İçeriğe geç

Şehir ve Yıldızlar Kitap Alıntıları – Arthur C. Clarke

Arthur C. Clarke kitaplarından Şehir ve Yıldızlar kitap alıntıları sizlerle…

Şehir ve Yıldızlar Kitap Alıntıları

Alvin Hilvar’ın peşinden eve girerken o hayat dolu ama tehlikeli keyif ve neşeyi hissetti. Lys’in yöneticileriyle bu kez daha adil şartlarda karşılaşıyordu; onlara karşı bir kin duymasa da durumun hakimi olduğunu ve henüz kendisinin bile sınırlarını bilmediği güçleri elinde bulundurduğunu bilmek çok güzeldi
Yüzlerce kilometre sonra yer dimdik yükseldi ve çöl geri döndü. Bir ara Alvin gemiyi kumdan örtünün altında hafifçe belli olan garip, iç içe geçmiş birtakım hatların üzerinde durdurdu. Bir an için ne olduklarını anlayamadı; sonra unutulmuş bir şehrin harabelerine baktığını anladı. Fazla kalamadı; milyarlarca insanın varlıklarından geriye kumdaki şu yollardan başka bir iz bırakamamış olduklarını düşünmek insanın yüreğini burkuyordu
Güneş ufukta alçalmıştı ve çölden serin bir rüzgar esiyordu. Ama Jeserac korkularını yenerek bekledi ve sonunda yaşamında ilk kez yıldızları gördü.
Son yankılar çölde yitip gittikten sonra bile Jeserac yerinden hiç kıpırdamadı. Giden çocuğu düşünüyordu. Alvin Jeserac için her zaman bir çocuk olarak kalacaktı, çok uzun zaman önce doğum ve ölüm zinciri kırıldığından beri Diaspar’a gelen ilk çocuk. Alvin hiç büyümeyecekti; onun için tüm Evren bir oyuncak, eğlenmek için çözeceği bir bilmeceydi. Bu oyunda insan uygarlığından geriye kalmış olan her şeyi yıkabilecek en tehlikeli, ölümcül silahı bulmuştu, ama sonuç ne olursa olsun bu onun için hep bir oyun olacaktı
mağara adamlarının ok başlarını ve bıçaklarını inatçı taşlardan sabırla oymalarından beri dünya gerçekten çok yol almıştı.
İnsan aklının tek bir düşünce ile biraz meşgul olması gibi, Merkez Bilgisayar’ın sadece birer parçası olan çok daha büyük beyinler de en karmaşık düşünceleri anlayıp sonsuza dek saklayabiliyorlardı. Yaratılan her şeyin kalıpları bu sonsuz akıllarda saklanıyor, gerçeğe dönüşmeleri için sadece birinin istemesi yetiyordu
Şehri ayakta tutan güçleri ilk kez biraz olsun anlamaya başladı. Çağlar boyu Diaspar’ın tüm ihtiyaçlarını aralıksız karşılayan oluşturucu makinelerin mucizelerini hiç düşünmeden kabullenmişti. Yaratılışı binlerce kez görmüş, ancak dünyaya gelişine tanıklık ettiği şeyin bir prototipinin olması gerektiği üzerinde pek düşünmemişti
Alvin bu sessiz beyaz varlıkların hangisinin Merkez Bilgisayar olduğunu artık sormuyordu kendine. Onun hepsinin bileşimi olduğunu ve varlığının bu salonun dışına da uzanıp ister hareketli ister hareketsiz olsun Diaspar’da bulunan sayısız makineyi de kapsadığını biliyordu. Nasıl ki kendi beyni yalnızca birkaç santimetre çapındaki bir alanda düzenlenmiş milyarlarca ayrı hücrenin toplamıysa, Merkez Bilgisayar’ın fiziksel parçalan da Diaspar’ın her köşesine dağılmıştı. Belki bu salonda da sadece bütün bu dağınık birimlerin bağlantısını sağlayan bir geçiş sistemi vardı
İdealin en açık ifadesi böyleydi. Bunu başarmak insanın belki yüz milyon yılını almış, zafer anı geldiğinde de makineye ebediyen sırtını dönmüştü. Son noktaya ulaşmıştı ve bundan sonra hem kendisine hizmet edebilir hem de kendi kendini sonsuza dek yenileyebilirdi.
Atalarımız,” diye devam etti, “yıldızlara erişen bir imparatorluk kurdular. İnsanlar bütün bu dünyalar arasında diledikleri gibi gidip geldiler. Şimdi ise onların soyundan gelenler şehirlerinin duvarlarının ardına geçmeye korkuyorlar. Nedenini söyleyeyim mi?’ Duraksadı; koca odada hiçbir hareket yoktu
Hikayesinde onları kızdıran tek bir nokta olmuştu, o da kendisiyle ilgili değildi. Alvin Lys’in Diaspar ile ilişki kurmaktan kaçındığından ve Seranis’in böyle bir şeye engel olmak için aldığı tedbirlerden bahsedince odaya huzursuzluk dolu bir uğultu yayıldı. Şehir kültürüyle gurur duyuyordu ve bu boşuna değildi. Konsey üyeleri birilerinin kendilerini aşağılamasını hoş göremezlerdi
Konuşurken Konsey üyelerinin tutumlarının değişimini seyretmek şaşırtıcıydı. Başlangıçta hepsi şüpheciydi; tüm inançlarının inkârını, en derin önyargılarının yıkılmasını kabullenemiyorlardı. Alvin onlara şehrin ötesindeki’ dünyayı keşfetme tutkusundan ve böyle bir dünyanın var olduğuna mantıksızca inanışından söz ettiğinde ona garip ve anlaşılmaz bir hayvanmış gibi bakakaldılar. Onların bakış açısıyla gerçekten de öyleydi. Ama sonunda onun haklı olduğunu ve kendilerinin yanıldığını kabul etmek zorunda kaldılar. Alvin’in hikayesi ilerledikçe akıllarında kalmış olabilecek şüpheler de yavaş yavaş silindi. Anlattıklarından hoşlanmamış olabilirlerdi, ama doğruluğunu artık inkâr edemezlerdi. Bunu yapmaya niyetlenseler bile Alvin’in sessiz arkadaşına bakmaları yeterdi
