Elif Şafak kitaplarından Şehrin Aynaları kitap alıntıları sizlerle…
Şehrin Aynaları Kitap Alıntıları
Onun saf ve temiz yüreği tek başına bütün şehri ayakta tutuyor; gökyüzünün düşmesine, suların kabarmasına, dağların çökmesine mâni oluyordu. Velhasıl, saflıkla çarpan bu minicik yürek Tanrı’nın kahr-ı gazabının önünü kesiyordu.
“Damla damla erirken yaktığı mumlar, ağır aksak geçiyordu zaman. Mumların gözyaşlarıydı avuçlarına damlayan.”
Her yolculuk kendi çizgileri içinde bir başka yolculuk gizler sapılmayan dönemeç, unutulan açı.
Söylediğin her kelimeyi bir sen işiteceksin, bir de yüreğin. Söylediğin her kelime, bir sende yankı bulacak, bir de yüreğinde!
Ölüm yok ya ucunda, geçer birazdan. Her şey gibi bu da geçer. Nasıl olsa aynı kökten elde edilir her zehrin panzehiri.
Uzun hesapların adamı olmak ruhuna aykırıydı.
Her seferinde, gurbetten gelen bir yolcu gibi hasretle evine dönüp kaldığı yerden hayatına devam etmişti.
Hepsinin de derdi tasası birdi: Aşk!
Ölüme benziyordu önündeki yokuş; sonunda ne olduğu, buradan bakılınca görünmüyordu.
İnsan bazen bir haritaya ihtiyaç duyar. Hiç gitmediği ya da hep gittiği bir yerin haritasına değil, bir daha asla gidemeyeceği bir yerin haritasına.
İlerde, sadece bir adım ötede, sokaklarını karış karış gezdiği; bütün gizli geçitlerini, sapa yollarını, çıkmaz sokaklarını avucunun içi gibi bildiği bir şehir duruyordu. Bir ömür boyu orada yaşamak, ona ait olmak istiyordu.
Daha ilk yudumda kırmızı şarabın buruk tadı onun dudaklarının tadını alır, hızla dibini bulan kadehin kokusu onun saçlarının kokusuna dönüşüverirdi.
…iş çığırından çıkmış, hiç düşünemeyeceği bir hal almıştı o hiç farkında olmadan. Âşık olmuştu ve aşk hiç hesapta yoktu.
Ve geçmişi sıla belleyenler ömür boyu gurbette yaşamaya mahkûm olduklarına göre, ya hafızayı hatıralardan uzaklaştırmak lâzımdı ya da hatıraları ait oldukları zamandan. Aksi takdirde, acıtırdı geçmiş; boş yere yaralanırdı insan.
Ömrü boyunca, kendi nabzından daha hızlı hareket eden her şeyden uzak durmaya çalışmışken, şimdi, mutluluğun telaşlı ve sabırsız adımlarına ayak uyduramayacağını gayet iyi biliyordu.
Hırçınlığını beceriksizliğine kılıf yapıp yüreğindeki o derin yarayı saklamak istiyordu.
Binlerce kelime, onlarca hikaye var boğazımda düğümlenmiş. Susuyorum konuşmam gereken yerlerde; dilimi tutamıyorum ne zaman susmam gerekse. Anlatacak çok şeyim olsa da, emin değilim anlaşılmak istediğimden.
Ayakları her an kendi başlarına hareket edip, kaçabilecek gibi görünüyorlardı. Korkusu ne denli büyük olursa olsun, ayaklarının onu geçmişteki kötü günlere sürüklemesine mâni olmalıydı.
Kendini seyrediyordu, berikinin resminde;
Hayatı resmediyordu, ölümün sûretinde.
Hayatı resmediyordu, ölümün sûretinde.
Hayat denizi sakin olduğunda, daha da korkunçtur çünkü sükûnetin ortasında fırtına saklıdır.
Her zaman bu kadar süslü cümleler kurmayı başaramıyorum oysa. Bazen hakikat bütün çirkinliği ve çirkefiyle karşıma dikildiğinde, âkıbetimi allayıp pullamak, süsleyip püslemek gelmiyor içimden. Böyle zamanlarda gözlerimi kapatıp, usulca arkama yaslanıyorum ve küfre özenen kelimelerin dişlerimin arasında bıraktığı o kekremsi tatla oyalanıyorum.
Hepimizin acı çektiğini söyleyerek avutmaya alışmışsın herkesi. Oysa bu beni avutmaz. Beni ancak benden başkasının benim kadar acı çekmediğini bilmek avutabilir.
Bir insana sırrınızı verdiğinizde, özgürlüğünüzü verirsiniz.
-Sevmek mi? Eğer istisnasız herkesi seversen,yani düşmanını seversen, sana zulmedeni seversen, sevdiklerini sevmemin ne manasi kalır?
– Ben yaratandan ötürü bütün yaratılanları seviyorum.
