de Selçuklu ordusunun yanında yer alacaklardı. Yoksa Bizans tarafında mı olmaları gerekiyordu?
Sultan Sencer, Oğuzların elinde üç sene kadar esir kaldı. 1156’da eşi Terken vefat edince bir kurtuluş çaresi düşündü. Kendisini eve götürmesi için onu muhafaza eden bir emiri kandırdı. Avlanarak Ceyhun kıyısına kadar gittiler. Gemiler hazırlanmış Müeyyed Ayaba, burada onu beklemekteydi.