Nazikçe, “Alvin,” dedi, “on gün önce kaybolduğundan beri olanları bize anlatmanı istiyoruz.” Alvin “kaybolmak” sözcüğünün kullanılmasının çok sembolik olduğunu düşündü. Konsey Diaspar’ın dışına çıktığını hâlâ kabullenmek istemiyordu. Acaba şehirde yabancılar olduğundan, haberleri var mıydı, bunu pek sanmıyordu. Öyle olsa çok daha endişeli olurlardı
Alvin Konsey üyelerinin çoğunu daha önceden görmüştü ve bu kadar tanıdık yüzün varlığıyla biraz rahatladı. Tıpkı Jeserac gibi onlar da soğuk değillerdi -yalnızca endişeli ve şaşkındılar. Sonuçta hepsi mantıklı insanlardı. Birisinin yanılmış olduklarını kanıtlamış olmasından rahatsız olabilirlerdi, ama Alvin hiçbirinin kendisine kızacağına inanmıyordu. Eskiden olsa bu çok acele yapılmış bir tahmin sayılırdı, ama insan doğası bazı yönlerden gelişmişti
Dev kapılar açıldı ve Jeserac’ın peşinden Konsey Salonu’na geçti. On iki üye hilal şeklindeki masanın çevresinde yerlerini almışlardı ve Alvin boş yer olmadığını görünce gururlandı. Bu Konsey’in yüzyıllardır tek bir eksik bile olmadan yaptığı ilk toplantı olmalıydı. Seyrek olarak yapılan toplantılar tamamen formaliteydi; sıradan konular birkaç görüntülü aramayla, ya da çok gerekirse Başkanla Merkez Bilgisayar arasındaki bir görüşmeyle halledilirdi
Bekleme odasında yalnızca birkaç dakika kaldılar, ama bu Alvin’in korkmuyorsa kendini neden bu kadar tuhaf bir şekilde güçsüz hissettiğini merak etmesi için yeterliydi. Hilvar’ın ona zirvesinden onların Shalmirane’e götüren ışık patlamasını gördükleri şelaleyi gösterdiği Lys’deki o uzak tepenin son yamaçlarını tırmanırken de bu duyguyu tatmıştı. Hilvar’ın şimdi ne yaptığını ve bir daha görüşüp görüşemeyeceklerini düşündü. Görüşmeleri birdenbire ona çok önemli gelmişti.
Alvin refakatçisi ile tanıdık caddelerden geçerken çevredekilerin meraklı ya da korku dolu bakışlarının pek fark etmedi. Yapmak zorunda kalabileceği savunmaları tasarlıyor ve hikayesini kendisi için en iyi olacak şekilde düzenliyordu. Zaman zaman kendi kendine hiç endişeli olmadığını ve durumun hâlâ kontrolü altında olduğunu telkin ediyordu
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Alystra arkasından bakarken kalbi yalnızdı, ama artık öfkeli değildi. Artık onu kaybetmediğini biliyordu, çünkü hiçbir zaman ona ait olmamıştı. Bunu kabullenerek faydasız pişmanlıkların etkisinden sıyrılmaya başladı
İşte bu an, böyle bir an olduysa tabii, Alvin’in kaderinin ne olduğunu anladığı andı. O ana dek kendi dürtülerine bilinçsiz bir araç olmuştu. Bu kadar modası geçmiş bir benzetmeyi yapabilecek olsa, kendisini gemi azıya almış bir atın binicisine benzetirdi. Bunlar onu birçok garip yere götürmüştü ve bunu tekrar yapabilirdi, ama çılgınca dörtnala koşarken ona gücünü göstermiş ve gerçekte nereye gitmek istediğini göstermişti
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Ne Alystra’yı ne de Diaspar’daki diğer kadınların hiçbirini neden sevmediğini şimdi anlıyordu. Bu Lys’ten öğrendiği bir başka dersti. Diaspar çok şeyi unutmuştu; sevginin gerçek anlamı da bunlardan biriydi. Airlee’de annelerin çocuklarını dizlerinde sallayışlarını izlemiş, kendisi de tüm küçük ve güçsüz yaratıklar için sevginin cömert ikizi olan o duyguyu hissetmişti. Oysa Diaspar’da bir zamanlar sevginin son noktası olan bu şeyi bilen ya da umursayan bir kadın yoktu.
Khedron’a hiçbir zaman yakınlık duymamıştı; Alvin istese bile Soytarı’nın sert kişiliği yakın bir ilişki kurmalarına engeldi. Oysa şimdi Khedron’un veda sözlerini düşündükçe pişmanlıkla sarsılıyordu. Soytarı onun yaptıkları yüzünden bu zamandan bilinmeyen bir geleceğe kaçmıştı
Khedron’un görüntüsü silindikten sonra Alvin uzun bir süre hareketsiz kaldı. Yaşamı boyunca pek az defa olmuş bir şeyi yapıyor, ruhunun derinliklerine bakıyordu, çünkü Khedron’un söylediklerinin çoğunun doğruluğunu inkâr edemezdi. Tüm planları ve maceraları boyunca ne zaman durup da yaptıklarının arkadaşlarını nasıl etkileyeceğini düşünmüştü? Onları endişelendirmişti ve yakında daha da kötüsünü yapabilirdi ve bunların tümü doymak bilmez merakı ve bilinmemesi gereken şeyleri keşfetme tutkusu yüzündendi
Hoşça kal, Alvin. Sana birkaç tavsiyede bulunmayı düşünmüştüm, ama herhalde bunlara uymazdın. Her zaman olduğu gibi kendi bildiğini yapacaksın ve arkadaşların duruma göre kullanacağın veya da vazgeçeceğin araçlar olacaklar.
“Hepsi bu. Aklıma söyleyecek başka bir şey gelmiyor.”