– Ben yaratandan ötürü bütün yaratılanları seviyorum.
Ve geçmişi sıla belleyenler ömür boyu gurbette yaşamaya mahkum olduklarına göre, ya hafızayı hatıralardan uzaklaştırmak lazımdı ya da hatıraları ait oldukları zamandan. Aksi takdirde, acıtırdı geçmiş; boş yere yaralanırdı insan.
…alışılmış karanlıktan bilinmeyen aydınlığa geçmenin korkusundansa, sonradan öğrenilen korkularla başa çıkmak daha kolaydı.
Kadın inci gibidir Isabel. Bazen senelerce, bazen de bir ömür boyu bir istiridyenin içinde saklar kendini. Fakat bir kez günışığı gördü mü çabucak unutur geçmişini. Geçmişte ne kadar saklanmışsa o kadar seyredilmek ister; ne kadar kapalı kalmışsa o kadar açığa çıkmak ister. İşte o an çıkıp geldiğinde, artık ona kimse mani olamaz. Kendi bile.
Korktuğun zaman bil ki, korku da cesaret de, aynı çemberin parçalarıdır. Bil ki çember senin içimdedir. Demek ki, korkak olduğun kadar cesur olabilirsin. Ne kadar derine düşersen düş, bir o kadar yükseğe çıkabilirsin. Korkuya tosladığında, felakete uğradığında, çukura düştüğünde tek yapman gereken çemberde geri geri yürümektir, ta ki zıt parçaya ulaşana dek. Sebeb-i felaketin her neyse onun zıddına ulaşana dek.
Bilmemek, kendi gölgenden korkmana sebep olur, bilmekse başkalarının gölgesinden. Biri içerden kuşatır seni, öteki dışardan.
Kendini keşfedebilmenin bedeli değildir delirmek,
Delirebilmenin bedelidir kendini keşfetmek
Neyi keşfedeceğini bilmediği gibi kaşif
Yaptığı keşiften memnun kalmaması da pekala mümkündür.
Delirebilmenin bedelidir kendini keşfetmek
Neyi keşfedeceğini bilmediği gibi kaşif
Yaptığı keşiften memnun kalmaması da pekala mümkündür.
“Fakat sevgili ustam, bence mutsuzlardan değil, hala mutlu kalanlardan şüphe duymak gerekir. “
“Genç dostum” dedi. “Söylesene, öfkenle helalleşemez misin?”
Sebebini bir türlü kavrayamadığı başka, bambaşka bir huzursuzluğun pençesindeydi günlerdir.
Evde çalışamamaktan şikâyetçiydi. En ufak bir ses bile somurtmasına, yerinden fırlayıp sinirli voltalar atmasına yetiyordu.
Durup omuzlarından sarsmak istiyordu hüznü; neyin peşinde olduğunu duymak istiyordu.
Bu dünyaya hiç gelmemeliydi. Tanrı da bunu bildiği için ondan yüz çevirmişti.
Bu ağacı ellerimle sallamak istesem,sallayamam. Oysa bizim göremediğimiz yel, onu istediği gibi üzer ve eğer. Bizi en çok, görünmeyen eller eğer ve üzer.
Kendinden umudu kesenler için umut pek tehlikelidir.
Kendi varlığı başkalarının yokluğunu gerektiriyordu
cesaretle cehâleti karıştıranlar, nelere sebep olabileceklerinin farkında bile değiller. Oysa, çocuklarımıza miras bırakacağımız sokak isimleri olmalı
Aynalar şehrine geldim çünkü benden evvel yazılmış bir hikâyenin içindeyim. Aynalar şehrindeyim çünkü kim olduğumun peşindeyim.
Hatırlanacak ne varsa hep hatırında tutacak,unutulacak ne varsa hızla unutulacaktı.
Bir insana sırrınızı verdiğinizde, özgürlüğünüzü verirsiniz.
Aynalar şehrine geldim çünkü benden evvel yazılmış bir hikâyenin içindeyim. Aynalar şehrindeyim çünkü kim olduğumun peşindeyim.
Katillerimin yüzlerini seçemiyorum;
isimlerindense geride harfler kalacak sadece.
isimlerindense geride harfler kalacak sadece.
Hüzün denilen şey tıpki siyah, dalgalı saçlarının arasına nasılsa yerleşivermiş beyaz bir saç teline benziyordu. Hüzün kopardıkça çoğalıyor, çoğaldıkça arsızlaşıyordu.
İstanbul, insana dair ne varsa sûretinde taşırdı.
Bir insana sırrınızı verdiğinizde, özgürlüğünüzü verirsiniz.
Hüzün denilen şey tıpki siyah, dalgalı saçlarının arasına nasılsa yerleşivermiş beyaz bir saç teline benziyordu. Hüzün kopardıkça çoğalıyor, çoğaldıkça arsızlaşıyordu.