Geleceğe kaçmamın nedenlerinden biri de sabırsız olmam sanırım. Başlattığın şeyin sonuçlarını görmek için sabırsızlanıyorum, ama hoş olmayacağım tahmin ettiğim ara evreleri de atlamak istiyorum. Sadece birkaç dakika sonra göreceğim o dünyada bir yaratıcı olarak mı yoksa yok edici olarak mı hatırlandığını görmek ilginç olacak tabii hatırlanıyorsan
Bir zamanlar anladığımı düşünecek kadar saf olsam da, seni hiç anlamadım, Alvin. Gerçeği yalnızca Merkez Bilgisayar biliyor; tıpkı çağlar boyunca zaman zaman ortaya çıkmış ve bir daha görülmemiş diğer Benzersizlere olanlar hakkındaki gerçekleri bildiği gibi. Onlara ne olduğunu öğrenebildin mi
Bundan elli ya da yüz bin yıl sonra Diaspar’a döndüğümde benim için sadece bir an geçmiş gibi olacak. Acaba karşımda nasıl bir şehir bulacağım? Sen de orada olursan garip olacaktır; sanırım bir gün tekrar karşılaşacağız. Bu buluşmayı sabırsızlıkla mı yoksa korkuyla mı beklediğimi bilemiyorum
Alvin bir kez daha hareketli yollar salonuna girene kadar rahatlamadı. Lys halkının içinde yolculuk ettiği aracı durdurması, hatta geri döndürmesi ve onu çaresizce başladığı noktaya getirmesi tehlikesi hâlâ vardı. Ama dönüş yolculuğu gelişinin olaysız bir benzeri olmuştu: Lys’ten ayrıldıktan kırk dakika sonra Yarlan Zey’in Mezarı’ndaydı
Alvin arkadaşıyla hemen konuşamadı; çok üzgündü, ama bunun yanında tüm umutlarının yıkılmasına izin vermeyecek kadar azimliydi. Bir ölçüde mutluluğu bulduğu ve Seranis’in ardındakilerin dilediği olursa bir daha hiç göremeyeceği köye bir daha baktı. Yer arabası geniş dallı ağaçların altında hâlâ bekliyor, sabırlı robot da hemen üzerinde havada asılı duruyordu. Birkaç çocuk bu garip konuğu incelemek için toplanmışlardı, ama yetişkinler hiç ilgi göstermiyorlardı.
Alvin birden, “Hilvar,” dedi, “bunun için çok üzgünüm.”
Hilvar, “Ben de öyle,” dedi; sesi duygularının etkisiyle değişmişti. “Burada kalabileceğini ummuştum.
Tavanların arkandan sürekli çöktüğü ve ancak tatsız kökler yiyip arada bir karşına çıkan kaynaklardan içerek hayatta kalabildiğin kasvetli yeraltı mağaralarında sıradan ve tehlikeli maceralar yaşadığına inanacaksın. Yaşamın boyunca gerçeğin bu olduğuna inanacaksın; Diaspar’daki herkes de hikayeni doğru kabul edecek. Böylece gelecekte olabilecek kaşifleri meraklandıracak esrarlar olmayacak; Lys hakkında bilinebilecek her şeyin bilindiğini düşünecekler
kişi biliyor; zamanında harekete geçemedik. En kötüsü de, Lys’i keşfetmene yardımcı olan adam ortadan kaybolmuş; ne sizin Konseyiniz ne de bizim adamlarımız yerini bulamıyorlar ve güvenliğimiz için hâlâ potansiyel bir tehlike oluşturuyor. Sana bunlardan söz etmeme şaşırıyorsun belki, ama bunu yapmamda bir sakınca yok. Korkarım önümüzde tek bir seçenek var; seni sahte anılarla Diaspar’a geri göndereceğiz. Bu anılar büyük bir dikkatle hazırlandı, eve döndüğünde hakkımızda hiçbir şey bilmiyor olacaksın
Sana burada kalmayı ya da Diaspar’a dönmeyi seçme hakkını verebileceğimizi umuyorduk, ama bu artık mümkün değil. O kadar çok şey oldu ki, kararı sana bırakamayız. Burada kaldığın kısa sürede bile etkin oldukça olumsuz oldu. Hayır, sana sitem etmiyorum; kötü bir niyetin olmadığına eminim. Ama Shalmirane’de rastladığın yaratıkları kendi kaderlerine bırakman en doğrusu olur
Sana isteğin dışında bir şey yaptırmak istemeyiz, ama halklarımızın yeniden bir araya gelmesinin ne anlama geleceğini anlamalısın. Bizim kültürümüzle sizinkinin arasındaki uçurum en az Yeryüzü’nü eski kolonilerinden ayıranlar kadar derin. Şu gerçeği düşün, Alvin. Sen ve Hilvar şimdi aynı yaşta sayılırsınız ama sen hâlâ gençken o ve ben yüzyıllar önce ölmüş olacağız. Ve bu senin sonsuz bir dizi hayatının yalnızca ilki
Alvin, insanoğlu uzun zaman önce ölümsüzlüğün peşinde koştu ve onu sonunda elde etti. Ölümün ortadan kalktığı bir dünyada yaşamın da ortadan kalkacağını unuttular. Yaşamını sonsuza dek uzatabilme gücü bireyi memnun etse de ırka durgunluk getirdi. Biz ölümsüzlükten çağlar önce vazgeçtik, ama Diaspar hâlâ bu sahte düşün peşinde. Yollarımızın ayrılmasının ve bir daha asla buluşmamak zorunda oluşunun nedeni de bu.
Irklarımızın ayrı yaşamalarının nedenlerinden birini biliyorsun. İstilacılar’a karşı duyulan korku, her insanın aklının derinliklerindeki karanlık bir gölge gibi insanlarınızın dünyayı unutup kendi düşleri içinde kaybolmalarına neden oldu. Biz de son saldırının yükünü taşımış olmamıza rağmen, bu korku Lys’de hiçbir zaman o kadar büyük olmadı. Bizim yaptıklarımız için daha iyi bir nedenimiz vardı ve ne yaptıysak gözlerimiz açık olarak yaptık
Belki de başka hiçbir canlı türü kendisi olmasa bir milyar yıl önce unutulmuş olacak bir inanca bu kadar uzun zaman sadık kalamazdı. Dev ahtapot bir bakıma kendi biyolojik yapısının çaresiz bir kurbanıydı. Ölümsüz olduğu için değişemiyor, aynı sabit dönüşümü devamlı tekrarlamak zorunda kalıyordu
Büyükler asla dönmediler. Ölümler ve hayal kırıklığı taraftarlarını azaltınca hareketin gücü de azaldı. İlk ayrılanlar kısa ömürlü olan insan müritlerdi; insan olan bir peygamberin son müridinin insana hiç de benzemeyen bir yaratık olması da kaderin bir cilvesiydi.
Efendi’nin ölümüyle birlikte müritlerinin çoğu dağılmıştı, ama geri kalanlar öğretilerine sadık kalmış ve bunlara çağlar boyu yavaş yavaş eklemeler yapmışlardı. Önceleri Büyükler’in, her kim iseler, yakında döneceklerine inanıyorlardı, ama yüzyıllar geçtikçe bu umut yok olup gitti. Bu noktada hikaye çok karışıyordu, gerçekle efsane adeta ayrılamaz şekilde iç içe geçmişti. Alvin’in gözünde canlanan ise sadece neden gelecekte, bilinmeyen bir tarihte olacağını anlamadıkları büyük bir olayı bekleyen fanatik bir nesildi.
Uzun yaşamının sonlarında Efendi’nin düşünceleri bir kez daha kovulduğu yurduna çevrilmiş ve yıldızları izleyebilmek için arkadaşlarından kendisini açık bir alana taşımalarını istemişti. Gücü giderek azalırken Yedi Güneş yükselene dek beklemiş ve sonunda gelecek çağlarda yine kütüphaneler dolusu yoruma yol açacak olan birçok şey zırvalamıştı. Sürekli olarak bu mekan ve madde evrenini terk etmiş olan, ama bir gün mutlaka geri dönecek olan “Büyükler”den söz edip durmuş ve müritlerinden döndüklerinde onları karşılamak için orada kalmalarını istemişti. Bunlar son mantıklı sözleriydi. Artık çevresinde olup bitenlerin farkında değildi, ama son anından hemen önce, çağlar boyunca duyan herkesin aklında yer eden o cümleyi mırıldanmışti: Sonsuz ışık gezegenlerinde renkli gölgeleri izlemek çok güzel. ” Sonra ölmüştü.
Bu öğretilerin ne olduklarını ne Alvin ne de Hilvar tam olarak öğrenememişlerdi. Dev ahtapot açıklamak için elinden geleni yapıyordu, ama kullandığı sözcüklerin çoğu anlamsızdı ve cümleleri, hatta konuşmaları hızlı ve mekanik bir şekilde tekrarlama alışkanlığı vardı; bu yüzden söylediklerini takip etmek çok zordu. Bir süre sonra Hilvar konuşmayı anlamsız teoloji karmaşasından daha somut gerçeklere çekmeye çalıştı. Şehirlerin henüz ölmediği ve Diaspar Limanı’nın hâlâ yıldızlara açık olduğu günlerde Efendi ve en sadık müritlerinden bir grup Yeryüzü’ne gelmişlerdi. Farklı türlerde gemilerle gelmiş olmalıydılar; ahtapotların içini doğal ortamları olan suyla doldurdukları gemi gibi. Hareketin Yeryüzü’nde nasıl karşılandığı belli değildi; ama en azından şiddetli bir karşı çıkış olmamış ve bir süre daha dolaştıktan sonra sonunda Lys’in ormanları ve dağları arasına çekilmişti.
efsane üzerine kütüphaneler dolusu kitap yazılmıştı, her çalışma birçok yorum getirmiş ve sonunda adeta zincirleme bir tepki oluşarak orijinal ciltler yorum ve tefsir dağlarının altında yitip gitmişlerdi. Efendi birçok dünyada durmuş ve birçok ırktan müritler toplamıştı. Hem insanları hem de insan olmayanları etkisi altına aldığına göre son derece güçlü bir kişiliği olmalıydı ve tabii ki böylesine yayılmış bir din güzellik ve asalet dolu olmalıydı. Kuşkusuz Efendi insanoğlunun mesihlerinin en başarılısı ve tabii aynı zamanda sonuncusuydu. Kendisinden önce gelenlerin hiçbiri bu kadar çok kişiyi kendine bağlayamamış, öğretilerini böylesine engin zaman ve mekan uçurumlarının ötesine taşıyamamıştı
Bu makinenin yetenekleri ve işlevlerinin tümünü bilen hiç kimse yoktu. Hatta bir bakıma Efendi’nin ikinci kişiliği olmuştu; o olmasa Büyükler Dini Efendi’nin ölümünden sonra sona ererdi kuşkusuz. Birlikte yıldız bulutları arasında zikzak çizerek ilerlemişler ve sonunda Efendi’nin atalarının doğduğu dünyaya gelmişlerdi; şüphesiz ki bu bir tesadüf değildi
Bilimin ilerlemesi peygamberlerin kozmolojilerini düzenli olarak çürütmüş ve benzerlerini asla gerçekleştiremeyecekleri mucizeler göstererek sonunda tüm bu inançları yıkmıştı. Tüm zeki canlıların kendilerini içinde buldukları harikulade Evren’i izlerken duydukları hayranlığı ya da huşu ve alçakgönüllülüğü yok etmemişti. Ancak bu ilerleme, her biri inanılmaz bir kibirle kendisini gerçeğin yalnızca kendilerinde olduğunu ve kendilerinden önceki milyonlarca rakibinin hepsinin yanıldıklarını öne süren sayısız dini ise zayıflatmış ve sonunda yıkmıştı
Burada ise tükenmekte ve bozunmakta da olsa bir zeka vardı. Hilvar’ın Efendi’nin öyküsünün parçalarını yavaş yavaş bir araya getirdiği, değişken yapılı ahtapotun anlaşılmaz sözcükler gevelediği, karanlık gölün Shalmirane’in kalıntılarını dövdüğü ve üç gözlü robotun gözlerini kırpmadan kendilerini izlediği bu olağanüstü karşılaşmayı Alvin asla unutmayacaktı
Yeryüzü’nün yaşlı okyanuslarında da bir zamanlar buna uzaktan benzer türde hayvanlar -örneğin medüzler- yaşamıştı. Bazıları çok büyüktü, suların içinde yan şeffaf gövdelerini ve on beş, hatta otuz metre uzunluktaki sivri vantuzlardan oluşan ormanlarını sürüklerlerdi. Ama hiçbiri basit dürtülere tepki verme gücünün ötesinde en küçük bir zeka kıvılcımını bile elde edememişti
Temel idare komutlarının hiçbirinin bir etkisi olmamıştı. Makine küçümseyici bir şekilde hareketsiz duruyordu. Ya zekası onu anlayamayacak kadar düşüktü ya da kendi tercih yetisi ve iradesine sahip olacak kadar zekiydi. Eğer öyleyse ona eşiti gibi yaklaşmalıydı. Yine de onu hafife almış olabilirdi, ama bunda gücenecek bir şey olmazdı, robotlar kibirlenmezlerdi çünkü. Hilvar Alvin’in açıkça belli olan sıkıntısına elinde olmadan güldü. İletişim işini kendisine bırakmasını önerecekti ki, sözcükler dudaklarında donup kaldı. Shalmirane’in sessizliği uğursuz ve ne olduğu şüphe götürmeyen bir sesle -çok büyük bir cismin sudan çıkışının sesiyle- bozulmuştu.
Alvin Diaspar’dan ayrıldığından beri ikinci kez evinde olmayı diledi. Sonra maceralara bu ruhla atılınmayacağını hatırladı ve yavaş ama kararlı adımlarla göle yaklaştı.
Yıkıntılar onlara herhangi bir şey öğretecek gibi görünmüyordu, yine de moloz yığınlarını ve sıra sıra taşları dikkatle incelediler. Belki de burada gömülmüş makinelerin ruhları yatıyordu. Görevlerini çok uzun zaman önce tamamlamış- olan makinelerin. Alvin İstilacılar dönerlerse artık bir işe yaramayacaklarını düşündü. Neden hiç geri dönmemişlerdi? Bu da bir başka sırdı; düşüneceği yeterince sır vardı. Yenilerini aramak gereksizdi.
Yavaşça, “Burada anlamadığım bir şey var,” dedi. “Rüzgar yok, öyleyse bu dalgalara neden olan ne? Suyun pürüzsüz olması gerek.”
Daha Alvin bir cevap düşünemeden Hilvar yere çöktü, başını yana çevirdi ve sağ kulağını suya soktu. Alvin onun böylesine gülünç bir pozisyonda ne bulmayı umduğunu merak ediyordu; sonra onun dinlediğini fark etti. Biraz tiksinerek de olsa -karanlık sular tek kelimeyle itici görünüyorlardı- Hilvar’ın yaptığını yaptı.
İlk soğukluk şoku sadece bir an sürdü; geçtiğinde ise çok hafif ve uzak, düzenli, ritmik bir titreşim duyabildi. Sanki gölün derinliklerinde dev bir kalbin atışını duyuyordu.
Saçlarındaki suyu silkelediler ve sessiz bir şüphe ile birbirlerine baktılar. İkisi de aklından geçeni söylemek istemiyordu, yani gölün canlı olduğunu.
Hilvar, “En iyisi,” dedi, “şu yıkıntıları araştıralım ve gölden uzak duralım.”
Alvin hâlâ ayaklarına vuran esrarengiz köpükleri göstererek, “Sence aşağıda bir şey var mı?” diye sordu. “Tehlikeli olabilir mi?”
Hilvar, “Aklı olan hiçbir şey tehlikeli değildir,” diye karşılık verdi. (Alvin, Bu doğru mu? diye düşündü. Ya şu İstilacılar?) “Burada hiçbir düşünce algılayamıyorum, ama yalnız olduğumuza da inanmıyorum. Çok garip
Böylece Alvin ve Hilvar Shalmirane yıkıntılarına gelmişlerdi. Şu duvarlar ve sakladıkları enerjiler bir dünyayı toza dönüştürebilecek güçler tarafından dövülüp yakılmışlar ve ebediyen yenilmişlerdi. Bu huzurlu gökler bir zamanlar güneşlerin yüreklerinden kopmuş ateşlerle alev alev olmuştu ve Lys dağları efendilerinin öfkesi altında canlılarmışçasına titremiş olmalıydılar.
Shalmirane’i hiç kimse ele geçirememişti. Ama fethedilemez kale sonunda düşmüştü. Sarmaşıkların sabırlı filizleri, yuvalarını görmeden kazan solucanlar ve gölün ağır ağır yükselen suları tarafından ele geçirilmiş ve yıkılmıştı
Dörtyüz metre kadar ileride bir devin yavrusunun ortalıkta kalmış oyuncakları gibi duran, üst üste dizilmiş dev taş blokları vardı. Burada büyük bir duvarın bir parçası hâlâ belliydi; ileride de bir zamanlar dev bir giriş olan bir yerde oymalarla kaplı iki dikilitaş duruyordu. Her yer yosun ve sarmaşıklarla ve bodur ağaçlarla kaplıydı. Rüzgar bile sessizdi.
İlk birkaç yüz metre boyunca kraterin duvarları öyle dik ve düzdü ki, dik durmakta güçlük çekiyorlardı, ama bir süre sonra daha hafif olan eğimlere geldiklerinde kolayca yürüyebildiler. Gölün kıyısının yanında yüzeydeki pürüzsüz siyahlık ince bir toprak tabakasının altında kalmıştı, bunu Lys’in rüzgarları çağlar boyu burada toplamış olmalıydı.
Öykünün gerçekleri Doğuş Çağları’nı çepeçevre saran sislerin içinde kaybolmuş olsalar da, efsaneler asla unutulmamışlardı ve insanoğlu var olduğu sürece onlar da olacaktı.
Karanlığın içinden yine Hilvar’ın sesi geldi. “Güneydeki insanlar bize daha fazlasını söyleyebilir. Orada bazı dostlarım var; onları sabah ararım
Shalmirane! Kültür ve tarihleri böylesine farklı iki ırkın çocukları için bu gerçekten büyülü bir isimdi. Yeryüzü’nün o uzun öyküsünde tüm Evren’i fethetmiş olan istilacıya karşı Shalmirane’in savunması kadar büyük bir destan daha olmamıştı.
Gökyüzündeki bir demir ocağından çıkan kıvılcımlar gibi indiler Yeryüzü’ne. Kıvılcımlar giderek daha kalınlaştı ve sonunda ateşten bir şelale gökyüzünden inerek yere değdiği anda sıvı ışık havuzları oluşturdu. Alvin’in kulaklarında bir müjde gibi yankılanan sözcükleri duymasına gerek yoktu:
“Büyükler geldiler
Kaderini kendisi mi çiziyordu, yoksa Kader onu özellikle mi seçmişti? Belki de bu sadece bir olasılık meselesi, tesadüfler kanununun işlemesiydi.
Süreklilik, yeterli değil. Kolaylıkla durgunluğa, dolayısıyla bozulmaya yol açabilir.
Uzun bir yol gelmiş gibiyiz, ama ne kadar uzak olduğu hakkında hiçbir fikrim yok.
Shalmirane yapıldığından beri çoğu sönmüş olan güçsüz yıldızların zayıf ışığı altında Alvin düşünceleriyle boğuşuyordu, sonunda kararını verdi. Hiçbir şey değişmemişti; dağlar uyuyan topraklara gözcülük yapmayı sürdürüyorlardı. Ama tarihte bir dönüm noktası yaşanıp bitmişti ve insan ırkı garip, yeni bir geleceğe doğru ilerliyordu.
Shalmirane hakkında duyduklarını hatırlamaya çalışıyordu. Oldukça azdı; aradan geçen bunca zamandan sonra kimse efsaneyi gerçekten ayıramıyordu. Kesin olan tek şey Shalmirane Savaşı’nın İnsanoğlunun fetihlerinin sonu ve uzun çöküşünün başlangıcı olduğuydu.
Alvin ona bunca yıldır eziyet çektiren sorunların çözümlerinin o dağların arasında yatıyor olabileceğini düşündü.
Alvin’in sağlığı mükemmeldi; hatta yaşamı boyunca bir saat olsun hastalanmamıştı bile. Ama fiziksel sağlık her ne kadar önemli ve gerekli olsa da, şu anda yaptığı iş için yeterli değildi. Bedene sahipti, ama ustalığa değil. Hilvar’ın kolayca attığı uzun adımlar, onu her eğimden zorlanmadan yukarı çıkaran güç dalgası Alvin’i imrenme duygusuyla ve bir ayağını diğerinin önüne getirebildiği sürece pes etmeme azmiyle dolduruyordu. Hilvar’ın kendisini sınadığını çok iyi biliyor ve buna içerlemiyordu. Bu dostça bir oyundu ve yorgunluk bacaklarına yavaş yavaş yayılmasına rağmen havaya girmişti
de sırtlarında cılız güneşle yukarı tırmanmak ve çevrelerinde yepyeni manzaraların ortaya çıkışını görmek çok zevkliydi. Zaman zaman gözden kaybolan ama Hilvar’ın Alvin hiç izini göremezken bile takip edebildiği kısmen silinmiş bir patika vardı. Hilvar’a patikayı neyin yaptığını sordu, o da bu tepelerde kimi yalnız, kimi ise insan medeniyetinin birçok özelliklerini yansıtan ilkel topluluklar halinde birçok küçük hayvanın yaşadığını söyledi. Bazıları ateşi ve bazı aletleri kullanmayı bile keşfetmiş, ya da bunlar onlara öğretilmişti. Alvin böyle yaratıkların hep dostça davranmayacaklarını hiç düşünmemişti; Yeryüzü’ndeki herhangi bir şeyin insanın üstünlüğüne en son baş kaldırmasının üzerinden öyle çok çağlar geçmişti ki, hem o hem de Hilvar bunu doğal kabul ediyorlardı
Telepatik bir toplumda aşkın nasıl olacağını kafasında canlandıramıyordu ve ihtiyatlı bir sessizlikten sonra konuyu açtı. Hilvar çekinmeden açıkladı, ancak Alvin arkadaşının uzun ve şefkatli bir zihinsel vedalaşmayı yarıda kesmesine neden olduğundan korkuyordu.
Görünüşe göre Lys’te tüm aşklar zihinsel temasla başlıyordu ve bir çiftin birbirini gerçekten görmesi aylar ya da yıllar sürebiliyordu. Hilvar böylece her iki taraf için de yanlış izlenimler, hileler olamayacağını söylüyordu. Akılları birbirine açık olan iki insan sır saklayamazlardı. Birisi bunu denerse diğeri bir şeylerin gizlendiğini hemen anlardı
Lys boyunca yapılan yolculuk Alvin için gerçeküstü bir düşsellikti adeta. Araç ormanların arasında bir hayalet gibi sessizce ilerliyor, görünmeyen rotasından hiç sapmıyordu. Bir insanın rahatça yürüyebileceğinin belki on katı bir hızla ilerliyordu; zaten Lys’de bundan daha fazla acelesi olan pek bulunmuyordu.
Birçok köyden geçtiler, bazıları Airlee’den daha büyüktü, ama çoğu oldukça benzer tarzda inşa edilmişlerdi. Alvin bir komünden diğerine geçtiklerinde giyimde hatta fiziksel görünümde olan küçük ama belirgin değişiklikleri fark etmeye çalışıyordu. Lys uygarlığı her biri bütüne özel bir katkıda bulunan yüzlerce farklı kültürden oluşuyordu. Yer arabası Airlee’in en ünlü ürünü olan küçük, sarı bir tür meyveyle doluydu, Hilvar’ın dağıttığı tüm örnekler zevkle karşılandı. Arkadaşlarıyla konuşmak ve Alvin’i tanıştırmak için sık sık duruyordu, o da kim olduğunu öğrenir öğrenmez kibarca sesli konuşmaya başlamalarından çok etkilenmişti. Bu onlar için çok yorucu olmalıydı, ama anladığı kadarıyla telepati kullanma isteğine hep direniyorlardı ve konuşmalarının dışında kaldığını hiç hissetmemişti
Yolculuklarında onlara eşlik eden biri daha vardı. Hilvar’ın birçok hayvanı arasında en gösterişlisi olan Krif. Dinlenirken altı şeffaf kanadı kapalı durur ve gövdesi onların altında mücevherli bir asa gibi parıldardı. Bir şey onu rahatsız ederse renk değiştirerek ve kanatları görünmeden hafifçe çırparak havalanırdı. Koca böcek çağrıldığında geliyor ve basit emirleri -bazen- yerine getiriyor olsa da, neredeyse tamamen akılsızdı. Ama kendine özgü belirli bir kişiliği vardı ve her nedense arada bir sarf ettiği güvenini kazanma çabaları her nedense hep boşa giden Alvin’e güvenmiyordu
Seranis’in oğlunu rehber olarak verme jestini takdir etmişti, tabii Hilvar’a Alvin’in yaramazlık yapmamasını sağlaması için talimatlar verilmişti şüphesiz. Alvin’in Hilvar’a alışması biraz zaman almıştı ve nedenini ona duygularını incitmeden pek açıklayamazdı. Diaspar’da fiziksel mükemmellik öylesine evrenseldi ki, kişisel güzelliğin değeri tamamen düşmüştü. İnsanlar onun ancak soludukları hava kadar farkındaydılar. Lys’de ise durum böyle değildi ve Hilvar için söylenebilecek en olumlu sıfat “gösterişsiz” idi. Alvin’in standartlarına göre ise düpedüz çirkindi ve bir süre ondan özellikle uzak durmuştu. Hilvar bunun farkındaysa bile hiç belli etmemişti ve içten dostluğu aralarındaki engeli kısa sürede ortadan kaldırmıştı. Zamanla Alvin, Hilvar’ın gevrek, çarpık gülüşüne, gücüne ve nezaketine öyle alışacaktı ki, onu bir zamanlar itici bulduğuna inanamayacak ve ne pahasına olursa olsun değişmesini istemeyecekti
Alvin Lys’i inceliyordu, ama Lys de onu inceliyordu ve bulduğuyla tatmin olmadığı söylenemezdi. Airlee’deki üçüncü gününde Seranis daha uzak topraklara gitmesini ve ülkesinin daha çok yerini görmesini önerdi. Bu teklifi hemen kabul etti -tabii köyün ödül için yarışan hayvanlarından birine binmemek koşuluyla.
Yine de, onu hayret içinde bıraktıklarında bile kalbinde daha önce hiç bilmediği bir duygu uyandırıyorlardı. Ne zaman -bu pek sık olmazdı, ama bazen oluyordu- büyük bir üzüntü ya da sıkıntıyla gözyaşlarına boğulsalar, onların bu küçük hayal kırıklıkları ona insanların Galaksi İmparatorluğu’nun kaybından sonraki uzun geri çekilişlerinden bile daha trajik geliyordu. Bu anlaşılamaz derecede yoğun ve uzak bir şeydi, ama bir çocuğun ağlaması insanın kalbini parçalayabiliyordu işte.
Alvin Diaspar’da sevgiyi tanımıştı, ama şimdi en az onun kadar değerli olan ve yokluğu halinde sevginin asla en yüksek doyumuna ulaşamayacağı ve sonsuza kadar eksik kalacağı bir şeyi öğreniyordu. Şefkatti bu.
Lys’in hayvanlar alemi Alvin’in önüne yeni harikalar ve sürprizlerle dolu koca bir dünya sunmuş olsa da, onu en çok şaşırtan insan yaşamının iki aşırı ucu olmuştu. Çok genç olanlar ve çok yaşlılar. İkisi de onun için aynı derecede garip ve hayret vericiydi. Airlee’nin en yaşlı sakini ikinci yüzyılını henüz geçmişti ve önünde sadece birkaç yıllık bir ömür kalmıştı. Alvin kendi kendine o yaşa geldiğinde vücudunun neredeyse hiç değişmemiş olacağını hatırlattı, oysa teselli olarak bekleyeceği gelecek hayatları olmayan bu yaşlı adamın fiziksel güçleri neredeyse tükenmişti. Saçları tamamen bembeyazdı ve yüzü inanılmaz bir kırışık yığınıydı. Zamanının çoğunu güneş altında oturarak ya da köyde ağır ağır dolaşıp rastladığı herkesle sessizce selamlaşarak geçiriyordu. Alvin’in gördüğü kadarıyla halinden tamamen memnundu, hayattan başka bir şey beklemiyordu ve yaklaşan sonuna da üzülmüyordu
Önceleri Lys halkının kendisinin hep iç içe yaşadığı ve Diaspar’daki tüm yaşamın dayandığı güçleri ve makineleri unuttuğunu, ya da onlara hiç sahip olmadığını düşündü. Kısa bir süre sonra durumun hiç de öyle olmadığını anladı. Aletler ve bilgi vardı, ama sadece gerektiğinde kullanılıyorlardı. Bunun en çarpıcı örneği ulaşım sistemiydi, tabii bu isim ne kadar uygunsa. İnsanlar kısa mesafeleri yürüyorlardı ve bundan zevk alıyor gibiydiler. Aceleleri varsa, ya da hafif yükler taşıyorlarsa bu amaç için geliştirildikleri belli olan hayvanları kullanıyorlardı. Yük taşıyıcı tür, bodur, altı bacaklı bir hayvandı; çok uysal ve güçlüydü, ama zeki değildi. Yarış hayvanları bambaşka bir türdü, normalde dört ayak üzerinde yürüyorlar, ancak gerçekten hızlandıktan zaman sadece güçlü kasları olan arka bacaklarını kullanıyorlardı. Birkaç saat içinde tüm Lys’i baştan başa kat edebilirlerdi ve binici, yaratığın sırtına bağlı sabit bir oturma yerinde yolculuk ediyordu. Dünyada hiçbir şey Alvin’i böyle bir yolculuğu göze almaya ikna edemezdi, oysa bu genç erkekler arasında çok popüler bir spordu. Özenle yetiştirilmiş binekleri hayvanlar aleminin aristokratlarıydılar ve hayvanların kendileri de bunun farkındaydılar. Hayvanların oldukça geniş kelime dağarcıkları vardı ve Alvin onların sık sık kendi aralarında geçmiş ve gelecek başarıları hakkında böbürlenirken duyuyordu. Dostça yaklaşmaya çalışıp konuşmalara katılmayı denediğinde ise onu anlayamamış gibi yapıyorlar, ısrar ederse öfkeli bir asaletle seke seke uzaklaşıyorlardı
Hep meşguldüler, Alvin’in genellikle anlamadığı işler ve sorunlarla ilgileniyorlardı. Ne yaptıklarım anladığında da yaptıkları işlerin çoğu oldukça gereksiz görünüyordu. Örneğin yiyeceklerinin önemli bir bölümü çağlar önce bulunmuş kalıplara göre sentezlenmiyor, düpedüz yetiştiriliyordu. Alvin bu konuda fikir yürüttüğünde ona Lys halkının bir şeyleri büyümesini izlemeyi, karmaşık genetik deneyler yaparak yeni yeni lezzetler bulmayı sevdikleri sabırla anlatıldı. Airlee meyveleriyle ünlüydü, ama Alvin içlerinden bazılarını denediğinde tatları Diaspar’da sadece bir parmağını kaldırmakla oluşturabileceklerinden daha iyi gelmedi
Airlee çok küçük olmasına ve bin kişiden daha azını barındırmasına rağmen sürprizlerle doluydu. Hayatın Diaspar’daki eşinden farklı olmayan bir yönü yok gibiydi. Farklılıklar konuşma gibi en temel konulara kadar yayılmışlardı. Yalnızca çocuklar normal iletişim için seslerini kullanıyorlardı; yetişkinler neredeyse hiç konuşmuyorlardı ve Alvin bir süre sonra sadece kendisine kibar davranmak için konuştuklarına karar verdi. İnsanın kendisini sessiz ve anlaşılmaz sözcüklerden oluşan dev bir ağın içine düşmüş bulması tuhaf bir deneyimdi, ama Alvin buna bir süre sonra alıştı. Sözlü konuşmanın kullanılmasına gerek kalmamasına rağmen unutulmamış olması şaşırtıcıydı, ama sonra Alvin Lys halkının şarkı söylemeye, daha doğrusu müziğin her türüne çok düşkün olduklarını fark etti. Bu da olmasa uzun zaman önce tamamen dilsiz kalmış olurlardı şüphesiz.
Alvin’in durumunda bir belirsizlik varsa bile rehberleri ona bunu hatırlatmamak için çok dikkatliydiler. Seranis’in yönettiği -yönetmek onun konumunu açıklamak için biraz abartılı bir sözcüktü- küçük Airlee köyünde dilediği yere gitmekte serbestti. Alvin bazen onun iyiliksever bir diktatör olduğunu düşünüyor, bazen de sanki hiçbir gücü yokmuş gibi geliyordu. Lys’in sosyal düzenini şu ana kadar hiç anlayamamıştı; ya anlayamayacağı kadar basitti ya da o kadar karmaşıktı ki, yayılımını kavrayamıyordu. Kesin olarak anladığı tek şey Lys’in sayısız küçük köylere bölünmüş olduğuydu, Airlee de bunların tipik bir örneğiydi. Ama bir anlamda tipik örnekler yoktu, çünkü Alvin her köyün diğerlerine benzememek için elinden geleni yaptığına emindi. Her şey çok anlaşılmazdı
Alystra biraz aklı karışmış olarak Jeserac’ın yarımdan ayrıldı. O ayrılır ayrılmaz yaptıklarını görseydi daha çok tatmin olurdu.
Jeserac’ın Konsey’de dostları vardı; uzun yaşamında kendisi de buraya üye olmuştu, şansı yaver gitmezse yine olabilirdi. Arkadaşlarından en nüfuzlu olan üçünü aradı ve onlara dikkatle durumdan söz etti. Alvin’in öğretmeni olarak kendi konumunun hassaslığının farkındaydı ve kendini koruma endişesi içindeydi. Şimdilik olanları ne kadar az kişi bilirse o kadar iyiydi.
Hemen ilk yapılacak şeyin Khedron’la bağlantı kurup ondan bir açıklama istemek olduğuna karar verildi. Mükemmel planlarında bir tek açık vardı. Khedron bunu bekliyordu ve ortadan kaybolmuştu
Jeserac hikayesini hiçbir duygu belirtisi göstermeden dinledi. Endişelenmiş ya da şaşırmışsa da bunu iyi sakladı. Öyle iyi ki, Alystra biraz hayal kırıklığına uğramıştı. Bu kadar önemli ve olağanüstü bir şeyin ilk defa olduğunu düşünüyordu ve Jeserac’ın hiçbir şey yokmuş gibi davranması hevesini kırmıştı. Sözünü bitirince Jeserac ona birkaç soru sordu ve açıkça söylemese de bir hata yapmış olabileceğini ima etti. Alvin’in gerçekten şehirden ayrıldığına inanmasının nedeni neydi? Belki de ona oynanan bir oyundu bu; Khedron’un da işin içinde olması bu olasılığı arttırıyordu. Alvin şu anda Diaspar’da bir yerlerde saklanmış, ona gülüyor olabilirdi. Jeserac’dan aldığı tek olumlu tepki durumu araştırmaya ve bir gün içinde onunla tekrar temasa geçmeye söz vermesiydi. Bu arada, endişelenmesi yersizdi, aynca tüm bu olanlar hakkında kimseye bir şey söylememesi en doğrusu olacaktı. Muhtemelen birkaç saat içinde çözümlenecek olan bir olay için herkesi tedirgin etmeye gerek
Tüm bunlara rağmen Alystra’nın onu açıkça Alvin’in kötülük hocası olarak görmesi ve tüm olanlar yüzünden onu suçlama eğiliminde olması biraz haksızlıktı. Alystra aslında kinci değildi, ama kızmıştı ve kızgınlığının bir bölümü Khedron’a yönelikti. Bir davranışı Khedron’un başını derde sokacak olursa üzülecek en son kişi Alystra olurdu.
Parkın çevresindeki büyük taşlı yola geldiklerinde katı bir sessizlik içinde ayrıldılar. Khedron Alystra’nın uzaklaşarak gözden kayboluşunu izledi ve aklından ne planlar geçirdiğini merak etti.
Şimdi emin olduğu tek bir şey vardı. Uzunca bir süre can sıkıntısı sorunu yaşamayacaklardı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir